26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Salı 13 Eylül 2016 6 ‘Beyaz yakalıları kaymak dizi TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN tabaka sanıyorlar’ Başarılıokulları Ofisten direniş, plazadan dayanışma çıkar mı? Beyaz yakalıların bir araya geldiği politik gruplar anlatıyor. bir bir dağıt, sonra yüksek teknoloji üreteceğiz de... John Berger, 19. yüzyılın alt sınıflarını, eşitsizliklerini, kapitalizmin serpilişini romana sokan Charles Dickens’ın geçen zamana rağmen “çağdaş” bir yazar olduğunu düşünüyor. Dickens’ın tarif ettiği yoksulluğun miadını doldurduğuna inanılan bu çağın, nasıl görülmemiş nicelik ve derinlikte yeni bir yoksulluk doğurduğunu anlatıyor Berger. (İstanbul’dan Gelen Telefon, John BergerYücel Göktürk, Metis) 19. yüzyıldan bu yana dünyanın çehresi hızla değişirken, birçok fikir insanı da kapitalizmin erken, “vahşi” günlerine doğru dönüşünün tezlerini sıralıyor. Dickens romanlarındaki gibi bir eşitsizlik ve yoksulluk... İşsizliğin yapısallaştığı, çalışma koşullarının çetinleşip güvencesizliğin kara bir bulut gibi her çalışanın ensesinde dolandığı za manlar... “Açlık sınırına” şükrettirebilen, işsizin yanında işi olanın da yoksulluğundan bahsettiğimiz devirler... Mesela torba yasadan çıkan “kiralık işçilik”, Türkiye için de artık bir hakikat; çalışandan yana hak kayıplarıyla geçici istihdam modellerinin normalleştiği günler... Meslek hastalıklarının, iş kaynaklı cinayet gibi ölümlerin ve belki en mühimi, bu vahşi döngünün, herkesi alternatifinin olmadığına ikna ettiği zamanlar... “Herkesi” demeyelim. Tarımın ticarileşmesi ve çözülmesi, şehirli nüfusun tüm dünyada artışı, hizmet sektörünün çeşitlenerek büyümesi son biriki yüzyılın ezberlettiği bazı kavramları da zımparaladı. Maddi emek ve zihinsel emek, beyaz yakalılar ve mavi yakalılar, vasıflı ve vasıfsız işçiler mağduriyette birbirine yakınlaşarak yeni sı nıf manzaraları koyuyor önümüze. Üniversiteden mezun olduktan sonra yetmiş ikinci iş gö rüşmesinin ardından girebildiği ofis işinde, her an atıl ma riski ve her ay kredi kartı borcunu bitirebilme ümidi ve kemikleşmiş bir yetersizlik, yabancılaşma ve yalnızlık hissiyle yaşayan bir beyaz yakalı, işçi midir? “Tuzu kuru” mudur, sistemin ona öngördüğüne razı mıdır? Ofisten isyan, plazadan direniş, dayanışma çıkar mı? Beyaz yakalılar nasıl bir araya gelir? Son yıllarda, özellikle de Gezi’yle yeni bir ruh kazanan beyaz yakalı örgütlenmeleri bu sorulara kafa yoruyor, “işçi olduğunun farkında olmayan apolitik güruh” klişesiyle boğuşuyor, itiraz yolları arıyorlar. En önemlisi de dayanışıyor. Ekonomik krizin soluğunu hissettirdiği, kiralık işçiliğin dayatıldığı, zorunlu bireysel emekliliğin konuşulduğu günlerde Türkiye. Bu yazı dizisinde işi olan, olmayan, serbest/freelance çalışan beyaz yakalılar ahvali ve o “hayaleti” anlatıyor. Okurlar tartışmaya katıldı, yüksek teknoloji 2 Önce iyi bayramlar, güzel ve kazasız belasız tatil dileklerimi sunuyorum. Yüksek teknoloji üzerine okur görüşlerine bugün de devam. Aşağıdaki görüş sahiplerinin çoğu isimlerinin yayımlanmasını istemedi. HHH n “Türkiye’de yüksek teknoloji ürünleri üretiminin artırılması gibi bir hedefi mi varmış AKP’nin! O yüzden mi sürekli yeni imam hatip okulları açıyor, başka okulları imam hatibe dönüştürüyor. Bunların dışında kalan okulları da yarı yarıya imam hatip okuluna çevirecek Kuran ve Peygamberin hayatı derslerini teoride seçmeli pratikte zorunlu ders olarak dayatıyor. n Bunun için mi Anadolu liseleri ve fen liselerini, köklü başarılı kolejleri darmadağın edecek uygulamalara gidiyor. AKP’nin arka bahçesi sendikanın yetersiz, zayıf AKP miltanı öğretmenlerini bu okullara tayin edip bu okulların eski öğretmenlerini dağıtıyor. Mahvettiği Türk eğitim sistemi mi yüksek teknoloji ürünleri üretecek elamanları sağlayacak Türk şirketlerine? n Tabii bir de şehir planları ile oynayarak yapılmayacak şeyleri yaparak rant ya ratmayı kendine şiar edinmiş, inşaata dayalı AKP ekonomi anlayışını sorgulamalıyız. AKP’nin mirasyedi ekonomi politi kasını, yatırım iklimini imkânsız kılan hukuk anlayışını, Osmanlıların enzkazından çıkardıkları yeni müsadere pratiğini, Türk ihracat pazarlarını birbiri ardına çıkardıkları dış politika krizileri ile Türk şirketlerine kapatmalarını, uyguladıkları para politika İstanbul’da, plazaların fermuar dişlileri gibi ufku sardığı Levent’te metro istasyonu. Tarihlerden 1 Mayıs. Biri mühendis, biri çevirmen, biri bankacı belki. Ellerinde sprey boyalar. Daha önce deneme yapmadıklarından biraz da acemice, duvara yazmaya başlıyorlar: “1 Mayıs’ta işe geldin, bari çalış...” Laf bitmemiş ama sprey boya bitivermiş. Böyle kalamaz. Önce tükenmez kalemle deniyorlar, sonra içlerinden bir kadın, çantasından rujunu çıkarıyor ve mesaj tamamlanıyor: “1 Mayıs’ta işe geldin, bari çalışma!” Hikâye buradan başlasın. Beyaz yakalı örgütlenmeleri arasında ismi en sık duyulanlardan biri Plaza Eylem Platformu (PEP, http://plazaeylem. org/). 2008’de IBM’deki sendikalaşma çalışmaları sırasında yolları kesişmiş. İsimlerini o dönemki “plaza eylemlerinden” alıyorlar, yoksa karşımdaki beş kişi farklı sektörlerde, farklı ofis tiplerinde çalışıyor. Çekirdekte 25 kişi yer alsa da etkinliklere, eylemlere gelen, takip eden, içlerinde yönetici düzeyinde çalışanın da olduğu üç bin kadar kişi demek PEP. Temel hedefleri galiba normalleşmenin önüne geçmek. Neyin? Servisten fazla mesaiye, performans baskısından mobbinge kanıksanmış çalışma şartlarının. Bunlar üzerine konuşmak, kimi hallerde direnişler örgütlemek, lüzumlu hallerde hukuki yolları zorlamak... http://istenatildim.org/ siteleriyse işten çıkarılma hallerinde hukuki ve psikolojik dayanışma için kurulmuş. Her toplantıları gayriihtiyari biraz buna dönse de, daha geniş katılımlı Deneyim Paylaşım Atölyeleri düzenliyorlar. Bir arada teşhis, birlikte tedavi gibi... bunun da tek tek kazanımları erittiğini düşünüyor. Kazanım dedikleri arasında, bir şirkette tutarı düşürülen yemek fişlerine itiraz etmek de var, fazla mesailerin usulünce kaydedilmesini sağlamak da. Mavi yakalıların grevlerine, eylemlerine destek vermeye sıkışmış bir politik varlıkla yetinmek istemiyorlar. “Sahici olmak” dediği sendikayla ya da sendikasız her işyerinde somut talepler üzerinden bir araya gelebilmek. Uluslararası ilişkiler okuyup akademiyi düşünürken kendisini STK projeleri dünyasında bulan Emel, her proje arasında bunalımlı işsizlik mevsimleri de yaşıyor. Yaptığının dışarıdan “fonlar akan” bir iş alanı gibi anılmasından şikâyetçi. Bir yandan da diyelim çocuklarla ilgili bir projede hakkını aramanın zorluğundan. “Bu kadar hayırlı bir iş yaparken sen neden şikâyet ediyorsun?” der gibi. Emel, PEP’le Soma Holding binasının önünde yapılan eylemler sayesinde tanışmış. Beyaz ya freelance çalışıyor, yaptığı işlerin muhteviyatı, süresi değişiyor. Kendisi için işsiz mi demeli, “geçici işler yapıyorum” mu demeli bilememiş bir süre. Eylem, kavramlar üretmenin hukuki mücadelede ve dertlerin yaygınlaşmasında önemli olduğunu düşünüyor. Muhalif görünen kurumlarda yaşanana “gönüllü emeğin sömürüsü” demek gerekli ona göre, işin büyük kısmını stajyerlerle çözen işyerlerindekine “idealizm sömürüsü”... Düşününce on yıl önce “mobbing” de bilinen bir kavram değildi; işyerindeki psikolojik şiddetin üstten yahut eşitten gelen farklı tezahürleri görünmezleşebiliyordu. İktisat okuduktan sonra 10 yıldan fazladır mali müfettişlik yapan Derya’nın durumu da Plaza Eylem Platformu, 2008’de IBM’deki sendikalaşma çalışmaları sırasında bir araya gelmiş. İsimlerini o dönemki plaza eylemlerinden alıyorlar. Hepsinin sektörü farklı, hepsinin adresi “plaza” da değil. ha farklı. “Beyaz yakalıları kaymak tabaka sanıyorlar” diye başlıyor. Kendisi ağır mobbing altında, yıllar içinde hak kaybederek çalışan bir beyaz yakalı olduğu gibi, şimdiye kadar 150 kadar şirkete de mali denetim için gitmiş. Bunlar çağrı merkezi, yazılım, reklam şirketleri gibi üretim için tek maliyetin beyaz yakalı işgücü olduğu şirketler. “Sıfır kredi, sıfır yatırım, tek gider maaş olmasına rağmen çalışanlara kıdem tazminatı bile ödenmiyor. Yüzde beş bin kâr eden şirketler var ve bunu sağlayan tek şey emek sömürüsü. Çalışanların üzerlerinde baskı inanılmaz” diyor. Birbirine rakip olsalar dahi kimi büyük şirketlerin hak arayanları birbiriyle paylaştığı kara listelerden bahsediyor. Birinden atılan diğerinde iş bulamasın diye patron dayanışması yani. Beyaz yakalı intiharları Siyaset bilimi yüksek lisansı yapan Müge, bir süre özel ders verdikten sonra beş yıldır küçük ölçek li bir halkla ilişkiler ajansında çalışıyor. “İşimden bayağı nefret ediyorum” diyor. Diğer yandan iyi iş arkadaşları sayesinde “asap bozucu talepkârlıktaki” müşterilere, “herkesin mutsuz olduğu ama dünyanın en iyi şirketinde çalışıyormuşuz gibi davrandığı” işine katlanıyor. Mesaisinin bir parçası da çalıştıkları firmaların itibar yönetimi, ki bu da bazı haberlerin çıkıp bazılarının çıkmamasını gerektirecek bir medya ilişkisi sağlamak. Ya da birtakım şirketler için medyada görüş beyan edecek uzman ayarlamak. Bütün masa yapmak zorunda bırakıldıkları “pis” işleri de konuşmaktan yana. Bir bankacı, “Çok esnaf batırdım. Başta vicdan yapıyordum, sonra duyarsızlaştım” diye yakınıyormuş. Bir çağrı merkezi çalışanının itirafını aktarıyorlar: “Gündüz o kadar çok yalan söylüyorum ki artık aileme, arkadaşlarıma yalan söylerken hiçbir ahlaki kaygı duymuyorum”. Aynı zamanda gündüz “kandırdığı” müşteriyi akşam evden arayıp o sözleşmeyi nasıl iptal edeceğim yolunu fısıldayan da var ama. Selin, “Çalışma koşulları dışında işlerin kendisini de politikleştirmeliyiz” diyor. Bir yandan beyaz yakalı intiharları gibi çok da görünmeyen bir mevzu var. Tutmaya çalıştıkları liste dediklerine göre kolay hazırlanmıyor, basbayağı dedektiflik icap ettiriyor. Çünkü genelde geriye kalanlar bu ölümlerin intihar şeklinde anılmasını istemiyor, kurumların itibar hassasiyetleri bilgi edinmelerini zorlaştırabiliyor. Mali müfettişlik yapan Derya masanın diğer ucundan sessizce giriyor lafa: “Çalışırken öyle günler geçirdim ki, anlayabiliyorum intihar edenleri, bana hiç uzak olmadı bu fikir”. sının Türk şirketi kimliği taşıyan şirketlerin kredi derecelendirmelerini çok uygunsuz hale soktuğunu.. n Türk mali sisteminin AKP politikaları ile yabancıların kontrolüne girdiği bir ortamda teknoloji yatırımı yapacak şirkete yabancı kontrolündeki bankacılık sistemi uzun vadeli kredileri verip vermeyeceğini.... ve daha burada saymadığımız birçok faktörü düşünmeliyiz ve gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan bu açıklamayı (Türkiye’nin yüksek teknoloji ürünleri ihracatını yüzde 3’lerden yüzde 20’lere çıkaracağı iddiasını) yapabilecek AKP’li bakanlarımız olduğu için geleceğe güvenle bakmalıyız. Nurlu, ampul ışıklı, AK günler Türkiye’yi bekliyor!!!” HHH n “Her dönemde zaten âlâsı yapılmış otoyollar vb. mucize gibi gösterilerek toplum kandırılırken, her alanda sapır sapır döküldüğümüz gerçeği perdeleniyor. Bilgiyi üretip işleyemez hale gelmiş, eğitim sistemi çökmüş, hiçbir alanda tek bir liderliği bulunmayan bir ülke olmaktan kurtulmalıyız…” HHH n “Aaah, ah; 40 yıl evvel yurdum sanayii kalıpçılara eşek yükü ile para öderken en az bir ay da sıra bekliyordu. Çin ise en komplike kalıbı 24 saatte teslim ediyordu. Bakın Japonya’dan hiç söz etmiyorum bile. ‘Eller aya, biz yaya’ boşuna söylenmedi!” HHH n “Kadın ve erkeğin bölündüğü bir felsefede 100 yıl geridesin her daim. Mahkumsun. Fakirliğe, kısıtlı hayata, sefilliğe mahkumsun.” n “Sürpriz olmadı bu veriler. İTÜ mezunu bir mühendis olarak çok üzüldüm. Türk Hava Kuvvetleri’nde çalıştığım; ABD, Almanya gibi ülkelerde bulunduğum ve 28 senedir de Avustralya’da çalışarak öğrendiğim gibi, Türkiye teknolojik alanda gelişip üretim yapabilecek bir durumda değil maalesef. Bahsedilen konuda aşama yapmak için ülkenin insan altyapısı yok.. sokaklar insan dolu, çarşılar insan dolu ama yüksek teknolojiyi yaratacak, özgür aklını bilimle buluşturacak insanlarımız yok denecek kadar az; bizim, insanda kalite sorunumuz var. Biz ‘aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür gençler’ yetiştirme projesini buruşturup atmışız; bugün bile hâlâ tarikat, şeyh, cemaat, mürit, derviş gibi saçmalıkla vakit geciriyoruz.” Arslan Ermerak, Sydney Sorun bireysel değil Endüstri mühendisi Selin’in 98’de başlayan çalışma hayatında bin kişinin çalıştığı kablo fabrikası da var, işin araştırma kalıların birlikte politik bir bilinç geliştirerek, kendini güçlendirerek, deneyim paylaşarak örgütlenmeleri ‘Kavgada Biz de Varız’ kısmına kayarak girdiği küçük araştırma şirketleri de. Alan ve ölçek değiştirmesinde beyaz yakalı olarak fabrikalarda ondan beklenen üretim optimizasyon, ergonomi gibi, patron cenahından bakarak üretimi denetleme vazifesinden yılması da etkili. PEP’in eskilerinden olan Selin, mavi yakalıların uzunca mücadele tarihi yanında beyaz yakalı direnişinin mirası olmadığını, ni kadın hareketine benzetiyor. “Kadın cinayetleri politiktir” demek nasıl bakış açısını değiştiriyorsa, bireysel sanılan sıkıntılar böyle politik bir zemine oturuyor. Yüzde beş bin kâr! Sosyolojide yüksek lisans öğrencisiyken Tekel Direnişi zamanında, onları ziyaret eden PEP’te tanışan Eylem, şu anda Ankara merkezli Beyaz Yakalı İşçiler (BYİ, http://beyazyakaliisciler.org/ ), baştan bir tartışmayı bitirmek ister gibi seçmiş isimlerini. Sınıfsal bilinçle hareket ettiklerini söylüyor Adil, kendisi de bir meslek odasında çalışıyor. Çağın değişen çalışma rejimlerine karşı yeni örgütlenme biçimlerinin lüzumuna değiniyor. Toplusöz leşme gibi bir hakkı sağladığı için sendikalaşmayı önemli bulsa da, hem bugünün sendikacılığını tartışmaktan hem de mevzuattan kaynaklanann engelleri unutmamaktan yana. Gezi’den sonra bir araya gelen BYİ içinden, Gezi ve beyaz yakalı ilişkisine değinen bir film de çıkmış, ismi manidar: “Kavgada Biz de Varız”. (https://www.youtu be.com/watch?v=nbN2DZrHjOc ) Etkinlikleri, forumları oluyor, hem buralarda hem de daimi olarak siteden deneyim paylaşılıyor. “Pencerenizden ne görüyorsunuz?” diye sorup fotoğrafları derledikleri bölüm bile ayrı bir yazı konusu... Bunu okuyan beyaz yakalılar, sizin pencerenizden ne görünüyor? SÜRECEK C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear