03 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
16 8 MAYIS 2020 SELEN UÇER Gerçek taşıması yüzleşmesi zor bir yük, tehlikeli bir ilaç çoğu zaman, etkisi ölümcül olabilen. Tarih taşıyor, taşıyabiliyor belki onu sadece. Bugün insanların, dünyayı saran sarsan mı desem hastalıkla her şeyi elinden alınınca, dönüşenin bilinmezliği ile sadece nefes alıp vermek adlı temel gerçeği hatırlaması gibi belki de… Ben ise bugün sevdiğim birini uğurlamış biri olarak yazıyorum, küçük bir çocuk gibi. Bir şeyleri değiştirmek mümkünmüş gibi… Selen Uçer, mart ayında kaybettiği annesini yazdı Manada bugün Bugün öyle bir şey yazsam ki bir anda herkes anlasa istiyorum. Hani küçük çocuklar tam ne olduğunu anlayamadıkları ama kötü olduğunu hissettikleri durumlarda, o an ellerinde ne varsamisal oyuncak kamyonet, plas farklı olsa da ‘annen giderse, dünya durur’ bu böyle. Ve dün biri bana ‘seni tanıdığım günden beri bir anne olayın vardı, zor olmalı tahmin bile edemiyorum nasıl hissettiğini’ dedi, ben de kocaman güldüm. Evet çünkü ben anneme hayrandım. Fikir ayrılıkları ve çatışmalar da boldu... Ama tik dinozor, sarı küçük top onlarla bir formül ya işte ben anneme en ters köşede durduğumuz za ratıp, ‘onu oraya koyarım, onu da ona atarım, on manlarda bile, bırakın annem olmasını, bir kadın, lara da şöyle söylerim bütün her şey düzelir’ gibi bir insan olarak hayran oldum. Çünkü bazı insan hissederler ya öyle bir hal sanırım benim ki...San lar vardır etkilerler, sadece başarıları, günümüz ki birilerine bir şey anlatmak, bir yerlerde bir fark sistemindeki güç ve statülerine göre değil, sadece yaratmak ve yaşanan gerçeği değiştirmek müm varoluşlarıyla, düşünceleriyle etkilerler. Önce ken künmüş gibi...Sanki herkesin gerçekleri isteyece di çevrelerini, sonra dış kabukları, sonra enerjile ğini, bilgi ve akıl ile ikna olacağını varsayan, bel ri ile kendi çaplarında dünyayı belki de. O insan ki de en acıklısı herkesin bunu seviyor olduğu lar bugün bizim küresel salgın dolayısıyla zorunlu na inanan saf bir çocuk gibi... olarak tekrar sorguladığımız mesafeleri, doğal ola Bugün, önümüzdeki rak koymuşlardır, kendilerine, TV’lerde kamu spotunda kü sevdiklerine, ailelerine ve hatta çük çocuklar ‘sağlığımız için çocuklarına bile. evde kal Türkiye, bizi bu vi Dinlediğimiz, okuduğumuz, rüsten kurtar’ diyor. Oysa izlediğimiz, hatta hikâyeleri el bundan 2 ay önce belki kişi verirse tarihe geçen insanlar... sel varoluş sancılarından, si Onlar, çoğu zaman genç yaş yasetten, ay başı ödemesin larında edindikleri farkında den, çocukların okul masra lık, düşünsel inanış ve karar fından, ev kirasından, bizi lılıkla zaten mesafeli olurlar, ezmeye çalışan iş arkadaşın son nefeslerine kadar da hiçbir dan, aldatan kocadan, alına riyakârlık istemez bir tarafları... mayan o yeni model telefon Hiç yaşlanmamış, hiç ezilme dan konuşuluyordu. Haya miş, yumuşamamış ve bozul tın gündelik mana arayışında mamış kalır bir tarafları...Zira koşturuyorduk, bazen günlük onlar gerçeğe, akla, bilgiye, dü melankoliler basıyordu, ba şünceye sevdalıdırlar. zen zehirli hırslar sarıyordu, sistemin içinde yaşıyorduk herkes gibi. Ama bugün, çağımızın öğretilmiş sistemsel Güven Göktan Uçer, 15 Mart 2020’de SONSUZA DEK BENIMLE 2.5 senedir gördüğü kanser tedavisi Anladığım yaşam süresinin sonrasında vefat etti. sonuna gelindiğinde buna yaş şuursuz algısı iflas etti. Kendi lanmak diyoruz bilinmek, an güvenli sandığımız yapay yaşam alanı ya da seçil laşılmak daha önemli oluyor. Hatta yas hakkımın miş hapishanelerimizde tatlı güçler peşindeydik. bile elimden alındığı bu modern seferberlik gün BAZI INSANLAR ETKILER lerinde; insanın tek mucizesinin anlamak olduğunu düşünüyorum naçizane. Önce kendini ve son ‘Çaresiz’ bir varlık insan... Ve duyguları göster ra bugünün gerçeğini anlamak. Direnmek yerine menin güçsüzlük olarak algılandığı bağımlılık üze bu daha neye olduğunu bile anlamadığımız veda rine kurulmuş bir sistemde, gerçeği ötelemek çok ya, global yasa bıraktım kendimi. Ben bugünden, kolay. Ama yaşam eninde sonunda onu diretiyor iş yeniyi kabullenip inanmayı, yaşadığımız hayatla te. Ölüm ise gündelik ve sıradan değil ve bugün tüm rın yaşayacağımız hayatlar için yeni bir düşünce dünyada herkes kendi, ailesi, çevresi için ölüm ger yapısı ile yarını oluşturması gerçeğini anlıyorum. çeğiyle yüzleşiyor. Çocukça oyuncak savaşlarıyla Yaşamın ölümün hep önünde olduğunu, kor ya da basit gündelik yalanlarla üstesinden gelinebi kuya, acıya ve bilinmezliğe karşı, yanıtın bu ol lecek bir durum mu bu? Ne zaman olgunlaşır insan, duğunu biliyorum. Ya da ben hayatın kendi başka çaresi kalmadığında mı acaba? sinden böyle öğrendim. Her çocuk gibi, ben de Ben bu soruların cevabını şu an dünya üzerinde ilk ve en çok annemden öğrendim. Özünde bir herhangi bir insan kadar bilmiyorum, tek bildiğim annekız ilişkisi, bir sevgi bu anlattığım, hep be her şeyin durduğu sosyal mesafede nefes alınma nimle kalacak olan... ya uğraşılan bugünden sonra benim için artık hiçbir Evet, o artık burada değil. Sokakta her daim ka şey eskisi gibi olmayacak. Çünkü şöyle oldu: ‘Be fası dolu yerlere bakarak dalgın yürüyen ben, onu nim annem öldü, dünya durdu!’ Hani çocukların on göremeyeceğim bir daha. Ama kafamı kaldırıp onu ları kucakladığında ‘o yukardaki en büyük güç’ gibi göklerde aramıyorum. Hayır... Yok öyle bir şey! O hissettikleri, beni bu dünyaya getirmiş, can vermiş artık bir düşünce ve sonsuza dek benimle... Ve bu olanla tek aşılamayacak mesafedeyim artık...Ve is nu okuyorsanız sizinle... Kim bilir mana arayanınız ter çocuk ister 40’larında ol, o his aynı, uygulaması varsa bugünde, yardımcı olur belki... Düşüncelerin önüne geçilemez Yazının tamamı “Bugün Atatürk dediğimiz zaman istibdata karşı koymuş bir hürriyet aşığı, egemenlik savaşını başarı ile idare etmiş bir komutan veya genç Türki PAZAR GÜNÜ tı. Halbuki artık bugün O’nu zorla yal cumhuriyet nız o tarih kitaplarının arasında saklamak, örtmek, kapatmak istesek bile ba com.tr’de ye Cumhuriyeti’ni ileri hamlelere götürmüş olan bir dev şaramayız. Çünkü, artık Atatürk bir şahıs let adamı mıdır aklımıza gelen? Evet Atatürk bunla olmaktan çıkmış, bir düşünce olmuştur. Düşüncelerin ise rın hepsidir. Fakat bunlar onun fani hayatının safhaları önüne geçilemez. Atatürk bugün artık bir özlemdir. Hatta dır ki, Atatürk’ü bir şahıs olmaktan ileri götürmezler. Ya O’nu artık kendimize bile mal edemeyiz. ‘Düşünce Ata şamış başarı kazanmış bir şahıs. Tarihte eşine rastlan türk’onu benimseyen herkesin içinde yaşayacaktır.” ması mümkün olan, çevresinin üstüne çıkabilmiş insan HGüven Göktan’ın İstanbul Alman Lisesi 12B sını lardan biri. Evet, Atatürk sadece bu olsaydı, O’nun bir fındayken, Liselerarası Kompozisyon Yarışması’nda Napolyon’dan, bir Atilla’dan farkı kalmayacak, sade birincilik kazandığı Manada Atatürk başlıklı yazısın ce tarih kitaplarının sahifelerinde arasında yaşayacak dan bir bölüm... Fotoğraf: Vedat Arık Güçlü kadın derken babaannem aklıma düşer Kadınlar cennetin ayakları altındadır TÜRKAN ELÇI bakasına gider, bir sigara sarardı. Dumanıyla be Geçen zaman ne aylardan ne günlerden ne dünlerden ibarettir. İbaret olan belki de kafamızın içinde atlıkarıncanın dolapları gibi dönen, gidip de gelmeyenlerin bıraktığı izlerdir. Bugün her nedense dönüp dolaşan dönme dolabın içinde babaannemi hatırladım. Belki de Anneler Günü’nün hatırınadır dönüp dolaşması, gelip bir daha gitmemesi. Gidenler hiçbir yere gitmez, ya seslerde ya söz raber içinde biriktirdiklerini odanın boşluğuna üflerdi. Bir kankası vardı adı Minto. Minto bir Diyarbakırlı Ermeni kadın. Evimize kışla beraber o da gelirdi. Odun sobasının başında bir çember oluşturur, ısıtmaya çalıştığımız ellerimizi uzatır, ateşi ortamıza alırdık. Harlanan ateşin sıcaklığında Minto’nun mırıltılı sesiyle hikâyeler dinlerdik. Hikâye anlatmadığı zamanlarda da sesi mırıltılı, kesik ve kısıktı Minto’nun. cüklerde ya kokularda saklanır, ölüp bir yerlere gitmemek ve unutulmamak ve ölerek yaşamaya devam etmek biraz da öyle bir şeydir. Ölerek yaşamaya devam edenler suskundurlar hepsi o kadar. Mesela bazen sabahın erken saatlerinde mırıltılar içinde birileri bir şeyler okur, açarım gözlerimi, üzerine sigara kokusu sinmiş fistanıyla karşımda babaannem oturur. Olduğu yerde hafif hafif sallanır, hafıza denen kuyunun dışına, hep dışına doğru, işte o anda sözcüklerim odama tırmanır. Kadınlar derken, hele güçlü bir kadın derken, NEFESININ KOKUSU FISTANINDA Sobanın başında geçirdiğimiz zamanlarda doğup büyüdüğümüz Sur semtinin üzerinden zulmün dozeri geçmemişti, dar sokaklarda geniş dünyalar kendi yağında kavrularak dönmeye devam ediyordu. Bu geniş dünyada Nanay vardı mesela. Nanay Avrupa’ya kaçmak zorunda kalmamıştı hâlâ. Bir gün altın yaldızlı kitabını kapatınca “Nanay da kaçmak zorunda kalmış” demiş, dudaklarından dökülen sigara kokulu nefesi fistanına sinmişti. babaannem hep aklıma düşer. Acıdan düşüp dü şüp de kalkmaya çalış tığım zor zamanlarımda onu hatırlardım çoğu za man. Ona göre tüm ka pılar kapanmazdı. Birisi kapanınca bir diğerinin açıldığını görmek için açmamız gereken gönül kapımızdı. Ben tüm ka pıların kapanmış sıkılı ğında onun anlattıkla rını, bana öğrettiklerini karşımda duran kapıla rın açılmasını, ışık huz mesi anahtar deliğinden diledim. Biz Tahir’i kaybettik ten sonraki bir gecede, kızımla telefonda uzun uzun sohbet ederken kar şımdaki ses uzak yerler de, haliyle acılı. İçim den geçen “Allah bir ka pıyı kapatınca başka ka pılar açar, hepsini birden kapatmaz” cümlesini kı zıma tekrarladım. As lında sayıkladıklarımla içimdeki umutsuzluğu farkında olmadan bu gün size anlatacağım kadının sesi sayesinde ayık Babaannem, etnik köken, din ayırımı yapmadı ladım. Dedim ya gidenlerin kimi sözleriyle, kimi ğı gibi şimdiki modernlik kavramının karşılama sesleriyle, kimi kokularıyla kalır. yacağı düzeyde erkek kadın arasında her türlü art Bazı kadınlar vardır dut ağacı niyetten ve taassuptan arınmış bir rahatlıkla “Ben na benzerler.Kökleri yerin derinliklerine indikçe iner. Yaşlandıkça kuvvetli kökleri peyda olur toprağın di Kadınlar vardır hayatımızda bugün radyocu Eşref’in bir çayını içmeye gittim” diyecek kadar da rahattı. Bu zamanda kaç kadın hiç çekin binde.Yaprakları ince incedir yürekle izler bırakan, bir meden mahallesinden bir esnafın ça ri gibi, gürleyen rüzgârlara karşı derinlerdeki köklerinin sayesindedir güçleri. İşte benim babaannem de bir dut ağacıydı,benim hayatıma kök salan. de kadınların hayatında izler bırakan hayatlar yını içmeye cüret eder, eteği üstü başı namüsait diye tekmelenmeye izin verilirken. Babaannem diyorsam o zaman vardır. Ben ikinci lar ancak kırkında falan. Arkadaşla PILLI RADYOSUNU DINLERDI Sabahların serinliğinde erken uyanır, Kuranıkerim’in altın yaldızlı ka satırın manasında debelenirken onun rıyla toplaşıp Dilan sinemasına pikniğe gider gibi çocuklarıyla film izlemeye giderlermiş. Giderlerken yan pağını açar, mırıltılar içinde okur, kita güçlü duruşunu hep larında bir erkeğin bulunmasına ihti bın kutsallığını başının üzerinde taşır, duvara monteli rafa koyardı, koyma hatırlarım... yaç duymadan. O zamanlar Sur semtinin sokaklarını zulmün dozeri düz dan önce üç kez öpmeyi ihmal etmezdi. Mırıltılar içinde okumaya başladığı Kuranıkerim’in altın yaldızlı kapağını kapatır kapatmaz bana anlatmaya Yazının tamamı PAZAR GÜNÜ lememişti. Babaannemin sokaklarında kadın lar vardı, Ermeni, Süryani, Keldani kadınlar. Daracık sokaklara açılan ge başladıklarının silinmez etkisi daha da cumhuriyet niş pencerelerden birbirlerine seslenirler üzerimde. Çünkü, büyük bir inançla an com.tr’de di, hepsinin tek ortak noktası kadın olmak lattı Tanrı’nın bağışlayıcılığını, Tanrı’nın tı. Bu tek ortak nokta belki de her şeydi, be yarattığı kullarına asla öfkeyle bir muame raber yaşamak için çok şeydi. le içinde olamayacağını, onun müşfik sesinde Tanrı’yı sevmeye başladım. Babaannem, zulmün dozer gibi ezip geçtiği CENNETE O ANLATINCA INANMIŞTIM Bir gün ben de her vatandaş gibi hep söylendik, Diyarbakır’ın Sur semtinde çocukluğunu ve ilk hep ezberlendik tedrisatın tornasından geçerken gençlik yıllarını geçirmişti. Kısa süreliğine de ol ortaokul öğretmenim kara tahtaya “Cennet anne sa köye gelin gitmiş, köylülük zihniyetinin ken lerin ayakları altındadır” diye yazdı incecik par dine benzemeyenin dışlayıcılığında bir dünya ku maklarıyla, hatta bir ders boyu yazdıklarını silme ramamış. Kendisine giydirilmek istenen bir be di. İnsanlar ne de olsa inandıklarının kolay kolay den küçük elbisenin darlığında köyü terk edip silinmesini istemezdi. Onun tahtaya yazıp da si Diyarbakır’a geri dönmüş. Babamı şehirdeki bir lemediklerine ben de içten içe inanmıştım, çün ilkokula vermiş, eğitim enstitüsüne göndermiş kü anlatılan Cenneti babaannemden duymuş onun Fransızca öğretmeni olmasına vesile olmuş. Emi da oraya gideceğini hatta bir kadın olarak bu ye nim benim gibi sayısız çocuğun hayatından sessiz rin, benim ayaklarımın altında olabileceğine se kahramanlar gelip geçmiş, isimlerini bir yerlere vinmiştim. yazdıramayan sessiz kahramanlar. Bizde biraz da Yıllar sonra, galiz küfürlerle birbirlerine saldı yakını görememe hastalığından mı ne? Gözümüz ranların, soygun ve haracı itibarlılaştıran külhan hep uzaklardaki kahramanları arar durur. beylerin, racon kesen dünyalarının zihniyetin Sözünü ettiğim kadın üç dil bilirdi mese den mütevellit şiddete maruz kalan kadınlara, be la. Kürtçe, Türkçe, Arapça. Akşamın karanlı nim hayalini kurduğum cennetin vad edilmediğini ğı iner inmez gözlerini kısarak saatine bakar “Ço anladım. Evet bir Cennet vardı hem de çok uzak cuklar sessiz olun ajans vakti” der pilli radyo larda olmayan yanı başımızda olan bir Cennet. sunu kucağına alır, BBC’den, Amerika’nın Sesi O Cennetler ki babaanneme benzeyen kadınların Radyosu’ndan haberleri dinlemeye başlar, “Kürt ayakları altında değildi. Maalesef kadınlar şidde lerle ilgili haberleri her radyo vermiyor”der, bir te uğrayarak, tecavüz edilerek, çocukları, kocaları müddet sonra Erivan Radyosu’na geçerdi. Rad öldürülerek, yok sayılarak cennetlerin ayakları al yoda kaval eşliğinde türküler başlar, eli tütün ta tında yaşamaya mahkum edilmişti.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear