22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 12 MAYIS 2020 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr TASARIM: ECE KURTULUŞ DURSUN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dünden Bugüne Türk Tarih Kurumu PROF. DR. HAKKI UYAR (DOKUZ EYLÜL ÜNIVERSITESI TARIH BÖLÜMÜ) Atatürk, Cumhuriyetin onuncu yılı dolayısıyla yaptığı konuşmada, “Asla şüphem yoktur ki Türklüğün unutulmuş medeni niteliği ve büyük uygarlık yeteneği, bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır” demişti. İşte Türk Tarih Kurumu da, Türklüğün bu “unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti”ni ortaya koymak, yeni kurulan ulusal devlete tarihsel destek sağlamak ve aynı zamanda hem Türk hem de Anadolu tarihini bilimsel olarak araştırma amacıyla kurulmuştu. Kurumun ilk nüvesi, Nisan 1930’da Türk Ocakları genel merkezine bağlı olarak Atatürk’ün talimatıyla Türk Tarihi Tetkik Encümeni adıyla kuruldu. Bu encümen, bir yıllık çalışmanın ardından “Türk Tarihinin Ana Hatları” adıyla sadece uzmanlara hitaben bir kitap yayımladı. Türk Ocakları’nın kapatılmasının ardından encümen, Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti adıyla bağımsız bir cemiyete dönüştü. Kurumun amacı, pek de bilinmeyen Türk tarihini objektif ve bilimsel yöntemlerle ortaya koymak, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kimliğine destek sağlamaktı. Liseler için hazırlanan 4 ciltlik tarih kitabının yanı sıra 1932 yılında Türkiye’de ilk kez milli tarih kongresi toplandı (Birinci Türk Tarih Kongresi). Kongrenin bildirileri de kitap olarak yayımlandı. Sonraki yıllarda Türk Tarih Kurumu adını alan kuruluş, arkeolojik kazı ve yüzey araştırmaları, çeviri ve yayınlar, kongreler, uluslararası bilimsel etkinliklere katılım ve tarihi eserlerin korunması gibi alanlarda faaliyet göstermekteydi. Çıkardığı Belleten dergisi Türkiye’nin en uzun ömürlü akademik dergilerinin başında gelmektedir. Önemli bir gelenek bozuldu Kurum, Osmanlı öncesi Türk tarihini araştırmayı da merkezine alırken Osmanlı’yı da ihmal etmedi, ötekileştirmedi. Kurumun 1 numaralı yayını “Piri Reis Haritası Hakkında İzahname (1935)” ve 2 numaralı yayını da “Piri Reis’in Kitabı Bahriye” adlı eseridir (1935). Yine Mimar Sinan, Kurumun ve Atatürk’ün ilgi alanındaydı. Kurumun Osmanlı öncesini de merkezine almasının nedeni Türk tarihinin eski ve köklü oluşunu ortaya koymaktı; Türk tarihinin Osmanlı’dan ibaret olmadığını göstermekti. Nitekim 1927 yılında basılan ilk kâğıt paralarda kullanılan bozkurt motifi de bununla ilintiliydi. Kurumun başkanlığını yapan akademisyenler genel olarak alanında başarılı ve tartışmasız önemli isimlerdi. Bunların hiç şüphesiz en önemlisi Yusuf Akçura’dır (19321935). Onu izleyen isimler arasında Şemsettin Günaltay, Şevket Aziz Kansu, Enver Ziya Karal ve Ali Birinci gibi isimler yer almaktadır. Cumhuriyetin kurucu kültürünü benimsemiş ve akademik niteliği yüksek isimlerin başa getirilmesi, 90 yıllık kurumun geleneği haline gelmeliydi. Kurumun başına atanan Ahmet Yaramış’ın İskilipli Atıf Hoca’yı öven Türk Tarih Kurumu’na yeniden ihtiyaç vardır; ama gerçek kimliğiyle ve Atatürk’ün kurduğu amaç doğrultusunda... Olmazsa da dünyanın sonu değildir. Hakikat, tarihçiler tarafından yine olduğu gibi ifade edilmeye devam edilecektir. Reisicumhur Atatürk, İkinci Türk Tarih Kongresi’nin açılışına gelirken. 20 Eylül 1937, İstanbul (Dolmabahçe Sarayı) faaliyetlerde bulunması ve akademik anlamda alınan atıflarının azlığı (örneğin bkz. scholar.google.com) haklı eleştirileri de beraberinde getirmektedir. İskilipli Atıf Hoca kimdir? II. Abdülhamit döneminde Bodrum’a sürülen ve İkinci Meşrutiyet döneminde de Mahmut Şevket Paşa suikastına adının karışması nedeniyle önce Sinop’a, sonra da Çorum’a sürülen İskilipli Atıf Hoca, 19 Şubat 1919’da kurulan Cemiyeti Müderrisin’in kurucuları arasındaydı. Cemiyet aynı yıl içerisinde Tealii İslam Cemiyeti adını aldı. Cemiyet, hilafetçi bir kimliğe sahipti ve bu haliyle milli (ulusal) değil, İslamcı (ümmetçi) bir yapıdaydı. Cemiyet, Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’un yanı sıra Anadolu’da da örgütlenmişti. Kurtuluş Savaşı karşıtı ve işbirlikçi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yan kuruluşu gibi faaliyet göstermekteydi. Damat Ferit Paşa hükümetlerinde şeyhülislam olarak görev alan Mustafa Sabri Efendi hem Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın hem de Tealii İslam Cemiyeti’nin kurucularındandı. İskilipli Atıf gerçeği Vahdettin ve Damat Ferit Paşa ile yakınlığı aşikâr olan TİC, siyasal hayat içerisinde yer alan dinsel bir baskı grubuydu. Bu haliyle de İttihatçılığa ve İttihatçı hareket olarak gördüğü Müdafaai Hukuk hareketine (Kurtuluş Savaşı’na) karşı idi. Tealii İslamcılara göre İttihat ve Terakki, bir bidat (dinsel sapma) hareketiydi. Yine onlara göre, “Mustafa Kemal ve Kuvayi Milliye maskaraları” İttihatçıların devamıydı. Yunanların önünden kaçan bu “eşkıya”lar, Kuvayi Milliye olamazdı. İşte bu cemiyetin kurucusu olan İskilipli Atıf Hoca, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’na karşı basının önde gelen temsilcilerinden Alemdar gazetesinde de yazılar yazdı. Cemiyet, Kurtuluş Savaşı karşıtlığını sürdürürken Birinci Dünya Savaşı’nı kazanarak ülkeyi işgal edenlerin ar kasında cahilce bir cesaretin değil, bir uygarlık dehasının yer aldığı fikrindeydi. Cemiyet de işte bu uygarlık dehasıyla İslamiyeti birleştirmekten yanaydı, yani İngiliz işbirliğinden yanaydı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile paralel bir zihniyete sahipti... Dolayısıyla cemiyet, emperyalist işgalci güçlerle işbirliğinden yana, Kurtuluş Savaşı’nın karşısında idi. Gerçeklerin anlatımı engellenemez Cemiyet daha yayımladığı ilk bildiride Anadolu’daki hareketi İttihatçılıkla, İttihatçıları ülkeyi Birinci Dünya Savaşı’na sokmakla ve İngilizlerle arayı bozmakla suçlamaktaydı. Cemiyetin yöneticileri, 1925 yılında şapka devrimine karşı eylemlerin içinde bulunmaktan yargılandılar. Ankara İstiklal Mahkemesi’ndeki yargılama mütareke dönemindeki işbirlikçi eylemleri de kapsamaktaydı. Anılacak âlim aranıyorsa Kurtuluş Savaşı saflarında yer alan, İstanbul’un şeyhülislamına karşı kelle koltukta karşı fetva yayımlayan 153 müftü ve din âlimi yeterlidir sanıyorum. Ne kadar zorlarsanız zorlayın İskilipli Atıf’tan şehit çıkmaz, Şeyh Sait’ten çıkmadığı gibi... Mehmet Akif’e, Ahmet Hulusi Efendi’ye, Rahmetullah Efendi’ye, Alim Efendi’ye ve Rıfat Efendi’ye şükran ve minnetle... Onların yerine karşı safta yer alanların övgülere mazhar olması kabul edilebilecek bir şey değildir; tarihin tersyüz edilmesidir. Bir başka tersyüz ediş Sevr’e “sadece belge” demektir. Oysa Sevr, Türk tarihinin en ağır antlaşmasıdır. Sevr’i yok sayarak Lozan’ı küçültmeye ya da önemsizleştirmeye çalışmanın bir değeri yoktur. Bu nedenle de Türk Tarih Kurumu’na yeniden ihtiyaç vardır, ama gerçek kimliğiyle ve Atatürk’ün kurduğu amaç doğrultusunda... Olmazsa da dünyanın sonu değildir. Hakikat tarihçiler tarafından yine olduğu gibi ifade edilmeye devam edilecektir. Barolar ve odalar sorunu aslında ahlak sorunudur Her toplumu “Genel Ahlak” ayakta tutar: Yaşam (üretim ve tüketim) biçimi, inanç ve kimlik (din, mezhep, ırk, milliyet), gelenekler, görenekler, hukuk, anayasa, yasalar, iktidarın kimliği ve genel nitelikleri, bu “Genel Ahlakı” belirler. Bu “Genel Ahlak”, hemen hemen her yerde ve her zaman “İnsan hayatını korumaya” ve “Dürüstlüğe” dayalı olan üç temel ilkeyle ifade edilebilir: Öldürmeyeceksin... Çalmayacaksın... Yalan söylemeyeceksin... HHH Ama ahlakın “zamandan zamana ve toplumdan topluma” değiştiğini ve “Genel Ahlak” içinde “Alt Grup Ahlakı” olarak farklı “ahlakların” bulunduğunu bilmeliyiz. En klasik örnekler, tanrılara insan kurban eden toplumlar, demokratik, laik ve hukuk devleti ahlakına sahip olan çağdaş toplumlarda ise “Ağaya, efendiye bağlılığa dayalı olan, feodal köle ahlakı” veya “Şeyhe, şıha bağlı olan mürit ahlakı” gibi “Alt Grup Ahlaklarının” varlıklarını sürdürmesidir. Üstelik, tarih boyunca bütün toplamlarda yukarıdaki üç ilke, belli kimlikler açısından “sadece kendine ahlak” olarak yorumlanmış, farklı kimliklere, hele hele düşman görülenlere karşı tam tersi uygulamaların kaynağı olmuştur. Nitekim günümüzde de demokrasi yerine demagoji uygulayan politikacıların, seçmenleri ayrıştırma ve düşmanlaştırma siyasetlerinin altında bu “sadece kendine ahlak” anlayışlarını görmek olanaklıdır. HHH “Temel İnsan Hak ve Özgürlükleri” yaygınlaştıkça, “din, dil, ırk, milliyet, cinsel yönelim, farkları olmaksızın” herkes için bu hak ve özgürlükler aynen kabul edilmeye başlayınca, genel ahlak anlayışı da bütün çağdaş, demokratik toplumlarda aynılaşır ve evrenselleşir. Aslında bu “İnsan Haklarına Dayalı Genel Ahlak” anlayışından da önce bazı “Özel Ahlak” anlayışları evrenselleşmiştir: “Özel Ahlak/Alt Grup Ahlakı” anlayışını ilk oluşturan ve evrenselleştiren gelişme, doktorluk (hekimlik) gibi, mühendislik, mimarlık gibi, profesyonel mesleklerin ortaya çıkması ve yaygınlaş masıdır. Bu meslek sahipleri hem kendi mesleklerini korumak ve geliştirmek hem de mesleğe yeni girenleri eğitmek ve uygulamaları denetlemek için kendi örgütlerini kurmuş, kendi özel kodlarını, özel ahlak kurallarını (etiklerini) geliştirmişlerdir. Bu örgütler, Batı’da taşçı ustalarının öncülük ettiği loncalar, Doğu’da debbağlık (dabbaklık, dericilik) temelinde yükselen Ahilik olarak ortaya çıkmış, günümüzde de “Meslek Odaları” haline gelmişlerdir. Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği gibi meslek örgütleri Türkiye’de kamu kuruluşu niteliği taşır ve anayasal güvenceye sahiptirler. Bunların en önemli özelliği, kendi mesleklerinin yıllar içindeki deneyimler sonunda oluşturdukları ve evrensel geçerlilik taşıyan “Özel Mesleki Ahlak Kurallarının” uygulayıcıları ve denetleyicileri olmalarıdır. Bu anlamda hiçbir siyasal partinin, akımın, ideolojinin, din, mezhep, ırk ve milliyetin, cinsel yönelimin uygulayıcısı değildirler. Hiçbir iktidarın emrine girmezler. Meslek ilkelerinin/ahlakının “herkes için, her yerde, her zaman” geçerliliğini, dolayısıyla bunun temeli olan, “Temel İnsan Hak ve Özgürlüklerini” savunurlar. HHH Otoriter rejimler daha sınırlı olarak, totaliterler ise özel yaşam da dahil olmak üzere, yaşamın bütün alanlarında, topluma kendi ahlaklarını dayatırlar. Elbette bu “kendi ahlakları”, “kendi kimliklerine” bağlı olan, ya dinci/mezhepçi, ya ırkçı/milliyetçi ya da siyasal/ ideolojik veya bunların bir karışımı olan “Özel Ahlaktır”. Bu otoriter ve totaliter rejimlerin “Özel Ahlaklarının” bir numaralı düşmanı, kendi ahlak anlayışlarına sahip olan meslek örgütleridir. Bu tür meslek sahipleri, kendi varlıklarını, yaşamlarını, meslek ahlaklarına borçlu olduklarından bu ahlakı savunan meslek örgütlerinden vazgeçemezler. HHH Ahlak, hukuk ve adalet birbirlerini etkileyen kurumlardır. AHLAKSIZ, HUKUK VE ADALET OLAMAZ: ADALETSİZ VE HUKUKSUZ AHLAK HİÇ OLAMAZ! 18.00 TL 10.80 TL 18.52 TL 7.41 TL 45.00 TL 27.00 TL 13.89 TL 4.17 TL 30.00 TL 18.00 35.00 TL 21.00 TL 35.00 TL 21.00 TL 18.00 TL 10.80 TL 32.00 TL 19.20 TL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear