23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
8 2 MART 2019 CUMARTESİ TASARIM: İLKNUR FİLİZ Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. bilim ve teknoloji Alın çizgilerinize dikkatSadece yaşlılığın belirtisi değil, kalp hastalığının da habercisi olabilir TEKNOLOJİ İLE İLGİLİ 10 ‘KANUN’ 1) Yeterince gelişmiş her ileri teknoloji sihirden ayırt edilemez. (Arthur C. Clark.) 2) Bir mikroçipin kapasitesi, maliyeti değişmeden, her 18 ayda iki katına çıkar. (Moore Kanunu, Gordon Moore.) 3) Bir (bilgisayar iletişim) ağının değeri, onu oluşturan cihazların karesiyle doğru orantılır. (Metcalfe Kanunu, Ethernet’in mucidi.) 4) İletişim sistemlerinin toplam kapasitesi her 12 ayda iki katına çıkar. (Gilder Kanunu.) 5) Bir bilgisayarın iki saniyede üreteceği hatayı 20 insan 20 yılda anca üretir. 6) Teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki yeni bir şey öğrenmeden önce ondan daha çoğunu unutmak gerekir. 7) Karmaşık bir şey yapmak basit, basit bir şey yapmak karmaşıktır. 8) Eklemek isteyeceğiniz kablo parçası her zaman kısa gelir. 9) Çağırdığınız tamirci, sizin kullandığınız modeli bilmeyen birisi çıkacaktır. 10) Teknolojiden anladığınızı sanıyorsanız, teknoloji uzmanı değilsiniz demektir. Zebranın çizgilerinin sırrı çözüldü 150 yıldır bilim dünyası zebranın çizgilerinin en işe yaradığı sorusuna yanıt arıyordu. Yeni bir araştırma, zebraların çizgilerinin ölümcül hastalıklar taşıyan atsineklerinin üzerlerine konmasını engellediğine işaret ediyor. BBC’de yer alan habere göre Bristol Üniversitesi’nde yapılan araştırmada atların üzerine zebra desenli ve tek renk örtüler örtüldü. Araştırma heyetinin başkanı Prof. Tim Caro’ya göre hayvanlara yaklaşan sinek sayılarında farklılık görülmedi. Ancak sineklerin çoğunun zebra desenli atlara yaklaşırken yavaşlayamayıp yalpaladıkları gözlendi. Bazı sineklerin de son anda ata konmaktan vazgeçip uçmaya devam ettikleri görüldü. Çizgiler uzaktan sinekleri caydırmasa da, bu hayvanların zebra desenli örtüsü olan atların üzerine konma oranları dörtte bir azaldı. Bilim insanları zebraların çizgilerinin ne işe yaradığı sorusuna Charles Darwin zamanından beri, yaklaşık 150 yıldır yanıt arıyor. Bu konuda şimdiye kadar farklı teoriler ortaya atıldı. Bunlar arasında çizgilerin hayvanların vücut ısısını ayarlaması, yırtıcılara karşı koruma sağlaması ve hatta bireysel tanınma gibi sosyal bir işlev görmesi de var. Prof. Caro, araştırmaya katılan biyologların büyük bölümünün çizgilerin tek işlevinin sineklerle ilişkili olduğunda görüş birliğine vardığını söylüyor. Afrika atsinekleri, özellikle Latin Amerika’da her yıl binlerce insanın ölümüne yol açan Rodezya uyku hastalığı ve kasları eriterek ölümcül olabilen Afrika at vebası gibi hastalıklara neden oluyor. Dr. Martin How da, “Hayvanlar için ısırılmaya karşı ölümkalım meselesi olacak bir konuda gerçekten güçlü bir seçilim baskısı söz konusu” dedi. Bu sonuçların insanlar içinde yararlı olabileceğini söyleyen How, “Araştırma sırasında sineklerin çizgili desenli kıyafetler giyen ekip üyelerine, koyu giysililere oranla daha az saldırdıkları görüldü” dedi. Alınlarındayaşlarına göre normalin üzerinde çok sayıda ve derin çizgiler olan insanların kalp hastalıklarına bağlı olarak yaşamlarını yitirme olasılıklarının alınları kırışık olmayanlardan daha yüksek olduğu görüldü. Yaş ilerledikçe ortaya çıkan alın çizgilerini pek sevmeyiz. Ancak yeni bir araştırma alındaki kırışıklıkların yalnızca yaşlılığın bir belirtisi olmadığını, olası kalp hastalıklarının da bir işareti olabileceğini ortaya koyuyor. Araştırma Fransa’da yapıldı. Ve alınlarındayaşlarına göre normalin üzerinde sayılançok sayıda ve derin çizgiler olan insanların kalp hastalıklarına bağlı olarak yaşamlarını yitirme olasılıklarının alınları kırışık olmayanlardan daha yüksek olduğu görüldü. Daha kolay yöntem Araştırmacılar elde edilen bulguların başka çalışmalarla da doğrulanması durumunda, kalp hastalığı geçirme olasılığı yüksek olan insanların belirlenmesinde, alın çizgilerine bakmanın son derece kolay ve ucuz bir yöntem olarak yaşamımıza girebileceğine dikkat çekiyorlar. Araştırmayı yürüten Toulouse Centre Hospitalier Universitaire’den Yolande Esquirol, “Kalp hastalıklarının önde gelen göstergelerden sayılan yüksek kolesterol ya da yüksek tansiyon gibi etmenleri gözle göremeyebilir, ya da fark etmeyebiliriz. Bu çalışma da kalp hastalığının bir göstergesi olarak alındaki kırışıklıkları inceledik, çünkü bu hem son derece basit hem de görülebilir bir yöntemdi. Bu yöntem kişinin yalnızca yüzüne bakarak sağlık durumunun alarm verip vermediğini anlamamıza ve herhangi bir çekince söz konusu olduğunda da bunu azaltmak yönünde birtakım önerilerde bulunmamıza olanak tanıyabilirdi” diyor. Araştırma geçen ağustos ayında Avrupa Kardiyoloji Derneği’nin (ESC) Münih’teki yıllık toplantısı sırasında kamuoyunun dikkatine sunuldu. Ancak yine de bu bulgular alın çizgilerinin kalp hastalığının kesin bir göstergesi olduğu anlamına gelmiyor. Dahası, araştırmacılar kişinin alın çizgilerine bakmanın yüksek kan basıncı ve kolesterol düzeyleri gibi alışılagelmiş çekince unsurlarını değerlendirmenin yerini tutmayacağının, kişinin derin alın çizgilerine sahip olmasının yalnızca bir tehlike çanı niteliği taşıyabileceğinin de altını çiziyorlar. Esquirol, “Alındaki çizgiler aterosklerosis, bir başka deyişle damar sertliğinin bir göstergesi de olabilir,” diyor. Bağlantının nedeni Alın çizgileri ile kalp hastalıkları arasındaki bağlantının nedeni tam olarak bilinmiyor. Kaliforniya Üniversitesi kalp ve damar hastalıkları uzmanlarından Dr. Gregg Fonarow cildin erken yaşlanmasına yol açabilen kimi unsurların atardamarlarda da erken yaşlanmaya neden olabileceğini belirtiyor. Daha önce yapılan kimi araştırmalar daaralarında erkek tipi saç dökülmesi, kulak memesi kırışıklıkları ve ksantelazma (derinin altında biriken kolesterol kırıntıları) gibi durumların yer aldığı birtakım başka gözle görülebilen özelliklerle, kalp hastalıkları olasılığı arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koymaktaydı. Bu son araştırmada, çalışmanın başlatıldığı tarihte yaşları 32, 42, 52 ve 62 olan 3 bin 200’ü aşkın Fransız yetişkinle ilgili veriler incelendi. Uzmanlar katılımcıları alın çizgilerinin sayı ve derinliklerine göre değerlendirdiler. Bu değerlendirmede sıfır puan alın çizgisinin hiç olmadığı anlamına gelirken, 3 puan “çok sayıda derin çizgi” anlamına gelmekteydi. Katılımcıların yaklaşık 20 yıl boyunca izlemeye alındıkları bu süreçte 233 katılımcı çeşitli nedenlerden ötürü yaşamını yitirdi. Araştırma sonucunda, alın çizgisi puanı 0 olanlarla kıyaslandığında, kalp hastalığından ölme olasılığının 1 puan alanlarda beş kat, 2 ya da 3 puan alanlarda yaklaşık 10 kat daha yüksek olduğu görüldü. Bu durum araştırmacıların kalp hastalıklarına bağlı ölüm çekincesini arttırabilecek yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, sigara içip içmeme, kan basıncı düzeyi, kalp atım hızı, lipit düzeyleri ve şeker hastalığı olup olmadığı gibi birtakım unsurlar göz önüne alındığında da geçerliğini korudu. Derleyen Rita Urgan What Forehead Wrinkles Might Tell You About Your Heart Health Live Science/ 27 Ağustos 2018 Uçak yolculuklarında hastalık bulaşma riski ne kadar büyük? İster grip, SARS veya Ebola olsun, dünya çapındaki havayolu, ağı enfeksiyon hastalıklarının yayılma riskini yükseltiyor. Bu yüzden 2014 yılında Batı Afrika’da yaşanan Ebola salgınında birçok havaalanına, enfeksiyonlu kişileri tespit edebilecek önlemler alınmıştı. Peki, ama uçak yolcuları için tehlike ne kadar büyük? Örneğin bir grip hastası, enfeksiyonu kaç kişiye bulaştırabilir? Emory Üniversitesi’nden Vicki Stover Hertzberg bu sorulara yanıt aradı. Araştırma çerçevesinde ABD’de 10 orta mesafe uçuşu ve yolcuların davranışları ayrıntılı şekilde takip edildi. Amaç yolcuların ne sıklıkta temas halinde olduklarını bulmaktı. Dünya Sağlık Organizasyonu’na göre enflüenza veya SARS gibi virüsler maksimum 1 metre mesafeden, hapşırma veya öksürükle sıçrayan damlacıklarla bulaşmakta. Yapılan bir araştırmaya göre uçakta hastalık taşıyan 1 kişi bulunduğunda hastalığın 11 kişiye bulaşma riski yüzde 85. Hertzberg’in araştırmasının sonuçları ise şöyle: Uçakta hastalık taşıyan bir kişi bulunduğunda hastalığın 11 kişiye bulaşma riski oldukça yüksek. Hetzberg ve ekibinin hesaplarına göre bu 11 kişiye hastalığın bulaşma riski yüzde 80. Hesaba göre hastanın sadece yanındakiler değil arkasındaki ve önündeki sırada oturanlarda da risk grubuna dahil. Çünkü bunlar bir metrelik alanda bulunuyorlar. Diğer yolcular içinse risk sadece yüzde üç civarında. Bu da on bir kişiye ilave olarak ortalama iki kişinin daha hastalığı kapacağı anlamına geliyor. Araştırmaya göre uçakta bulunan grip veya SARS hastası, hastalığı 13 kişiye bulaştırabilir. Fakat bazı raporlarda bu oran yüzde 40’a kadar çıkıyor.Açıklamasıysa şöyle: İzlenen vakalarda bulaşma örneğin, bagaj veya pasaport kuyruğunda meydana gelmiş olabilir. Diğer olasılık daha endişe verici olabilir. WHO’nun tahminin aksine, grip ve SARS gibi hastalıklar sadece hapşırık ve öksürükle sıçrayan büyük damlacıklarla değil, uçak kabininde dolaşan, havada asılı daha küçük parçacıklarla da bulaşabilir. Mesela havalandırmadan gelen havanın solunmasıyla... “Bu durumda hastalığın kaç kişiye bulaşacağını hesaplamak uçaktaki türbülanslı hava yüzünden neredeyse imkânsız” diyor Hetzberg. Behaviors, movements, and transmission of dropletmediated respiratory diseases during transcontinental airline flights, PNAS, 19.03.2018. Silikon Vadisi’ne rakip Uzakdoğu KPMG’nin gerçekleştirdiği “Küresel Teknoloji Endüstrisi” araştırmasına göre teknoloji liderlerinin yarısından fazlası, Silikon Vadisi’nin gelecek 4 yıl içinde dünyanın teknolojik inovasyon merkezi olma unvanını kaybedeceği görüşünde. Yeni teknoloji merkezi adayları listesinde yer alan 15 şehirden 7’si Uzakdoğu ve Asya’dan. Uluslararası vergi ve denetim firması KPMG’nin her yıl düzenlediği araştırmaya bu yıl küresel teknoloji sektörüne yön veren 740’ı aşkın sektör lideri ve yönetici katıldı. Araştırmaya katılan liderlerin yaklaşık yüzde 60’ı, teknoloji inovasyon merkezinin, gelecek 4 yılda silikon Vadisi’nden dünyanın başka bir köşesine kayacağına inandıklarını belirtti. Araştırmada bu yıl Paris ilk kez, olası yeni teknoloji merkezi adayları listesinde arasında yer aldı. Geçen yılki listede yer alan Sidney, Toronto ve Şenzen gibi kent ler ise bu sene liste dışında kaldı. Listede Ortadoğu’dan sadece Tel Aviv’in yer alması dikkati çekti. İşte KPMG’nin araştırmasına göre, 2023 yılına kadar dünyanın yeni teknoloji merkezi olmaya aday 15 ülke: 1. New York (ABD) 2. Pekin (Çin) 3. Tokyo (Japonya) ve Londra (Birleşik Krallık) 5. Şaghay (Çin) ve Taipei Tayvan) 7. Singapur (Singapur) 8. Seul (Güney Kore) 9. Boston ve Austin (ABD) 11. Berlin (Almanya) 12. Hong Kong (SAR) 13. Washington DC (ABD) 14. Paris (Fransa) 15. Tel Aviv (İsrail) Fark kapanıyor Araştırma, teknoloji alanında ön plana çıkan ülkelerin, sektörün lideri konumundaki ABD ve Çin’le arayı kapatmaya başladığını gösterdi. Araştırmaya katılan liderlerin yüzde 23’ü, teknolojik inovasyon alanında en fazla ümit vaat eden pazar olarak ABD’yi gördüklerini belirtti. Bu oran geçen yılki araştırmada yüzde 34 seviyesindeydi. Geçen yılki listede yüzde 26 ile ikinci sırada yer alan Çin, bu yıl yerini korusa da yüzde 17’ye geriledi. İlk beşte yer alan diğer ülkeler ise sırasıyla Japonya, Singapur ve Hindistan oldu. Mayalarda köpek ticaretinin izleri Maya uygarlığı insanlık tarihinin önemli uygarlıklarından biriydi. Günümüzden yaklaşık olarak bin yıl kadar önce en önemli Maya kentlerinden Ceibal’da (günümüz Guatemala) 10 bin kadar insan yaşıyordu. Maya uygarlığının yok oluşu arkeologları günümüzde dek hep meşgul etmiştir. Fakat bilim insanları için daha heyecanlı bir soru vardır aslında: Maya devleti bu büyük kentlerin nüfusunu nasıl besliyordu? Bu sorunun yanıtını birkaç yıldan bu yana Amerikalı arkeolog Ashley Sharpe (Smithsonian Tropikal Araştırma Enstitüsü) en son araştırma yöntemleriyle yanıtlamaya çalışıyor. Sharpe çalışmaları sırasında her şeyden önce Ceibal’ın ana meydanında bulunan ve köpeklere, geyiklere, hindilere, tapirlere ve yabani kedilere ait olan kemikleri ve dişleri inceledi. Mayalar protein ihtiyaçlarını bu hayvanlarla mı gideriyorlardı? Hayvanların yaşını bin ila üç bin yıl olarak tahmin eden araştırmacı, hayvanların besi hayvanı olarak kullanılıp kullanılmadığını öğrenmek için kemik ve dişlerin izotop analizlerini yaptı. Bu analizlerle hayvanların neyle beslendikleri ve nereden geldikleri belirlenebiliyor. 2 bin 400 yıl kadar önce yaşayan tüm köpeklerin ve çok daha sonraları yenilen hindilerin izotop değerleri gerçekten de iki ve dört ayaklı hayvanların özellikle mısır (veya mısır yiyen canlılarla) beslendiklerini ortaya koyuyor. Bu da köpek ve hindinin yabani olmadığını ve Mayalar tarafından yetiştirildiklerinin bir kanıtı. Hatta Ceibal’ın tapınak bölgesinde bulunan yabani kedi kalıntıları bile aslında bu hayvanın yabani olmadığını gösteriyor. İzotop analizleri bazı hayvanların kökenleri hakkında da bilgi veriyor. Köpeklerden ikisi Guatemala’nın güneyindeki yaylalardan 2 bin 400 yıl önce Ceibal’a getirilmiş. Araştırmacılar bunu Yeni Dünya’daki hayvan ticaretiyle ilgili ilk kanıt olarak kabul ediyorlar. Tapir ve yabani kedilerin de uzaktan getirildiğine dair izler var. Bilim insanları tüm bu hayvanların Mayaların gösterişli ritüellerinde önemli roller oynadığını düşünüyorlar. Günümüzdeki Chihuahua cinsine benzeyen köpekler de dahil hayvanların güç sembolü olarak kullanıldığı veyahut da kurban edildiklerini sanılıyor. Köpek kemiklerinde herhangi bir kesik izi bulunmamasına rağmen araştırmacılar yine de birçok köpeğin yendiğini tahmin ediyorlar. Fakat bu tahminin doğrulanması için yeni araştırmaların yapılması gerekiyor. Derleyen: Nilgün Özbaşaran Dede Earliest isotopic evidence in the Maya region for animal management and longdistance trade at the site of Ceibal, Guatemala, PNAS, 13.03.2018. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear