22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KÜLTÜR 13 24 ARALIK 2020 PERŞEMBE Türk filmlerine uluslararası platform Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği (SEYAP) Türk sinemasının uluslararası platformda görünürlüğünü sağlamak adına yeni bir adım attı. Kurulan “New Turkish Films” (newturkishfilms.com) adlı oluşum Türk sinemasının yeni filmlerini yurtdışında tanıtmayı hedeflerken yeni işbirlikleri için de açılımlar sağlamayı amaçlıyor. Yeni Türk filmlerinin uluslararası platformlarda görünürlüğünü artırmak amacıyla atılan adımlardan biri olan New Turkish Films sitesinde Türkiye’de yapılan filmler yapım yıllarına göre arşivlenerek bir veri oluşturuyor. Bu sayede hem Türk sinemasında yapılan filmlerin özenli bir kaydının tutulması hem de uluslararası sektörün ihtiyaç duyduğu bir portal olarak hizmet vermesi hedefleniyor. (Ayrıntılı bilgi: newturkishfilms.com) Kadıköy’de çocuklar için‘CAZ’ Kadıköy Belediyesi Çocuk Sanat Merkezi’nin geleneksel “Çocukça Caz Konseri” 25 Aralık’ta saat 18.00’de, Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’nde yapılacak. Bu yıl pandemi koşullarına uygun olarak dördüncüsü hazırlanan programın konuğu akordeon ustası Edward Aris olacak. Aris’in, çocuk sanat merkezi öğrencileri ve öğretmenleriyle birlikte sahneye taşıdıkları eserler arasında “Autumn leaves ve Fly me to the moon” gibi önemli örnekler de yer alıyor. ‘Dünyanın en zengin belediye başkanıyım!’ Daha yeni Hanuka’yı kutladık, önceki gün ra kalmış Yıldız Parkı’nda farklı kökenlerden Narduran, önümüzde Noel var. İstanbul, yeni gelen hemşerilerin anlatıldığı “İstanbul’un yılı evlerde kutlamaya hazırlanırken sincapla Renkleri” adlı kitabının tanıtımı vardı. İBB Kültür AŞ tarafından hazırlanan “İstanbul’un Renkleri” kitabının tanıtımında Ekrem İmamoğlu, hemşerilerinin farklı kökenlerine vurgu yaparak “Bu şehrin hiçbir topluluğunun adı ‘azınlık’ değildir. Bir kişi de kalmış olYAZGÜLÜ sa o, kimliğinin temsilciALDOĞAN si olarak ‘asil’dir. Bunun hissedilmesini özellikle istiyorum. Ben 40 yıllık İstanbulluyum, Sayın Levi 500 yıllık! Kültürel katkılarıyla bu şehri zenginleştiren herkesi minnetle anıyorum. Sadece Rum, Ermeni, Yahudiler değil, onların dışında da birileri var: Bulgar, Süryani, Latinler, Polonezler, onlar ihmal ediliyorlar!” dedi. Pandemi koşulları nedeniyle Yıldız Parkı’ndaki Malta Köşkü’nün bahçesinde açık havada düzenlenen ve kendilerinin de anlatıldığı kitabın tanıtım toplantısına İstanbul’da yaşayan farklı dinlere mensup grupların resmi temsilcileri katıldı. Kitabın yazarları arasında bulunan ve bu yıl meslekteki 70. yılını kutlayan gazeteci Altan Öymen de yaptığı açış konuşmasında, “Çok renkli kültürümüzden bahsederken hep Türk, Kürt, Laz diye başlayıp devam ederler ama anmadıkları başka gruplar da vardır. Onların farkı, aynı dinden olmamalarıdır. Oysa Türk vatandaşlığı diye bir şey var. Ve bu şehirde, bu ülkede yaşayan o insanların bu ülkenin zenginliğine katkıları büyük. İstanbul’un saraylarını Ermeni ustalar yaptı” örneğini vererek farklı dine mensup hemşerilerin önemine dikkat çekti. Ne yazık ki şimdilerde bu zenginlik fakirliğe dönüştü. Yıllar içinde çeşitli baskılarla Ermeni, Rum ve Yahudi nüfus azaldı. 500 yıldır gettolar KATILANLAR... İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun katılımıyla gerçekleştirilen tanıtım toplantısında; Fener Rum Patriği Bartholomeos, Türkiye Ermeni Cemaati Başrahibi Tatul Anuşyan, Türkiye Musevileri Hahambaşı Rav İsak Haleva, Süryani Kadim Cemaati lideri Metropolit Mor Filüksinos Yusuf Çetin, Türkiye Ermeni Katolikleri Dinî önderi Kerabaydzar Levon Zekiyan, İstanbul Keldani Kilisesi Papazı Remzi Diril ve yazarlar hazır bulundu. oluşturmadan, mahallelilik kültürü içinde birlikte yaşadıkları, bayramları birlikte kutladıkları bu toprakları terk edip gittiler. Yerlerine yeni göçmenler geldi: Suriyeliler, Afrikalılar, Afganlar; ucuz işgücü olarak çalışan, kültürel katkıları kıt, daha iyi koşullarda yaşayacakları ülkelere gitmek için fırsat kollayan ama bir yere gidemeyenler. Özellikle Suriyelilere sırf Sünni Müslüman oldukları için yardımlar ve kapılar açık. Tüm Cemaat Vakıfları Başkanı Bay Levi’nin konuşması ise hüzünlüydü: Levi, 167 adet vakfın temsilcisi olarak içinde çocukların koşuşmadığı okullardan, ibadet yapılmayan kiliseler, sinagoglardan, yıkılmak üzere olan binalardan bahsederek “Bu eski binaları tekrar İstanbul’a kazandıralım. Vakıflar bunun için var, uluslararası fon da bulunur. Ama doğru insanlarla projeler yapmak, bürokratik engelleri aşmak için İBB’nin desteği şart” dedi. Toplantı bittiğinde vedalaşırken başkan İmamoğlu’na gazeteci olarak bu talebin takipçisi olacağımı söyledim. Gerçekten de bu 167 vakfın elinde, birer mücevher güzelliğinde ibadethaneler, okullar var. Bunlar restore edilerek, kültür sanat kurumlarına dönüştürülerek İstanbul’un zenginliğine katılmalı. Hem işgalden hem taciz ve tahripten kurtulur. Turizme de hizmet eder. Kitap, hiç kuşkusuz çok heyecan v erici. Onu en kısa zamanda sizlerle buluşturacağım. Şimdilik bu toplantıdaki konuşmaların önemine atfen sayfaya sığması gerekliydi. Bugün 24 Aralık: Tevfik Fikret’in doğum günü. Şiirimizin bu büyük ustasını, 153. yaş gününde sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Hepimizin ona olan özlemini dile getiriyor, iyi ki doğdu, aydınlığa, eşitliğe, özgürlüğe, bağımsızlığa susayanların sesi oldu, insana, insancıllığa büyük önem verdi, yeniliği, gelişmeyi, bilimi destekledi, dünyamızı aydınlattı diyorum... Tevfik Fikret, Türk şiirini çağdaşlaştıran, uluslaştıran, yenileştiren, insancıllaştıran ilk şairimizdir. Pek çok şairi etkiledi. Yüzyılı aşkın bir süre önce Mustafa Kemal de öğrenciliğinden başlayarak onun şiirlerinden etkilendi. Samsun’a çıkmadan bir yıl önce 19 Ağustos 1918’de, Fikret için Aşiyan’da yapılan anma gününe katıldı, anı defterini imzaladı. Dâhi lider sonraki yıllarda onun özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık konusundaki düşüncelerinden ışık aldığını anlattı. UNESCO, doğumunun 100. yılında 1967’de Tevfik Fikret’i Dünya Büyükleri listesine aldı, 1968’i Tevfik Fikret Yılı ilan etti. Geçen günlerde Cumhuriyet’in birinci sayfasında yayımlanan gazetemiz yazarı, şair Ataol Behramoğlu’nun “Tevfik Fikret’e” başlıklı şiiri, hepimizin duyduğu o içTevfik Fikret olmasaydı... ten sevgiyi, özlemi ve bunun nedenini ne güzel anlatıyordu. Galatasaraylı şairler Fikret, evlerinin bulunduğu Aksaray semtinde Mahmudiye Valide Rüştiyesi’nde okula başladı. Sonraki yıllarda 1877 Osmanlı Rus Savaşı yüzünden İstanbul’a gelen göçmenler camilere, okullara yerleştirilince okulsuz kaldı. Bu arada hacca giden annesi Hatice Refia Hanım ile dayısı Hasan Nuri Bey’i koleradan yitirdi. Babası onu bu nedenlerle Mektebi Sultani’ye (Galatasaray Lisesi) yatılı olarak verdi. Çok çalışkan bir öğrenciydi. Tüm sınıfları ve okulu birincilikle bitirdi. Fikret, Galatasaray’ı “Doğu’nun Batı’ya ilk açılan kapısı” olarak tanımladı. Buradaki edebiyat öğretmenleri Feyzi Efendi, Muallim Naci ve Recaizade Ekrem’den etkilendi. Batılı şairleri de okuyarak kendi şiirini oluşturdu. Yönettiği Serveti Fünun dergisiyle yeni bir kuşak yarattı. Galatasaray Lisesi 1868’de kuruldu. O tarihten bugüne çok sayıda şair yetişti. Kendi de Galatasaraylı olan şair, yazar Güngör Tekçe, Galatasaray’dan Şairler Geçti adlı seçkisinde (Galatasaraylılar Derneği Yayınları, 2010) 34 şaire ve çeşitli temalar altında topladığı şiirlere yer veriyor. Bitiren/bitirmeyen önde gelen şairleri şöyle sıralıyor: Adnan Bulak, Ahmet Haşim, Ahmet Uzel, Ali Mümtaz Arolat, Asaf Çiğiltepe, Asaf Halet Çelebi, Atilla Alptekin, Basri Karagöz, Cahit Sıtkı Tarancı, Çetin Altan, Ege Ernart, Emin Bülend, Emirhan Oğuz, Güngör Tekçe, Halit Fahri Ozansoy, Hamit Macit Selekler, İzzet Yasar, Melih Artel, Munis Faik Ozansoy, Nâzım Hikmet, Nihat Keklik, Orhan Veli, Osman Serhat, Özdemir Asaf, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Salih Ecer, Suavi Koçer, Teoman Aktürel, Tevfik Fikret, Tozan Alkan, Tuna Kiremitçi, Uğur Hacıhanefioğlu, Yaşar Nabir Nayır, Ziya Osman Saba. Güngör Tekçe seçkisini Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Önsöz Yerine” şiiriyle sunuyor: Bayramdı Orhan Veli’yle beraberdik Boğaziçi Vapuru’nda Aşiyan’a gidiyorduk Fikret’in elini öpmeye Bir baktım üzgün koca şair Bir baktım güneşler içinde Hiç söz açmadı Haluk’tan Dilinden de düşürmedi “Bu memlekette de bir gün sabah olursa Haluk” Evet, eli öpülesi bir şair Tevfik Fikret. II. Abdülhamit, babasını sürgünden sürgüne gönderdi. Üçüncü sürgününde öldü. Onun baskısını, zulmünü “Sis” şiirinde dile getirmiş, yolsuzluk, hırsızlık yapanları “Yağma Sofrası” ile duyurmuş ve tüm gecelerin bir gün son bulup sabah olacağı umudunu “Sabah Olursa” vb. şiirlerinde anlatmıştı. Dediklerinin hepsi birer birer gerçekleşmedi mi? Ya Fikret olmasaydı? Bugün de adaletsizliğin getirdiği karanlık, zulüm, özgürlük kısıtlamaları, baskılar, soygunlar, salgın çaresizliği yaşanmıyor mu? Elbette bunlar da sona erecek bir gün. Bunun için umutsuzluğa yer yok. Fikret’in dediği gibi, hak bellenen yoldan gitmek, gerçeğin peşinde koşmak, umudu yitirmemek yeter... Rakının önünü açın, bitsin bu bela! Geçen haftanın haberleri arasındaydı. Üzerinde durulmadı. Ekimden bu yana ülke genelinde sahte içkiden hastanelere başvuran 92 kişi yaşamını yitirdi. Kayda geçmeyen, hastaneye başvurmayan da var. Salgından, hastalıktan ölüyoruz, açlıktan, yoksulluktan, keyfi yasaklardan, umutsuzluktan ölüyoruz. Sevgisizlikten, tehditlerden, öfkeden, şiddetten, işsizlikten, adaletsizlikten ölüyoruz zaten. Bir de bu! Sorumlu ÖTV Kısadan söyleyeyim: Sorumlusu, iktidarın aldığı ekonomik politik kararlardır! “Özel Tüketim Vergisi”dir. (ÖTV) İnsanlar fakirleşir, içki fiyatları yükselirken, içkisini içmek isteyen insan çaresizlikten kendi içkisini üretmeye çalışacaktır. Burada sahte içki üretip ticaretini yapanlardan söz etmiyorum elbet ve malum içki sağlığa zararlıdır. Yakından biliyorum: İşi gücü olan birçok arkadaşım, kendi evinde kendi içkisini üretiyor artık. Çünkü ÖTV adı altında konan vergilerle Türkiye alkolden alınan vergide dünyada altıncı sırada. İzlanda, Norveç, Avustralya, İsveç ve Finlandiya’dan sonra içkide vergi rekortmeni! (Gel de şimdi OHA! deme.) Ben rakıcıyım, ondan rakı üzerinden gidiyorum: Son on yılda ÖTV rakıda 51 TL’den 279 TL’ye çıktı. Böylece rakının fiyatı yüzde 443 artırıldı. Şarapçı bir arkadaşıma sordum: ÖTV’den dolayı şaraptaki artış yüzde 411. ‘Bir Cumhuriyet Kadının Gözünden’ Rakı, bizim milli kültürümüzün bir parçasıdır. Bundan kuşkusu olanlar, her evde bulunması gerektiğine inandığım, 500 yıllık tarihsel kesitte rakı kültürünün izini süren, olağanüstü keyifli anekdotlar içeren “Rakı Ansiklopedisi” ( Overteam YayınlarıMey1914) kitabını alıp yeniden okusun. Sadece edebiyatımızın değil, örf ve anneannelerimizin, coğrafi, tarihsel, toplumsal, dinsel, etnik, çokkimlikliliğimizin de ayrılmaz bir parçası. Birkaç gün önce “Bir Cumhuriyet Kadının Gözünden” başlıklı bir bilgi notu aldım. (Reklama girmesin, hangi marka olduğunu söylemeyeceğim.) Kalite müdürü Duygu Beypınar, rakı üretiminin ayrıntılarını ve her safhada kadın çalışanların ön plana çıktığını anlattıktan sonra klasik, efsanevi reçetelerine, ikinci bir reçete/ yorum eklediklerini söylüyordu. Dikkatli okuyun: “Bizim için çok önemli tarihlerden ilham aldık. Ustalıkla damıtılmış 1881 litre mutlak alkol yaş üzüm sunması, anason tohumlarıyla geleneksel imbikte bir kez daha damıtarak 1923 litre ürün elde ettik...” İnceliğe, hassaslığa bakar mısınız! Rakı ve edebiyat Orhan Veli’nin ünlü şiiridir: “Eskiler alıyorum / Alıp yıldız yapıyorum / Musiki ruhun gıdasıdır /Musikiye bayılıyorum.// Şiir yazıyorum / Şiir yazıp eskiler alıyorum / Eskiler verip musikiler alıyorum // Bir de rakı şişesinde balık olsam.” Şairin sonradan eklediği o son dize var ya! Pişman olduğu söylenir. Çünkü şiirin önüne geçip fazla ünlenmiştir. Kaç kişi bilir o dizenin eklenme nedeni sadece Ahmet Haşim’in “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirine, lirizmine meydan okumak olduğunu... Hani var ya: “Akşam, yine akşam, yine akşam/ Bir sırma kemerdir suya baksam;/Üstümde sema kavsi mutalsam! / Akşam, yine akşam, yine akşam / Göllerde bu dem bir kamış olsam!” Edip Cansever dendi mi akla ilk gelen “Yerçekimli Karanfil” şiiri, “Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde/ Oysaki seninle güzel olmak var / Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi” diye başlar; karanfil elden ele geçerken “içimizde sevdayı büyütürüz”... “Şişede durduğu gibi durmaz ki kâfir/ Tutar insana yaşamayı sevdirir” derken Metin Eloğlu, Can Yücel çoktan ilan etmişti kendi durumunu: “Ben Dionysos kavmindenim, yani yaşama sevinci veren bir Anadoluluyum” diye açıklamıştı. Beyler milletin anası ağlıyor, bir de yaşama sevincinin içine okumayın! NOT: Babıâli’nin en renkli, en saygılı, en sevecen, en çalışkan insanlarından birini Zozo Toledo’yu yitirdik. Sevenlerine, yakınlarına sabırlar diliyorum.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear