26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Salı 17 Ekim 2017 TASARIM: ZARİFE SELÇUK Lozan’ı ‘kerhen’ kabulden Sevr’e geçince, ABD ile kavga çıktımerika 1990’a kadar TSK, sermaye çevreleri ve “kapitalizm” ile getirdiği “denetimi” bıraktı. ASovyetler Birliği dağıldıktan sonra, kerhen kabul edilen Lozan’dan Sevr’e geçme zamanı gelmişti. Kısmen doğrudan kısmen de dolaylı olarak denetim altında tutulan Ankara (ve Türkiye) artık BOP için hedef haline gelmişti. Merkezdeki Türkiye’de rejim ve sınırlar değişmeliydi. Yani ABD, “kerhen” kabul etmek zorunda kaldığı Lozan’dan PKK ve FETÖ ile fiilen Sevr’e geçiyordu. Asker içinde Atatürkçü kesim direniyordu: Türkiye’de Atatürkçü Türkiye’nin yaygın ve güçlü bir birikimi yerleşmişti. Üniversitelerden medyaya, bürokrasiden iş ve işçi çevrelerine kadar bu köklü düzenin değişmesi gerekiyordu. Ergenekon ve Balyoz bunun içindi. Bulunan formül, Atatürkçü Türkiye yerine siyasal İslamın egemen olduğu bir ülke idi. Zaten bunun “iç dinamiklerdeki etkili örgütleri” ABD ve İngiltere tarafından çok uzun yıllardan beri destekleniyorlardı. Cepteki kurşun askerler olarak hep kullanıldılar. DP’nin iktidara gelişinde, Köy Enstitülerinin yıkılmasında, sivil toplumsal örgütlenmelerinin engellenmesinde: TBMM’de ulusal politikaların saptırılmasında hep kullanıldılar ve etkili oldular. ‘Siyasal İslam’ ile yola devam ABD, 1990 sonrasında Lozan’dan Sevr’e geçişi “siyasal İslam” üzerinden yürütmeyi düşündü, planladı ve fiilen uygulamaya koydu. Bu bağlamda FETÖPKK işbirliği önce örtülü sonra da açık açık uygulamaya geçirildi. ABD çevreleri “siyasal İslamın” stratejileri ile kendi stratejilerinin örtüştüğünü düşünüyordu: öyle ya, ABD de Atatürk devrimlerinden, Lozan’dan hoşlanmıyor, karşı çıkıyordu. Ancak ABD, FETÖ üzerinden siyasal İslamı Türkiye’de esas alarak, kendisini “karşı taraf haline getirme hatasını yaptı”. Galiba, kendi ürettiği FETÖ’nün, “Türkiye dışında 168 ülkede de örgütlenmiş olması”, bu hatayı yapmasına yol açtı. Öte yandan “siyasal İslam” modelinin sürekli olarak “radikal İslama” açık duran kapıları Batı’nın pek çok ülkesinde büyük sorunlar yarattı. ABD’nin destekleyip Sevr için pazarladığı siyasal İslam Ankara’da, FETÖ yüzünden AnkaraWashington çatışması doğurdu. Moskova’ya yönelme sonucunu üretti. ABD’nin yalnızca Sevr amacı değil, FETÖ’nün öteki siyasal İslamı yok etme amacı da, Ankara’da eksen kaymasına yol açtı. Çakma ve asli siyasal İslam kavgaya başladı. AKP (ve Erdoğan) ABD’nin FETÖ ile kendisini “aldattığını” gördü. Dün, “İran ile çatıştırılmak ve Sevr’e geçişi kolaylaştırmak” niyeti ile Şam, Bağdat ve Tahran’la kavga ettirilen: sen bölgede Sünni dünyanın başısın diye Suriye iç savaşı içine itilen Ankara, esas niyetin Kürt koridoru ve Türkiye’nin Sevr sürecine sokulması olduğunu “nihayet” gördü. Sen dün “siyasal İslam yolunda desteklediğin Ankara’yı FETÖ ile vurmaya kalkarsan ben de Moskova’ya dümen kırarım” dedi. (Doğu Perinçek’in kulakları çınlasın!). Tabii her şey, herkesin elinde ne kadar kart olduğuna bağlı. Ve biz hâlâ, siyasal partilerimizle, Meclis’imizle bütünleşerek “ulusal politikalar üretecek noktadan çok uzak durumdayız”. Gemiyi Lozan’dan Sevr’e taşıyarak batırmak istiyorlar, siz hâlâ iç kavga ve kutuplaşmaları engellemek için hiçbir şey yapmıyorsunuz. Çıkış yolu, “önce ulusal politikaları birlikte üretmekten geçer”. Cumhuriyetin kuruluşu ve kurtuluşumuzdan hâlâ ders almadınız mı? Bre siyasiler, 1990’dan beri fiilen yaşanan bütün olaylar gün gibi işin bu noktaya getirileceğini ayan beyan önünüze serdiği halde kulağınızı, gözünüzü, ağzınızı kapadınız: hepsini yazdık, çizdik, söyledik: ille de kafamıza “balyoz” gibi vurmaları ve işi 15 Temmuz’a mı getirmeleri gerekiyordu? 17 EKİM 2017 SAYI: 33613 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Danışmanı Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 05.45 05.30 05.53 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07.11 12.57 18.29 06.54 12.41 15.43 07.15 13.04 16.08 Akşam 19.49 18.15 18.39 Yatsı 21.54 19.33 19.55 yorum 13 Türkiye Rabia Cumhuriyeti’ne Doğru! (8) Türkiye’nin ulusal eğitimine yön veren “Milli Eğitim Şurası” 19. kez en son, 2014’te toplandı! Ondan sonra yerini, aynı zamanda Türkiye’nin reisi cumhuru, sadrazamı, parti reisi umumisi, vükelası, YÖK (KÖY) reisi de olan muhterem hazretleri aldı! Muhterem, 2 hafta önce açıkladı: “Hamdolsun imam hatip okullarında 1.3 milyon öğrenci var!” Diyanet İşleri Başkanlığı, İl müftülüklerinin çatısı altında boş bulunan imam hatip kadrolarına, “geçici cami görevlisi” alınmasına ilişkin bir duyuru yayımladı. Duyuruya başvuran 4 bin 995 kişi, camilerde “temizlik işçisi” olarak göreve başladılar. Kız öğrenciler “imam” olamadıklarına göre, acaba onlar da camilerde “çöpçülük” yapmaya mı başladılar? “Eğitim” ile ilgili haberlerini okudukça yüreğim burkuluyor! Bazı alıntılar: “Medreseler diriliyor! Fiziki durumu uygun olan imam hatip okullarının bahçelerine cami yaptırılacak. İçinde özel Kuran okuma odaları da bulunacak. Okullar gece gündüz açık olacak…” “Bir okulu yıkmak bir ilçeyi yıkmaktır. Şişli Kent Konseyi üyeleri ve Şişli Endüstri Meslek Lisesi öğrenci velileri okullarını yıkma çalışmasını protesto için gösteri yaptılar.” Türkiye’nin yalnızca mühendis, mimar, doktorlara değil, “teknisyen düzeyinde çalışacak meslek insanlarına” gereksinimi var. Yıkılan ya da imam hatip okuluna çevrilen meslek okulları mezunları kalmadığından olsa gerek, İşkur bu düzeyde iş vermek için 142 bin kişiyi arıyor! Armitage, Rum ve İngiliz oyunculardan ÖzAgecanr oluşan Kadıköy Futbol Kulübü’nü, sonra 1903’te İngilizler takımdan ayrılarak Moda Kulübü’nü kurdular. 1904’te ise bu Kavşak kulüpler, Imogen, Galatapalas! Elpis, Strugglers takımlarıyla da anlaşarak, “İstanbul Futbol Birliği’ni” kurarak Fener Galatasaray Kulübü’nün kuruluşunun 112. yıldönümü Galatasaray Lisesi’nde törenle kutlanıldığı cumartesi günü, takım bahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nın olduğu yerde “Union Club (İttihat Spor)” sahasında düzenli karşılaşmalara başladılar. da Atıker Konyaspor’u rakip saha da yendi. Böylece öteki takımlarla arasını açarak başköşede oturma yı sürdürdü. Ne var ki o gün, Türkiye’de 1959’da kurulan “Süper Lig” ta rihinde ilk kez Galatasaray, bir “yabancı çalıştırıcının” yönetimin de “11 yabancı oyuncuyla”, “Türk takımı” olarak sahaya çıktı. Türk oyuncular yedek kulübesinde otu ruyorlardı! HHH Oysa Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, takımın varoluş amacını “Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek” sözle riyle açıklamıştı! Ali Sami Yen (Bu öğrencinin babasının, dilimize “Kammus’ül Alam” adlı 6 ciltlik; 1905’e gelince, Türk olmayan tarih, coğrafya, ünlüler ansiklope bu yabancılarla azınlıklardan olu disi ile “Kamusi Türki” adlı ayrıntılı şan takımlar Galatasaray Lisesi sözlüğü kazandıran Şemsettin öğrencilerini üzdü. Onlar da kendi Sami olduğunu da anımsatalım…) takımlarını kurmak üzere Ali Sami 1901’de İstanbul’da iki İngiliz, Yen’in öncülüğünde, aralarında James Lafontaine ve Horace 1’er kuruş toplayarak bir futbol ku lübü kurmaya karar verdiler. Kulübün adının “Gloria (Zafer)” ya da “Audace (Cesaret)” konulması önerildi. Ancak ilk maça Rum Özgen Atakımını 2 – 0 yenerken, izleyici lerin “Galata Saray’ın efendileri” sözleri ile teşvik etmeleri üzerine “Galatasaray” adında birleştiler. HHH Dünya Kupası’nda nal toplayan Türkiye Ulusal Takımının teknik çalıştırıcısı Romanyalı (!) Mircea Lucescu, “Türk oyuncuların kulüplerinde az oynatıldığından yakınıp takım kurmakta zorlandığını” söyledikten sonra “Böyle giderse ulusal takıma oyuncu bulamayacağız!” dedi. Beşikstone’un da Fenergarden’ın da Galatapalas’tan ne farkları var ki? Yakında ulusal atletizm takımında olduğu gibi “yabancıları devşirip”, “Türk oyuncu” diye sahalara çıkartmaya başlayacağız, demektir! Bir ay önce AKP Reisi Umumisi şöyle konuşmuştu: “Gençlik ve Spor Bakanımızla da konuşuyorum. Futbolda özellikle yabancı oyuncu sayısının aşırı oluşu, A Milli Takımımıza dezavantajlar getiriyor. Yerli oyuncularımızın performansı ligde az kaldığı için, milli takımda o gücü yakalayamıyoruz. Kulüplerimiz hiç mi yabancı oynatmasın? Oynatsın, ama bu kadar fazla değil. Bakıyorsun sahaya, neredeyse yerli oyuncu yok. Bunu doğru bulmuyorum!” AKP Reisi Umumisi’nin tüm bakanlara sözü geçiyor, ama Spor ve Gençlik Bakanı ile Futbol Federasyonu Başkanı kendisini takmıyorlar anlaşılan! Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Laikliğe yeni hançer AYDIN TONGA Yazar Resmi nikâh işlemlerinin müftülüklere de devredilmesi konusu, yeteri kadar olmasa da kamuoyunda belli düzeyde tepkiyle karşılandı. Yeteri kadar olmasa da diyoruz zira kendilerini “laikliği benimsemiş kimseler” olarak tanımlayan yazar, aydın ve siyasetçilerin sayısal niteliği ortada. Dahası bu kimselerden bazıları konuyu oldukça yüzeysel bir yönelimle geçiştirdiler. Oysa çok temel bir ilke olarak laiklik, devletin dinler karşısında eşit mesafede durması ve tarafsız davranmasıdır. Ötesinde, bir başka inancı tehdit ettiği, iktidarı hedeflediği ve şiddete meylettiği oranda müdahaleci yönelimi elinde bulundurmaktır laiklik. İşte bu temel ilkeler bile göz önünde bulundurulsa müftünün nikâh kıymasının yanlışlığı ortaya çıkacaktır. Bu noktada o kimi “demokratlara” Tarkovski’nin şu sözünü hatırlatmak istiyoruz: “İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir. Bir insanın kendine karşı hile yapması, onun filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir.” Laiklik aşınıyor Müftülüklere ve genel anlamda din adamlarına nikâh yetkisi vermek, başlı başına laikliğin bağrına yeni bir hançer saplamaktır. Yeni diyoruz çünkü yaşadığımız topraklarda laiklik ilkesi zaten günden güne aşınıyor. Ve elbet bu darbe, o aşınmayı daha da büyütecektir. Son yıllarda iyiden iyeye çoğalan bu darbeleri ve en nihayetinde “İslamileşme” olarak tanımlayacağımız bu süreci ayrıca ele almak gerekiyor. Fakat biz bu yazıda “müftü” konusu üzerinde durmak istiyoruz. Müftü kimdir, İslam inancında neyi temsil eder, müftülerle ilgili neler söylenmiştir? Bu soruların yanıtlarını bir kez daha hatırlamamız gerek. Öyle ki, müftülere nikâh yetkisi vermek görüldüğünden daha büyük anlamlar taşıyan bir hadise ve o anlamın götüreceği yerde bizi hiç de hoş görüntüler beklemiyor. Fetva veren kişi Müftü, Arapça kökenli bir kelime. Çok özet olarak Müslümanların din işlerine bakan, fetva veren kimselere müftü denir. Fetva konusu önemli. Şöyle ki, fetvalar Müslümanların sordukları sorulara verilen yanıtları ortaya koyar. İşte tam bu noktada müftüler egemen İslam dünyasında “İslam hu Tarih boyunca müftüler “şeriatı” yani egemen İslam hukukunu anlattı. Bu anlamda bugün müftülere nikâh yetkisi verilmesinin “anlamı” açıkça “İslamileşme” dalgasını büyütmek ve “dinselleşme” olgusunu yüksek perdeden sürdürmeye devam etmektir Müftülüklere resmi nikâh yetkisiyle ilgili yasanın TBMM’den geçmesi bekleniyor. kuku” olarak da tanımlanan “Şeriatı” temsil ediyor. Nitekim bugün bile müftülere, bir konunun dine uygun olup olmadığı ile ilgili soru sorulduğunda, müftü bu sorunun cevabını ağırlıklı olarak mezhep otoritelerine bağlı olarak cevaplıyor. Yani müftünün başucu kitabı “şeriat kitaplarıdır”. Şatibi’nin söyledikleri Yaşadığı dönemin büyük İslam âlimlerinden biri olarak değerlendirilen Şatibi (ö.1388) müftü ile ilgili şöyle der: “Müftü, Müslüman topluluk karşısında peygamberin durduğu yerde durur”. Benzer biçimde “İslam geleneğinde” müftü “Peygamberlerin vârisi” ve “Kadiri Mutlak Tanrı’nın Mührü” ve Kadiri Mutlak Tanrı ile onun yaratıkları arasındaki aracı olarak tanımlanır. Hiç kuşkusuz müftülerin İslam geleneği içeri sinde böyle tanımlanmalarının gerekçesi müftülerin misyonlarında saklı. Öyle ki müftüler, sahip oldukları Kuran ve hadis ilmiyle, dünyevi işlerin bile dine uygun olup olmadıklarına karar veriyorlardı! Hal böyle olunca yani müftüler “şeriatın” ağır yükünü yüklenince iltifata da tabi oluyorlardı! Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan müftü deneyimi bu noktada oldukça çarpıcı. Zira devletin güçlenmesi ile birlikte gücü artan ve bir süre sonra neredeyse iktidara ortak olan, iktidarın temel meşruiyet kaynağı olarak karşımıza çıkan müftüler dönem dönem verdikleri fetvalarla bir döneme damgasını vurmuşlardır. Fetvanın gücü Özellikle müftülerin başı olarak tarih sahnesinde yerini alan Şeyhülislamlar verdikleri savaş, ölüm, katliam vb. fetvalarla otoritelerini de zirveye taşıdılar. Nitekim “Fetvanın meşrulaştırıcı gücünü” fark eden Osmanlı sultanları, Şeyhülislam’ın hukuki görüşünü almadan hem iç hem de dış politikaya dair herhangi bir karar almamayı gelenek haline getirmişlerdi. 1516 yılında I. Selim Ali elCemali’den Mısır Memlüklülerine saldırmak için onay istedi; 1570’de II. Selim Osmanlı ordusunun Venedik’e saldırması konusunda Ebu Suud Efendi’den fetva aldı. Yine benzer şekilde kahve tüketimi Ebu Suud Efendi’nin verdiği bir fetvayla resmiyet kazandı ve 19. yüzyılda Nizamı Cediile düzenlenen hukuki ve idari reformlara Esad Efendi Cevaz verdi.” Diğer taraftan Osmanlı’da neredeyse iğneden ipliğe her soru müftülere iletiliyor, onlar da ibretlik cevapları ile tarihte yerlerini alıyorlardı. Örneğin “o müftülere göre bir erkek başkasının cariyesine tecavüz ederse karşılaşacağı ceza, cariye sahibine ödemek zorunda olduğu tazminattır. Diğer taraftan cariye sahibi, cariyesini öldürme hakkına da sahiptir. Yine dönemin fetva zihniyetine göre bir kadının çocuk doğururken ebe getirme isteği reddedilebiliyor, bir diğer fetvada ise eş, kocasından habersiz ebe getirmişse, koca o ebenin ücretini ödememe hakkına sahip olabiliyordu.” Amaç açık Fetva konusu başlı başına ayrı bir yazının konusu olacak büyüklüğe ve öneme sahip. Öte yandan burada üzerinde durulması gereken şu: Tarih boyunca müftüler “şeriatı” yani egemen İslam hukukunu halka anlattı ve açıkladı. Bu anlamda bugün müftülere nikâh yetkisi verilmesinin “anlamı” açıkça “İslamileşme” dalgasını büyütmek ve “dinselleşme” olgusunu yüksek perdeden sürdürmeye devam etmektir. Pek tabii olarak bu dalganın kasırgaya dönüşüp dönüşmeyeceği, dalgaya su olanlar kadar set olacaklara da bağlıdır. İstanbul Üniversitesi Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi kimlik kartımı kaybettim Hükümsüzdür. ÖMER KAPLAN C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear