Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Bilim dilinin geliştirilmesi: 5 nokta Özellikle 17. yüzyıldan bu yana ilerlemenin ve çağdaşlaşmanın birincil ölçütü olan bilim ve bilimsel bilgi üretimi, yüzyılımızda daha da önem kazandı. İnsana yaraşır daha uygar bir dünya kurma düşü, kendisini ve doğayı tanıma ve doğaya egemen olma tutkusu, uygar dünya insanı için bilimi vazgeçilmez duruma getirdi. Ahmet Kocaman, Ufuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Marmara Depremi ve Tsunami Tehlikesi İTÜ’den teorik jeofizikçi, yerbilimci Dr. M. Sinan Özeren, hem fay, hem sualtı heyelanı kaynaklı tsunami risklerini matematik modellemeler aracılığıyla inceliyor. Bu konuda uluslararası yayınlar yaptı. Özeren ile modelleme, teori ve veri arasındaki ilişkiler üzerine konuştuk. Yerbilimlerinde sizin ilginizi çeken problemler nedir? Özellikle, veriyle teorinin arasında matematiksel bir bağın kurulabildiği problemler üzerinde çalışmaktan hoşlanıyorum. Dolayısıyla üzerinde çalıştığım olayları mümkün olduğunca basit sorular sorarak, olabildiğince basit modellerle açıklamaya çalışıyorum. Ancak bu basit modeller zaman içinde matematiksel yönden çetrefilleşebiliyorlar. Yerbilimlerinin özelliği, soruların genellikle basit ama cevapların çok karmaşık olması. Örneğin kıtaların neden hareket ettiği sorusu basit bir soru, sorarken teknik terminoloji kullanılmıyor fakat cevabı çok karmaşık ve ne yazık ki basit modeller olayları betimlemekte sık sık yetersiz kalıyor. Bilim açısından teori ve gözlem/veri arasındaki ilişki neden önemli? 25 sene öncesine kadar kozmoloji makalelerinin neredeyse tamamı ağır matematik içeren teorik yayınlardı. Ortada zevkli tartışmalar yoktu, bir tek teoriler kapışıyordu. Çünkü elde doğru dürüst veri yoktu. Halbuki elde edilen yeni veriler (WMAP projesi, Hubble teleskobu vs), bu teorik tartışmaların seviyesini yükseltti. Artık teoriler test edilebiliyor ve yeni teoriler üretilirken belli bir noktaya kadar olay bilindiği için daha düzgün bir yoldan gitme ihtimali ortaya çıkıyor. Öte yandan evrenin genişlediğini gözlemlememize rağmen, gözlemle ilgili yeni sorunlar da ortaya çıkıyor. Mesela gözlemler evrenin her yerini aynı sıcaklıkta gösteriyor, halbuki büyük patlama kuramına göre durumun pek öyle olmaması lazım. Gelelim yerbilimlerine. Yerbilimlerinin bazı konularında, örneğin sismolojide, veriyle teoriyi yanyana getirmek nispeten kolay, yani işin içindeki matematik yine zor ama en azından veri ile teorinin nasıl test edileceği konusunda en azından bir formalizm oturmuş, öte yandan kıta dinamiğinde durum böyle değil, veri ile teoriyi test etmenin nasıl yapılması gerektiği konusunda bir anlaşmaya varabilmiş değiliz. Tsunami modellemesi yaparken gözlem mi önce gelir, model mi? Modellere ve matematiğe başlamadan önce bir kere olayın kendisine bakmamız lazım. Jeolojik birtakım gözlemler bize yön veriyor. Bilahare oluşturacağımız modelimizin realitesini test etmemizde yardımcı oluyor. Dolayısıyla gözlem önceliklidir. Yerbilimlerinin genel mantığı bu. Ne olmuş? Elimizde neler var? Sonra bu gözlemi tutturabilecek mümkün olabildiğince basit, fiziksel prensiplere oturan bir matematiksel model üretmek gerekiyor. Öte yandan basit bir tsunami modeli bile, olayın doğası nedeniyle çok basit aşamada dahi çok derin matematiksel problemler içerebiliyor. Ö CBT 1194/15 5 Şubat 2010 te yandan, bilimsel kavram ve bilgilerin bilim insanları arasında paylaşılması yanında, bilimsel bulguların ve bunların sonuçlarının bütün insanlığı ilgilendirmesi nedeniyle bilimsel düşüncenin daha geniş kitlelere yaygınlaşması gereği açıktır; bu ise büyük ölçüde bilim dilinin anlaşılır ve saydam olmasını gerektiriyor. Bu konuda neler yapılabilir? 1) Önce bilim dilini tanımamız ve tanımlamamız gerekir. Bilim dilinde en çok dikkatimizi çeken, terimlerdir. Terimler, ‘bir bilim, sanat ve meslek dalıyla ilgili özel ve belirli bir kavramı olan sözcüklerdir.’ (Dil Derneği, Türkçe Sözlük. s. 1881) Önce bilimde ve bilim dilindeki sürekli gelişmeye koşut olarak her bilim dalında sürekli bir terim üretme etkinliği içine girilmesi gerekir, böylece bilim insanları arasındaki etkileşim de artacaktır, Ancak bu da yetmez, çünkü 1980 öncesi TDK’de 100’ün üzerinde bilim terimleri sözlüğü hazırlanmışsa da, bu terimler çokça kullanılmadığı için yeterince yaygınlaşamadı; öyleyse en önemli konulardan birisi, Türkçe terim yapmanın ötesinde terimleri kullanarak yaygınlaştırmaktır. Bu çerçevede yapılabilecek işlerden birisi de, değişik bilim alanlarında yapılan kurultayların bir oturumunun, bilim terimleriyle ilgili sorunlara ayrılmasıdır. 2) Bilim üretimi olmadan bilim terimi üretilemeyeceği konusu da sık tartışılıyor. Elbette doğal olan bilim üretiminin bilim terimleri ve kavramlarını da üretmesidir. Ancak bilim üretmek kadar bilime ilgi duymak, bilimi önemsemek, zihinsel etkinliği, sürekli araştırmayı, kısacası bilimi yaşam biçimi haline getirmek de bilimsel etkinliği arttırabilir. Çeviri, bu bağlamda terim yapımı için vazgeçilmez önemdedir. 3) Ancak burada çoğu zaman görmezden gelinen bir nokta var: Bilim dilinin en dikkate çeken yanı terimler olmakla birlikte, bunun ötesinde bilim söyleminin yapılanmasına da özen göstermek gerekir. Bu çerçevede bilim söyleminde, a) varsayım anlatımı, b) olgu betimlemesi, c) geçici ve kesin yargı anlatımı, d) eski ve yeni bilgi aktarımı gibi, bilim söylemiyle ilgili konular da duyarlık gerektirir. Türkçenin bu kavramlarla ilgili özelliklerinin ve gizilgücünün bilinmesi, bilim dilinin okunurluğunu ve tutarlılığını arttıracaktır. Bilim söyleminin, terimlerin ötesindeki sorunları arasında akademik düzlemde yaygın genel sözcüklerin kullanımı, edilgen yapı gibi belli dilbilgisi yapılarının, eylem zamanları ve kipliklerin işlevsel değerlerinin bilinmesi de önemlidir. 4) Bilim dili elbette tümüyle gündelik iletişim söylemine indirgenemez, ancak toplumun bilimle tanışması, bilime yakınlık duyması için, sözgelimi tıp ve hukuk gibi alanlarda daha anlaşılır bir dil kullanımını erek edinmeliyiz. TÜBA’nın başlattığı bilimsel ders kitabı yazımı bu bağlamda iyi bir başlangıç olabilir ancak buradaki Türkçe kullanımının özellikle Türkçe duyarlığı olan uzmanların denetiminden geçmesi, bu girişimden beklenen başarıyı daha da arttırabilir. 5) Bilim dünyasında Türkçenin önemsenmesi, Türkçe yayınların ağırlıklarının arttırılması da bilim diline olan ilgiyi arttıracaktır. Kısacası, bilim dilindeki Türkçeleşme çalışmaları, aydınlanma çabalarımızın en önemli yanlarından birisini oluşturuyor. Bu bağlamda terimlerin ötesinde bilim söyleminin Türkçeleşmesi için de özenli davranmak durumundayız. Bilimsel bilgiyi özümsemek, yaratıcı düşünceyi geliştirmek, aydınlanmamızı yaygınlaştırmak için her zaman Türkçenin gücünü ve vazgeçilmezliğini gündemde tutmalıyız. Bilim insanlarının bu konuda topluma önderlik etmelerini beklemek doğal sayılmalıdır. Bilim insanları genellikle gözlemciler ve teorisyenler diye iki gruba ayrılılabilirler mi? Bilim aslında teoriyle gözlemlerin evlendirilmesiyle ilerliyor. Bilim insanlarının eğitimi genellikle bir ya da diğer alana odaklandığından, teori ve veriyi birleştirebileceklerin sayısı çoğu dalda çok azdır. Çünkü teorik konularla uğraşanlar vaktini matematik öğrenmeye, bilgisayar programlamaları yapmaya ayırırken; gözlemciler ise çok sayıda veri toplama peşine düşüyor. Genellikle birbirleriyle haberleşmeleri de çok kolay değil. Ama yerbilimlerinde, oşinografi ve atmosfer bilimi gibi dallarda, teoriyle gözlemi evlendirme ekolü daha erken ve güzel gelişmiş. Yerbilimlerinde eksik veriyle çalışma problemini nasıl çözüyorsunuz? Mesela yeryüzündeki hareket miktarı Marmara’nın güney ve kuzeyinde biliniyor ama Dr. M. Sinan Özeren Kuzey Anadolu Fayı, Marmara Denizi’ne girdiğinden GPS gözlemi yapılamıyor ve denizin içindeki hareketin verisi yok. Bu durumda çevredeki verilerden yararlanılıyor. Birkaç senaryo etraftaki veriyle uyuşabiliyor, veri eksikliği yüzünden senaryo sayısı arttırılmak zorunda kalınıyor. Örneğin benim ilgilendiğim problemlerden biri yerküre üzerindeki deformasyonu ve bu deformasyondan kaynaklanan kuvvetleri, gerilmeleri hesaplamak. Çok özel durumlar haricinde gerilme yeryüzünde ölçülebilen bir değişken değil. Yerbilimlerinin çoğunda eksik kayıt ve bilinmeyen veriler önemli bir sorundur. Sıra dışı veya tesadüfi olayların modellerde yeri ne? Dünyanın jeolojik geçmişine bakacak olursak, olaylar tatlı tatlı gerçekleşmiyor, depremler, seller ve bunların arasında da basit basit sıradan şeyler oluyor. İnsan hayatı da öyle değil mi, insan hayatına yön veren olaylar sıra dışı, ender olan olaylardır; arada geçen zaman boyunca birbirine benzeyen olaylar değil. ‘Belirsizlik altında karar vermek’ dediğimiz bu durum mühendislikte de var. Artık sadece ortalamaları hesaba katarak mühendislik tasarımı yapmak mümkün değil; çok büyük mühendislik projelerinde çok sıra dışı olayları hesaba katmak gerekiyor çünkü biliniyor ki sıra dışı olaylar çok az oluyor fakat olduklarında etkileri sıra dışı olmayan olayların etkilerinden çok büyük.