Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Edebiyatsinema evliliğinde sadakat veihanet Sözcüklerden görüntülere romanın söyleyebileceği seyi söylemesi". Bundan daha özlü bir tanımlama olabilir mi? Aslında yalnızca romanın değil, öteki bütün sanat türlerinin kendi varoluş nedenlerini de açıklamıyor mu? Biz de bu tanımlamadan yola (ikarak, "Sinemanın tek varolıış nedeni, yalnızca sinemanın söylcyebileceği jeyi söylemesidir" dersek, edebiyat/sinema ilijkisinden doğan örneklerin başarı sırrı konusunda bir ipucu vermiş olmaz mıyız? Kitaptan sinemaya uyarlamalar konusunda kuşkusuz olumlu, iyimser düsünenler de var. Sözgelimi, Ingmar Bergman'ın gözde oyuncusu Max von Sydow. Bergmanın başyapıtlarında oynadıktan sonra uzunca bir Hofiywood dönemi yafidı ve sonunda iki yıl önce ilk yönetmenlik denemesini gerçekleştirdi. Max von Sydow'un, Danimarkalı yazar Herman Bang'ın kitabından uyarladığı Katinka, şu sıralar 9. İstanbul Uluslararası Film Festivali'nin "Edebiyattan Beyazperdeye" bölümünde gösteriliyor. Bir kitabı beyazperdeye aktarmayı "zorlu bir yolculuk" olarak tammlayan Max von Sydow, bu ilk uyarlama deneyiminden sonra şunları söylüyor: "tnsanlar cogu zaman kitabın filmden daha iyi olduğunu düşünürler. Ama yönetmenler, yazarlarla aynı anlatım tekniğini kullanmazlar. lste bu yüzden, sinema salonunda koltuga otunıp filmi seyrederken, kitabı yeniden yasamayı bcklemck pek doğru olmasa gerek. tnsan ncsncl olmaya ve filmi özgiin bir malzcmeden etde edilmis yeni bir üriin gibi izlemeye çahsmalı... Birçokl.ırı sinema ve televizyonu, insanların edebiyata olan ilgisini yok ctmekle suçluyor. Oysa ben tersini düjünüyorum. Çünkü filmi «eyredenler kitabı okumaya da yönelebilirler..." Türk sineması da edebiyat uyarlamalan açısından oldukça zenşin bir sinema sayılabilir. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kenme Nadir, Halide Edip Adıvar, Muazzez Tahsin Berkant kitapları sinemaya aktarılan yazarlanmız arasında ilk akla gelenler. Dahası, Vesikalı Yârim ve Fahriye Abla gibi filmlerle Orhan Veli'nin ve Ahmet Muhip Dıranas'ın şiirleri bile kaynak oluşturdu Türk sinemasına. Ama sinemamızın edebiyata bu kadar sık el atmaanın altında, özgün senaryoların eksikliği de vatmıyor mu? Özgün senaryo deyince, bu yıl İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde kendisine tek filmlik bir "Ustalara Saygı" bölümü ayrılan İtaJyan senaryo yazarı ve sinema kuramcısı Cesare Zavattini akla geliyor ister istemez. Ku$ku yok ki sinema sanatının gelmış geçmiş en önemli akımlarından biri sayılan İtalyan yeni gerçekfiliğinin temel taşları arasında Zavattini gibi senarıstlerin çabaları var. Bu yıl Film Festivali'nde, Zavattini'nin bajyapıtını yönetmenliğini Vittorio de Sica'nın yaptığı Bisiklet Hırsızları'nı izleme olanağına sahibiz. Edebiyattan sinemaya. Sözcüklerden görüntülere. Kimse sinemayı edebiyata uyarlamaya kalkıjmayacağına göre, nasıl yorumlarsak yorumlayalım edebiyat daha çok uzun bir süre sinemanın temel kaynaklarından biri olmayı sürdürecek. D C 15 nisana kadar sürecek 9. İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde Edebiyattan Beyazperdeye bölümünde sekiz uyarlamaya da yer veriliyor. Bu bölümde görülebilecek yapıtlar arasında Stefan Zweig ve Georges Simenon uyarlamalan da var. Kasım 1928 günü Panama City'de hamanı gibi bir sinema salonu. Perdede King Vidor'un sessiz La Boheme uyarlaması. John Gilbert'la Lillian Gish'i büyülenmişçesine seyredenler arasında karnı burnunda bir kadın da var. Ansızın doğum sancıları tutuyor kadının. Hemen hastancye kaldınyorlar. Az sonra dünyaya gelen erkek çocuk, yıllar sonra Artemio Cruz'un Ölümü, Deri Degiştirmek, Aura, Terra Nostra, thtiyar Gringo gibi yapıtlarını okuyacağımız Carlos Fuentes'ten başkası değil. Günümüzün en önemli yazarlarından Fuentes'in "yaradılif" öyküsü, sinema sanatının başlangıcından bugüne mutlu mutsuz örnekleriyle süregelen edebiyat/sinema evliliğınin gerçek yaşama alaycı bir biçimde yansıması olarak da yorumlanabilir. Üstelik Carlos Fuentes de belki de daha anasımn karnındayken belirlenen bir yazgı sonucu, yedinci sanatın "öldürücü cazibe"sinden kurtulamayan yazarlardan. Gerçeküstücü sinemanın ustalarından Luis Bunuel'in senaryo çalışmalarına katılmıs. sonradan. Bir iki yıl önce de thtiyar Gringo adlı romanı beyazperdeye uyariandı Fuentes'in. Edebiyat/sinema birlikteliğinde "sadakat" ve "ihanet" önemli öğeler. Orson Welles'in Franz Kafka'dan yaptığı Dava uyarlamasına, Williaın Shakespeare'den yaptığı Macbeth ve Othello uyarlamalarına bakacak olursak, "sadık" olmayan ilişkilerden basyapıtlar çıktığını görürüz. Sinemaya hiçbir zaman aktarılamayacağını sandığınız bir edebiyat yapıtıru, işini bilen bir yönetmen "gönel" bir biçimde okumayı becerdi mi, mutlu birliktehkler doğuveriyor. John Huston'ın, Malcolm Lowry'nin romanından aktardığı Volkanın Altında, James Joyce'un öyküsünden uyarladığı ölüler, bunun açık seçik örnekleri değil mi? Gerçekten de bu alanda çok bajarılı buluşmaları yadsımak olanaksız. Ama hemen bütün ülkelerin sinemalarında, Yedinci Sanat'ın edebiyata bitmek bilmeyen "saldırf'sından söz etmek de mümkün. Dostoycvski'ler, Flaubert'ler, Zola'lar kurtulamamış bu "saldırı"dan. Bırakın onları, günümüzdeki söz ustaları, Gülün Adı'nın yazarı Umbcrto Eco, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'nin yazarı Milan Kundera da hareketli görüntü sanatına "yem" olmaktan kurtulamadılar. Gerçi Milan Kundera, bir zamanlar, Prag Sinema Enstitüsü'nde verdiği derslerle bir dönemin genç Çekoslovak yönetmenlerinin yetişmesine katkıda bulunmuş. bir yazar. Ama Kundera, romanların beyazperdeye uyarlanması konusunda fazla iyimser değil. Nitekim, romanının sinemaya aktarılmasını kabul etmiş, ama filmin çekimleri sırasında film setine gıtmekten kaçınmıj. Kimbilir, belki de bir "kıyım"ı görmemek için! Çünkü Kundera, sinemadaki edeoiyat uyarlamalarını bir kabalaştırma, bir özete indirgeme olarak görüyor. Evet, Kundera uyarlamalar konusunda karamsar. Ama "roman ynatı"na getirdiği çok temel sayılabilecek bir ölçütle, edebiyatsinema ılişkilerine de ışık tutuyor. Kundera'ya göre, "romarun tek varolu} nedeni, yalnızca S A Y F A 12 11 CEUL ÜSTER Kundera'ya göre romanın tek varoluş nedeni, yalnızca romanın söyleyebileceği şeyi söylemesi. O zaman biz de "Sinemanın tek varoluş nedeni yalnızca sinemanın söyleyebileceği şeyi söylemesidir" dersek, edebiyatsinema evliliğinden doğan "mucize çocuklar"ın sırrı konusunda bir ipucu vermiş olmaz mıyız? 'Borıs Üoduı.u. ,O,OMUU, , ,,ııı Festivali'nin son daklka fHmlenııüeıı AHÜIZCJ Zul CUMHURİYET KİTAP SAYI 9