Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
OOOF OFF LINE “Başkasına Zarar Verme!” Özel hukukta “başkasına zarar verme” ilkesinin geliştirdiği sözleşme dışı sorumluluk üzerine.. Çetin Aşçıoğlu, Yargıtay Onursal Üyesi – cetinascioglu@gmail.com aşkalarına “zarar verme” buyruğu. kökeni tarihsel süreçte insanın toplumsal yaşamdan adalete yönetilmiş düzen arayışının oluşturduğu bir ahlâk kuralıdır. Tüm zamanlarda ve toplumlarda geçerli ve değişmez bu ahlâk kuralı: Toplumları, düşünürleri “hukuka aykırı eylemlerden doğan zararları” karşılamak üzere hukuksal kurum ve kuralları araştırmaya yöneltmiştir.. Hukuk, gerek toplumsal beklentilerin gerekse felsefe ve sosyoloji alanındaki düşüncelerin etkisiyle; sözleşme dışı sorumluluk, adı altında zarar görenleri koruyacak bir hukuk dalını geliştirmiştir. İlk önceleri, başkalarına zarar verenleri ödence (tazminat) yükümlülüğüyle sorumlu tutmak yalnız kusur ilkesine göre çözülmekteydi. Kusurlu ve hukuka aykırı eylemle başkasına zarar verenin sorumlu tutulması, adalete de uygun düşmekteydi. Çünkü kişinin, ahlâki açıdan kınamayacak, ayıplanmayacak bir irade eksikliği (kusur) olmadan, ödence yükümlülüğüyle karşı karşıya bırakılması, yerleşik değer yargılarıyla bağdaşmayacağı gibi toplumsal yaşamda güKusur ilkesiyle tazmi vensizlik yaratarak kişileri edilgenleştirebilirdi. natın belirlenmesi, çeUzun zaman, sorumluşitli nedenlerle zarar luğun tek dayanağı olan görenlerin zararların kusur ilkesi, günümüzde başat olarak etkiliğini kokarşılanmasında ada rumaktadır (Borçlar leti tartışılır durumda Kanunu m.41). Ancak 18.yüzyılın sonlarına doğbırakabilmektedir. ru başlayan sanayi devrimi, kırsal kesimden kentlere göçler, yeni yaşam tarzı ve teknik olanaklar karşısında zarar olanaklarının, tehlikelerin yoğunlaşarak artması, kusura dayalı sorumluluğun yalnız başına zarar görenleri etkili biçimde korumada yetersiz kılmıştır: Yeni yaşam düzeninin toplumlara ve bireylere sağladığı kazanımları tehlike ve zarar yarattıkları gerekçesiyle yasaklamak olanaksızdı. Çünkü kazanımlar, insanın gönüllü olarak ve isteyerek kabul ettiği yeni yaşam düzeninin olmazsa olmaz parçalarıydı. Bu nedenle, kusur ilkesinin yetersizliğinin ortaya çıkardığı adaletsiz somut durumlar, sosyal içerikli düzenlemelerle giderilmeliydi: Yeni yaşam düzeninin yarattığı zararlı sonuçlara, ekonomik açıdan güçsüz olanlar değil zararı yaratan girişimlerden ve nesnelerden yararlanan katlanmalıdır. Kusurun varlığı ve kimin tarafından işlendiğini saptamak çeşitli nedenlerle güç olduğu kadar olanaksız da olabilmektedir. Bu nedenle kusuru kanıtlamak zarar gören kıygına yükletilmemelidir. Zarar gören kusuru kanıtlasa bile; kusurlu davranışı, çoğun, tazminatı ödeme gücü olmayan çalışan (isçi) gerçekleştirmektedir. Kusuru olmasa, bile adam kullanan ve teknik olanaklardan yararlanana sorumlu olmalıdır. Kusur ilkesiyle tazminatın belirlenmesi, çeşitli nedenlerle zarar görenlerin zararların karşılanmasında adaleti tartışılır durumda bırakabilmektedir. Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) B İşte bu nedenlerle kusur sorumluluğun temel ilkesi olarak varlığını sürdürmekle birlikte; bu ilkenin yetersizliği nedeniyle kusursuz sorumluluk ilkesi hukuk düzeninde yerini almıştır. Ülkemizde de, bir çok ülkede olduğu gibi kusursuz sorumluluk (nesnel sorumluluk) düzenlemelerine yer verilmiştir: Borçlar Kanunu(BK) m.55: “Adam çalıştıran; çalıştırdığı yardımcı kişilerin hizmetlerini gördükleri sırada”; BK.m. 56: “Bir hayvanı idaresi altında bulunduranın hayvanın”; BK.m. 58: “Bir bina veya başka bir yapı eserinin maliki, bunun tesis veya yapımındaki bozukluğun veya bakımındaki eksikliğinin”; Medeni Kanun (MK) m. 730: “Bir taşınmaz maliki mülkiyet hakkını bu hakkın yasal kısıtlamalarına aykırı kullanmasının; hukuka aykırı bir taşkınlığı olmasa bile komşunun bu taşkınlığa katlanmasından (fedakârlık)”; MK m.369: Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin”; 287 Sayılı Çevre Kanunu.m 28: Çevreyi kirletenin”; “2920 sayılı kanun: Sivil hava aracı işleteninin” ; “Karayolları Trafik Kanunu m.85: Motorlu araç işleteni (sahip) aracın işletilmesinin” kişilere verdikleri zarardan kusur olmasa bile sorumludur. Bu kusursuz nesnel sorumlukların kabulünde, “denkleştirici adalet”; nesnel özenin yerine getirilmemesi”; “hakkaniyet”; “egemenlik alanı” ; “yaratılan tehlike” gibi sosyal içerikli düşünceler etkili olmuştur. Kusursuz sorumluluk durumları, kusur sorumluluğun ayrıklısı olduğundan; yasayla düzenlenmektedir. Yasada öngörülmeyen bir nedenin kusursuz sorumluluk sayılması olanaklı değildir. Hukuk ve yasa koyucu, kusursuz sorumluluk durumlarında, çoğun, belli koşullarda kurtuluş kanıtı getirme hakkı da tanımıştır. Ne var ki; kanıtlanmasının oldukça zor olması ve yer yer hiç uygulanmaması nedeniyle, kusursuz sorumlu kişilere “gerekli yüksek özeni gösterirsen sorumluluktan kurtulursun” uyarısıyla sınırlı kalmaktadır. Kusursuz sorumluluk için yasada öngörülen nedenle zarar arasında uygun nedensellik bağının da bulunması da gerekir. Ancak; özel hukukta, nedensellik bağıyla ilgili kuramın geniş yorumlama eğilimi: Kusursuz sorumluluğun daha da ağırlaştırmaktadır. Kusursuz sorumluluğu ağırlaştıran bir neden de, sorumlu kişinin somut olay da bir de kusurunun bulunmasıdır: Bu ek kusur, zarar görenin kusurunu etkisizleştirerek (nötralize) kusursuz sorumlunun “zararın tamamını ya da büyük bir çoğunu katlanmasını” gündeme getirmektedir. Değerli koyucularım, bu açıklamalar karşısında “göreceli bir kavram olan adalet duygularınızın olumsuz yanıtlar vermesi doğaldır”. Ancak “başkalarına zarar vermemeli” yolundaki değişmez kesin ahlâk kuralı da göz ardı edilmemeli. Ayrıca Türk Hukukunda yer alan kusursuz sorumluluk durumları çağdaş hukuk düzeni kurmuş tüm ülkelerde de geçerlidir. Kusursuz sorumluluk durumlarından kurtulmanın tek yolu, egemenlikleri altında bulunun nesne, kişi ve işletmeleri başkalarına zarar vermeyecek biçimde yüksek özen içinde bulundurmaktır. Bilgi ve potansiyel bilgelik düzeyi düşük birey ya da toplumun yanında, onları o halde tutanlar “kurtarıcı” olarak belirir. Robotlaşan birey (ya da toplum) bu sahte kurtarıcılar ne derse yapar hale gelir. Alternatif üretemez. Bu karamsar tabloyu yıkmanın tek yolu ise bilgidir, bilgeliktir. Bilgi Işıktır Russell Ackoff’a göre, bilgi olgusu söz konusu olduğunda üç farklı “düzey”den bahsetmek gerekir. Bunlar veri, enformasyon ve bilgidir. Ackoff bu üçlü resme iki olgu daha ekler. Biri düzeyler arasındaki geçişte katalizör etkisi gören “anlama”dır; diğeri ise nihai hedef olan “bilgelik”. Herhangi bir iletişimde kullanılacak bilgiler, bu düzeyleri, arasındaki farkı, nihai amacı göz önünde bulundurmadan kullanılırsa, o etkileşim sorunlu başlayıp sorunlu bitecektir. Daha neyin bilgi neyin fikir olduğunun ayırdına varmada zorluk çekerken, bir de buna bilginin çeşitli kademeleri mi eklenecek? Evet (ne yazık ki) öyle! Bilgi Çağı ya da Bilgi Toplumu denildiğinde anlatılmak istenen şeyi tam idrak edebilmek için bu olguları iyi bilmek gerekir. Sondan başlamak gerekirse, bireyin nihai hedefinin, bilgelik seviyesine ulaşmak olduğunu tespit etmek gerekir. Bilgelik, bireyin yaşamın zorlukları karşısında gereksinim duyduğu savunma gücüdür. Bu o denli güçlü bir güdüdür ki, insanlar başka insanları kendi bilgelik düzeylerini arttırmak için gözlerini kırpmadan kullanabilmektedir. Ackoff’un hiyerarşisinde en altta yer alan veri seviyesinin tanımını yapmak nispeten kolay. En küçük bilgi kırıntısı. Enformasyon, bu bilgi kırıntılarının bir araya gelmesi ya da bir mantık çerçevesinde bir araya getirilmesiyle oluşan bilgi düzeyi. Örneğin kim, ne, nerede, ne zaman gibi sorulara verilen cevaplar, verileri kullanarak enformasyonu üretiyor. Bilgi seviyesi ise resmin içine nasıl sorusunu katıyor. Aslında veri, enformasyon ve bilgi arasındaki trafik, “anlama” denilen bir katalizör sayesinde gerçekleştiriliyor. Anlama imkânı ya da yeteneği olmasa, veriler veri olarak kalırdı. Onlardan enformasyon üretilemezdi. Keza enformasyonlar da öylece kalırdı. Onlardan bilgi üretilemezdi. Veri ve enformasyonların bir araya getirilip belli bir modele, anlayışa, amaca göre üretilen bilgiler, bireyin hayatını yönlendirmesine yardımcı olacak birer araçtır. Kişi bu araçlar sayesinde hayat karşısında kendini güçlü hisseder; bilgeliği artar. Verienformasyonbilgi hiyerarşisi belki de sonsuz bir döngü olarak ele alınmalı. Bunun bir sebebi, dün enformasyon ya da bilgi seviyesinde olan bir parçanın, bugün veri düzeyine inmesiyle de ilgilidir. Bu tıpkı kişinin dondurmayı ilk tattığında hissettikleriyle daha sonra dondurma yediğinde hissedeceği “sıradanlık” duygusu arasındaki fark gibidir. Ancak bu bir kısır döngü değildir; çünkü üretilen her yeni bilgi; deneyimi ve bilgeliği de arttırır. Kişinin ya da toplumun, “sahip olduğum bilgelik bana yeter; bundan sonrasına gerek yok demesi”, o birey ya da toplum için sonun başlangıcıdır. Çünkü bu durum dogmatik düşünce modelini güçlendirir. Düşünce de anlama da bilgi üretimi de askıya alınmış olur. Öte yandan aynı bilgi bakış açısına ya da kişiye göre, farklı bilgi düzeylerinde olabilir. Evinizin adresi sizin için sıradan bir veridir, ancak yıllardır sizi aramakta olan kadim bir dostunuz için çok değerli bir enformasyondur. Veri, enformasyon ve bilgi seviyeleri aslında geçmişle ilgilidir. Ancak bilgelik gelecekle irtibatlandırılabilir. Bu çerçevede, bireyin ya da toplumun kendisine nasıl bir gelecek çizmek istediğini, arzusunun, muradının, ülküsünün ne olduğunu ve bunu gerçekleştirme potansiyelini, bilgelik düzeyine göre değerlendirmek yanlış olmaz. O nedenle, bireyin de toplumun da bilgeliğini sınırlı tutmak, gelecekte o birey ya da toplumun etkinliğini azaltır. Bilgi ve potansiyel bilgelik seviyesi düşük olanların yanında, onları o halde tutanlar “kurtarıcı” olarak belirir. Robotlaşan birey (ya da toplum) bu sahte kurtarıcılar ne derse onu yapar hale gelir. Alternatif üretemez. Bu karamsar tabloyu yıkmanın tek yolu ise bilgidir; bilgeliktir. CBT 1194/ 10 5 Şubat 2010 22 Ocak 2010 tarihli 1192 sayılı dergimizde Prof.Aziz Şükrü İnan’ın makalesi yanlışlıkla “2010 yılında 29 tane palindromik gün var” başlığı altında çıkmış. Oysa başlık “21.yüzyılda 29 tane palindromik gün var” olacaktı. Düzeltir özür dileriz.