01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
KÜLTÜR 13 16 ARALIK 2020 ÇARŞAMBA Görmeden olur, okumadan olmaz! Atilla Dorsay Atilla Dorsay, insan ömrüne 55. kitabını da sığdırdı. Bu kez son beş yılın dünya sineması filmlerini “Hayatımızı Değiştiren Filmler”de anlattı. YAZGÜLÜ ALDOĞAN Onun yazma hızına biz okumak için yetişemiyoruz! Ben kendisini, kendimi bildim bileli okurum. Sinema yazılarına odaklanmadan önce gezi yazılarını okuyup gitmeyi önerdiği her yere gitmiştim. Sonra yemek yazıları yazdı, o dönem de tavsiye ettiklerini yedim! Müzik de yazdı. Sonra sinema, hayatı haline geldi. Tam bir sinefil, zevklerimiz de uyuşuyor. Önce kâğıttan okuyorduk, kızdı gazetesini bıraktı, şimdi internetten, tabii her şeyden önemlisi birer belge ve arşiv değeri taşıyan kitaplarından okuyoruz. Sinemayı salonda izlediğimiz güzel günlerde, basın gösterimlerinde karşılaşmak ve iki muhabbetin belini kırmak da keyifliydi, şimdi evlerimizde, bilgisayarların ve ekranların karşısında, aman ne keyifli, istediğin gibi yayıl, ye iç, beğenmediğin yeri atla diye kendimizi kandırarak yalnız başımıza film seyrediyoruz. Ama o bir yandan yazıyor! Atilla Dorsay dört ay arayla 55. kitabını çıkardı. Her zamanki heyecanından biraz daha fazlası var sanki. 2015’ten 2020’ye dünya sinemasından izlediği 426 filmi anlatıyor: Hayatımızı Değiştiren Filmler! Eylülde çıkardığı bir önceki kitabı ise 2010 2020 Türk sinemasından izlediği filmlerdi. İkisi de referans kitabı. Sinema üzerine çalışan, yapan, okuyan, seyreden herkesin ilgisini çekecek ve elinin altında bulunmasını isteyecek bilgi içeren kitaplar. Şimdi soralım bakalım son kitabı için neden bu kadar heyecanlı? n Bu kitap sizin için niye önemli? Sadece 55. kitabım olduğundan değil! Ama beni en heyecanlandıran kitaplarımdan biri oldu. Çünkü ele aldığım 20152020 arasında gördüğümüz yabancı filmler öylesine düzeyli, öylesine kaliteli çıktı ki... Önce türlerin zenginliği. Sonra ele alınan konuların önemi, hatta yaşamsallığı. Örneğin en büyük insanlık suçu olan Yahudi soykırımı; bitmeyen ırkçılık; kadının ezilmesi; eşcinsellere baskı vb. temalar. Ve de sinemayı değiştirecek başyapıtlar: Parazit’ten Roma’ya, Birdman’den Carol’a, Joker’dan Diriliş’e, Yüzündeki Sır’dan Ay Işığı’na, Whiplash’dan âşıklar Şehri’ne, İda’dan Genç Karl Marx’a... n Nasıl bu kadar çok ve hızlı yazabiliyorsunuz? O kadar da hızlı değil. Unutmayın ki hepsi değil ama çoğu kitabım yazılarımın derlenmesi. Ama bunu akıllıca ve periyodik biçimde yaptığım için bunlar birleştirilince birer kaynakkitap oluşturuyor. n Pandemi döneminde nasıl film izlediniz? Çevrimiçi sizi tatmin etti mi? Aslında film izlemekten çok yazdım: iki kitap birden... Film izlemeyi Dijitürk, Netflix ve arşivimden sağladım. Çevrimiçine ise rağbet etmedim: Benim janrım değil!.. Sinemaya sadece “Nasipse Adayız” için gittim. Ve tek başıma izledim!... n Evinizde nasıl bir sinema sistemi var? Ve arşivinizde kaç film? Hayli büyük bir ekran ve yedi bini aşkın DVD. Ki neredeyse tüm sinema tarihini içeriyor. Atilla Dorsay, izlemeye ve yazmaya devam edecek. Biz de izlediğimiz ve izlemek isteyeceğimiz filmler hakkında kaynak olarak kitaplarını okumaya. Daha önünde çok yıllar var, daha yeni rektifiye yaptırdı malum! Kitapları Remzi Kitabevi’nde... SANSÜR VE PANDEMI SANATIN HER ALANINI ZORLUYOR Diper soruyor, Kültür ve Turizm Bakanı susuyor ‘Nasıl yaşayabilir Zafer sanatçılar’... Diper Yıllarını tiyatroya adamış bir oyuncu Zafer Diper. 1960’lı yıllarda Beşiktaş CHP Gençlik Kolu’nda başlayan tiyatro yolculuğu sonrasında “Halk Tiyatrosu”, “Ortaoyuncular” ile devam etmiş. Ta ki 1981 yılında Bizim Tiyatro’yu kurana kadar. Kendi tiyatrosunda 10’larÖZNUR ca oyun sahneleyen Diper’in OĞRAŞ ÇOLAK tiyatrosu birçok özel tiyatro gibi zor durumda. Diper, “Dokuz aydır tek bir oyun sergileyememiş, tek kuruş gelir elde etmemiş olmamıza karşın her ay gönderilen VERGİ, SSK ödemeleri ile baş başayız, herkes gibi. Benzersiz bir ülke...” diyor. Doğru söze ne demek gerekir; haklısın demek yeter mi? Sanatçılar sesini duyurmaya çalışıyor, destek istiyorlar. Biz gazeteciler onların sesini duyurmasına destek olmak için aylardır yazıyoruz. Sonuç ortada, kapanan tiyatrolar. Diper, “Sayısal tiyatro(?)” başlıklığı ile yayımlandığı bildiride soruyor; “Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de sanata yapılan müthiş destekleri duyunca, bizde 0 kuruş olan durumda ne yapabilir, nasıl yaşayabilir üretebilir sanatçılar?” Evet, bu sorunun muhatabı belli... Diper’in yayımladığı bildirinin bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz: “Özellikle 80’li yılların başlarında tiyatroda sahnedeki oyunumuzu çekmek zorlu işti. Kamera bulmak kolay değildi önce. Bin bir güçlükle yapılacak çekim, bir tek kameranın, salonun uzak köşesinde sabit durması ile olanaklıydı. Oyuncuların sesleri tonlamaları anca algılanır, ışıklar yetersiz kalır, kimi eylemler karaltılı (siluet) biçimde görünüp geçerdi. Bu, o oyunun ‘bakalım biz ne yapmışız, sonradan anımsayalım’ amacıyla belgelenmesi, tiyatroda arşivlenmesi için yapılırdı... Şimdilerdeyse her şey başka... 2020’de salgın gerekçesiyle çekimleri yapılan oyunlar, ‘dijital, canlı, çevrimiçidışı vd.’ yaklaşımlarla da yayımlanmaya başlandı. Sahnede olanlarla, salonda bulunan izleyicilerin canlı birliktelikteliğiyle oluşan sanatsal etkinliğe tiyatro diyebiliyorsak, bunlara ne demeli? Günümüzde sahnelenen bir oyunun filme aktarılması konusu, şöyle: Film ekibi, oyunu defalarca okurizler; sinemasal terimlerle masaya yatırır, çekim planları yapılır, genel, yakın, uzak, ayrıntı çekimleri, sesler, ışıklar, vd. saptanır, kameralar çeşitli açılara yerleştirilir, bitiminde kurgulanır ve oyun artık ‘tiyatro’ değil, olur size ‘film’... Hani iş tiyatro yapıtının film yapılması durumuna dönüşür; tiyatro, sinema sanatı aracılığıyla, sahnede değil de ekran(lar)dan izlenen ürün biçiminde çıkar ortaya. ‘Çok iyi koşullarla yaratıcıyetkin kurgusal çekimlerle’ filmleştirilerek yayımlanan bir oyunu izlemekten keyif alınabileceği de ortada ayrıca ama geniş ekranda, iyi ses düzeniyle; küçük bilgisayarlardan, mini minnacık cep telefonlarından değil... Filme dönüştürülmüş oyunun gösterimi için kullanılan ‘dijital tiyatro’ lafına da gelince... Dijital sözcüğü Fransızca kökenli ve anlamı ‘sayısal, verileri ekran üzerinde elektronik olarak gösteren’ demek. ‘Sayısal’ ise sayı ile ilgili, sayıya dayanan, numerik demek. E, o zaman ‘dijital(sayısal) tiyatro’ ne demek? Ayrıca Türkçede (TDK, Dil Kurumu vd. sözlüklerde) ‘dijital tiyatro’ diye bir şey yok... Ama ne yapacaktı tiyatrocular; ekran aracılığıyla da olsa, yaşama tutunma isteği dışında, şu virüs salgını döneminde?”... Bir sansür de BluTV’ye mi? Dizinin başrol oyuncuları Mert Ramazan ve Müge Bayramoğlu... Cüneyt Özdemir’in RTÜK Başkanı’na “Çıplak” dizisiyle ilgili tweet atmasının ardından dizi platformdan kaldırıldı. Daha önce Netflix’teki dizilere Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından sansür uygulandığı, hatta “Şimdiki Aklım Olsaydı” diziORHUN sinin içeATMIŞ risinde eşcinsel bir karakter barındırdığı gerekçesiyle iptal edildiği ortaya çıkmıştı. Yeni bir sansür iddiası da BluTV’de yayımlanan “Çıplak” dizisiyle ilgili geldi. İkinci sezon hazırlıkları süren dizinin ilk sezonu yayımlanmasından 6 ay sonra BluTV’nin arşivinden kaldırıldı. Ancak bu işlemin Cüneyt Özdemir’in diziyi izleyip beğendiğini açıkladıktan sonra attığı, “Aman RTÜK Başkanı Bekir Şahin Bey ve sansür kılıcı görmesin!’” tweet’inden sonra gelmesi doğal olarak sansür iddialarını güçlendirdi. Dizinin neden kaldırıldığıyla ilgili dün BluTV’den şu açıklama yapıldı: “18 yaş altı çocuk kilidi uygulamamızı aktive etmek üzereyiz. Bu nedenle Çıplak dizisini kısa bir süreliğine erişime kapatmış bulunuyoruz. Teknik prosedürler tamamlandıktan sonra içeriğimiz yeniden izleyicilerimizle buluşacaktır.” Ancak yaz aylarında yayımlanmaya başlanan dizinin neden şimdi kaldırıldığı ise bir soru işareti. Cüneyt Özdemir, tweet’inin sansür çağrısı olmadığını, zaten aylardır RTÜK’ün sansürcülüğünü eleştirdiğini söyleyerek kendisini savundu. Dizinin yönetmeni Can Evrenol ise dizinin neden ve nasıl yayından kaldırıldığıyla ilgili sorularımızın ardından “şu anda cevap vermenin uygun olamadığını” ifade etti. Çıplak’ın konusu Senaryosunu Merve Göntem ve Can Evrenol’un birlikte kaleme aldığı, görüntü yönetmenliğini Orkun Göntem’in, yönetmenliğini Can Evrenol’un yaptığı “Çıplak”, yurtdışında yaşamak için para biriktirmek isteyen ve bu amaçla eskortluk yapan Eylül adındaki genç bir kadının hayatına odaklanıyor. Bir doğum günü partisine katılan Eylül, partinin sahibine âşık olur ve planları değişir... Kadife sesler Peter Sellers’ın Chance the Gardner olarak canlandırdığı “Being There” filmini anımsar mısınız? Bu günlerde eve kapalı yaşarken, onun gibi yabancıyız sokaklara. Beni bu “online” konserler de kesmiyor. Sanatçının nefesini aynı ortamda duyamamak, o anı yaşayamamak, tutsaklık duygusuna benziyor. İyi ki kendimizi oyalayacak işlerimiz, okuyacak kitaplarımız, dinleyecek müziğimiz var. Zaman zaman kendime bir tema yaratıp onun peşinden, tarihin derinliklerine doğru yol alıyorum. Eski dönemin müziği, kadın sopranoların sahneye çıkamadığı 15. ve 16. yüzyıllardaki kastratlar için bestelenen şarkılarla dolu. Zamana damga vurmuş kastratların ses rengine göre bestelenen eserler kadife gibi: Mozart’ın, ses rengine âşık olduğu, zamanın ünlü kastratı Venanzio Rauzzini için bestelediği moteti dinliyorum. Sonundaki Hallelulia’da gökyüzüne doğru hafifliyorsunuz! Idomeneo operasındaki kralın oğlu, sonradan kral olan genç Idamantes’in kastrat rengindeki sesi mitolojiyle müziği birleştiriyor. 18. yüzyılda castrati sayısı pek çok ve onlar için yazılmış bir o kadar da şarkı var. Genelde mitolojik konuların operaya egemen olduğu dönem. Mitolojinin gerçeküstü öyküleriyle castrati’nin gerçekdışı yaşamları birbirine koşut. Opera seria’daki sanatçı kadrosunda bazen birden fazla kastrat var. İlginç olan castre edilmiş çocuklardan müziğe yatkın olanlar küçük yaşta ayrılır ve uzun yıllar boyunca nefes kontrolü eğitimi alırlarmış. Onlara has olan ünlü ajilitelerini (çabuk söyleme tekniği) de göğüs kafesinin genişliği nedeniyle kolayca yaparlarmış. Mitolojik konulu operalarda bas sesler savaşçıları, bariton veya tenorlar tanrıları, boysopranolar (veya kastrati) âşık kadınları simgeliyor. Henüz opera orkestrasının olmadığı dönemler. Genelde küçük bir topluluk uvertür ve perde arası için bestelenmiş müzikleri çalıyor, ama başköşede klavsen oturuyor. Çalgıların olmazsa olmazı klavsen. Klavsenci hem eşlik ediyor hem de o çağda henüz ortaya çıkmamış orkestra şefi yerine tempoları yönetiyor. Yanında bir başka sürekli bas olan viola da gamba var. Çeşitli borular (nefesli sazlar) resmigeçit gibi görkemli sahneleri temsil ediyor. Örneğin tanrı/ tanrıçalardan birinin veya kralın sahneye girmesini selamlıyorlar. Dame Emma Kirkby’yi dinliyorum. Bugüne kadar sayısı bini geçen kaydı var. Eski müzik, zamanın şarkıları ve çalgıları üstüne derin araştırmalar yapmış bir müzikolog. Handel’in kutsal kantatlarını söylüyor. Duru, pürüzsüz, kristal gibi bir ses. Mutlaka zamanın bir castratı için bestelenmiş. Çalgıların girişinden sonra derinlerden duyulan Emma’nın sesi sanki karanlık bir kilise avlusuna güneş doğuyormuş gibi. Emma Kirkby’yi yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall konserlerimize konuk etmiştik. Onunla uzmanlık alanı olan eski dönemleri konuşmuştuk. CD kayıtlarının her zaman canlı konserlerde yapılmasını yeğ tutuyordu. Ayrıca, bugün eski müzik icra ediliyorsa eşlikte piyano yerine mutlaka klavsen kullanılmalıydı. Konservatuvarlarda şan öğrencileri klavsen ile yetiştirilmeliydi. Klavsendeki süslemeler sesi, şarkı söyleme tekniğini etkiliyordu. Tarihe daldıkça insan nice bilmediği inceliği öğreniyor. PEN’den edebiyat dünyasına çağrı PEN Yazarlar Derneği Yönetim Kurulu, edebiyat sektöründeki yazar, çevirmen ve yayıncı kadınların maruz kaldıkları taciz ve benzeri davranışlara karşı önleyici, onarıcı bir adalet sağlamak amacıyla, sektörün bütün unsurlarını bir araya getiren bir onur komisyonu kurma kararı aldı. Türkiye Yazarlar Sendikası, Çevirmenler Birliği, Türkiye Yayıncılar Birliği gibi kurumlara ortak çalışma çağrısı yapan PEN, komisyonun hem bu tarz vakalar olduğunda mağdurun başvurusuyla faile gerekli uyarıları yapmayı hem de mağdura avukat, psikoterapist gibi ilgili mesleklerin gönüllü desteğini sunmayı hedeflediğini belirtti. Komisyonun yola çıkış ilkesinin ise PEN Kadın Hakları Bildirgesi’ndeki şu satırlar olduğu ifade edildi: “PEN gerek ev duvarları arasında, gerekse kamu alanında kadına yönelik tüm şiddet biçimlerinin tehlikeli sansür türlerine yol açtığı görüşündedir. Dünyanın her yerinde kültür, din ve gelenek çoğu kez insan haklarından üstün tutulmakta, kadın ve kızlara zarar vermeye yönelik birer gerekçe sayılmaktadır. PEN açısından, bir insanı susturmak onun varlığını inkârdır. Bir tür ölümdür. Kadınlar yaratıcılık ile bilgi alanlarında her bakımdan özgürce davranamazsa insanlık eksik ve yoksun kalır.” Türk sanatçıya Belçika’dan ödül İzmirli genç sanatçı Ada Güvenir, 12 Aralık’ta Belçika’nın Leuven kentinde yapılan ödül töreninde, Belçika Hükümeti Sinema Fonu’nun animasyon dalında 60 bin Avro değerindeki en büyük proje ödülünü kazandı. Leuven Uluslararası Kısa Film Festivali finalinde her yıl olduğu gibi VAF Wild Card olarak isimlendirilen büyük sinema ödülleri sahiplerini buldu. Prestijli ödül ilk defa Türk bir sanatçıya verildi. Çok küçük yaşlardan beri resim, heykel, mozaik alanında eserler üreten Ada Güvenir 16 yaşında öğrenci değişim programıyla bir yıl için gittiği Belçika’da resim bölümünden birincilikle mezun oldu, öğretmenlerinin yönlendirilmesi ve sınav başarıları ile eğitimine Belçika’da devam etti ve bu yıl KASK Kraliyet Sanat Akademisi Animasyon dalında yüksek lisans eğitimini üstün başarı ile tamamladı. Sanatçının ilk filmi “Would you please ?” Belçika, Rusya, Yunanistan ve İtalya dahil olmak üzere çeşitli film festivallerinde gösterilmeye devam ediyor. Ada Güvenir Nilüfer’in sempozyumuna ilgi Nilüfer Belediyesi Yılın Yazarı Fakir Baykurt etkinlikleri “Bozkırın Rengini Değiştiren Yazar Fakir Baykurt Sempozyumu” ile sona erdi. Pandemi nedeniyle bu yıl çevrimiçi yapılan sempozyumu yurtiçinden ve yurtdışından binlerce kişi takip etti. 2020 yılında Fakir Baykurt’u “yılın yazarı” ilan eden Nilüfer Belediyesi, bütün bir yıla yayılan etkinlikleri “Bozkırın Rengini Değiştiren Yazar Fakir Baykurt Sempozyumu” ile noktaladı. Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürlüğü tarafından yıl boyunca düzenlenen, yazı ve okuma atölyelerinden söyleşilere, okuma ve tanışma etkinliklerine; Yılın Yazarı Öykü Ödülü ve Liselerarası Kitap Kapağı Tasarım Yarışması’na toplam 21 etkinliğe, pandemi koşullarına rağmen binlerce kişi katıldı. Erkut Taçkın yaşamını yitirdi Türk Rock müziğinin ilk temsilcileyaptığı “Beyaz Ev” adlı şarkısı hâlâ akıllarda. rinden, uzun zaman1976 yılının şubatkadır kanser tedavisi gösım ayları arasında Ayren Erkut Taçkın, 78 ten Alpman ile sahnede yaşında yaşamını yibir ikili oluşturdu. 1978 tirdi. Türkiye’nin Elyılında müziği bırakacavis Presley’i olarak anığını açıkladı. 1967 yılan Erkut Taçkın’ın, lında Ertem Eğilmez yö1975 yılında yayımlanetmenliğindeki “Ömnan kendi adını taşıErkut Taçkın re Bedel Kız” adlı filmde yan LP albümünde sesKartal Tibet ve Fatma lendirdiği “Sevmek İstiGirik ile birlikte oynayorum” isimli şarkısı ise “Aşk 101” dı. Yine 1967 yılında “Devlerin İndizisi sayesinde yıllar sonra yetikamı” adlı filmde Fikret Hakan ve niden popüler oldu. 1975 yılında Tanju Gürsu ile rol aldı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear