28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Cumartesi 17 Eylül 2016 10 Saray ve yeldeğirmeni Silivri’den yazdığım ilk yazılardan birinde casuslukla suçlandığımı hatırlatıp “bir casus köprüsü üzerinde takas edilmeyi beklediğimi” yazmıştım gülümseyerek... Önceki gün o Casuslar Köprüsü’nden geçtim. Soğuk savaşta takasların yapıldığı Potsdam Köprüsü, bizi Prusya krallarının ikametgâhına taşıdı. Büyük Friedrich’in Potsdam’daki tek katlı yazlık Sanssouchi Sarayı, tepeden şehre bakıyor. Tepenin hemen eteğinde tarihi bir yeldeğirmeni var. Sarayın ihtişamına zıt bir köhnelikte, ama dimdik ayakta… Sorunca anlıyorum ki, efsaneye konu olan değirmen bu: Friedrich, sarayı yaptırdığında komşu değirmenin sesinden rahatsız olmuş. Adamlarına değirmeni satın almalarını söylemiş. “Değirmenim satılık değil” cevabını alınca da gürlemiş: “Ben Prusya kralıyım. O da kim oluyor?” Cevap, aynı sertlikte gelmiş: “O kralsa, ben de değirmenciyim.” Bu cevap, hepten delirtmiş saraydakini: “İcabında tek kuruş ödemeden zorla alırım değirmenini… Neye güveniyor bu adam?” Değirmenci, verdiği cevapla tarihe geçmiş: “Berlin’de hâkimler var, onlara güveniyorum.” HHH Sarayın görkemli salonunda bir yandan değirmenin sesine kulak kabartırken bir yandan da Avrupa’nın geleceğini tartışmak üzere toplanan meslektaşlarımın sorularını cevaplıyordum. 75 itibarlı gazetenin yayın yönetmenleri ile 25 gazetecilik öğrencisi salondaydı. Söyleşiyi, Bild’i yıllarca yönetmiş popüler yayın yönetmeni Kai Dickmann yönetiyordu. Israrla Türkiye’yi, darbeyi, medyayı, davamı soruyorlardı. Değirmencinin efsanevi cevabından 250 yıl sonra “Ankara’da hâkimler var” demek öyle zordu ki... HHH Az sonra Almanya’nın en prestijli ödüllerinden birini sunmak üzere Şansölye Merkel sahneye davet edildi. “Basın özgürlüğünü her defasında yeniden savunmamız, çok çabuk tehlikeye girebileceğini göz önünde bulundurmamız gerek” deyip sözü Türkiye’ye getirdi: “Türkiye’de medya zor durumda... Aramızda bulunan Can Dündar bunun en önemli örneği…” Salonda başlar bana döndü, yüzler gülümsedi. Aylardır Merkel’i, Türkiye’ye defalarca geldiği halde yaşanan hukuksuzlukları, baskıyı, sansürü görmezden geldiği için eleştiriyordum. Nihayet konuşuyordu işte… Şöyle devam etti: “Basın özgürlüğü demek, devletçe denetlenmemek, sansüre uğramamak demektir. Bu da yetmez: Basın özgürlüğü aynı zamanda, korkudan ve takipten uzak, yolsuzluklar üzerine yazabilmektir.” Bu kez atıf yaptığı kişi, o gün ödül vereceği Roberto Saviano idi. İtalya’da mafyasiyaset ilişkisini ortaya koyan kitabından sonra hedef haline gelmiş, korumalar eşliğinde zor bir hayata geçmişti. Saviano da ödül konuşmasına, “Paranın kokusu yoktur” deyişini hatırlatarak başladı. “Para kokar aslında” dedi. “Para kan kokar. Kir kokar. Kaçak petrolün, silahın, karanlık ilişkilerin kokusu siner üzerine… Suriye’de IŞİD, bu parayı kullanıyor mesela… O paralardan bu kokuları temizleyen merkezler var Avrupa’da… Yazar, bunları bilmek, yazmak ve sonuçlarına katlanmak zorundadır.” Sığ sularda yüzenlerin başını öne düşüren bu konuşmanın ardından ödülü, Ahmet ve Mehmet Altan’a adadı Saviano… HHH “Kralların sarayı varsa, bizim de yeldeğirmenlerimiz var” diyenler hâlâ mevcut dünyada… İnsanlık hâlâ baskıya direniyorsa, hâlâ kirli paranın kokusu alınıyor, değirmelerin sesi duyuluyorsa, o sesten saraydakilerin uykuları kaçıyorsa onlar sayesinde... l Potsdam Nâzım Hikmet Vakfı’nın tahliyesine direnmişti Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucularından olan ve bir süre başkanlığını yapan Tarık Akan, vakfın da içinde bulunduğu 116 yıllık tarihi binanın tahliyesine karşı direnmiş, tarihi bina önünde de basın açıklaması yapmıştı. Akan “Bir inşaat şirketi burayı yıkacak diye bizi tahliye ediyorlar. Nâzım’ın çok önemli kıymetli eşyalarını aldık, depoladık. Allahtan onlara bir şey olmayacak” demişti. Düşlerinde özgür dünyaSİNEMANIN BÜYÜK USTASI, ÖZGÜRLÜK VE HAK MÜCADELESİNİN NEFERİ TARIK AKAN’I YİTİRDİK Şerif Sezer ve Tarık Akan, Yol filminde başrolü paylaşmıştı. yarın uğurluyoruz Türk sinemasının efsanevi aktörü Tarık Akan’ı dün sabah tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Usta sanatçı Akan için yarın saat 14.00’te Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde tören düzenlenecek. Akan, Teşvikiye Camii’nde ikindi vakti kılınacak cenaze namazının ardından, Bakırköy’deki Zuhuratbaba Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 66 yaşındaki Akan bir süredir akciğer kanseri tedavisi görüyordu. Akan’ın yaşamını yitirdiği haberi ilk olarak Nâzım Hikmet Vakfı tarafından duyruldu. Yapılan açıklamada “Sanatçı olmanın dünyaya güzellikler sunmak olduğunu gösteren güzel insan, efsane filmlerin unutulmaz oyuncusu, ‘Anne Kafamda Bit Var’ın yazarı, ülkesinin ve halkının barış, demokrasi, özgürlük mücadelesinin militanı, ‘Ekmek, gül ve özgürlük günleri’nin yorulmaz savaşçısı, ülkesinin güzel yarınlarına kucak kucak emek taşıyan, Nâzım Hikmet sevdasını, Nâzım Hikmet Vakfı’nın kuruluşundan bugüne yönetim kurulunun her dönem en aktif üyesi olarak gösteren sevgili arkadaşımız Tarık Akan, 16 Eylül 2016 Cuma sabahı aramızdan ayrılmıştır. Işıklı anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Halkımızın başı sağ olsun” denildi. Hep film çekmek istedi Tarık Akan’ın oğlu Barış Zeki Üregül, hastanede yaptığı açıklamada çok üzgün olduklarını ifade ederek, “Bütün Türkiye’nin başı sağolsun” dedi. Üregül daha sonra kardeşleriyle beraber, babasının hayat arkadaşı Acun Günay ile birlikte yaşadığı Bakırköy’deki eve geldi. Üregül burada yaptığı açıklakada, “14 aydır çektiğimiz bir sıkıntıydı bu kanser illeti. Ortaya çıktıktan sonra daha çok üzülme yaşadı, o günden sonra kötüleşti. Ondan sonra da devamlı kötüye gitti. 14 ay önce akciğerde olan bir tümörle alakalı operasyon geçirdi. Tümör alındı, ameliyat başarılı geçti ama ne yazık ki tümör büyüme yapmış yine akciğerde. Akciğeri geçtikten sonra hemen karaci ğerde gözüktü. Karaciğerde kemoterapi işe yaramadı. Son zamanında da karaciğer yetmezliğinden oluşan böbrek fonksiyonlarının bitmesinden ötürü hayata gözlerini yumdu” dedi. Tarık Akan’ın bir vasiyeti olup olmadığı sorusuna yanıt veren Üregül, “Babam her zaman film çekmek istiyordu. Hastayken bile onun düşünceleri içerisindeydi” dedi. Son mesajı: Mücadele Akan, 7 Eylül’de Çukurova Belediyesi’nce düzenlenen Yılmaz Güney’i anma gecesine tedavi gördüğü hastaneden telefonla katılmış, Yılmaz Güney’in bir efsane olduğunu ifade ederek eşi Fatoş Güney’den mücadelesini sürdürmesini istemişti. Fatoş Güney’in “Sen bizim canımızsın ve iyileşeceksin, yine güzel işler yapacaksın” sözleri üzerine Akan, “Mücadele hiç bitmeyecek” karşılığını vermişti. l İSTANBUL / Cumhuriyet Sinema ve mücadele dolu bir yaşam öyküsü Tarık Akan Akan, Barış Derneği Davası’nda Aziz Nesin, Rutkay Aziz, Erdal Atabek, Ali Sirmen, Ataol Behramoğlu ve Reha İsvan gibi isimlerle yargılandı. 1949’da İstanbul’da dünyaya gelen Tarık Akan, Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde okuduğu sırada Ses dergisinin 1970 tarihli ‘artist’ yarışmasında birinci geldi. Bunu, gece eğitimi aldığı Işık Yüksekokulu’nda gazetecilik eğitimi izledi. Gençliğinde işportacılıktan taksi şoförlüğü ve Bakırköy sahillerinde cankurtaranlık ile gazoz satışına dek bir çok alanda ekmeğinin peşinde oldu. İlk filmini 1971’de, “Solan Bir Yaprak Gibi” ile, Fatma Girik eşliğinde çekti. Bugüne dek 110’u aşkın filmde rol aldı. Akan’ın kariyeri, 1970’lerdeki “Hababam Sınıfı” serisi başta olmak üzere, türlü melodramların yer aldığı süreç ve ardından 1978 itibarıyla gelen Yavuz Özkan imzalı, Cüneyt Arkın’la oynadıkları “Maden” ve “Adak” gibi toplumsal içerikli yapımlarla adeta bambaşka bir dönemece saptı. Rol aldığı “Üçüncü Göz” , “Deli Deli Olma”, “Çözülmeler” ve “Mektup” ile “Vizontele Tuuba” gibi son dönem filmleriyle de akıllara kazandı. 1970’li yılların ortalarında Vasıf Öngören’den aldığı oyunculuk dersleri, aktörlüğe daha sıkı sarılmasına yol açtı. Siyasi ve toplumsal içerikli filmleri arasında gösterilen, Şerif Gören imzalı “Nehir”de, Deniz Gezmiş’in arkadaşı Sinan Cemgil’in Güneydoğu’nun bir köyünde yaşadıklarını aktardı. Ancak aktör daha sonra Ertem Eğilmez’in sansür endişesiyle bu filmi ‘makasladığını’ ifade etti. Ödüller ve davalar 12 Eylül 1980 askerî darbesi döneminde, Yılmaz Güney’in “Sürü” ve 1982 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’yi Costa Gavras’la paylaşan “Yol” filmlerinde rol aldı. Güney ile ödüllü ve müzikleri Zülfü Livaneli’ye ait “Maden” filmini sansür kuruluna taşıdığı sırada uğradığı İzmit Cezaevi’nde tanıştı. Yılmaz Güney hapiste iken, 1981’de Almanya’da, Hürriyet Gazetesi’nin Frankfurt’taki ödül törenine gitti. Buradaki konuşmasını Tercüman gazetesi “Bu kızıl komünisti kim buraya getirdi” başlığı ile çarpıtarak haberleştirince, Türkiye’de tutuklanma riskine karşın İstanbul’a döndü ve görülen duruşmadan sonra, üç ila dört ay boyunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Gayrettepe Siyasi Şubesi’nde tutuklu kaldı. Akan oyunculuğunun yanı sıra sansüre karşı yürüyüşlerde, sendikal hareketlerde, darbe karşıtı eylemlerde hep ön sıralardaydı. Bunun hemen ardından ise birçok sanatçı ve aydının içinde yer aldığı “Barış Derneği” davasına, iki kez sanık olarak dahil oldu. Anne Kafamda Bit Var Bir söyleşisinde “Totalitarizmi öven, antidemokratik hiçbir filmim ve yapıtım yoktur” diyen sanatçı, 12 Eylül sürecini işlediği, “Anne, Kafamda Bit Var” adlı edebi ve biyografik içerikli, 198 sayfalık bir anı kitabı da yazdı. Yüz bini aşkın okurla buluşan kitap yaklaşık 20 baskı yaptı ve sanatçı, kitabın gelirinin çok büyük bölümünü de Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’na bağışladı. 1981’de, cezaevinde 90 gün tutuklu kaldı. Bu dönemde yaşadıklarına göndermede bulunan 1983 tarihli “Sis” isimli bir filmde, işkence görmüş ve kendisine işkence edeni sesinden tanıyan bir mahkumu canlandırdı. Ayrıca, 1990’lara yaklaşırken Atıf Yılmaz’ın Bozcaada’da Hazım Körmükçü ve Zara ile çektiği “Eylül Fırtınası”nda aldığı dede rolü ile yine 12 Eylül’e göndermede bulundu. Bu film için verdiği bir söyleşide, “Bir ülkenin demokrasisini kesintiye uğratan her türlü olaya karşıyım. Yalnız kendi ülkemde değil, tüm dünya için aynı şeyi söylüyorum. Demokrasi insanlar içindir” dedi. Rıfat Ilgaz’ın romanından Yusuf Kurçenli’nin çektiği “Karartma Geceleri” filminin ayrı bir yeri oldu. Bu filmde, 2’nci Dünya Savaşı Türkiye’sinde komü nist olduğu ileri sürüldüğü için işkence görmüş bir öğretmeni canlandırdı. 7 Altın Portakal Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yedi kez “En İyi Erkek Oyuncu” seçildi. İstanbul Film Festivali Onur Ödülü ve Ankara Film Festivali Aziz Nesin Emek Ödülü aldı. Rol aldığı 1984 tarihli “Pehlivan” filmiyle Berlin Film Festivali Jüri Özel Ödülü’nü kazanma mutluluğunu yaşadı. 2012’de Almanya’nın Nürnberg kentinde yapılan Türkiye Almanya Film Festivali’nde ‘Onur Ödülü’ aldı. İkibinli yılların başında TV’ye diziler çeken sanatçı, “Koçum Benim” ve “Gece Yürüyüşü” gibi yapımlarda rol aldı. 2006’da bir özel TV kanalı için çekilen, yönetmen Şerif Gören imzalı “Ah İstanbul” dizisi adına Sibel Can ile başrolde oynadı. l Kültür Servisi Sidnüenmyaasvıeyassatnaat Canımızın bir parçası Zülfü Livaneli: Dostum, kardeşim, iyi insan, yürekli adam Tarık. Kırk yıllı anıları nasıl içimiz yanmadan hatırlayacağız şimdi? Yokluğunu nasıl kabulleneceğiz? Yüreğimiz yandı Tarık, yüreğimiz yandı. TÜRKAN ŞORAY: Canımızdan bir parça gitti... O benim, bizim yol arkadaşımızdı. Tarık’ı kaybettik evet ama o hep bizimle olacak, hep bizimle yaşayacak.. Sinemaya ve ülkesine olan aşkıyla, onurlu duruşuyla hep saygıyla anılacak.. FATMA GİRİK: Solan bir yaprak gibi düştü Tarık… Türk sinemasında iyi işler yapan, devrimci, eğitimci, sinemaya çok emeği geçmiş bir adamı iki kelimeyle anlatmak mümkün mü? Tüm Türkiye’nin başı sağolsun. EDİZ HUN: Hem komedi türünde, hem aşk türünde, hem macera türünde çok değerli filmlere imza attı Tarık, çok genç sayılabilecek bir yaşta kaybettik, üzüntümüz çok büyük.. Aramızdan ayrılması, gerek biz arkadaşları gerekse Türk sineması adına çok büyük bir kayıp. HÜLYA KOÇYİĞİT: Hayatı boyunca inandıklarının peşinden giden, bunun için mücadele veren, Türk sinemasına çok önemli sanatsal filmler kazandıran bir ustayı kaybettik. FİLİZ AKIN: Öğrendim ve resmine bakakaldım. O savaşçıdır; tedavi süresinde kendini göstermek istemedi ama kısa zamanda sağlığına kavuşacaktır diye düşünürken… Bu habere halen inanamıyorum. O sadece en önemli festivallerde ödül kazanmış büyük bir aktör değil, çok değerli bir dost, çok iyi kalpli çok sevecen bir insandı.. Güle güle güzel bakışlı arkadaşım. SELDA ALKOR: Sırası değildi Tarık Akan’ın, çok erken ayrıldı aramızdan, aslan gibi adamdı. İki gün önce haberlerini okumuştuk gazetelerden, sevinmiştik iyi diye, bu sabah gelen haber çok büyük bir üzüntü.. Sinema için, Türkiye için çok büyük bir kayıp. Allah evlatlarına, ailesine, Türkiye’ye sabır versin.. Mekânı cennet olsun… HALE SOYGAZİ: Çok iyi bir arkadaşımdı, çok iyi bir oyuncu ve çok iyi bir insandı. En güzel filmlerimi birlikte yaptık, Tarık’ı kaybetmek hiç beklemediğim bir şeydi. Bebek yüzlü bir jönden sonra, çok çeşitli, farklı karakterleri başarı ile canlandırdı. Sürü, Pehliven, Kanal birbirine benzemeyen karakterlerdi. PERİHAN SAVAŞ: Tarık Akan’la son olarak Gece Yürüyüşü adlı bir dizide oynamıştık. Bana bunun son dizisi olduğunu söylemişti çünkü çalışma şartlarını beğenmiyordu. Oyuncuların hakkının yendiğini düşünüyordu. Beş altı kadar filmde birlikte rol aldım. Çok aydın çok iyi bir insandı. Sabah uyandığımda onun ölüm haberini televizyondan aldım ve çok üzüntülüyüm. ATAOL BEHRAMOĞLU: Tarık Akan kendini öne çıkarmaktan hoşlanmayan bir kişilikti. Ama gerektiğinde de Silivri zindanının önündeki barikatları omuzlayıp yıkacak kadar kararlı, gözü pek ve öncüydü. Hem bir İstanbul beyefendisi, hem evrensel bir sanatçı ve aydın, hem halkının ve ülkesinin gerçek bir evladıydı. Sanatçılar Girişimi’nin önderlerinden ve en etkin katılımcılarındandı. Ülkemizin bağımsızlık ve mutluluk savaşımında her zaman en ön saftaki yerinde olacak. Fazıl Say: Canım Tarık Akan’ım. Nurlar içinde yat. Dostum. Güzel insan. Dürüst insan. Ağabeyim. Hüznüm sonsuz... Leman Sam: Biraz daha eksildik...Ailesi ve sevenlerine sabır diliyor, arkasından konuşanları lanetliyorum. Demet Akbağ: Kalbin de yakışıklıydı kendin gibi; huzur içinde yat, seni unutmayacağız Tarık Akan. l Kültür Servisi iki yakın dostun doktor anısı İlhan Abi’ye selam eyle MİYASE İLKNUR Uzun bayram tatili süresince uyanır uyanmaz ilk yaptığım iş telefonumu heyecanla alarak maillerime bakmaktı. Ama o mail bir türlü gelmedi. Bugün öğrendim ki, artık o maile hiç yanıt gelmeyecek. Bayramın birinci günü Tarık Akan’a ona olan duygularımı ifade eden bir mail atmıştım. Aramak zor gelmişti. Ya dayanamayıp sesim titrerse, ya hastalığın seyri il ile ilgili duymak istemediğim bir şey söylerse... Tarık Akan benim gençlik kahramanımdı. O kahramanım yıllar sonra da İlhan Abi’nin sayesinde dostum oldu. Tarık Akan, Rutkay Aziz, Zeki Ökten ve Arif Keskiner’li buluşmalarda saatlerce süren sohbetleri keşke kayda geçirmek mümkün olsaydı. Bir gece yarısı hastaneye baskın yapan bu muhteşem dörtlü, İlhan Abi’yi yatağından kaldırıp tekerlekli sandalye ile kantine çıkarmış, sabahın 03.00’üne kadar söyleşmişler. Ertesi sabah İlhan Abi, öğlene kadar uyudu. Uyandığında, “Yahu dün gece sabaha kadar Tarık ve Rutkay’la âlem yaptık. Tabii şimdi de böyle uyuyoruz” dediğinde ilaçların etkisiyle halüsinasyon gördüğünü sandım. “Nerede yaptınız âlemi, Çiçek Arif’in mekânında mı?” diye sorduğumda “Benim bu halimle bara gidecek halim mi var be kızım. Tabii ki onlar buraya geldi. Çok iyi oldu. Ben bu çocukları seviyorum ya..” demiş, ardından da “Sana bi şey diyeyim mi; yaşlandıkça Tarık daha bir yakışıklı oldu. Tarık’a söyleme ama şımarır kerata” diye eklemişti. Akşama doğru Tarık Akan geldiğinde İlhan Abi’nin dediklerini aktardığımda, “Diğerlerini, Rutkay’ı falan yakışıklı bulmuyor ama değil mi?” diye havasını atmıştı. Doktora basıldık İlhan Abi’nin tedavisinin evde sürdüğü dönemde Tarık Akan aradı. Biorezonans diye bir tedaviden bahsetti. Bakırköy’de bir doktorun pek çok hastayı iyileştirdiğini söyledi. İlhan Abi, razı olunca Tarık Akan’la birlikte doktoru alarak İlhan Abi’nin evine geldik. Tedavi sürerken koruma Tahsin, panikle içeri girdi, “Dr. Zekiye Hanım geldi” dedi. Zekiye Hanım’ı arka odaya aldık. Ama orada da Tarık Akan oturuyordu ve Zekiye Hanım’ın kim olduğunu bilmiyordu. Doktor daha kendini tanıtmadan Tarık Akan, “İçimden bir his bu tedavinin İlhan Abi’ye iyi geleceğini söylüyor” demesin mi? “Yaa tabii tabii, Zekiye Hanım ve diğer doktorlar sağolsunlar evde de İlhan Abi’nin tedavisini aksatmadan sürdürüyorlar eminim iyi gelecek” deyip konuyu çevirdim. Tedaviden sonra İlhan Abi hiç kaldıramadığı sol kolunu başına kadar kaldırıp indiriyordu. Sevinçle birbirimize sarıldık. Bir sonraki randevu gününü saptayıp Tarık Akan’la doktoru yolcu ettik. Bu kez Zekiye Hanım’ı İlhan Abi’nin odasına aldık. İlhan Abi, artık oynatabildiği sol kolunu başına kadar kaldırıp indirerek “Bakın artık oynatabiliyorum” diyerek bir gösteri yapınca Zekiye Hanım, “Hem fizyoterapistleri eve kabul etmiyorsunuz hem de kolunuzu bu kadar oynatabiliyorsunuz hayret” deyince İlhan Abi başladı anlatmaya: “Tarık Akan bugün bir doktor getirdi. O bana bir şeyler yaptı ve ben kolumu oynatmaya başladım.” Üfürükçü mü çağırdınız? Zekiye Hanım, “Ne doktoru?” diye sordu. Ben hemen atılıp, “Tarık Akan’ın doktor bir arkadaşı var. Bugün ziyarete geldiler. İlhan Abi’ye kitaplarını imzalattı” dedim. Ama bir dolap çevirdiğimizi Dr. Zekiye Kural sanırım anladı. Evden çıktıktan sonra onu geçiren İlhan Abi’nin koruması Tahsin’e “Ne o eve üfürükçü mü çağırıyorsunuz?” diye sormuş. bChıiurçmayhkaumlRanİıdYzıET’İ Tarık Akan’ın gönlünde Cumhuriyet Gazetesi’nin hep ayrı bir yeri vardı. Gazetenin yıldönümlerine katılan, sık sık gazeteye gelerek yazarlarımızla tatlı sohbetler yapan Akan, gazetemiz yöneticilerinin yargılandığı duruşmalarda da adliye koridorlarındaydı. Silivri’deki Ergenekon yargılamalarına sanatçı duyarlılığıyla tepkisini gösteren; İlhan Selçuk’un gözaltına alınışı sonrası gazeteye destek ziyaretinde bulunan; eski Genel Yayın Yönetmenimiz Can Dündar’ın yargılandığı davada Çağlayan koridorlarına gelen Akan, Cumhuriyet’i hiç yalnız bırakmayan isimlerden biriydi... Tarık Akan’dan bir nasihat: CEREN ÇIPLAK / İZLENİM Nisan 2016’da, Tarık Akan’ı bu kez söyleşi talep etmek için arıyorum. Çünkü daha önceleri sanat dünyasında yaşanan baskı ve sansür haberlerine görüş almak için onu arıyordum. “Tamam, gel konuşalım” diyor. Gidiyorum ama bilmiyorum, bunun bir gazetede çıkacak son söyleşisi olacağını... Söyleşi günü, cezaevinden yeni çıkan Can Dündar da eşlik ediyor bize. Akan’ın Bakırköy’deki okulu Taş Mektep’te buluşmak üzere yola çıkıyoruz. Okulun içindeki merdivenlerin başında bekliyor bizi. Kollarını açıp, “Hoş geldiniz” diyor. Hemen ardından okulun yanındaki balıkçıya götürüyor bizi. Sonra, Can Dündar gazeteye dönmeden önce hatıra fotoğrafı çekmek için okulun merdivenlerinde toplanıyoruz. Öğrenciler de fotoğraf karesine girmek istiyor. Tarık Akan onları kırmıyor... Hep beraber fotoğraf çektiriyoruz. Sonra odasına geçiyoruz. Odası çocuk kostümleriyle dolu... Tüm okul 23 Nisan hazırlığı içinde. Taşlı, pullu o albenili çocuk kostümlerine bakarken, bir yandan bahçedeki çocukların sesleri yük ‘Çocuk merakıyla hayata sorular sormalı’ selmeye başlıyor, çocuklar oyun oynuyorlar. O gün Tarık Akan “Biliyor musun, en güzel soruları çocuklar soruyor. Çocuk saflığıyla, çocuk merakıyla hayata sorular sor” diyor bana. Böyle dedikten sonra ben de hemen bir çocuk telaşıyla kaydı açıyorum. Birden bana, “Kaydı kapat. Önce Âşık Veysel’in Atatürk’e yaktığı ağıtı dinleteceğim” diyor. O kadar içten dinliyor ki... Tarık Akan, o gün, kanser olduğunu yazmamamızı ve kimseye söylememizi rica ediyor. Öyle de yapıyoruz. Aylar sonra medyaya yansıyınca tekrar aradığımda “O kadar medyadan sakladım, duyulmasını da istemiyordum. Ama güçlüyüm. Atlatacağım. Beni merak etmeyin” diyor. Söyleşide, “Yaşadıklarınızdan öğrendiğiniz ne var?” diye soruyorum. “Pişmanlığım yok, büyük hatalarım da yok, her istediğimi yaptım” deyince “İçinizde kalan bir şey yok mu?” diyorum. Hastalığını kastederek “İçimde bir ağ rı var...” diyor ve ekliyor: “Aslında en büyük pişmanlığım sigara içmek.” ‘Kim daha yakışıklı?’ Tarık Akan’la 2010 Haziran’ında Antalya’da bir aradaydık. Nâzım Hikmet’in ölümünün 47. yılı anısına, Fazıl Say’ın bestelediği Nâzım Hikmet Oratoryosu’nun seslendirilişine katılmıştık. Nâzım’ın müzik eşliğindeki sözlerinin ağırlığı henüz üstümüzden kalkmamış. Etkinliğin kokteylinde sohbet ederken birden, gülerek “Nâzım mı daha yakışıklı yoksa ben mi?” diye soruyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sonra da “Hem sinemaya hem de hayata sadece yakışıklı olmak üzerinden tutunursam kaybedeceğimi büyük adamlardan öğrendim. Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney, Vasıf Öngören.. Bu büyük adamlar bana büyük şeyler öğrettiler” diyor; ama yine de yakışıklılığından son derece gurur duyarak yapıyor bunu. Haklı da. Hep de öyle olacak. SYaonluamtçuılazruGayirdişıinmlai:tacakKbhl“mamusuGAakmmleralyaeakuuültıasaamnnllomoıtuennddyınilşn’zaadaagıuuumiıybyanüğrönkıiı,uılulmdazbnsem“nıyüSacaSluTseabrüağaTanoddnneınakrm;ünıiatıa.nriyksrmmtıstSkeuıusçıAnaelzcriziAımn;tğkllselaısuskakaiikgryeaağtnüv”eGlçnnva”ezedısae’elibıuariynetröriarçğsşonivzinşeıiGmuligmelulevvırdkiüzmelgrieuib,lari.ıişvlyuAaislüariiroyzımkçkeTnaudraıaınçiuksn’ınarnnılazkıa’ydikıv.nondaÜalışlnı Her daim ayakta, güçlü ve onurlu... BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM: Türk sinemasının önemli isimlerinden Tarık Akan’ın vefatını teessürle öğrenmiş bulunuyorum. Tarık Akan’a Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve bütün sanat camiamıza başsağlığı diliyorum. CHP LİDERİ Kemal Kılıçdaroğlu: Oyunculuğu ve onurlu duruşuyla tüm sanatçılara örnek olmuş, Yeşilçam’ın usta ismi Tarık Akan’ı kaybettik. Mekânı cennet olsun... Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı: Tarık Akan, başarılı oyunculuğunun yanı sıra, son yıllarda, sosyal sorumluluk bilinciyle çocuklarımızın eğitimine de katkıda bulundu. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ: Bizleri Silivri’de hiç yalnız bırakmamış olan güzel insan, büyük sanatçımız Tarık Akan’a Allah’tan rahmet diliyorum. CHP Milletvekili Bihlun Tamaylıgil: Yaşamı boyunca karşılaşmış olduğu her türlü baskı, tehdit ve dayatmalara rağmen, direnişçi, mücadeleci ruhundan asla taviz vermeden, sanatı servet için değil, toplum için yapan usta sanatçı Tarık Akan’ı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Gerçek bir cumhuriyetçi, vatansever ve Atatürkçü olan Tarık Akan, söylediği gibi ayakta, güçlü ve onurlu bir şekilde halkın kahra manı olarak ayrıldı yaşama sanatından. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: Başarılı bir sanatçıyı, halkına bağlı bir eğitimciyi, ülkesinin sorunlarına duyarlı bir yurttaşı; Tarık Akan’ı kaybettik. Eski CHP milletvekili Sabahat Akkiraz: “Sabahat, yalın haliyle söylemeli türküleri” derdi. Gözlerine bakarak türkü okumaktan mutlu olduğum yüreği kocaman dost... Teker teker azalıyor etrafımız. Güzel insanlar bizi bırakıp gidiyorlar. Onları özleyeceğiz. Bir gün sıra bize de gelecek. Güle güle Tarık Akan... l ANKARA / Cumhuriyet Tarık Akan’a veda 1 1EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: İLKNUR FİLİZ FETÖ/PDY iddianamesinin kör açısı Savcı Serdar Coşkun, 15 Temmuz darbe girişiminden birkaç gün önce, 2015 sonbaharından beri yürüttüğü anlaşılan soruşturmayla ilgili hacimli bir iddianameyi Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne teslim etmişti. İddianame, savcılığın “Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması” olarak tanımladığı örgütle ilgiliydi. Darbe girişiminden önce hazırlanan iddianameyi mahkeme 22 Temmuz’da kabul etti. İlk duruşma, bir değişiklik olmazsa, 22 Kasım’da görülecek. Savcı, FETÖ Çatı Davası olarak da adlandırılan soruşturmanın üç amaçla açıldığını belirtiyor: İncelenen örgütlenmenin hukuk açısından meşru olup olmadığının tespiti; Anayasal düzeni cebren değiştirme ideali olup olmadığı; 17 Aralık 2013’le 30 Mart 2014 arasında ve sonrasında hükümeti devirmeye yönelik faaliyet yürütülüp yürütülmediği. Savcı, soruşturmanın mahiyetini açıklarken, “Bu örgütün evinde kalan, yurtlarında barınan veya okul ya da dershanelerinde öğrenim gören gençler, dershane, özel okul ve yurtlarda faaliyet yürüten öğretmenler ve yöneticiler, aynı şekilde örgütün emrinde faaliyet yürüten dernek, vakıf, banka veya ticari şirket çalışanları, bu örgütün elindeki işyerlerinde ücretli çalışan, emeği ile geçinen kimseler, açıkça bir suça karışmadıkları sürece sırf bu irtibatları ceza sorumluluğu doğurmadığından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur” diye belirtilmiş. “Fethullah Gülen örgütünün sempatizanı olup bu örgütü dini bir kuruluş sanarak cemaate gönül bağı bulunanlar da” soruşturma harici tutulmuş. “Sırf bu harekete mensup olmak cezalandırma için yeterli değildir” diyor FETÖ/PDY davası savcısı. Başarısız darbe girişimi sonrası yürütülen cadı avını, istemeden de olsa, hukuken mahkum ediyor! Bir de 17 Aralık öncesi muamması var. Savcılık, Gülen cemaati örgütlenmesinin merkezinde yer alan 73 kişinin işlediği iddia edilen suçları tanımlamadan ve bunlarla ilgili topladığı delilleri sunmadan önce, “Türkiye’de geçmişteki bütün siyasi iktidarlar, muhalefet, diğer dini cemaatler, kamu ve sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, ordu, kısaca toplumun her kesimi, elbirliğiyle Fethullahçı Terör Örgütü’nün bu büyümesinden ve kadrolaşmasından sorumludur” diyor (İddianamenin dördüncü bölümü). Ardından, “Türkiye Devleti, zaten her dönemde dini yapılara müsadekâr bakmıştır. Bu politika çerçevesinde devlet, harekete çeşitli özel taviz ve imtiyazlar vermiş, hareketin güçlenmesi için bütün imkânlarını kullandırmıştır” değerlendirmesini yapıyor. Örgütün, “devletin ihtiyaç duyacağı bütün alanlarda teknik personel” yetiştirdiğinin, “kalifiye eleman için kendisi dışında hiç kimse kalmamasına özel bir özen” gösterdiğinin altını çiziyor. Bu yolla kendini meşrulaştırdığını, 1980’ler ve 1990’larda palazlandığını, 2002’de AKP’nin “iktidar boşluğunu doldurmak üzere” harekete geçtiğini, 2007’den sonra örgütlenmesini tamamlayıp, “güç dengesini lehine çevirip, operasyon hünerini” ortaya koyduğunu belirtiyor. İnsan bunları okuyunca, iddianamede, Gülen cemaatinin devlet kurumları içine sızma faaliyetleri ve yaptıklarının yanında, bunu hangi ittifak ve desteklerle başarabildiklerinin aydınlatılacağı beklentisine kapılıyor. Nafile bir beklenti! İddianame, sonuçta, “herkes 17 Aralık’a kadar aldatıldı” gerekçesiyle bu konuyu hemen kapatıyor. Suça dolaylı iştirak iddiasının 2002’den beri iktidarda olan partinin yöneticilerine sıçramamasına özen gösteriyor. Halbuki iddianamede şüphelilerin üzerlerine atılı suçlar delillendirilirken, iktidar partisi yöneticilerinin suça manevi feri iştirakiyle ilgili karineler, ordu, yargı ve Emniyet örgütlenmesi başta olmak üzere, birçok kez karşımıza çıkıyor. Suça manevi feri iştirak, suç işlemeye teşvik, suçu işleme kararını destekleme, suç işlendikten sonra yardım vaadinde bulunma gibi fiillere ceza kanununda verilen addır. Örneğin savcılık, “Türkiye, sırf Fethullah Gülen Cemaatinden olmanın kamuda atama ve yükselmede yeterli tek kriter olduğu bir dönemi yaşamıştır” derken, iktidarın bilgisi ve onayı olmadan, söz konusu cemaat örgütlenmesinin bunu tek başına yapabileceğini “hayatın olağan akışı” içinde herhalde düşünmüyordur! Söz konusu “belli bir dönem” acaba hangi dönemdir? FETÖ/PDY çatı iddianamesinde, kaynağı belirsiz kanaat seviyesindeki iddiaları bir kenara bırakırsak, bir örgüt yapılanması etraflı biçimde gösteriliyor. Terör suçu iddiası tartışmalı ama ortada bir suç örgütlenmesi olduğuna ilişkin, bir kısmı karine bir, kısmı somut delil niteliğinde olan birçok bilgi ve belge iddianamede yer alıyor. Ne var ki şüphelilerin bu suçları işlerken yararlandıkları desteklerin üzerine gitmekten özenle kaçınıldığı, hukuken hiçbir geçerliği olmayan, 17 Aralık öncesi herkes aldatıldı gerekçesiyle üzerleri örtüldüğü için, belirtilen suçların bu rahatlıkla, bu kadar uzun bir süre ve tarif edilen boyutta nasıl işlenebildiği aydınlanmıyor. FETÖ/PDY iddianamesinde kasıtlı olarak kör bırakılan bir açı bu. Bir iktidar pratiğini aydınlatmak, hukuk devletinin çürütülmesinin bütün sorumlularını ortaya çıkarmak için bakılması gereken de tam bu açı. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear