25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 28 MAYIS 2020 PERŞEMBE gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Salgına Hitchcock ve Camus pencerelerinden bakış PROF. DR. ERHAN KARAESMEN Algılama oluşumu insan beyninin en üstün unsurlarından biri olarak bilinir. Doğadaki biyolojik ve fiziksel hareketlilik düzeni insan algılamasının gücü sayesinde anlaşılabilir ve hissedilebilir hale gelir. Ancak bu hareketlilik içinde bilinmezlik ve belirsizlik öğelerinin yer aldığı yaygın bölgeler mevcuttur. Bu bölgelerde olup bitenleri algılama ve çözümlemede insan aklının dara düştüğü durumlara rastlanabilmektedir. Bilinmezlik ve belirsizliklerin aslında gizemli bir yanı vardır ama irkiltici ve ürküntü verici şaşırtıcılık yaratabildiği de bilinir. Bilimsel ve sanatsal yaratıcılığın en üst düzeyde seferber edilmesiyle insanoğlu bilinmezliklerin korkutuculuğundan kendini kurtara gelmiştir. ‘Kuşlar’ filmi... Öte yandan, bu korku ve ürküntü psikolojisi belirsizliklerin gizemi ile birleşerek zaman zaman sanatsal yaratıcılığın konu tabanlarını da oluşturabilmektedir. Sanatsal sinemanın büyük ustalarından Alfred Hitchcock, yarım yüzyıla dayanan bir dönem boyunca belirsizlik ve bilinmeyenlerin yarattığı irkiltici ama bir yandan da merak duygusunu okşayıcı temaları işlemiştir. Hitchcock sinemasının en üst yapıtlarından kabul edilmese bile onun yine de merak dolu ürküntüleri işlemekteki ustalığı olarak bilinen “Kuşlar” filmini hatırlayalım. Ülkesi ve coğrafyası belli olmayan bir kentsel bölgede yaşayan bir insan gurubu geniş kuvvetli kanatlara ve yırtıcı pençelere sahip özel kuş sürülerinin saldırılarına maruz kalır. Korku verici sahnelerle dolu yaklaşık yüz dakikalık bu filmin bitiminde saldırı niye ve niçin olduğu anlaşılmaksızın sona erer. Bu filmle ilgili, döneminde yapılan sanatsal ve entelektüel tartışmalarda doğainsan ilişkisinin insanların hoyratça ısırganlığı ile bozulmasına karşı doğanın verdiği bir intikam alma tepkisinin ortaya konduğu tartışılm§ıştı. Çok garip biçimde son üç aydır insanlığın ve uygarlığın en büyük sorunu haline gelen koronavirüs salgını oluşumunda da felsefi düzeydeki değerlendirmelerde doğal çevrede insanoğlu tarafından yaratılagelmiş hasarların bir hesabının sorulmakta olduğu yeniden ortaya çıkar oldu. Olayın başlangıç noktasında “yarasa” gibi kendi halinde sıradan sayılabilecek bir kuş türünün yer alıyor oluşu Hitchcock’un “Kuşlar” imgelemini hatırlatıyor. Ancak bu seferki intikam müfrezeleri iri pençeli ve geniş kanatlı ya 2019 senesinde insançevre bağlantısı duyarsızlığına karşı doğanın bir çeşit uyarıcı öç alış düzenekleri sergilemesine tanıklık edilmişti. Yangınlar doğanın attığı çığlıkların örnekleriydi. Ardından 20192020 dönemi, yaygın ve yoğun can kayıplarının yaşanmasıyla bir kez daha doğanın değer ve amansız olabilen gücünü bizlere hatırlatmıştır. Albert Camus Salgının başlangıç noktasında “yarasa”gibi kendi halinde sıradan sayılabilecek bir kuş türünün yer alması Hitchcock’un “Kuşlar” imgelemini hatırlatıyor. ratıklar değil; aksine yarım mikron boyutuna bile sahip olmayan ve kitlesel ağırlıkları ölçülmeye değmeyecek kadar küçük, minnacık akıncılardan oluşuyor. Ürküntü ve panik psikolojisinin toplumsal düzeyde çok seyrek ve az rastlanan örnekleri sergilenirken biyoloji ve sağlık bilimleri teknolojilerinin olağanüstü seferberliğiyle düşman ile barış yapma yolları aranıyor. ‘Veba’ romanı gibi bir dönem Bu arada, insandoğa dengelerinin bozuluşuna karşı yeni bir fiziksel oluşumlar düzeni ortaya çıkıp çıkmayacağı da tartışılıyor. Bu tartışmada alışılmış algılama analiz ve sentez düzeneklerinin yeni tanımlara kavuşturulması söz konusu oluyor. Mantık ötesi (absürt) oluşumların bu olup bitenlerin algılanmasında yol gösterici olabileceği türünden düşünceler dile getiriliyor. Bunlara paralel olarak sanat kültür dünyamızda bir süre dikkatlerin fazla çevrilmediği bir büyük filozof, edebiyat ve düşünce adamı Albert Camus’nün yeniden hatırlanıyor olduğu bir dönem yaşıyoruz. Camus’nün daha fazla bilinir ve izlenir olduğu elli küsür yıl önceki bir dönemde bazı metin parçalarını ben de Türkçeye çevirmiştim. Bunların bir bölümü Yaşar Nabi Nayır büyüğümüzün yol göstericiliği ile elli küsür yıl öncenin Varlık dergisinde yayınlanmıştı. Bu nedenle olsa gerek, günümüzdeki salgının felsefi ve entelektüel boyutlarını tartışan değerli uzmanların olaydaki mantık ötesi duruma parmak basmakta oluşlarını şaşırtıcı bulmadım. Camus, benzersiz güç ve derinlikteki “Veba” romanında akıl, havsala ve algılama bağ lantıları çerçevesinde insanoğlunun şaşkınlık ve ürküntü yaratan oluşumlarının karşısında yeterli dayanak ve sığınak bulamadığını çok güzel ortaya koymuştu. Doğanın tepkisi Günümüzdeki salgının biyolojik ve fiziksel etkilerinin epeyce bir miktar hasar bırakıyor oluşuna rağmen bilim ve teknoloji seferberliği elden bırakılmıyor. Olup bitenin net şekilde algılanması ve buradan çıkarılacak sosyokültürel derslerle benzeri maceralara karşı insanoğlunun daha dayanıklı ve doğaya duyarlı hale getirilmesi süreci ise yeni başlıyor. 2019 senesinde insançevre bağlantısı duyarsızlığına karşı doğanın bir çeşit uyarıcı öç alış düzenekleri sergilemesine tanıklık edilmişti. Avustralya, Kaliforniya ve Amazon orman bölgelerinde aylarca süren yangınlar doğanın attığı çığlıkların örnekleriydi. Flora ve fauna guruplarının yok oluşlarına teknolojik önlemler bile engel olamamıştı. Ardından, 20192020 dönemi, yaygın ve yoğun can kayıplarının yaşanmasıyla bir kez daha doğanın değer ve amansız olabilen gücünü bizlere hatırlatmıştır. Çok düşündürücü ve dramatik dersler çıkartmamız gereken bir oluşumlar dizisiyle karşı karşıyayız. Epeyce yıllar devam edeceği anlaşılan bu süreçte mantık ötesi algılama bugünlerde sözü çok edilir olan biyolojik mutasyon gibi kavramların bir özel dayanağı olarak tartışılmaya devam edecek gibidir. Bu tartışmaların anlamlı bir parçasını oluşturacak biçimde “mantık ötesi” kavramının yeni tanımlar ve yorumlar bulmasına da tanıklık edilebilecektir. Uzay asansörü çalışmaları ORHAN ÖZKAYA YAZAR Bir Japon inşaat firması tarafından gündeme getirilen “uzay asansörü” konusu, gelecek günlerin, Covid19 sonrasının gündemi olma özelliğini taşıyor. Öncelikle bir uzay istasyonunun kurulması ve bu istasyona kadar uzanacak bir anlamda asansörü inşa etmeyi planlamanın, bu çalışmaların önceliğini teşkil etmeye başladığı düşüncesini ortaya çıkarıyor. Şirket, 2050 yılına kadar Dünyauzay çalışmalarının hedefinin bu olduğu düşüncesinde. Yeryüzünden 36 bin km. yükseklikteki bir istasyona ulaşacak bu asansörün hızının 200 km. olması gerektiği, asansörün bir kapsül şeklinde olacağı açıklanıyor. Yaklaşık 30 kişi taşıyabilecek yapıda; içinde tuvalet ve yaşam olanaklarının bulunması, enerjisi güneşten sağlanacak, kule şeklinde olacak yapının 96 bin km. yükseklikte ve ucunda bir ağırlık vasıtasıyla dengenin sağlanması amaçlanmakta. Bu uzaklığın Dünya ile Ay arasındaki mesafenin 1/4’üne eşit düzeyde olduğu açıklaması yapılıyor. Böyle bir projenin hayal olarak kalmamasına önem verilmekte, güneş panellerinden sağlanacak enerjinin kuruluşunun yeryüzünden olacağı vurgulanıyor. Dünya bu tür bilimsel çalışmalarla uğraşırken biz hâlâ küçük çocukların evliliğini gündeme getirmeye çalışan, profesör kılıklı yobazlarla kuşatılmış durumdayız. Adı geçen şirketin referansları; Dubai’de sürücüsüz 75 km. uzunluğundaki raylı sistem olarak gösteriliyor. NASA’nın çalışmaları Bu konuda NASA’nın çalışmaları sürüyor. Nanoteknolojinin gelişmesi bu fikri daha da gündeme getirmiş bulunuyor. Karbon nano tüpler, bu konudaki çalışmaların Yaklaşık 30 kişi taşıyabilecek yapının, içinde tuvalet ve yaşam olanaklarının bulunması, enerjisinin güneşten sağlanması, kule şeklinde, 96 bin km. yükseklikte ve ucunda bir ağırlık vasıtasıyla dengesinin sağlanması amaçlanmakta... hızlanmasına yaramakta. Kanada Üniversitesi, NASA ve diğer çalışmaların deneme aşaması, önemli ilerlemeler sağlamış durumda... Mars ve uydusu Fobos arasında bir uzay asansörünün, Ruslar tarafından geliştirildiği biliniyor. Fobos ile Mars arasında, teleferik sistemini andıran bir sistem oluşturmayı düşünen bilim adamlar bunu uygulayabilecekleri konusunda henüz net bir görüşe sahip değil. NASA’nın asansör konusundaki çalışmaları 16 yıl önceye dayanıyor. Farklı firmaların uzay asansörü konusundaki çalışmalarının NASA tarafından finanse edildiği ve 2040’ta projelerin sona ereceği yönünde haberler zaman zaman basına yansıyor. Ancak net bir ilerleme söz konusu değil. Highlift Systems ve LiftPort Group, NASA tarafından desteklendiği öne sürülen, uzay asansörü çalışmaları yapan firmalar. Ancak fırtınalar, uçaklar, göktaşları ve diğer sorunlar, asansörün riskler konusunda pek fazla garantisinin olmadığını işaret ediyor. Uzay mekiği projeleri dahi, bir vidadan ya da kalkışta çarpan bir parçadan ötürü faciayla sonuçlanabileceği endişesi taşıyor. Uzay asansörü düşüncesi riskleri tartışılıyor Meteorlar, yıldırımlar, eski uzay çalışmaları kalıntıları, fırtınalar, küçük göktaşları, alçak yörünge cisimleri, kablonun salımının engellenmesi, atomik oksijen, yoğun elektromanyetik alanlar, radyasyon, üst atmosferde sülfürik asit damlalarının kabloda oluşturacağı erozyonlar, uçakların çarpması gibi tehlike ler düşünülmekte... Binlerce km. uzunluğundaki bir asansörün risk taşıması mümkün... Meteorlar zarar yönünden engellenebilir, fırtına ve yıldırımlar da, kablo durumuna bağlı. Uzaya bir malzeme gönderilmesi için bir mekik, son derece yüksek maliyetlere neden oluyor, asansörle bu maliyet çok azalacak ve bir de tehlike aşılmış olacak, en azından bu riskler ortadan kalkacak. Süre ise daha da kısalacak. Covid19’dan sonra bilim Tıpta da çok büyük gelişmeler beklenmesi söz konusu. Zira atom kadar küçük robotlar, lazer ve nano teknoloji çok daha büyük boyutlarda kullanılarak insan sağlığını kontrol altına almak, kapalı tedaviler şekil değiştirerek ışınla işler yönetilebilecek gibi görünüyor. Çin’in ayın benzerini aynı yörüngeye yerleştirme çalışmaları, virüs nedeniyle toplumun gündeminde yer almıyor. Bu konu durmuş olsa dahi, kısa süreli olabilir. Bu tür çalışmaları olduğunu bilim dünyasına açıklamış durumda. Güneş enerjisinden yararlanarak, dünyayı aydınlatmak ve Ay’ın enerjisinden yararlanmak düşüncesi eyleme geçme aşamasını bekliyor. İnsan olmanın özüne aykırı düşmek, heyecansız, duygusuz ve ilkellikte ısrar etmek, taşlaşmış bir maddeden farksız konumda kalmak demektir. Yerküreyi ilkçağlara taşımak kabul edilecek bir düşünce olamaz. Ancak bilim buna izin vermez. Mutlaka akıl ve gerçek zekâ egemenliği ele alır. İlk darbe: 28 Nisan 1960 Tahkikat Encümeni Türkiye Demokrasi tarihinin en trajik öyküsü, Devrimcilerin, (DevletçiSeçkincilerin) Cumhuriyeti Demokrasi ile taçlandırmak için, muhalefet görevini “Halifeci ve Saltanatçı DinTarım Toplumu Temsilcileri”ne (GelenekçiLiberallere) vermeleriyle yaşanmıştır: Türk Devrimi’nin hedeflediği, “Emperyalizmin Boyunduruğundan Kurtulmuş, Çağdaş, Bağımsız Endüstri Toplumu”na yönelik reformlarla (Atatürk Devrimleriyle) altları oyulan “Toprak Ağaları ve Din İstismarcıları”: Toplum ve siyasal rejim henüz bu dönüşümü tamamlayamadan “Demokrasi adına” iktidara gelmiş ve ne yazık ki, iktidarlarını, kendilerini buraya taşıyan Demokratik rejimi tahrip etmek için kullanmışlardır. Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü, dünyada eşi görülmemiş bir davranışla, kendi “Tek Adam Yönetimi”ni, “Çok Partili Demokrasi”ye dönüştürmüş, serbest seçimlere gitmiş ve iktidarı muhalefete devretmişti. Ama ne yazık ki “Demokratik Rejimden” yararlanarak iktidara gelen Demokrat Parti, “Demokratik Rejimin” altını oydu! Kendisine destek veren Komünistleri hapse attı. Meclis’ten karar almadan Kore’ye asker yolladı. NATO’ya girdi, ABD’ye askeri üsler verdi. Kendine iktidarı teslim eden, CHP’nin mallarına el koydu. Köy J resmen kapattı. Partisine oy vermeyen Kırşehir ilini ilçe haline getirdi. Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı’yı hapse attı. Basın üzerinde müthiş bir baskı kurdu, muhalif gazetecileri hapse attı. Verdikleri yolsuzluk haberlerini ispat etmek isteyen gazetecilerle “İsmail Hakkı mı?” diyerek alay etti. Siyaseti camilere soktu, şeyhleri, şıhları yeniden güç sahibi yaptı. Yargıyı, üniversiteleri, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni baskı altına aldı. Dil Devrimi’ni eskiye çevirdi. Menderes, “Odunu göstersem milletvekili seçtiririm”, Meclis’e hitaben “Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirirsiniz” gibi sözler söyledi. İsmet İnönü, yurt gezilerinde saldırıya uğradı; Uşak’ta atılan taşlarla başı kanadı, Topkapı’da linç girişimi yapıldı, bir subayın müdahalesi ile canı kurtuldu. 28 Nisan Darbesi’ne karşı gösteri yapan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ankara Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri öğrencileri polis ve asker zoruyla dağıtıldı, fakülteler basıldı, İstanbul’da Turan Emeksiz öldürüldü, sıkıyönetim ilan edildi. Çok partili düzenin ilk darbesi Demokrat Parti 1957 seçimlerinde yüzde 50’nin altına düşünce, (seçimlerde çoğunluk sistemi uygulandığı için) iktidarı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Menderes 1961’de yapılması beklenen seçimleri, (ekonomi kötüye gittiği için) 1960’a çek meyi planlarken, CHP’yi kapatmak veya en azından sınırlamak ve kısıtlamak için bir darbe yaptı: Önce 15 DP milletvekilinden oluşan bir Tahkikat Encümeni kurdu, sonra 28 Nisan’da kabul edilen yasayla bunun yetkilerini belirledi. Encümeni, hem savcı, hem yargıç, hem askeri hem sivil mahkeme yetkileriyle donattı. Kararlarına temyiz yolunu kapattı. Bu eylem, Anayasa’daki bütün hakları ve yargı bağımsızlığını ihlal eden tam bir “Sivil Darbeydi”. 27 Mayıs, bu Sivil Darbe’ye karşı Demokrasi’yi korumak için yapılan İLK Askeri Müdahale, Çok Partili Düzen’in İKİNCİ DARBESİ idi. İdamlar siyasal cinayettir! Ben zaten idam cezasına karşıyım. İnsanların siyaseten idam edilmeleri ise bence katmerli cinayet ve bir insanlık suçudur. Üstelik, İsmet İnönü’nün önlemek için bütün gücüyle çalıştığı Menderes ve arkadaşlarının idamları, hem dünyanın en ileri anayasalarından biri olan 1961 Anayasası’nı lekelemiş, hem de siyaseti kana bulamıştır: DP taraftarları, bu üç idamının intikamını, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamları ile almışlardır. Son nokta olarak şunu belirtmek gerekir: Dün Alev Coşkun’un da yazısında anlattığı gibi, Toprak Ağaları ve Din İstismarcıları ile işbirliği içinde olan Emperyalistler, 12 Mart ve 12 Eylül Askeri darbeleri ile 27 Mayıs’ın intikamını almışlar, 1961 Anayasası’nı yok etmişlerdir. HHH YAŞASIN HUKUK DEVLETİ VE BAĞIMSIZ YARGI... YAŞASIN DEMOKRATİK CUMHURİYET!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear