16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 16 EKİM 2020 CUMA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AYM kararındaki karşı oyların gerekçeleri, çoğunluktan çok daha kuvvetli Karşı oylar daha güçlü! HAMDİ YAVER AKTAN YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANI Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmaktan kaçınılarak tüketici biçimde özel aftan ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre “özel af ile hapis cezasının infaz kurumunda çektirilmesine son verilebilir veya infaz kurumunda çektirilecek süresi kısaltılabilir ya da adli para cezasına çevrilebilir.”(M. 65/2) TBMM’nin görev ve yetkilerini düzenleyen, anayasanın 87. maddesine göre özel af ilanı için beşte üç çoğunluğun kararı gerekmektedir. Bilindiği üzere, 14.04.2020 tarihli ve 7242 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un iptali için açılan somut norm denetimi davasında Anayasa Mahkemesi söz konusu kanunun anayasaya aykırı olmadığına karar verdi! (AYM. E. 2020/44, K. 2020/41, 17.7.2020, Resmi Gazete, 7 Ekim 2020, Sayı: 31267) AYM’ye ilk kez gelmiyor Mahkeme, özel affın anayasada tanımının bulunmadığını belirterek kendisi “... özel affın, kesin veya kesinleşmiş bir mahkumiyet kararıyla hükmedilen cezayı, miktarını azaltmak veya daha hafif bir ceza ile değiştirmek suretiyle hafifleten ya da hiç infaz edilmeyecek şekilde ortadan kaldıran bir yasama veya yürütme işlemi...” şeklinde tanımlamıştır. (Karar paragraf: 11) Mahkeme bu tanımıyla Türk Ceza Kanunu’yla düzenlenen ve niteliği belirlenmiş olan özel affa, ayrıca cumhurbaşkanının anayasadaki yetkisini de katmıştır. Anayasanın cumhurbaşkanına tanıdığı “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak” (M. 104) yetkisini yasama organının yetkisiyle eşdeğer tutmuştur. Sonucu itibarıyla aynı olsa bile mahkemenin önüne gelen dava, anayasanın 87. maddesindeki oylamanın ne şekilde yapılacağına ilişkin olduğu için cumhurbaşkanına münhasıran tanınan bir yetki ile kıyaslama yapılmasının yerinde olmadığı düşünülmelidir. Kaldı ki bu konu Anayasa Mahkemesi’ne ilk kez de gelmiş değildir. Gerçekten de aynı tür kanunlarda daha önce verdiği kararlar bilinmektedir. O kararlarda iptali istenilen kanunlardaki düzenlemelerin özel af niteliğinde olduğu ve anayasanın öngörMahkeme buradaki tanımıyla Türk Ceza Kanunu’yla düzenlenen ve niteliği belirlenmiş olan özel affa, ayrıca Cumhurbaşkanı’nın anayasadaki yetkisini de katmıştır. düğü nitelikli çoğunlukla kanunlaşmadığı için şekil yönünden iptal kararları vermişti. (AYM, E. 2001/4, K. 2001/332, 18.7.2001; E. 2002/99, K. 2002/51, 28.5.2002) Karşı oydaki haklı gerekçe Kuşkusuz ki anayasalardan her konuda tanım getirmeleri beklenemez. Tersine bir düşünse yasa, yönetmelik vb. düzenlemelerle gerekliliği ortadan kaldırır. Mahkeme uzun bir irdelemeden sonra, iptali istenilen kanunun geçici 6. maddesinin af niteliğinde olmadığı sonucuna varmak suretiyle istemi reddetmiştir. (Paragraf: 72) Bu kararıyla önceki kararlarından dönmüştür! Ayrıntılı açıklamalara gerek duymadan ve konu dışına da çıkmadan kısaca belirtmelidir ki Anayasa Mahkemesi’nin kararların dönmesi ilk olmamaktadır. Özelleştirmelerle ve olağanüstü hal kararnameleriyle ilgili olarak da önceki iştihatlarını sürdürmediği, yürürlüğü durdurma kararlarından vazgeçtiği bilinmektedir. Özel aftan ne anlaşılması gerektiğinin Türk Ceza Kanunu’nda açıklanmış ve iptali istenilen düzenleme de bu yönde olmasına karşın bu kez farklı karar verilmesi, kararlarda istikrar olmadığını göstermektedir. Ayrıca cumhurbaşkanına tanınmış bir yetkiyle kıyaslama yapılarak, anayasanın 87. maddesinin öngördüğü oylama şeklinin aşılmasının yerinde olduğu söylenemez! Aynı benzetme yapan mahkeme başkanı karşı oyunda, iptali istenilen yasanın geçici 6. maddesinin “af niteliğinde bir düzenleme olduğunu” isabetle belirtmiştir. (Paragraf: 14 vd.) Karşı oyda ayrıca ve önemli olarak hukuk güvenliğine değinilmiştir. Bu bağlamda önceki kararlara gönderme yapıldığı görülmektedir. Gerçekten de başkanın belirtmiş olduğu 4616 ve 4758 sayılı yasalarla ilgili kararlarda, şekil yönünden iptal kararları verilmiş ve yasama organında nitelikli çoğunluk olmadığından, anayasaya aykırılık saptanmıştı. Karşı oyda haklı olarak nitelik çoğunluk bulunmadığı, Geçici 6. maddenin af niteliğinde olduğu tespitiyle, yasanın tümünün şekil bakımından anayasanın 87. maddesine aykırı olduğu açıklanmıştır. (Paragraf: 22) Ceza hukukçusu kökenli başkan vekili de ayrıntılı, yeteri gerekçelerle, önceki kararlara gönderme yapmak suretiyle “bir düzenlemenin af sayılabilmesi için iki temel unsur aranmaktadır.” değerlendirmesi yaptıktan sonra, “ilki, kuralın geçmişe yönelik sınırlı süreli bir düzenleme olmasıdır. İkincisi ise düzenlemenin kesin hükümle belirlenen cezanın çekilmesini sonuçlaması ya da miktarı veya niteliği itibarıyla cezanın hafifletilmesine neden olmasıdır” şeklinde karşı oydaki dayanağını açıklamış ve sonuç olarak geçici 6. maddenin sonuçları her iki unsuru bünyesinde barındırdığını ve özel af niteliğinde olduğunu, anayasanın 87. maddesinde belirtilen nitelikli çoğunluk koşuluna uyulmamış olması nedeniyle, şekil yönünden anayasaya aykırılık oluşturduğunu ve iptali gerektiğini belirtmiştir. (Paragraf: 14) Karşı oyda ayrıca ve önemli olarak üzerinde durulması gerekenin hukuk güvenliğinin, hukuk devleti ilkesiyle birlikte değerlendirilmesi gerekliliğine işaret edilmiş olmasıdır. AİHM’ye giderse sonuç belli Başkan vekili, “Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin gereği olarak devletin temel hakların korunmasını temin etmek, konu barışını, güvenliğini, sağlığını korumak amacıyla etkin bir adalet sistemi kurma yükümlülüğü bulunmaktadır. “(Paragraf: 13) şeklindeki gerekçesi ile aynı konuda, aynı içtihadın sürdürülmesi gerekliliğine vurgu yapmış olması ve bunu da hukuk devleti ilkesine dayandırması yerindedir; olması gereken de budur! İçtihat farklılığının bir şekilde uluslararası denetim organına (AİHM) gitmesi halinde ihlal kararı çıkacağının muhtemel olması da hatırda tutulmalıdır. Yazımızı gazetedeki yer nedeniyle sınırlı tutmamız gerekliliği karşısında diğer karşı oylara ayrıntılı olarak değinmiyoruz. Hemen belirtelim ki aynı ölçüde değerli ve açıklayıcı gerekçelerin yazıldığı görülmektedir. Önceki kararların gözetildiği, hukuki istikrara önem verildiği, hukuk devletinde aynı konuda aynı kararların gerekliliğine işaret edildiği ve gerekçelerin, bize göre çoğunluğun kararından daha güçlü olduğu açıktır. Bir cellat yargıç: Devrimin kasabı Sevgili okurlarım, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükmüne göre: Türkiye Cumhuriyeti Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti’dir. Bugünkü yazımı “Ya Hukuk Devleti olmasaydık da Şeriat Devleti olsaydık, nasıl yargıçlarla karşı karşıya kalırdık” sorusunun yanıtına ayırdım. Aşağıda Şeriat Devleti’nde binlerce insanı cellada yollayan bir yargıcın portresini (genellikle Wikipedia bilgilerine dayalı olarak) aktarıyorum. HHH Cellat Yargıç Muhammed Sadık, 1926 yılında, bugün Azerbaycan topraklarında olan Halhal yakınlarındaki Givi köyünde doğdu. Babası Azeri bir çiftçiydi. İsmine geldiği şehrin adı olan Halhali’yi eklemesi bir molla geleneğidir. Dini eğitimini Kutsal şehir kabul edilen Kum’da aldı ve 1950’li yıllarda Humeyni’nin öğrenciliğini yaptı. Yine aynı yıllarda terör örgütü Fedayeen İslam’a (İslam Fedaileri) katıldı, burada örgüt eğitimi aldı. (İslam Fedaileri, Fedayeen İslam örgütü, 1960’lı ve 70’li yıllarda İran’da çok sayıda laik siyasetçiyi katleden bir örgüttü.) Halhali, Humeyni’yi desteklemek suçundan Şah’ın gizli servisi SAVAK tarafından 1963 ile 1978 tarihleri arasında çok kez tutuklandı. Humeyni’nin 1 Şubat 1979’da Paris’teki sürgünden Tahran’a dönüşünden ve 11 Şubat 1979’da devrimcilerin Tahran’da yönetimi ele geçirmelerinden sonra, 24 Şubat 1979’da Humeyni tarafından “Şeriat Uygulayıcısı” veya yeni kurulan “İslami Devrim Mahkemesi Başkanı” olarak atandı. Devrimin ilk günlerinde “yeryüzünde sapkınlığı yayma ve Allah’a karşı savaşma” suçlamalarıyla binlerce eski hükümet görevlisini idama mahkum etti. Sanıkların çoğu, savunma hakkını kullanamamış, bir avukatı bile olmamış veya jüri önüne çıkarılmamıştı. Halhali, aynı anda hem savcı hem hâkim hem de jüri olarak görev aldığı “Devrim Mahkemeleri”nde devrimden sonra 2 yıl içinde aralarında yüzlerce diplomat, akademisyen ve siyasetçinin de olduğu binlerce kişiyi (1999’da yazdığı anılarında da itiraf ettiği gibi sadece 1979 yılında 2 bin kişi) karşı devrimcilik suçlamasıyla idam etti. İdam ettirdikleri arasında Şah’ın uzun süreli başbakanlığını yapmış olan Emir Abbas Huveyda ve eski SAVAK Başkanı Nimetullah Nasiri de vardı. Birçok kaynağa göre idam ettirdiklerinin sayısı 8 bin civarındadır. Bazı infazlara makineli tüfekle bizzat katıldığı bilinir. Böylece laik bürokratlarla birlikte, Humeynicilere destek veren, Darbeyi birlikte yaptıkları İran komünistlerini de temizledi. HHH Verdiği binlerce idam kararının haksızlığı ve hukuksuzluğundan dolayı: “Cellat Yargıç” ve “Devrimin Kasabı” isimleri takıldı. 2000 yılında Le Figaro’ya verdiği mülakatta, aradan 20 yıl geçmesine rağmen yaptıklarından en ufak bir pişmanlık duymadığını belirtti: “Bunlar dünyaya tekrar gelseler, tek bir istisnasız tümünü yeniden idam ederim” dedi. Halhali, kendisine İranlı aydınların psikopat demelerinin ne kadar doğru olduğunun sorulması ve sanıklara konuşma hakkı, avukat ve ispat hakkı vermediğinin hatırlatılması üzerine şöyle dedi: “Eğer suçluysalar cehenneme giderler, yok eğer masumsalar cennete giderler.” HHH Sonuç olarak yatıp kalkıp, Hukuk Devleti olduğumuza ve siyasal iktidarın celladı olan böyle yargıçların ülkemizde bulunmadığına şükredelim! Cumhuriyet aydını Şerafettin Turan PROF. DR NECDET ADABAĞ Bizim kuşak gözünü açtı Şeref Hocam’ı gördü. Eline doğmadık ama Yaşasaydı 95 yaşında olacaktı. Türkiye Cumhuriyeti onu 15 elinde büyüdük. Şeref Hocam da bir şeylere yararız diye elimizden tutEkim 2015’te yitirdi. Ölmeden iki tu. İşe yaradık mı yaramadık mı bilyıl önce bir yemekte beraberdik. miyorum ama biz önümüzde kararYaşı soruldu kendisine, “iki sekiz” lı adımlarla ilerleyen ve bize rehber demişti. olan kişinin önder ve ender bir inAltmışlı yılların ileride çok şeylesan olduğunu gördük. Öğrenim yıllare gebe Türkiyesi’nde adımını ünirımızda ve daha sonrasında her zaversitenin eşiğinden içeriye atmış man yanımızda ve yakınımızda görbiz gençlerin aradığı ve arandığı, düğüm hocam, akademik kariyerimkendisine yol gösterecek bir rehŞerafettin Turan de de yolumu açan ve destek olan ber bulmak ve bulduğu o rehberin bir büyüğümdür. çizdiği yolda yürümek olmuştur. Doğal olaŞerafettin Hoca bir ustadır. Ustadır çünkü rak akademik bir ortamda en iyi rehber bi elden tutandır; ustadır çünkü el verendir; uslim ve o bilimi yayan bilim insanlarının biltadır çünkü söz ustasıdır; ustadır çünkü göz gi düzeyi ve yetişimidir, çizginizi belirleyecek ustasıdır. Kendisine ilk kez “siz benim usolan. İster istemez önünüzde yürüyen rehbe tamsınız ve yaşamımda bir tek ustam oldu, rin bilimsel nesnelliğine zarar vermeden or o da sizsiniz” demiştim. Ustalık salt derstaya koyduğu fikirsel duruşu da size yol gös te karşı karşıya gelmek demek değildir, yateren önemli göstergelerden biridir. Ne ka şam boyu, her engelde, her çıkmazda, her dar şanslıyız ki daha sonraki yıllarda, yaşa sorunda ya da her mutlulukta çırağın yanınnan kargaşa ortamına karşın bilim ustaları da olmak demektir. Onun için Şeref Hocam mız sayesinde, sağa sola savrulmadan, ödün benim ustamdır. Bu tanıma değer ender invermeden, dimdik ayakta kalabilmiş olma sanlardan biridir. Usta kişi üretendir, hem mızdır. Ülkenin birlik ve beraberliğini, ayrıca de yaşamının son anına kadar. Yazdıklarıyla insanlarımızın esenlik ve mutluluğunu sağla yol gösterendir. Öğretendir. Öldüğünde çok yacak olan tek yolun Cumhuriyet Türkiyesi üzülmüştüm. Kızı Belgin bana “Üzülme Necruhu olduğu yönündeki inancımızın gene bu det ağabey, aklındaki her şeyi yaptı” dedi. bilim ustalarımız sayesinde yeşerip dal bu Ne mutlu ona. dak salmış olmasıdır. Yitip gitmedik, aralarDoğru. Prof. Dr. Şerafettin Turan çok yada kaybolmadık, aradığımız ışığı elinde tupıt verdi. Hepsinden değil, ikisinden, özelliktanlarımız vardı. Yol gösterdiler, yolumuzu le yürekten bağlı olduğu iki Cumhuriyet insaaçtılar, elimizden tuttular. nının üstüne yazdıklarından söz etmek isteBen Şeref Hocam’ı böyle bir ortamda tanı rim çok kısa: mıştım. Bölüm başkanımız olarak ilk kez kar İSMET İNÖNÜ: Hocamın, İnönü’nün yaşaşımıza çıktığında beni en çok etkileyen ya mından aktardığı kesitlerde, dönemin olaylarını çok yönlü bir kişiliğe sahip olduğunu gör na yaklaşımındaki yorumlarında, satır aralarınmüş olmamdı. Bende bıraktığı ilk izlenim, bi da, kişiliğine dönük saptamaları var. İnönü’nün lim insanlığının yanı sıra ekin ve sanatın her en büyük başarılarından biri de kuşkusuz çok dalından anlayan, çok çeşitli kilit görevlerde partili siyasal dizgeye geçmesidir. Ustama göbulunmuş olmanın getirdiği sorumluluk ve re, İnönü ve arkadaşları çok partili düzeni göyükümlülük duygusunu rahat taşıyan bir ki nülden desteklediklerini ve “çıkar yol” olarak şiliğe sahip olduğuydu. bu dizgeyi gördüklerini söyler. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK: 700 sayfalık “ince eleyen sık dokuyan” bir inceleme. Bir araştırmacının övünebileceği bir yapıt. Kitabın kapağındaki “kendine özgü bir yaşam ve kişilik” tanımı tam da Atatürk için söylenmiş bir söz. Bu kitapta gene ilgimi en çok çeken Atatürk’ün özel yaşamına ilişkin bölümdür. Çankaya sofraları içki sofraları değilmiş. Çankaya sofraları bir “okul”muş, öyle diyor Şeref Hocam. Afet İnan, o sofrayı “üniversite” olarak tanımlamış. Şeref Hocamı anlatmaya söz yetmez, yazı da yetmez. Yer darlığından yapıtlarına fazla giremedim. Ne ki biraz daha odaklanmak ve bugünlerin moda deyimini kullanıp, “ben onu nasıl ‘görüyorum’u” sizlerle paylaşmak istiyorum: Gülen yüzü, umut veren ama inceden inceye insanı gözlemleyen ve hiç boş bakmayan, kuşku içermeyen gözlerini görüyorum. Dikkatli, içtenlikli ve gözünü budaktan esirgemeyecek kadar kararlı bir eleştirmen tavrıyla Şeref Hocam Türkiye’nin arada bir bulduğu bir aydın tipidir. Ödünsüz bir cumhuriyetçi, kararlı bir hümanizmacı ve aydınlanmacı ve inanılmaz ölçüde Atatürk ve Atatürkçülük hayranı olmaktan gurur duyan bir kişilik. İçten pazarlıklı olmayan, düşündüğünü söyleyen, kapalı kapılar ardına taşımayan, demokrat yaradılışta bir insandı Şeref Ustam. Dürüst, onurlu, ahlaklı ve karakter sahibi bir insandı. Giyimi, kuşamıyla da örnek bir insandı. Hiçbir zaman tıraşsız, kravatsız, ütüsüz pantolonlu, boyasız ayakkabılarıyla görmediğimiz hocamız bir akademisyenin böyle olması gerektiğinin işaretini vermiştir hep. Bir gün, hocam artık fötr şapka takmıyorsunuz, demiştim. Kızına (Belgin) gitmiş ve “Bir fötr şapka alalım, Necdet fötr şapka takmamı istiyor” demiş. Tabutunun üstünde fötr şapkası vardı. Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nin fötr şapkalı son öğretim üyesi Şeref Hocam, ustam, adıyla özdeş doğdu, adıyla özdeş öldü. 25 TL 15 TL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear