23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 11 EYLÜL 2020 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BIRÇOK SORUNLA BOĞUŞMAK ZORUNDA KALAN ÜRETICI, HASAT SEVINCINI YAŞAYAMIYOR Tarımda hasat zamanı MEHMET ŞAKIR ÖRS İçinde bulunduğumuz günler, tarımda hasat zamanıdır... Karadenizli fındık üreticileri, Karadeniz kıyısında horona durur... Trakya’nın kırsal kesimini adeta bir tablo gibi süsleyen ayçiçeği tarlalarında, yeni bir hasat dönemine ulaşmanın sevinci vardır... Ortalığı Balkan ezgileri, havaları kaplar... İncirin, üzümün, pamuğun diyarı Ege’de ise üreticiler harmandalıya kalkıp diz vururlar... Çukurova’nın ve Güneydoğu Anadolu’nun göz alabildiğine uzanan geniş arazilerinde beyaz zambaklar gibi açan pamuk kozaları, üretimi, emeği ve hayatı selamlarlar!.. Kısacası, üretmenin ve yaratmanın güzelliği kaplar dört bir yanı... Aslında her hasat döneminde, üretim yörelerinde, yukarıda betimlemeye çalıştığımız tablo yaşanmalıdır. Bilincimizden, yüreğimizden bunlar geçmektedir. Ama acaba gerçekte hasat dönemi böyle mi yaşanmaktadır? Bu soruya olumlu yanıt vermek maalesef mümkün değildir. Hasat döneminin derdi çok Üretici için düğün, bayram günleri olması gereken hasat dönemi, son yıllarda maalesef dert ve sorun dönemi haline geliyor. Oysa bir yıl boyunca çalışan, alın teri akıtan üretici, tam da bu dönemde emeğinin karşılığını alacaktır. Ama bağdaki, bahçedeki, tarladaki hesap, bir türlü çarşıya pazara uymamaktadır. 18 yıldır işbaşında bulunan siyasal anlayışın, ekonomi alanındaki tahribatlarından en büyüğü tarımsal alanda yaşanmaktadır. Bir zamanlar kendi kendine yetebilen sayılı ülke arasında yer alan Türkiye, artık neredeyse birçok tarımsal ürünü ithal eder hale gelmiştir. Bu yanlış politikalardan en büyük darbeyi de, tarımdan geçimini sağlayan yüz binlerce üretici ailesi almaktadır. İşte bu nedenle, kırsal kesimde, önemli bir nüfus, hızla tarımdan, tarımsal üretimden uzaklaşmaktadır. Hayvancılıkta olduğu gibi tarımsal üretimde de ortalığı ithal ürünler kaplamakta, sonuçta olan üreticimize olmaktadır. Tıpkı, bu yıl, patates ve ayçiçeği üreticilerinin başına gelenler gibi!.. Hele dünyanın en değerli fındığının yetiştiği Karadeniz yöresinde, fındık fiyatının ve piyasasının uluslararası yabancı kumpanyaların ve onların yerli işbirlikçilerinin elinde olması gerçeği unutulmamalıdır. Pandemi koşullarında hasat Bu yılki hasat döneminde, yaşanan onca soruna bir de koronavirüs salgınının kırsal kesime yansımaları eklendi. Pandemiye rağmen, yüz binlerce üretici ailesi ve tarım işçisi, adeta pandemiye meydan okurcasına, bağda, bahçede, tarlada hasat yapıyor. Güneşin altında, 40 dereceyi aşan yaz sıcağında, maskeden, hijyenden ve sosyal mesafeden söz edilemeyecek koşullarda; insanlar ürünlerini topluyorlar. Yol kenarlarında çocuklarıyla birlikte konaklayan mevsimlik tarım işçilerinin hali pürmelali, gerçekten insanın yüreğini acıtıyor. İçinde bulundukları ekonomik zorlukta ve yaşadıkları hayat koşullarında, insanlar koronavirüs tehlikesine karşı canlarını ve sağlıklarını ister istemez Allah’a emanet ediyorlar!.. Rekolte tartışmaları Hasat dönemlerinin artık geleneksel hale gelmiş önemli bir gündem maddesi de rekolte tartışmalarıdır. Rekolte, üretim yılında elde edilecek tahmini üretim miktarıdır. Ürün alım fiyatının belirlenmesinde başat etkendir. Bu nedenle de Var olan sorunların çözümü için, tarıma bakışı, tarımsal anlayışı tümden değiştirmek gerekiyor. Tarımsal politikalar ve yapılar yeni baştan oluşturulmalıdır. Üretim ve üretici odaklı bir anlayış, tarıma egemen olmalıdır. YENIDEN KOOPERATIFÇILIK Karadeniz’den Trakya’ya, oradan da Ege’ye ve başka üretim alanlarına uzanan tarımsal kesimde yaşanan sorunların temelinde, plansızlık, programsızlık ve üretime olan duyarsızlık yatıyor. Bir diğer temel sorun da tarım üreticilerinin örgütsüz oluşu... Ülkemizde tarımsal kooperatifçiliğin geçmişinin çok eski yıllara uzanmasına karşın, son dönemde bu alanda yaşanan olumsuzluklar, tarımda izlenen politikaların yanlışlığını çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. Tarım üreticileri örgütsüz Örneğin üzümde Tariş, fındıkta Fiskobirlik gibi güçlü geleneklere ve uzmanlık birikimine sahip kooperatifçilik kuruluşları varken, alımlar için hiçbir uzmanlığı, altyapısı olmayan ve o yörelerde deposu bile bulunmayan Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) görevlendirilmesi anlaşılamaz bir durumdur. Sonuçta, bu alımlar göstermelik kalmakta ve üreticinin sorununa çare olmamaktadır. Temel çözüm, kooperatifçilik kuruluşlarına sahip çıkmaktan ve kooperatif çiliği yeniden ayağa kaldırmaktan geçiyor. Alın terine sahip çıkılmalı Var olan sorunların çözümü için, tarıma bakışı, tarımsal anlayışı tümden değiştirmek gerekiyor. Tarımsal politikalar ve yapılar yeni baştan oluşturulmalıdır. Üretim ve üretici odaklı bir anlayış, tarıma egemen olmalıdır. Üretim yörelerinde çağdaş anlayışta ürün araştırma geliştirme (ArGe) birimleri kurulmalıdır. Üreticinin, katma değeri yüksek yeni ürün çeşitlerine yönelmesi sağlanmalıdır. Üretim özendirilmeli, desteklenmeli ve üreticinin işi kolaylaştırılmalıdır. Sözün özü; galoşla toprağa basanlar, günümüzde tarıma, toprağa, ürüne ve üreticiye sahip çıkamamaktadır, çıkmaları da mümkün değildir. Onların izlediği yanlış tarımsal politikalar, üretimi ve üreticiyi vurmaktadır. Böylesi koşullarda, emekten, üretimden ve demokrasiden yana güçlerin temel görevi, tarıma, toprağa, üreticiye ve üreticinin alın terine sahip çıkmaktır. hemen her ürün için önemlidir. Bir başka tartışma konusu da sözleş meli tarım uygulamasıdır. Bu sözleşmeler nedense hep alıcıların, aracıların hukukunu korur. Hakkını hukukunu arayamaz durumda olan üreticinin ise hep eli böğründe kalır. Tıpkı bu yıl domateste olduğu gibi... Çok geniş bir coğrafyada üretimi yapılan domateste, alıcı firmalar ve aracılar tarafından rekolte yüksekliği gerekçe gösterilerek fiyatlar aşağıya çekiliyor. Tarlada fiyatı 30 kuruşa kadar düşen domatesi üretenler ise yaşananlara kahrediyorlar. Başta sanayici, ihracatçı ve tüccar olmak üzere, işin ticaretiyle uğraşanlar rekolteyi mümkün olduğunca yüksek göstermeye çalışırlar. Bu durumda alım fiyatı düşük tutulacaktır. Bu yıl siyaseti de etkileyen fındıkta yaşanan tartışmalar benzeri atışmalar, çekişmeler, hemen her üründe yaşanır. Üzümünü ye, bağını sor! Ege’nin en verimli ovalarından Gediz yöresi başta olmak üzere geniş bir alanda yetiştirilen çekirdeksiz üzümde de birçok sorun yaşanıyor. Üzümde, en az taban fiyat meselesi kadar önem taşıyan bir güncel konu da, ürünün taze üreticinin deyişiyle “yaş” olarak değerlendirilmesinde karşılaşılan mağduriyetler... Bu piyasanın kuralsızlığı, başıboşluğu, disipline edilmemiş oluşu, üreticiyi mağdur ediyor. Her yıl çok sayıda üretici, bin bir emekle ürettiği ürününü dolandırıcılara kaptırıyor. Üzüm üreticisi, yetkililerden bu işe ilgi ve çözüm bekliyor. “Üzümünü ye, bağını sorma” özdeyişinin artık tersine dönmesini; bağın da bağcının da hakkının, hukukunun korunmasını istiyor. Gediz, Küçük Menderes ve Büyük Menderes havzalarında, özellikle de bağlarıyla ünlü Alaşehir, Salihli ve Sarıgöl ovalarında yaşanan bir diğer sıkıntı da açılan jeotermal kuyularının çevreye, üretim alanlarına zarar vermesi. Egeli üretici, bu önemli konunun ilgililerce değerlendirilmesini ve önlem alınmasını talep ediyor. Üreticiler hazır Üç yıl önceki hasat döneminde, ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katılımıyla, ülkemizde üzümcülüğün merkezi olarak bilinen Alaşehir’de “Üzüm Çalıştayı ve Mitingi” gerçekleştirmişti. Çalıştayda söz alan üretici temsilcileri, sorunlarını Kılıçdaroğlu’na anlatmışlar ve muhalefetin kendilerine sahip çıkmasını istemişlerdi. Ana muhalefet lideri de her koşulda üreticiye sahip çıkacaklarının sözünü vermişti. Üzüm yöresinde bu çalıştay ve sözler unutulmuyor, her fırsatta konuşuluyor. Üreticiler, kendilerine ve sorunlarına el uzatacak siyasetçilere destek olmaya hazırlar. Tıpkı bu yörede gerçekleştirilen çalışmalar sonucu, CHP’nin 71 yıl sonra Alaşehir Belediyesi’ni kazanması örneğinde olduğu gibi... Tarikatların siyasal işlevi3 Tarikatların “Günümüz Türkiyesi”ndeki siyasal işlevini anlamak için yapılarına bakmak gerekir! Tarikatlar esas olarak bireyi Allah’a kavuşturmak için kurulmuş olan dini örgütlenmelerdir. Ama ortaçağda, Feodal DinTarım Toplumlarında, egemenlik dine dayandığından, doğrudan doğruya siyasetin içine doğmuşlardır. Bir yönden “Birey, Allah’ın derin anlamlar taşıyan kelamını (yani Kuranıkerim’i) tek başına anlayamaz, mutlaka kendine yol gösterilmesi gerekir” anlayışını yansıtır. Bir başka yönden de, “Birey Allah’a ulaşmak için, çeşitli perdeleri, engelleri aşmak zorundadır, bunu da ancak zikirle, toplu ibadetle gerçekleştirebilir” inancına dayalıdır. Ortaçağ Devletlerinde, mevcut feodal yapı üzerine kuruldukları için, hem ekonomik faaliyetlerle yani esnaflık ve zanaatkârlıkla hem de toprak mülkiyetiyle yani toprak ağalığı ile iç içe geçmişlerdir: Bazı loncalar doğrudan doğruya bazı tarikatlarla özdeşleşmiş, birçok örnekte de toprak ağalığı ile tarikat şeyhliği aynı kişide toplanmıştır. Bu yapılarıyla tarikatlar gerçekten de padişah ile kulları arasında bir itaat (veya bazı özel hallerde isyan) ilişkisi oluşturmuşlar ve olumlu anlamda çok da işlevsel olmuşlardır. (Şerif Mardin bu konuda çok haklıdır.) Elbette böyle bir yapı içinde, tarikatların, din devletinin merkezi olan saraya nüfuz etmemesi ve saray içindeki güç kavgalarına karışmaması düşünülemez. Nitekim Osmanlı tarihine bu gözle bakıldığında, pek çok saray içi kavgada, devlet ricalinin atamalarında ve toplumsal ayaklanmalarda, tarikatların rolü açıkça görülür. HHH 1) Cumhuriyet döneminde tarikatlar, elbette laiklik ilkesine karşıdırlar... Çünkü bu ilke onların siyasal gücünü ellerinden almıştır. 2) Ayrıca pek doğal olarak Kuranıkerim’in Türkçeleştirilmesine, ezanın Türkçe okunmasına, Türkçe ibadete de karşıdırlar... Çünkü Allah’ın kelamını (sözlerini) Türkçe okuyup anlayanların, Allah’ın emirlerine ve nehiylerine (yasaklarına) uymak için tarikatlara, şeyhlerin yol göstermelerine gereksinmesi kalmayacaktır. 3) Siyasal güçlerini, din ekseninde siyaset yapan partilere destek vererek sürdürmeye çalışmaları da eşyanın tabiatı gereğidir. Elbette böyle parti tarikat ilişkilerinde de farklı partiler ve farklı tarikatlar arasında ideolojik kavgalar, menfaat çatışmaları, çeşitli pazarlıklar gündeme gelir. 4) Sağ partiler, Çok Partili Düzen’e geçildiğinden beri, Anayasa’yı ve yasaları açıkça çiğneyerek, şeyhlerden ve müritlerinden destek almak için, tarikatlara çeşitli ödünler vermişlerdir. Tarikatların yapısında, tarikat mensuplarının yani müritlerin şeyhe kayıtsız koşulsuz itaati olduğu için, şeyh hangi partiyi, hangi lideri işaret ederse, müritleri de ona oy verirler. Bu niteliğiyle tarikatlar, demokrasinin yozlaşmasına yol açan “liderlerin kutsallaştırılmasına” da kaynaklık ederler. 5) Tarikat mensuplarının bürokraside, özellikle yargıda, silahlı kuvvetlerde ve güvenlikte istihdam edilmeleri, devleti kesinlikle yozlaştırır... Hak, hukuk, adalet, güvenlik ortadan kalkar, bu yozlaşma silahlı ayaklanmaya kadar gider! Çünkü bu mensuplar, (müritler) Anayasa’ya, yasalara göre değil, şeyhin emirlerine göre davranırlar. 6) Zaman içinde tarikatlar da şeyhlerin ölümü, miras kavgaları, siyasal anlaşmazlıklar, çıkar çatışmaları ve benzeri nedenlerle çok bölünmüşler, değişmişler, ilk kuruluşlarındaki saf ideolojik ve idealist yapıdan çok uzaklaşarak yozlaşmışlardır. Son zamanlarda medyaya yansıyan cinsel taciz ve tecavüz olayları, bu yozlaşmanın ve iktidardan gördükleri desteğin yarattığı özgüvenin dışa vurumudur. HHH Sevgili okurlarım, ben bütün bu yazdıklarımı, yalnızca bir toplumbilim öğrencisi kimliğimle ve sadece tarihsel ve güncel bilgilerin sonuçları olarak özetlemedim... Aynı zamanda bütün bu gerçekleri ailemdeki müderrisler, şeyhler ve müritler araçlığıyla da bizzat bir çocuk ve bir yetişkin olarak yaşadım; ama bunlar kişisel deneyimler olduğu için onlardan edindiğim izlenimleri burada paylaşmayı (en azından şimdilik) gereksiz görüyorum. HHH Sonuç olarak, tarikatlar, hem tarihsel yapılarından ve işleyişlerinden, hem de güncel işlevlerinden dolayı, Türkiye’de demokratik rejimle ters düşen örgütlenmelerdir. Demokratik rejimin selameti açısından kapatılmaları gerekir. Kuşaktan kuşağa bağımsızlık destanı... Işık Kansu’nun hazırlayıp kurguladığı, çocuklarınızla hem eğlenip hem de tarih bilginizi “Yaşasın Cumhuriyet” tazeleyeceğiniz, eğitici ve bilgilendirici kutu oyunu, sizlerle! 250 YER TL NE 125 TL ÇIKTI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear