26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 29 Mayıs 2016 10 yorum TASARIM: SERPİL ÜNAY Ölüme yatan maden işçileri, bizi bağışlamayın! Utanç içindeyim. On gündür, madenci kenti Zonguldak’ta 28 maden işçisi madenin koyu karanlığında ölümü bekliyor. Zonguldak’ı ve madenin koyu karanlığını çok iyi bilirim. Dört yıl önce kentte bir süre kaldım. Madenlere inip, yeryüzünden 400 metre aşağıdaki karanlığı, oradaki ölüm koşullarını sizlere yazmaya çalıştım. Ölüm kuyularından söz ettim. O kuyularda metan gazı öylesine birikmiştir ki, yanlışlıkla tek adım attığınızda anında ölürsünüz. Tuvalet yoktur! Yemeğinizi sular damlayan, karanlık içinde yersiniz. Ve madenci kadınları, çocukları sürekli yürekleri pır pır ederek akşamı bek lerler. Evin erkeği geldiğinde hepsi derin bir oh çeker. “Bugün de Azrail’i yendik!” Acı ama gerçek, dünyanın en kalabalık “iş kazası şehitliği” Zonguldak’tadır. Çok gitmenize gerek yok, Zonguldak Havzası Maden Şehitliği, hemen kıyıda, kentin en güzel yerinde size seslenir. Beş bine yakın madenci şehidinin adları yıllarına göre yan yana yazılmıştır. Onlar için şimdi bir dakikanızı ayırmanızı istiyorum. Onlar, bu ülkenin kalkınmasında temel bir hammadde olan kömürü çıkarırken öldüler. Geride gözleri yaşlı analar, bacılar, sevgililer ve yetim çocuklar kaldı. İşte ölüm bugünlerde gene Zonguldak’ta ellerini ovuşturarak bekliyor. Bu kez Kilimli’de bir maden girişinde. Madende en temel hakları için ölüme yatan (ölüm orucu tutan) madenciler var. Yan yana uzanmışlar, üstlerinde onları madenin neminden asla koruyamayan battaniyeler, dışarıda madenin girişine çocuklar, kadınlar, kız kardeşler bekliyor. Sanki orada olmaları Azrail’in işini zorlaştıracak öyle hissediyorlar. Küçük bir oğlan çocuğu bir taşın üstüne oturmuş sürekli ders çalışıyor. O ne kadar çok ders çalışırsa babası o kadar çok ölmeyecek. Bir kadın elinde tespih hiç durmadan dua ediyor. O ne kadar çok dua ederse kocası o kadar çok ölmeyecek. Bir kadın kucağında çocuğu, madene girmenin yollarını arıyor, “birlikte ölelim.” Ne yazık ki, bu satırların yazarı ölüm oruçlarını da bilir. Siz hiç ölüm orucu tutan birinin yüzünü, bedenini gördünüz mü? Ben gördüm, belki de utanmam en çok bundan! Önce derinin rengi solar, sonra kaslar erimeye başlar, başınızı bile dik tutamazsınız. Kelimeler sizi terk eder ve güçlükle soluk almaya başlarsınız. Gözleriniz çukura kaçar ve artık görmez olursunuz. Ölüm sizi bulmazsa geri kalan yaşamınızda öylesine sakatlıklarla karşı karşıya kalırsınız ki, ölümü özlersiniz. Ölüm orucu bu demek, insanların en son çare olarak bu korkunç gaddar düzene bedenlerini sunmaları demek! İşte on gündür onlar bedenlerini bu gaddar düzene sunuyorlar. Ama biz ne yapıyoruz, günlerdir izliyorum, ne bir sendika yöneticisi, ne Tabipler Odası’ndan doktorlar, ne Halkın Hukukçuları, ne sivil toplum kuruluşları madene uğradılar! Sanki yoklar! Diyeceksiniz ki, her kuruluşun işi başından aşkın, nedense bu günlerde bir kurşunla öldürülen DİSK Başkanı Kemal Türkler sık sık aklıma geliyor. O olsaydı ne yapardı diye düşünüyorum. Hiç uzatmaya gerek yok, ölüme yatan işçilerin sendikalı ya da sendikasız olmalarına hiç aldırmadan, o madene iner ve işçilerle birlikte ölüm orucuna başlardı. Nerede popüler davalarda boy gösteren DİSK yöneticileri? Belki anlarsınız neden işçiler sizlerin peşinden gitmiyor! Tarih boyunca görülmüştür ki, toplumsal başkaldırı hiç beklenmedik bir anda, hiç beklenmedik bir yerden gelir. En son Gezi olayını anımsayalım. Bir ağaç bizlere yeniden insan olduğumuzu, yaşadığımız zamanda bizi de içine alan kirlenmeyi anımsatmıştı. Şimdi bu ölüm oruçları da bize uzun zamandır unuttuğumuz sınıf gerçeğini anımsatabilir. Üstelik Zonguldak büyük işçi direnişleriyle ülkenin en destansı yerlerinden biridir. Şimdi hep birlikte Zonguldak’a akmalıyız. Ölümleri beklemeden, yeniden Zonguldak olmalıyız. Bunun için hâlâ bir fırsat var! Ölüme yatan o madenciler bize sesleniyor: Duyun, duyurun ve bizimle birlikte olun! Artık iyice kısılan sesimize ses katın! 29 MAYIS 2016 SAYI: 33107 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu Yazıişleri Müdürleri Bülent Özdoğan Baydu Can Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Görsel Yönetmen Hakan Akarsu Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Haber Merkezi Müdürü: Aykut Küçükkaya l Dış Haberler: Pınar Ersoy l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Kültür Sanat: Evrim Altuğ l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Can Dündar, Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. lMuhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 03.33 03.25 03.57 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 05.29 13.09 17.05 05.16 12.53 16.47 05.44 13.16 17.07 Akşam 20.36 20.17 20.35 Yatsı 22.21 21.59 22.13 Savcı Preet Bharara’nın uluslararası para ve altın kaçakçısı olduğu artık “Made in USA” tescilli Rıza Sarraf’a ilişkin tavrı; 1931 yılında Al Capone’u bitiren yargı sürecini anımsatıyor. ABD adaleti, uzun yıllar kovaladığı Al Capone’u sonunda “vergi kaçırmak” suçundan kıstırıp ceza kesmişti. Ama ünlü mafya babasıyla Rıza Sarraf dosyaları arasındaki benzerlik, bu noktada değil… Benzerlik, iddia makamının Rıza Sarraf’ı kamuoyuna ifşa etmekte kullandığı yöntem ve mahkemeye sunduğu suç kanıtlarında! Belki başka zanlılar için de yapılmıştır; ama ben, bir Amerikan mahkemesine Al Capone’dan başka kimseyi suçlamak için para destelerinden kule, altın külçelerinden kale fotoğraflarının kanıt olarak sunulduğunu bilmiyorum, okumadım! Zaten Al Capone’un bir kasasından çıkan para desteleri, altın külçeleri ve raslantıya bakın ki onun da vardı, iki adet altın tabanca görüntülerinin iddia makamı tarafından mahkemeye suç kanıtı olarak sunulup fotoğrafların zamanın basınına dağıtıldığını da izlediğim bir belgeselden öğrendim. HHH Eğer yanılıyorsam ve ABD’de vergi kaçakçılarıyla kara para aklayıcıların söylediğim türden kanıtlarla kamuoyuna ifşa edilmesi olağan bir yöntemse, cehaletime verin! Yok haklıysam, Amerikan yargısının Rıza Sarraf’ı gelmiş geçmiş gangsterlerin en ünlüsü, “1 numaralı halk düşmanı” ilan edilen Al Capone ile aynı kefeye koyup, aynı kalibrede tarttığı söylenebilir. Üstelik, Savcı Bharara “bizim” Rıza’nın para destelerini ve altın külçelerini buluşturmak için zahmet harcamak zorunda bile kalmamış! Bizzat zanlının çektiği anlaşılan fotoğrafları, Rıza Sarraf’ın cep telefonunda bulmuş… Kolay saymak için midir bilinmez; Rıza efendinin kara para desteleriyle kule, kaçak altın külçeleriyle burçlar yapıp fotoğrafını çekmek merakı da ayrı bir inceleme konusu ya, neyse… vAel rCCapapoonene’d’yaan! HHH Mafya babası Al Capone ile vatanına ihanet eden İran zahidi Sarraf davaları arasında salt usülde değil, esasta da paralellik (eyvah PARALEL dedim!) var. Rıza Sarraf’a “ABD’yi dolandırmak, İran ambargosuna ilişkin yasayı ihlal etmek, banka dolandırıcılığı ve kara para aklamak” suçlarından dava açıldı. Çıkarın metinden İran ambargosunu, koyun yerine vergi kaçırmayı; Al Capone’ya da tam tamına aynı suçlamalarla dava açılmıştı. Hatta kara para aklamanın İngilizce karşılığı money laundering deyimi de hem ABD, hem dünya hukukuna Al Capone tarafından kazandırıldı! Mafya babası, 1928 yılında “Sanitary Cleaning shops” adını verdiği bir temizlik şirketleri zinciri kurmuştu. Yasadışı faaliyetlerinden gelen kara parayı, bu şirketlerde aklıyordu. ABD maliyesi özelinde vergi, genelinde her tür kaçakçılıkla mücadelede CIA ile FBI başta, çok sayıda devlet kurumuyla koordine biçimde kara para izini sürmeye Al Capone davasıyla başladı ve dersini iyi öğrendi. Daha önce de yaz mıştım, Rıza Sarraf’ın dünyada oradan oraya gezdirdiği kara paranın izini de CIA ve FBI or taklaşa sürdü… Acaba ABD, sadece iddianamede yer alan Al Capone’un tabancası. suçlardan ötürü mü yıllardır peşindeydi Sarraf’ın? Hiç sanmıyorum. HHH Bu davanın uluslararası politika ve ABD’nin ye ni geopolitik tasarımıyla derinden ilişkisi var, gibime geliyor. Savcı Bharara, gereğinden fazla şeffaf, iddiala rını kamuoyuyla paylaşmaya pek meraklı; kısaca sı çok geveze çıktı. Bu kadar gevezelik, bir yerlerden Bharara’ya “Go!” denildiğini, konuşmasına onay ve rildiğini akla getiriyor. İddianamede yer alan muktedir kimliklerin Türkiye’yi davanın merkezine koyması bir yana; Av rupa medyasında eşzamanlı başlayan “İslamcı dikta tör” kampanyası bu yargılamadaki asıl hedefin Cum hurbaşkanı Erdoğan olduğunu düşündürüyor. Böyle bir savın doğru olup olmadığı, mahkeme nin Sarraf’ın kefaletle tahliye istemine ilişkin kararıy la anlaşılacak. Herhangi bir kefaletle serbest bırakı lırsa, yorum yanlış ve Savcı Bharara şöhret peşinde bir gevezeden ibaret demektir. Bırakılmazsa, yorum doğru olup Türkiye’de kiminin eteği tutuşacak, kimi nin suyu ısınacak ve zaman, yerli Al Capone’lar için hiç olmadığı kadar hızlanacaktır! Heyhat!.. Aklıma AKP’nin ABD ile cicim yılları ve Erdoğan’ın 5 Ekim 2009’da Wall Street Journal’a verdiği demeci hatırlayıp gülesim geliyor. Doğan medyasına kesilen vergi cezasını, “ABD’de de vergi kaçırılması ile ilgili sorunları olan kişiler var. Akla Al Capone geliyor...” diye, ne de güzel savun muştu! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com.tr tİkatsidararrudfaonlmdaaz Sabah dava, akşam dava. Giden “dava” diyor, gelen “dava”.. Çok doğal. Türkiye artık bir dava cumhuriyetidir. “Avrupa’nın en büyük adliye sarayları” bizde olduğu için değil. En tıkış tıkış hapishanelerine sahip olduğumuz için de değil. Davaların ve kargaşanın daha da artması için, milletvekillerinin dokunulur hale getirilmesi için de değil. Ya?! HHH Bir işaretle, gönderilen başbakan “Dava ve davamız!” diyerek gidiyor ve ekliyor: “Mevki ve makam uğruna, hiçbir dava arkadaşıma asla ihanet etmem!” (Bu nasıl dava ise, arkadaşları ona anında ihanet ediveriyor!) Bir işaretle getirilen Binali Bey’in ilk sözü de her nasılsa ve niye ise hemen “Dava” oluyor: Ve sesi kısılma pahasına daha ilk günden ilan ediyor: “Davası davamızdır!” HHH Ne davası? Kimin davası? Neyin davası? Bilen yok... Davanın asıl sahibinin ise aslında tek davası, tek derdi var (idi!): TBMM üyesi olduğu günden bu yana 12 yıl peşini bırakmayan “resmi evrakta sahtecilik, kalpazanlık, suç işlemek üzere örgüt” gibi dosyalardan kurtulmak. Kurtuldu da.. Onu oralara getiren rüzgârlar, paraleller, paralı ellerin inayeti ve demokrasinin cilvesi ve muhalif liderlerin edilgenliği sayesinde girdiği tüm seçimleri kazandı. Ve kazandığı her seçimi de hakkındaki davaları “sıfırlamak” için kullandı. HHH Yine de ağzından “dava” hiç düşmedi, düşmüyor. TBMM’de bile bir Allah’ın kulu çıkıp, “Bu dava neyine davası yaa?!” diye soramıyor! Sorarsa “dava” hazır! Avukatlar elde dilekçe hazır bekliyorlar: “Hakaret kastı var.. Madde 299.. Dört yıla kadar hapis!” Oysa, onlar kazandıkça müvekkilleri kaybediyor! Bu yüzden de maalesef Sayın Erdoğan’ımızı “Dünyanın en çok hakarete maruz kalan cumhurbaşkanı” sıfatının sahibi yapıyorlar! HHH Oysa “Tayyip Bey’in davası” çok “derin”, çok “kutsal”, çok “farklı”! Bu farkı, yakınındaki “nispeten doğrucu bir kalem” şöyle açıklıyor: “(Farklı olmasa) Okullarda Kur’anı Kerim’in ve Peygamberimizin hayatının ders olarak okutulmasını sağlayabilir miydi? AK Parti, ‘mukaddes mücadelesi’ olan, ‘medeniyet tasavvuru’na sahip kitlelerin gönül verdiği bir parti.” Yazı şöyle bitiyor: “Kutsal davamız yoksa, biz de yokuz.” (9 Şubat 2015 Yeni Şafak) HHH “Kutsal davayı” gönüllere yerleştirmek kolay değil. Ama göze sokmanın tek yolu her arsaya, her tepeye ve cemaati var mı yok mu hesaplamadan çok minareli, çok şerefeli camiler dikmek. Dikilen her minareyi “dava”nın zafer anıtı diye göstermek! HHH “Dava” deyince bizde okumuş yazmışların aklına eskiden 141 142. maddeler ile 1402 sayılı yasalar gelir.. Dünyada ise biraz okumuş yazmışlar hemen Kafka’nın bu adı taşıyan ünlü romanını hatırlar. Kafka’nın “Dava”sı bitip tükenmez bir korku atmosferinde gerçer. Olmayan suçların, olmayan mahkemelerde, var olmayan yargıçlar ve avukatlar marifetiyle yürütüldüğü bir davadır, söz konusu dava!. Ortada sadece ve yalnızca “suçlu” vardır. Suçlu neyi savunacağını, nasıl savunacağını bilemez.. Çünkü ne ile suçlandığından habersizdir. Ama yine de herkes, her nasılsa bu davadan haberdardır. “Suçlu” çaresiz biçimde ve belirsizlikler içinde debelenir durur. Davanın odağında kendisinin yer aldığını anladığında ise iş işten geçmiştir. Ama aslında ortada gerçek bir dava da yoktur. Var olan tek şey “dava” ile “yargı”nın boğucu gölgesidir! HHH Ya bizimkinin “Davası”? TBMM’nin yetkilerini de üstlenip başkan olmakla yetinecek mi? 1924 tarihli yasadaki “Hilafet, esasen TBMM’de mündemiçtir” hükmüne dayanarak... Halifelik! Ne demişti? “Itibardan tasarruf olmaz!” Akıllı tasarım mı demiştiniz? İnsan Genomunun çözülmesinde Craig Vente’in önemli katkısı olmuştu. 2008 yılında TED konferansında yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “İnsan gen haritasını çıkardığımız zaman, biyolojinin analog dünyasından bilgisayarın dijital dünyasına geçmiş olduk.” Aynı konuşmada şu soruyu ortaya atıyordu Venter: “Bu sayısal evrenden yeni bir yaşam yaratabilir miyiz?” Venter ve ekibi 2010 yılında ilk “sentetik canlıyı” üretmeyi başardı. Büyük bir olaydı. Konuyu uzun uzun tartıştığımızı anımsıyorum. Sorular birbirini kovalıyordu: “Bu gelişme ne anlama geliyor?” “Bizi nasıl bir gelecek bekliyor?” “Yeni canlılar yaratmak nelere yol açabilir?” “Olağanüstü yeteneklere sahip süper insanlar yaratılabilir mi?” “Ölüme çare bulunabilir mi?” Bir arkadaşımız şöyle demişti: “İşte size akıllı tasarım. Bakalım habire akıllı tasarım diye tutturanlar buna ne diyecekler?” “Muhtemelen tasarımcıyı beğenmeyeceklerdir” diye yanıtladı diğeri. HHH Yuval NotaanhahHmeat@ragmria’inl.cinomepeyi ses getiren “Hayvanlardwawnw.aThamnetrtaılna.croamSapiens” kitabı o zamanlar henüz yayımlanmamıştı. Harari özetle şu görüşleri dile getiriyor kitabında: Dört milyar yıla yakın bir süredir gezegendeki her bir organizma doğal seçilime uygun olarak evrildi. Hiçbiri akıllı bir yaratıcı tarafından tasarlanmadı. Bugün bilim insanları canlı yaratıklar tasarlamaya başladılar. 21. yüzyılın şafağında, Homo Sapiens, sınırlarını aşıyor. Burada var olan potansiyel tam olarak gerçekleşirse, bu, dünya üzerinde yaşamın başlamasından bu ana kadar gerçekleşen en önemli biyolojik devrim olabilir. Belki Homo Sapiens ile o kadar çok oynarız ki, sonuçta Homo Sapiens olarak kalamayabiliriz. Eğer Sapiens tarihi sona erecekse, Sapiens’in son nesillerinden birine mensup olan bizler zamanımızı şu son soruyu yanıtlamaya ayırmalıyız: Neye dönüşmek istiyoruz? HHH İki ay önce yeni bir gelişme yaşandı. Venter ve ekibi yeni bir bakteri üretti. Venter 2010 yılında şöyle bir hedef koymuştu: “Yaşam için gerekli en az genetik materyal nedir ve ne kadardır” sorusuna yanıt bulmak. “Eğer bu soruya yanıt verebilirsek mekanizmayı daha rahat çözebiliriz” diyordu. İlk üretilen sentetik canlı 901 gene sahipti. Son üretilen yapay bakteri sadece 473 gene sahip. Dünyanın en minimal gene sahip canlısı üretildi. Syn 3.0 adlı bakterideki genlerin üçte birinin işlevi bilinmiyor. Şimdi sıra bu işlevleri öğrenmeye ve mekanizmayı çözmeye geldi. Venter şöyle diyor: “Bu yeni bir çağın başlangıcı.” HHH Harvard’da önceki hafta gizli bir toplantı yapıldı. Özel katılımcıların davet edildiği toplantıda insan geninin laboratuvarda oluşturulması konusu tartışıldı. Toplantıya 150 kişinin katıldığı belirtiliyor. Gizli toplantıyı haber alan ve konuyu medyaya yansıtan iki bilim insanı Drew Endy ve Laurie Zoloth “Böylesine önemli bir konu, kapalı kapılar arkasında tartışılamaz” diyorlar. Toplantıda konuşulan konunun detayları bilinmiyor. Ancak katılımcıların bir bölümünün insan genomu üretiminden kendilerine gelir sağlayabilecek insanlar olduğu söyleniyor. “Ekşi şeyler” Web sayfasında kapitalizmi en iyi anlatan sözleri derlemişler. Biri şöyle: “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear