Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
kina" (doğrusu "makine"), "manipula" (doğrusu "maniple"), "tesbih" (doğrusu "tespih") diyor yazar. Ötc yandan kimi sözcükleri, gerekmediği halde bileşik yazarken, kimilerini de yine gerekmediği halde büyük harflc oaşlatıyor. Geyikler, Anncm ve Almanya'da "irim", "devlet" vb. sözcükler böyle yazılmış (s.48). Söz konusu yapıtın kimi yerlerinde "bir" yerine de "bi" demeyi yeğliyor Duruel. Yalnız konuşma örgüsünde rastlanmıyor bu kullanıma, arada yazar da yeğliyor bu yazımı. (Orneğin ss.5156). Durucl'in bu tutumu, özelliklc Aziz Nesin'i anımsattı bana. Anlatıda aksamaya yol açan kimi örnekler üzerinde de durmak istivorum. "Fırıncı Şükriye"de anlatıcı (Halise), çocukluğunun, ilk gençliğinin "idol"ü sayılabilecek Şükriye'yle konuşur. Yoksunluk ve acı içinde geçen Kurtuluş Savaşı yıllarında, erdemle yaşadıkları o mutlu günlerden söz eder. Oysa Şükriye ölmüş, Şükriye'nin torunu faşist saldırganlığa özenmiştir. Duruel, "faşist" nitelemesi yapmaz, bunu sezdirir yalnızca. Anlatıcının Şükriye'yle kurduğu iç diyalog, sonunda faşist bozuntusu toruna laf çarptırmaya gelir dayanır. "Barışın değerini bedelini ödeyen biliyor ablam. Kurtuluşun sevincini hepimiz yasadık da koruyup kollamasını bilemedik işte. Ne diyeyim şimdi bu senin şaşkın torununa?" der. (s.39). "Kurtuluşun sevincini hepimiz yaşadık da koruyup kollamasını bilemedik işte" tümcesi, konuşma örgüsünün içine, yazar tarafından sızdırılıvermiş bir tümce gibi göründü bana. Gerek var mıydı bu tümceye? Üstelik bir fazlalık olduğu da açık bunun. Nitekim tümceyi kaldırdığımızda, bunu apaçık görebilmck olanaldı: "Barışın değerini bedelini ödeyen biliyor Ablam. Nc diyeyim şimdi bu senin şaşkın torununa? " Anlatıcının ağzına yakıştıramadığım bir tümce daha: "Beni kimsiz kimsesiz koyan, beni kendi tonrağımda, kendi evimdc yabancıya dönduren, accmi öksüzlere çeviren ölümler adını bile duyup bilmediğim gençlerin ölümüdür" (s. 40). Anlatıcının, sarsıcı o bitiş sözlerinin hem de tam önünde nasıl da iğreti kaçıyor bu tümccler! Okurun bunu yadırgamaması olası mı? Oysa anlatıcı, bakın nasıl bitiriyor öyküyü: "Hemen çıkacağım dışarı. Sokaklara atacağım kendimi. Duramam burda, duramam artık. Torununun gelme vaktidir. Görmek istemiyorum yüzünü. Ya elimi öpmeye kalkarsa, ya yüzünde senin yüzünden, bakışında senin bakışından izler görürsem. işte buna dayanamam Şükriye Ablam. bunu kaldıramam" (s. 40). Kendini tutmakta zorlandığı seziliyor Duruel'in. İlk kitaplarda rastlanabilecek "acemilik"lere mi bağlamalı bunu? Nursel Duruel, "Nereye" adlı öyküsünde ise, "incir kokuları ve an vızıltıları içinde eriyip buharlaş"mış, "portakal bahçeleri arasında kay"bolmuş, "Izmir'den güneye inen anakarayolu" boyuna yerteşmiş bir kasabayı anlatır. Yaz tatillerinde ziyarete gelinen bir anneyle baba. Ziyarete gelen oğullar, gelinler; kız, damat. Öykü küçük oğuİ Yusuf'la karısı Aytaç odaklanarak anlatılır. Bu arada baba ölmüş, anne onca kalabalığa karşın yalnız kalmıştır. Ölüm sonrası yazlardan birinde büyük ağabeyin yazlığında bir araya gelir aile. Akşam, birSAYFA 12 likte sofraya otururlar: "Abi gürültülü bir bismillah çekip, 'Buyur anne, başla,' dedı. Anne açılış törenlerinde eline makas tutuşturulmuş acemi yöneticiler gibi aldı ilk lokmayı" (s. 56). Annenin, "açılış törenlerinde eline makas tutuşturulmuş" biri gibi anlatılması, Duruel'in öykülerindeki genel havayla uyuşmuyor. Çünkü Duruel'in öyküleri, derinlikli, çok katmanlı bir humora, acıtıcı bir gülümsemeye dayanıyor ama, hiçbir öyküsünde kaba bir gülmece anlayışına rastlanmıyor onun. Nitekim aynı öyküde, bu yan açıkça görülebiliyor. Ağabeyler, yengeler, kız, damat arasında kendini gösteren o yapmacıklı, törensi havadan sıkılan, Yu suf'a karşı yalnızlık duygusundan sıyrılamayan Aytaç, ağabeylerin yazlıkta kurdukları rakı sofrasında patlayıverir bir gün: "Aytaç, 'Bir bardak da ben istiyorum,' dedi. Yengeler bi kocalarına bi anneye, bi Aytaç'a baktılar. Kısa ve gergin bir sessizlik oldu" (s. 56). Oysa Aytaç, "ilk kez içiyordu(r), karnı da açtı(r)" üstelik (s. 57). Görüldüğü gibi Duruel'in gülmece anlayışı incelfldi, duyarlı bir temelden kaynaklanıyor. Nursel Duruel, aynı öyküde, babanın tabutuna konacak dcfnc dallannın, "uzun aramalardan sonra bulun"duğunu yazıyor (s. 50). Doğal bir yayılış gösterdiği yörede, defnenin ancak "uzun aramalardan sonra" bulunuyor olabilmesi, türün kıyıma uğradığının bir göstergesi. Ne ki buna değgin herhangi bir ipucu yansıtılmadığı için okurun tümceyi yerli yerine oturtabilmesi dc olanaksızlaşıyor. Oysa pazar, antik kentlerin "taş yığınları' (s. 54) olarak algılandığına değindiği gibi, defneyle ilgili bir ipucu da yerlcştirebilirdi pekâlâ öyküsüne. Öte yandan " Yineleme" adlı öyküde, anlatımda yeğlenen karşılıklı konuşma örgüsünün, zaman zaman adlandırmayı güçleştirebileceği, bunun öyküyü zora sokabileceği de düşünülmeliydi doğrusu. Yazarın çok iyi bildiğini sandığım kimi antik metinlerdeki konuşma örgüleri, bu anlamda asla boşluk bırakmaz örneğin. Yazılı Kaya'da, bu tür aksamaların hemen hiçbirine rastlanmıyor. Rastlansa da, neredeyse hiç göze batmıyor bu aksamalar. Kulağınızda, damağınızda Duruel'in bıraktığı esintiîer ve tatlar, bir çırpıda okuyorsunuz öyküleri! Nursel Duruel, bana kaJırsa, gizli kalmış bir öykü ustamız! Hazır yeniden basıldığına göre onun öyküleri, bu fırsat kaçırılmamalı! Çünkü Duruel'in öykülerini okumak, gerçek bir şölcn duygusu yaşatıyor insana. Öyleyse ne bekliyorsunuz? Buyrun şölene, Nursel Duruel'in öykülerine.,. • (1) Adam Öykü; Mayıs Haziran 1997, Sayı 10, Konuşan: Banu Yıldıran (2) Haluk Cengiz; "Niçin Okunmuyoruz?", Adam Sanat, Ekim 1997, Sayı 143 (3) Nursel Duruel; Geyikler, Annem ve Almanya, Adam Yayıncılık, 2. Basım, 1984, 83 s.; Yazılı Kaya, Adam Yayınları, 2. Basım, 1997,58 s.; Yazılı Kaya dan alıntılar için bak.:Telos Yayıncılık, 1992, 79 s. (4) Çağdaş Türk Dili; Temmuz, Ağustos, Eylül 1997, Sayı 113, 114, 115 (5) Osman Şahin; Ağız İçinde Dil Gibi, Cem Yayınevi, 1980, s. 80 İletisim ve Tonlum Hayati Tüfekçioglu iletişim tartışmalarına başlangıç niteliğindeki bu kitabında, seçilen alanın temel sorunlarını, güncellik kaygısından arındırılmış bir şeKİİde, tarihsel ve toplumsal ooyutu içinde ele almakta. Tüfekçioglu, iletişimin, toplumsal ihtiyaç çözümlerine baelı olarak çeşitli görünümler kazandığı temel görüşünden hareket etmekte. UFUK OZCAN Hayati Tüfekçioglu ndan "tletişim Sosyolojisine Başlangıç" netim/egemenlik sorunlarıyla bağlantılı açıklanması çalışmayı ilgi çekici kılmaktadır. Tüfekçioglu, bu yöntem anlayışı gereği ilgi çekici olduğu kadar geçerli sonuçlara da ulaşmıştır. Çalışmanın yöntemi ve başlangıç varsayımları, seçilen belirli tarihsel örneklerle de test edilmektcdir. Roma'da, Ortaçâğ'da ve 20. yüzyılda Batı'da iletişimin aldığı görünümleri değerlcndiren Tüfekçioglu, ele aldığı her dönemde gcçerli iletişim sistemlerinin, toplumun değişen örgütlenme tarzına bağlı olarak oluştuğunu savunmaktadır. Burada, tarihin ve toplumun sorunlarının ötesindc tekbiçimli bir iletişimin mümkün olmadığı ortaya cıkmaktadır. Kitabın iletişim konusundaki tartışmalara özgün katkısı, egemenlik sorunlarıyla nedensonuç ilişlcisi kurulmadığında, iletişim olgusunun kavranamayacağını bize göstermiş olmasıdır. İletişim modellerinin egemenlik çıkarlarıyla ilişkili olduğu, 20. yüzyılda geliştirilen iletişim kuramlannın (liberal, otoriter, sosyalist kuram) siyasal ve toplumsal sistemlerin kavram ve kriterleriyle tanımlanmış olması da bunun göstergesidir. Böylece iletişimi, tarihte toplum sorunlarına getirilen çözümlerin hem bir ürünü, hem de bir aracısı olarak gören Tüfekçioglu, bu kurumun toplumun yapısını belirleyebilecek bir güce sahip olmadığı yargısını doğrulamıştır. Dolayısıyla bir egemenlik aracı olarak iletişimin tarz ve tekniklerinin de, egemenlik mekanizmalarına göre biçimlendiği görüşü ifade edilmektedir. Bu görüşle tutarlı bir şekilde Tüfekçioglu, toplum çıkarlarına uygun olmayan üetişim tekniklerinin, nc kadar geliştirilmiş olursa olsun, toplumsal çözümlerin önünde enğel oluşturacağı sonucuna ulaşmıştır. Son yıllarda medya ve iletişim konulu yayın bolluğuna rağmen, çalışma, iletişim konusuna ilgi duyan okuyucuya yönelik bir başvuru kaynağı olarak bir boşluğıı dolduracak gibi görünmektedir. • İletişim Sosyolojisine Başlangıç/ Hayati Tüfekçioglu/ Der Yayınlart/ htanbul/1997/119 s. letişlm modelleri S on yıllarda iletişim konusuna gidcrek artan bir ilgi göze çarpmaktadır. Doğal olarak bu ilginin kaynağında büyük ölçüde güncel kaygüarın yattığı söylenebilir. Günümüzde iletişimin, yaşadığımız döneme olduğu kadar, geleceğe de yön verebilecek bir potansiyel barındırdığı inancı yaygınlaşmaktadır. Aynı şekilde, iletişimin Kendısinden kaynaklanan çeşitli sorunlara işaret eden eleştirel yaklaşımlar da güncellik kazanmaktadır. Ne var ki, haklıiaştırıcı yaklaşımlar kadar, eleştirel yaklaşımlar da, iletişim tckniklerinin insanlığın yakın geleceğinin temel kurum ve değerlerini şekillendireceği inancını paylaşmakta birleşmektedirler. Bu inancı sorgulayan bir çalışma Hayati Tüfekçioglu tarafından kitaplaştırıldı. İletişim tartışmalarına başlangıç niteliğindeki bu kitapta, seçilen alanın temel sorunları, güncellik kaygısından arındırılmış bir şekilde, tarihsel ve toplumsal boyutu içinde ele alınmaktadır. Tüfekçioglu bu çalışmasında, iletişimin, toplumsal ihtiyaç ve çözümlere bağlı olarak çeşitli görünümler kazandığı temel görüşünden hareket etmektcdır. Çalışma, iletişimin sadece modern çağa özgü bir olgu olmadığını, tarihte bütün örgütlü toplumların, örgütlenme tarz ve düzeylerine göre, kendılerine özgü iletişim biçimleri yarattıklarını vurgulamaktadır. Bu bakış açısından, toplumun örgütlenme tarzından bağımsız olmayan iletişimin, kendi sınırlı çerçevesi, tarzı ve teknik özellikleri ile açıklanabilecek bir olay olmadığı sergilenmektedir. Tüfekçioglu, baslıca iletişim kuramlarına da yer verdiği çalışmasında, iletişim alanındaki gelişmclcr ile toplum sorunları arasındaki dolaysız ilişkilere dikkat çekmektedir. Orneğin 20. yüzyılda iletişimin Batı'da kazandığı yeni boyutun ve yaygınlık dcrecesinin, toplumsal vc toplumlar arası de C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 405