01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

TartışmaEditöre Mektup Kök Hücre Konferansı: Avrupa ne düşünüyor? Avrupa Nöroloji Dernekleri Federasyonu, 6. Çerçeve Programı ve Avrupa Konseyi’nin düzenlemiş olduğu "Patients & Stem Cells" başlıklı konferans 1516 Aralık 2005 günlerinde Brüksel’de Charlemange Binası’nda yapıldı. lerini yansıtan oylamalara ve hemen ardından uzmanların görüşlerini kısaca dile getirdikleri konuşmalara geçildi. Konferans boyunca tümü aynı salonda olmak üzere altı oturum gerçekleştirildi: Kök hücrenin öyküsü,Bilimin tıpla karşılaşması, Hasta perspektifi, Etik ve dinsel açılardan kök hücre araştırmaları, Politika ve medya, İzlenecek yol. ye’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülkelerde, "bilimsel olarak kanıtlanmamış" birtakım kök hücre uygulamalarının topluma "genelgeçer / yerleşik tedavi yöntemleriymiş" gibi sunulmasının ne denli hatalı olduğunu açıkça sergilemekteydi. hem bir ölçüde içerdiği samimiyetsizlikle, hem de temelinde yatan öteki gerekçelerle, "ahlaksız bir teklif" gibi görünmemekte midir? ETİK DEĞERLER VE DİN "Kök hücre araştırmaları ve toplum" başlığını taşıyan bölümde etik ve dinler açısından konu ele alındı. Burada, İslam çalışmaları yapan bir İngiliz uzman tarafından "Müslümanlığın sağlık için / ya da sağlık söz konusu olunca izin verici ve olumlu bakan bir yapıda" olduğu, bu durumun sadece kök hücre değil, yardımcı üreme teknikleri, abortus, organ aktarımı gibi konularda da geçerli olduğunu söylendi. Bu açıdan Katolik kilisesinin ve Ortodoksların embriyonik kök hücre çalışmalarına olumlu bakmadıkları ancak, artık 21. yy’da tüm bu bilimsel gelişmeleri önleyecek durumda olmadıkları, buna ilişkin makul gerekçelerinin bulunmadığı da açıkça belirtildi. Genel olarak politika dünyasının bilimsel gelişmelere yönelik ilgisinin az olduğu, dolayısıyla bu gelişmelerin yasalara yansıma biçiminin ve oranının yetersiz kaldığı vurgulandı. Medyanın konumunun önemli olduğu, özellikle televizyon dünyasının bilginin yayılmasında yüksek bir paya sahip olduğu dile getirildi. Bu aynı zamanda medyanın sorumluluk duyması gereken yönlere de bir göndermeydi. Kapanış oturumunda Muhammed Ali Clay’nin kızı Raşide Ali’nin katıldığı kısa bir Yazının devamı arka sayfada bir haberciliğe başvurması samimi dindarlar tarafından utanç verici olarak kabul edilmelidir. Bunun ötesinde o gazetede yazan Etyen Mahçupyan gibi yazarların gazetelerinin bu icraatına ne dedikleri de ayrı bir merak konusudur. Geçen günlerde gazeteler bir taraftan Yücel Aşkın’ın kişiliğinde ütopyalarına sadık bir aydının "madara edilmesi" için ellerinden geleni yapan Tıp Fakültesi öğretim üyelerinin büyük kentlerdeki eğitim hastanelerine "şef" yapılarak ödüllendirilmesini yazarken, diğer taraftan kalbi acımasızca ezilen iyi bir ruhun acılarını anlatan raporları bence etik dışı yayınladılar. Ben, Hürriyet Gazetesi’nin 30 Ekim 2005 tarihli Pazar ekinde portresi Faruk Bildirici ki bu süreçte onun gibi güvenilir bir gazetecinin hepimize taşıdığı bilgiler her türlü takdirin üstündedir tarafından kaleme alınan "Tiyatrocu Güllü Agop’un torunu Kemancı Necip Yakup’un oğlu" Yücel Aşkın’ın devam eden mahkeme sürecinde izin verilirse Van’da milliyetçi/dinci karması suç ortaklığının yaptıklarını çok iyi betimleyeceğini ve onun bu ülkeye gerçek hizmetlerinden birisinin de bu olacağını düşünüyorum. Dilerim o gün geldiğinde medya, onun söylediklerini onun suçlandığı günlerdeki heyecanla hepimize ulaştırır. Prof. Dr. Şükrü Hatun Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim üyesi [email protected] T oplantının özgün yanlarından birisi, yöntem olarak açık ve interaktif bir forum biçiminde düzenlenmiş olmasıydı. Dört yüz kadar katılımcının % 7’si hasta, % 25’i hasta temsilcisi, % 23’ü hasta derneği temsilcisi, % 45’i ise kök hücre konularında çalışan bilim adamı, etikçi, hukukçu ya da teolog gibi farklı alanlardan gelmekteydi. Toplantıyı interaktif kılan özelliği, gezici kameralar ve mikrofonlar ile katılımcılar arasında dolaşan aynı zamanda ünlü bir televizyon sunucusu olan yönlendiricinin Martyn Lewis, CBE) her bir oturumda bü(M tün salondan görüş ve soruları alabilmesi, bu katkıların ekranlar aracılığıyla tüm salondan izlenebilmesi; ayrıca her bir oturumda izleyicilerin perdeye yansıtılan soruları ellerindeki aygıtlarla yanıtlamaları ve tüm sonuçların hemen yüzdelikler biçiminde duyurulmasıydı. Bu oylamalar, tartışılacak başlıklar hakkında bilgi ve yaklaşımların ne olduğuna ilişkin bir durum değerlendirmesi yapabilmeyi sağlıyordu. Her oturumda önce beş dakikayı geçmeyen bir multivizyon gösterisi yapıldı, ardından katılımcıların genel görüş HENÜZ SADECE ARAŞTIRMA VERİLERİ Toplantıda açılış konuşmasını yapan Avrupa Nöroloji Dernekleri Başkanı Mery G. Baker, ‘birbirimizi dinlemeye ve anlamaya ihtiyacımız var’ derken, sonraki oturumlarda da Avrupa’da bu açıdan ortak dil ve koşullar / kurallar yaratmanın bir zorunluluk olduğu vurgulandı; örneğin İngiltere’de rahatça yapılan çalışmaların Almanya’da aynı biçimde yapılmasının asla mümkün olmadığı; ülkeler arasında özellikle yasal düzenlemeler açısından ciddi bir farklılık bulunduğu dile getirildi. Kök hücre araştırmalarının desteklenmesi gerektiği vurgulandı. Ama ReNeuron Başkanı Dr. Trevor Jones ve Princeton Üniversitesinden Dr. Matthew Menken ve diğerleri, özellikle, henüz emeklemekte olan bir bebek gibi öğrenme sürecinin başında olduklarını, tek tek başarılı gibi görünen vakaların "araştırma vakası" oldukları gerçeğinin altını çizdiler. Bu tartışmalar, Türki Böyle bir algı hatalıydı; çünkü hem bilim toplumunu "riskleri, başarı şansı belirlenmemiş, hasta seçim ölçütleri ciddi soru işaretleri taşıyan, savunulabilirliği soru işaretli" bir yöntemin arkasında durmak (ya da durmamak) gibi bir açmaza itiyor; hem de hastalar ve yakınları açısından bir tür umut tacirliğine soyunarak onları gerçekçi olmayan bir beklentiye sürüklüyordu. Bu başlıkta beliren bir başka soru da, Batılıların kendi ülkelerinde, şu ya da bu gerekçeyle yapamıyor oldukları kök hücre araştırmalarını, hem dev bütçelerle, hem de "tedavi beklentisi yaratarak" gelişmekte olan ülkelere pazarlamaları üzerinedir. Bu, anadan doğma Müslümanlara göre daha çok değer verilmesini öğrenmiş birisi olarak, bu olayda en samimiyetsiz davrananların Yücel Aşkın’ın dedesinin ki bütün ansiklopedilerde yaşamını Türk Tiyatrosunun gelişmesine adadığı, Türkçe gösterimlere, Türk seyircisine ve Türk yazarlarına önem verdiği; bu nedenle o zamanki Ermeni cemaatinin Güllü Agop’a ve Osmanlı Tiyatrosu’na hep düşman gözüyle baktığı yazmasına karşın sonradan Müslüman olmasını Yücel Aşkın’ı lekelemek için kullanan İslamcı basın ve ona seyirci kalan "İslamcı çevreler" olduğunu düşünüyorum. Bir insanın sonradan Müslüman olması veya böyle bir insanın torunu olmak hangi din kitabına göre bir aşağılama nedeni olabilir ve buna seyirci kalmakbunu söylediğini övünçle kabullenen milletvekili hakkında AKP yönetimi hiçbir işlem yapmamıştırnasıl bir iktidar zihniyetinin tezahürüdür hepimizin sorması gereken asıl soru budur. Beni asıl tedirgin eden Yücel Aşkın’ı hedef alan Jandarma İstihbarat veya kısaca istihbarat raporlarının yukarıda anlatılan manipülatif kampanyaya alet edilmesi ve konuyla ilgili yetkililerin veya Ertuğrul Özkök gibi bilgi sahibi olanların geç konuşmasıdır. O günlerde gazetelere yansıyan bilgilerden ve Altan Öymen’in berrak yorumlarından öğrendik ki Zaman Gazetesi bu raporları "Politik İslamın" güncel ihtiyaçlarına göre kullanmıştır. Zaman Gazetesi’nin bu tür Yücel Aşkın’ın acısı Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Rektör Yücel Aşkın’ın tutuklanması ve üniversitenin genel sekreter yardımcısının cezaevinde intiharı ile pik yapan olayların seyri, bunların medyaya yansıma biçimi ve esas önemlisi ülkemizdeki açık/gizli iktidarların ikiyüzlülükleri, hâlâ varsa toplumun derinliklerinde neler olduğu konusunda incelemek isteyen toplumbilimciler ve hümanist bilim adamları için çok zengin bir malzeme sunmaktadır. er şeyden önce yaşamının bir döneminde herhangi bir savcı iddianamesini sanık olarak dinlemiş olanlar, bu metinlerin büyük ölçüde kurmaca metinler olduğunu, verilerin önceden karar verilen ceza maddesine göre dizayn edildiğini, bu metinleri hazırlayanların çoğunlukla Kafka’nın romanlarındaki gibi "insanı evrak gibi gören" türden insanlar olduklarını ve büyük suçlamalar için yazdıkları sığ iddianamelerin birçoğumuzun zihnindeki "Cumhuriyet Savcısı" imgesini zedelediğini bilirler. Kamuoyuna yansıyan iddianame gerçek işlevini yerine getirdi! Bu nedenle konumuz artık Van’da hangi zihniyetin yeniden küstahlaştığını konuşmak olmalıdır. Van olayı, ne yazık ki ülkemizin milliyetçi (aslında ırkçı) damarı ile gerici/dinci damarının doğudaki politik/ahlaki kapatıl H mışlık ortamında ortak bir kanalda birleşmesidir ve buna derin devlet diye niteleyebileceğimiz kesimler ya seyirci kalmış ya da destek olmuşlardır. Hiç kuşku yok ki bu linç etme kampanyasının hedefi Prof.Dr. Yücel Aşkın’ın kişiliğinde evrensel değerlerdir; çünkü Yücel Aşkın bu değerleri kişiliğinin her santimetrekaresinde taşıyarak, o coğrafyadamağaralarına kadar inerek korkusuzca yer almıştır. Aslında o kendisine biçilen bir üniversiteyi "irticadan temizlemek" misyonunun ötesinde bir yerlerde durduğu için de hedef seçilmiştir. Böyle olduğu için bu topraklardaki bütün iki yüzlülükler onun delikanlı bir 68’li olarak zarafetle kurduğu yaşamının bütün yapıtaşlarını hedef almıştır. Çocukluğu köy camisinde samimi Müslümanların yanında geçmiş ve onların arasında sonradan Müslümanlığı seçenlere 986/21 11 Şubat 2006
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear