23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 19 HAZİRAN 2020 CUMA gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDA ÇÖZÜMSÜZ GÖZÜKEN SORUNLAR GERÇEKTEN ÇÖZÜMSÜZ MÜ? ‘İSTIKŞAFI’ BIR BAKIŞ PROF. DR. ATA SAKMAR Hepsi son derece hassas olan Türk/Yunan uyuşmazlıkları, her iki ülkede de tek taraflı ve ilk adımı karşı taraftan bekleyen politikalarla ele alınmaktadır. Sürekli gerginliklerin ve zaman zaman savaş tehlikesinin yaşandığı böyle bir ortamda, bilimsel açıdan objektif ve tarafsız olmaları gereken uluslararası hukuk uzmanlarının sorunları değerlendirmeleri güçtür. Türk ve Yunan halkları ise, siyasal propagandaların etkisiyle, sadece karşı tarafın suçlu olduğuna inanmaktadır ve diğer tarafın görüşleri hakkında fazla bir bilgiye sahip değildir. Kapsamı doğal olarak kısıtlı olan bir yazıda, bütün sorunların irdelenmesi mümkün olmadığı için, konumuz, karşılıklı görüşlerin eleştirilmesi veya savunulması değil, tarafların yaklaşımlarına istikşafi, yani Türk Dil Kurumunun tanımıyla, “keşif ve tahkik etmeye çalışma” olarak bakmak olacaktır. Türkiye ve Yunanistan arasında çözümü en zor olan uyuşmazlık Kıbrıs sorunudur. Kıbrıslı Rumların adada hâkim olan İngiliz yönetimine son vermek ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak amacıyla (“Enosis”) başlattıkları bu kriz, taraflar arasındaki ilişkileri tamamen bozmuştur. Bu uyuşmazlıkta, Türk ve Yunan tezleri taban tabana zıttır ve her iki devletin “kırmızı çizgileri” vardır. Türkiye açısından: 1974 yılında Kıbrıs’a yapılan müdahale bir barış operasyonudur. Londra ve Zürih antlaşmalarının Türkiye’ye garanti veren ülke sıfatıyla tanıdığı tek taraflı müdahale hakkına uygun olarak, Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin can ve mal güvenliğini sağlamak için yapılmış Mevcut durumun korunmasıyla yetinilmesi, sonsuza kadar sürdürülebilecek bir politika değildir. Türkiye ve Yunanistan yan yana yaşamaya mecbur olan iki komşu devlettir. tır. Türkiye’nin müdahalesi sayesin de Kıbrıs’ta barış sağlanmıştır. KKTC bağımsız bir devlettir. Çö züm ancak, Türklere ve Rumlara eşit haklar tanıyan bir anlaşmayla sağlanabilir. Yunanistan açısından: Türk ordusu Kıbrıs’ın bir bölümünü silah zoruyla işgal etmiştir. Birleşmiş Milletler Şartına aykırı olan bu işgale son verilmeden hiçbir sorun çözülemez. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmayan ve uluslararası kişiliği olmayan bir yapıdır. KKTC’de yaşayan Kıbrıs kökenli Türklerin çok büyük kısmı, Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin vatandaşlığına geçmiştir. Bunlar, tüm vatandaşlar gibi, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Anayasası’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin güvencesindedir ve Türkiye’nin korumasına ihtiyaçları yoktur. Taraflar arasındaki ikinci önemli uyuşmazlık ise Ege Denizi’nin hukuki statüsüdür. Türkiye açısından, Yunanistan’ın Ege adalarını silahlandırılması uluslararası antlaşmalara aykırıdır. Ege’de statüsü belli olmayan adacıklar (Gri bölgeler) olduğunu iddia ederek bunları kendi ülkesine katmak istemesi kabul edilemez. Karasularını 12 mile çıkarması “casus belli” (Savaş nedeni) olacaktır. Karasuları, belirli istisnalar dışında 6 mil olduğu halde, hava sahasını tek taraflı olarak 10 mile çı karması mümkün değildir. Kıta sahanlığını, buna adaları da katarak genişletmeye çalışması, uluslararası hukuka aykırıdır. Yunanistan açısından ise egemen bir devlet olan Yunanistan ülkesinin her yerini koruyabilir. Ege’de gri bölge yoktur. Türk savaş uçakları adaların hava sahasına izinsiz olarak girmektedir. Yunanistan 1958 tarihli Uluslararası Cenevre ve 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmelerine göre, karasularını istediği zaman 12 mile çıkarma hakkına sahiptir. Bu konu ve kıta sahanlığı uyuşmazlığı hukukidir; yasal yollarla çözümlenmelidir. Taraflar arasındaki bu derin görüş aykırılıkları hakkında bazı gözlemler. Türkiye ve Yunanistan’ın görüşleri, her iki ülkede de siyasal partiler tarafından paylaşılan ulusal bir politika olmuştur; bugüne kadar hiçbir iktidar değişikliği bunları değiştirmemiştir. Diğer taraftan, sorunların çoğu ikili olmaktan çıkmış ve başta Avrupa Birliği ve NATO olmak üzere, üçüncü ülkeleri de ilgilendiren çok taraflı uyuşmazlıklar durumuna gelmiştir. Böyle bir ortamda, tarafların karşılıklı iyi niyeti ve özellikle siyasi iradesi olmadan hiçbir olumlu sonuç alınamaz ve her iki ülkedeki kamuoyunun kabul edebileceği bir noktaya gelmeden sorunlar çözülemez. Oysa mevcut durumun korunmasıyla yetinilmesi, sonsuza kadar sürdürülebilecek bir politika değildir. Türkiye ve Yunanistan yan yana yaşamaya mecbur olan iki komşu ve müttefik devlettir. Ti caret, ekonomi, yatırım ve enerji alanlarında ortak çıkarları vardır; aralarındaki sorunların çözümsüz kalması her iki tarafa da zarar vermektedir. Bütün olumsuzluklara rağmen, sorunlar çözüme kavuşabilir mi? Gerçekçi olmak gerekirse, bu soruya olumlu cevap vermek zordur. Bununla beraber, ütopiye kaçmadan, bazı tespitler yapılabilir. Şöyle ki, devletler arasında her zaman uyuşmazlıklar ve savaşlar olmuştur ama bunların hiçbiri sonsuza kadar sürmemiş ve barış hep galip gelmiştir. Savaşın antitezi barış ve ticarettir. Türkiye ve Yunanistan gibi, uygar ve demokratik iki ülkenin, insanlığın tümünü tehdit eden salgın hastalıklar, terörist eylemler, çevre sorunları gibi felaketleri yaşadığı ve yaşayacağı 21. yüzyılda, aralarındaki uyuşmazlıkları çözemeyeceklerini ve barış içinde birlikte yaşayamayacaklarını savunmak doğru olamaz. Sonuç Devletlerin ulusal çıkarlarını korumaları doğal bir haktır; bunu kimse tartışamaz. Ancak bu korumanın, sadece “statu quo”nun (mevcut durum) sonsuza kadar sürdürülmesiyle sağlanabileceğini düşünmek ve barıştan adeta korkmak doğru bir yaklaşım olamaz. Taraflar arasındaki güvensizlik ve atılacak her olumlu adımın karşı tarafa verilen bir taviz olarak algılanabileceği endişesi aşılamayacak bir engel değildir. Yeter ki, Türkiye ve Yunanistan, Atatürk ve Venizelos’un izinden giderek, iyi komşuluk ilişkilerinin mümkün olabileceğine ve barışa inansınlar! Bu bağlamda, gerçekten vatansever olan aydınların ve basının desteği olursa, devletlerin de böyle bir yaklaşımı benimsemeleri neden mümkün olmasın? Gerçekçi tavırla uzlaşmak mümkün Murat Taylan hafta içi her akşam 24.00’de Tele 1’de! Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliklerin ve karşılıklı suçlamaların sürmesine rağmen, son yıllarda bazı olumlu gelişmeler de olmuştur. Bunların başında halklar arasında görece bir yakınlaşmanın başlamış olması gelmektedir. Türkler ve Yunanlar turizm sayesinde birbirlerini daha iyi tanıma fırsatını bulmuşlar ve gittikleri diğer ülkede, düşmanlıkla değil, misafir severlikle karşılamışlardır. Başta “Yabancı damat” olmak üzere, Türk televizyon dizileri Yunanistan’da beğenilmiş ve Türk imajına olumlu katkılarda bulunmuştur. Türk ve Yunan müzikleri her iki ülkede de popüler olmuştur. Diğer taraftan, gerek Türkiye’de, gerekse Yunanistan’da barışı destekleyen sivil toplum örgütleri, sanatçılar, gazeteciler ve yazarlar, en azından yumuşama yanlısı olan belirli bir kamuoyu oluşturmuştur. İmkânsız değil Geçmişte de, başta Atatürk ve Venizelos’un çabalarıyla imzalanan 1930 tarihli İkamet ve Ticaret Anlaşması olmak üzere, Türk/Yunan ilişkilerini olumlu olarak etkileyen anlaşmalar ve yaklaşımlar olmuştur. Görüldüğü gibi, taraflar birbirlerinin haklarını da dikkate aldıkları ve gerçekçi davrandıkları zaman pekâlâ uzlaşabilmektedirler. Doğalgaz araştırmaları konusundaki uyuşmazlık, bir fırsat olabilir mi? Türkiye ve Yunanistan arasında başlayan bu yeni uyuşmazlık, sadece bu devletleri değil, İsrail, Suriye, Mısır, Libya, Kıbrıs, İtalya ve süper devletleri de ilgilendiren bir boyut taşımaktadır. Bölgede doğalgaz bulunmasının ilgili tüm devletlere büyük yarar sağlayacağı kuşkusuzdur. Ancak, Türkiye’yi yok sayan bir paylaşımın, uygulanması asla mümkün olmayacaktır. Bu durumda uyuşmazlıkların çözümü için, Türkiye’nin onayı şarttır. Öyleyse, Türkiye ve Yunanistan’ın askeri alanda başvurdukları istikşafi görüşmeler yöntemi, neden bu konuda da kullanılmasın? Milli Savunma Bakanımızın geçenlerde Yunan Savunma Bakanının “Sorunların askeri çözümle halledilmesi olasılığına hazırız” şeklindeki talihsiz mesajına verdiği cevap çok önemli ve ümit vericidir. Sayın Bakanın, “Türkiye’nin sadece Doğu Akdeniz uyuşmazlığını değil, Ege ve Kıbrıs’taki sorunları da, uluslararası hukuk ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde barışçıl yöntemlerle çözmekten yana olduğunu” ifade etmiş olması, bugüne kadar yaşanan en olumlu gelişme olarak görülmelidir. Deli Dumrul Sendromu’nun yol açtığı sıkıntılar İnsan ilişkilerini, siyaseti, toplumsal durumları ve sorunları anlatmak için, bilim insanları çeşitli modeller kullanırlar: Bunlar gerçek yaşamda bire bir karşılığı olmayan, ancak değişik biçimleri görülen saf ve teorik, soyut kavramlardır. HHH Deli Dumrul Sendromu, kendini herkesten güçlü görmek, herkese meydan okumak durumudur. DunningKruger Sendromu, cehalet ne kadar koyu ise özgüvenin ve “Ben her şeyi en iyi bilirim” anlayışının da o kadar yüksek olduğunu gösterir. Türkçede de çok güzel bir ifadeyle “Cahil cesareti” diye tanımlanmış olan bir durumu açıklar. Öğrenilmiş Çaresizlik Sendromu, çözüm üreten belli davranışların ve girişimlerin sürekli cezalandırılarak yasaklanmasını ve bu engellemenin gelenek halinde kuşaktan kuşağa aktarılmasını açıklar. Obskurantizm (Bilmesinlercilik) Sendromu, belli konuların esaslarının, ya yasaklanarak veya bulandırılarak bilinmesinin engellenmesini açıklar. Hubris Sendromu, kibir hastalığıdır; bir adı da “tanrısal ego” hastalığıdır. Megalomani Sendromu, kendini herkesten büyük görme hastalığıdır. Mitomani Sendromu, sürekli yalan söyleyen ve söylediği yalanlara da inanan kişilerin hastalığıdır. Narsisizm Sendromu, kendisine âşık olmak, kendisini herkesten üstün görmek durumudur. Paranoya Sendromu, herkesin kendisine düşman olduğunu düşünmek, kendisini sürekli tehdit altında hissetmek durumudur. Nepotizm Sendromu, ihalelerde ve atamalarda liyakat yerine, akrabaların, eş dost kayırmacılığının egemen olması durumunu anlatır. Demagoji Sendromu, ırkçılık, milliyetçilik, dincilik, mezhepçilik gibi ideolojiler aracılığıyla, duyguları okşayarak, geniş kitleleri aldatmaktır. Kleptokrasi Sendromu, siyasal rejimin yolsuzluk ve hırsızlık üzerine kurulu olmasıdır. Klientalizm Sendromu, seçmene müşteri muamelesi yapılması ve verilen her hizmet için siyasal destek talep edilmesi, “Sadaka Devleti” anlayışıdır. HHH Sevgili okurlarım, bütün bu sendromlar, aslında gerçek hayatta “normal insanlarda” görülen bazı “normal özelliklerin” aşırılık halleridir: Yani herkeste bu sendromlardan biri, bazıları veya hepsi birden, az miktarda görülebilir ama bu sendromların belirlediği duygu ve düşünce hali, tutum ve davranış kalıpları aşırıya kaçmadığı sürece insan “normal yaşamına” devam edebilir ve elbette kimse de ondaki bu “sendromların” farkına bile varmaz! Şimdi Deli Dumrul Sendromu “Tek Kişi Yönetimindeki bir iktidara” musallat olduğunda, siyasette ne gibi sonuçlar doğuracağına bakalım. HHH Deli Dumrul Sendromu ne anlama geliyor? “Deli Dumrul Sendromu, mutlak iktidara sahip olan tek kişinin, sınırsız kibirle, gücünü rakipsiz sanması, mantıksızlık, haksızlık, hukuksuzluk ve zulüm yapmasıdır!” Bütün “Tek Kişi Yönetimleri” er veya geç, “İktidar zehirlemesi” de diyebileceğimiz bu sendroma yakalanır çünkü siyaset biliminin ünlü deyişi ile “Bütün iktidarlar yozlaşır ve yozlaştırır; mutlak iktidarlar mutlaka yozlaşır ve yozlaştırır!” Peki, sonuçları nedir? 1) Siyasette, DunningKruger, Obskurantizm, Hubris, Megalomani, Mitomani, Narsisizm, Paranoya, Nepotizm, Demagoji, Kleptokrasi, Klientalizm sendromları zaman içinde tek tek veya hep birlikte devreye girer. 2) Yönetim, hem parti, hem lider, hem de hükümet ve devlet olarak, halktan, seçmenlerden kopar, kendinin suni, gerçeklerden uzak, sanal dünyasında yaşamaya başlar. 3) Adalet zedelenir. 4) Liyakat yok olur, akraba, eş dost kayırmacılığı egemen olur. Nepotizmden dolayı bütün devlet ve hükümet mekanizmalarının etkinlik ve verimlilikleri düşer; yolsuzluk ve hırsızlık egemen olur, toplum ve devlet geriler ve sonunda mevcut kurumlar çöker. 5) Başta, ifade, toplantı, gösteri, muhalefet, medya özgürlükleri olmak üzere, Demokratik Hak ve Özgürlükler zedelenir, baskı artar. 6) Göze girmek için “kraldan çok kralcılık” yapan partililer veya devlet görevlileri türer ve bunların bütün tahammülleri aşan, taraftarları bile isyan ettiren aşırı eylem ve söylemleri, doğrudan doğruya iktidara, lidere ve tabii, topluma ve devlete zarar verir. 7) Parti ve devlet içinde hizipler oluşur, bu hiziplerin kıran kırana mücadelesi, iktidara, lidere, elbette son tahlilde de devlete ve topluma zarar verir. HHH İşte tarihin ve siyaset biliminin bize öğrettiği gerçekler bunlardır. Bu nedenle her zaman: “YAŞASIN PARLAMENTER DEMOKRASİ VE LAİK HUKUK DEVLETİ” diyoruz.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear