28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Olaylar ve GOrUSler 16 posta@cumhuriyet.com.tr EDİTÖR: ÖZGÜR MUMCU ve SİNEM USER KARA TASARIM: SERPİL ÜNAY Kilis’e ses verelim KÜLTÜR SANAT Cuma 13 Mayıs 2016 Yrd. Doç. Dr. MUSTAFA GÜNAY Çukurova Üniversitesi Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü Yaşadığımız ülke ve coğrafyayı çağımızın sorunları bağlamında ele aldığımızda, savaş, işgal, göç ve mültecilik gibi sorunların yaşamsal bir önemi olduğu görülür. Bunların yanı sıra toplumsal siyasal bağlamda insan hakları ve özgürlük taleplerinin şiddetle susturulması ve yasaklanması, yurttaş olarak insanların karşısına güvenlik, huzur ve özgürlük başta olmak üzere ciddi güçlükler ve trajediler çıkarmaktadır. Özgür düşünme ve tartışma ortamının koşullarının gitgide ortadan kalkmasına karşın felsefe, her zaman çağının sorunlarıyla ilgilenmiş ve bu bağlamda sorularına cevap aramaktan vazgeçmemiştir. İçinde yaşadığımız şiddet ve ölüm kültürünü anlamanın, değerlendirmenin ve değiştirmenin yolu felsefeden geçer. İtaat yerine sormak Çağın sorunlarını felsefece ele alabilmek için, yaşadığımız kültürde ve toplumda özgürce düşünmenin ve tartışmanın gerekli ve yeterli koşulları giderek ortadan kalkmaktadır. Soru sormanın değil itaatin, eleştirinin değil suskunluğun istendiği bir zamanda, felsefenin eleştirel ve sorgulayıcı etkinliğine duyulan ihtiyaç da artmaktadır. Ancak aklın değil inancın, belli bir dinsel kültürün ve dogmalarının iktidar olmanın olanaklarıyla da topluma ve hayatın her alanına yerleştirilmek istendiği bir tarihsel dönemde, insanlık ile uygarlığın temel unsurları ve yol göstericileri durumundaki felsefe, bilim ve sanatın işlevini sürdürebilmesi, varlığını koruyabilmesi kolay görünmemektedir. Ancak bütün olumsuzluklara karşın felsefe, her zaman çağının sorunlarıyla ilgilenmiş ve bu bağlamda sorularına cevap aramaktan vazgeçmemiştir. İçinde yaşadığımız şiddet ve ölüm kültürünü anlamanın, değerlendirmenin ve değiştirmenin yolu felsefeden geçer. Filozoflar… Filozoflar insanlığın en önemli kavram ve değerlerini ortaya koymuşlardır. Felsefe; kültür tarihi içinde özgürce düşünmenin, eleştirinin, sorgulamanın, hayatı ve dünyayı anlamlandırmanın akılsal temellerini oluşturagelmiştir. Yine düşünce ve kültür tarihinden de biliyoruz ki filozofların çağlarıyla, toplumlarıyla ilişkileri; sorularının ve eleştirilerinin yol açtığı rahatsızlıktan ötürü hep gerilimli olmuştur. Sokrates’in ölüm cezasına çarptırılmasından, Hypatia’nın linç edilmesinden günümüze kadar birçok filozof ölüme, hapisliğe, sürgüne rağmen akla dayalı sorgulama ve eleştiri çabalarını sürdürmekten vazgeçmemiştir. Acı bir ilan Bu bağlamda geçen günlerde gazetelerde sınır şehrimiz Kilis’ten gazetelere verilen ilan Cumhuriyet tarihinde bir ilki oluşturmaktadır. İlan metninde ilgili kişilere, kurumlara olduğu kadar bu ülkenin bütün yurttaşlarına yönelik bir sesleniş de olduğu görülmektedir. Anımsanacak olunursa, ilanda, “Kilis’e ses ver”, “Evimizde öldürülüyoruz.”, “Sesimizi duyun”, “Ama acele edin ölüyoruz” gibi cümleler yer alıyordu. Sessiz kalamayız Felsefe açısından bakıldığında, barışın ve insanlığın saldırı altında bulunduğu koşullarda yapılan bu çağrıya sessiz kalınması düşünülemez. Kültür ve toplum gerçekliğini sorgulamaya ve değiştirmeye yönelik felsefe etkinliği nin önünde çağın getirdiği görev ve sorumluluklar da vardır. Çünkü filozoflar, aynı zamanda kendi çağlarının çocukları ve bireyleridir. İçinde yaşadığımız çağın çocukları ve bireyleri olarak tanık olduğumuz önyargı ve ayrımcılıklar karşısında, her türlü savaş, şiddet, terör, cinayet, bombalama karşısında, başta Kilis olmak üzere, savaşın ve ölümün gölgesi altındaki şehirlerden yükselen çığlıklara kayıtsız kalmamak gerekir. Kilis’in ve diğer şehirlerin saldırı ve kuşatma altındaki insanlarına ses verelim, onlara yalnız olmadıklarını söyleyebilelim. Felsefenin aynı zamanda insanlığın, hayatın, barışın ve kardeşliğin de bir sesi olduğunu böylece somutlayabiliriz. Felsefenin ortaya koyduğu, düşünsel dayanaklarını oluşturduğu temel insan hakları ve özgürlüklerine dayalı bir dünya anlayışını ve idealini savunmaya duyulan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır. Bu nedenle savaşa, teröre, şiddete, insanlık karşıtı güçlere ve uygulamalarına karşı çıkılmalıdır. Bu bağlamda felsefe, tüm insanları dünyanın neresinde olursa ol Düne kadar canlı bir ticaretin yaşandığı ancak bugün acının, korkunun ve ölümlerin hüküm sürdüğü Kilis kenti. sun barışa ve insanlığa sahip çıkmaya yönelik bir çağrıdır. Barış için omuz vermek Zorbalık, yıkım ve felaketlere karşı felsefenin temsil ettiği akıl, sağduyu ve insani değerler temelinde buluşacak bir insanlık, dünyayı daha yaşanılır bir hale getirebilecektir. Eski çağlardan bu yana, tüm insanlığı kucaklayan hak, özgürlük ve kardeşlik düşüncesi ve özlemi, en karanlık zamanlarda bile insanlığın yol göstericisi ve bir umut ilkesi olmaya devam etmiştir. Her türlü cinsiyetçi, etnik, dinsel, politik vb. ayrımcılıkların ötesinde, insana yaraşan bir hayatı ve kültürü felsefenin, bilimin ve sanatın güçlü olanaklarıyla kurabilmek hepimize ait bir görevdir. Bunu başarmanın belki de ilk adımı, bölgemizde daha da yoğunlaşmış bulunan işgal ve yayılmacılıklarla etnik, dinsel, mezhepsel çatışmaları elbirliğiyle lanetlemekten, barış için omuz vermekten; somut durumda yıkıma uğrayan şehirlerle, göçmenlerle, sığınmacılarla, Kilis ile dayanışmaktan geçmektedir. Nedense çökmeyen Osmanlı! Doç. Dr. HÜNER TUNCER Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılda çöküş süreci içerisinde olduğuna tarihten birkaç örnek vererek, Cumhurbaşkanı’nın bu konuda yanıltılmış olabileceğine dikkatleri çekelim! 1850’li yılların başında Osmanlı Devleti, artık güçsüz, tek başına ayakları üzerinde duramayan ve çöküş süreci içerisindeki bir devlet görünümündeydi. 1853 yılında Tuna Beylikleri nedeniyle Rusya ile karşı karşıya gelen Osmanlı Devleti, ancak İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Tuna ve Karadeniz cephelerinde yapılan savaşlarda Rusya’yı yenilgiye uğratabilmişti. Bu nedenledir ki, 18531856 yıllarında yapılan Kırım Savaşı, tarih kitaplarında Osmanlı ile Rusya arasındaki bir savaş olarak değil, Rusya ile İngiltere ve Fransa arasında yapılan bir savaş olarak yer almaktadır.(1) Bu savaş sonucunda Osmanlı, Kırım’ı Ruslardan geri alamadığı gibi, diğer bazı yerleri de elinden çıkarmak zorunda kalmıştı. Yenilgi sonrası… Kırım Savaşı yenilgisinden sonra Osmanlı’nın yenilgiye uğratıldığı ve Avrupa’daki topraklarını teker teker elinden çıkarmak zorunda bırakıldığı Balkan Savaşları’na gelince... Balkan Savaşları, Osmanlılar için büyük bir felaket olmuştu. Osmanlı Devleti’nin, bir zamanki uyrukları tarafından böylesine büyük çapta bir yenilgiye uğratılması hazmedilmesi çok güç olan bir lokmaydı. Balkan Savaşları Üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun Balkan Savaşları’nın sonucunda bir Asya devletine in Sayın Cumhurbaşkanı, basına yansıyan sözleriyle, 1919’dan başlatılan tarih anlayışını reddettiğini öne sürmekte ve tarihi gerçekleri saptırarak özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında belirginleşen Osmanlı’nın çöküş sürecini yadsımaktadır. dirgenmesi, Osmanlı’nın onurunu kırmış ve kendine güvenini büyük ölçüde zedelemişti. Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devleti, Rumeli’deki topraklarını yitirmiş; Batı Trakya, Makedonya, Arnavutluk ile Ege Adaları, bir daha geri gelmemek üzere Osmanlı’nın elinden çıkmıştı. Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devleti’nin yıkılmak üzere olduğunu anlayan İngiltere, Fransa ile Rusya, bundan sonra kendi aralarında yapacakları gizli antlaşmalarla Osmanlı topraklarını paylaşmaya başlayacaktı. Yitirilen topraklar Birinci Dünya Savaşı’na bu koşullar altında giren Osmanlı Devleti’nin bu savaşı kazanması söz konusu olamazdı. Gerçekten de öyle oldu ve savaş sırasında toprakları müttefik devletler arasında paylaştırılan Osmanlı, hemen hemen her cephede yenilgiye uğrayarak, Doğu’daki topraklarını da yitirdi. Osmanlı Ordusu’nun Başkomutanı Enver Paşa, ordunun böyle bir savaşı kazanamayacağı bilinciyle Almanya’dan subaylar ve komutanlar getirmek suretiyle orduya bir çekidüzen vermeye ça lışmış;(2) ancak, yabancı subayların denetimi altında bulunan bir orduyla savaşın kazanılamayacağını Mustafa Kemal Paşa defalarca dile getirmişti. Askeri Danışma Misyonu üyeleri dışında, 10’u amiral olmak üzere 23 Alman generali ile orduda 130, donanmada ise 60 Alman subayı, Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı silahlı kuvvetlerinde hizmet gördü. General Liman von Sanders, Mareşal von der Goltz, General Falkenhayn, Osmanlı ordularında komutan olarak görevlendirilmişti. Enver Paşa, Osmanlı Ordusu’nun mevcut örgütlenmesiyle ve Avrupalı ordularla karşılaştırıldığında elindeki olanakların kısıtlılığıyla büyük çapta bir savaşı yürütemeyeceğinin bilinciyle bu yola başvurmuştu. Saat geri alınamaz Ordusunu yabancı subayların denetimine bırakan bir devletin Birinci Dünya Savaşı’nı kazanması nasıl beklenebilirdi? Birinci Dünya Savaşı sonunda Avru Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kutü’l Amare’nin 100. yılı nedeniyle yaptığı açıklamalar yeni bir tartışma başlattı. pa’daki diğer imparatorluklar gibi Osmanlı İmparatorluğu da tarihin sayfalarına gömülmüş ve 20. yüzyıl imparatorlukların değil, ulusdevletlerin çağı olmuştu. Saati geriye almaya ve tarihin yönünü tersine çevirmeye imkân yoktu! İşte bu gerçeği çok iyi kavrayan Mustafa Kemal Atatürk, Türk ulusuna rehber olarak çağdaşlaşma ile laiklik ilkelerini almış ve Osmanlı’nın yozlaşmış ve devrini tamamlamış tüm kurumlarını ortadan kaldırarak, çağdaşlaşma ile laiklik temeli üzerinde yepyeni bir devlet kurmuştu! Dipnotlar: (1) Tarih kitaplarında Kırım Savaşı’ndan söz edilirken, genellikle Osmanlı ordusunun ve donanmasının “sefil” durumu ile Osmanlı askerlerinin İngiliz ve Fransız askerlerince nasıl hor görüldükleri ve aşağılandıkları vurgulanmaktadır. (2) General Otto Liman von Sanders’in başkanlığında, çoğu yüzbaşı ve binbaşı olan 42 Alman subayı 14 Aralık 1913 tarihinde İstanbul’a gelmişti. Rabia Çapa François Morellet MaForrdraenınlçldeoati’nsn.i.n. Fotoğraf: Necmi Sönmez Yaratıcı sanatın dijital orjileri 1987’deki ilk İstanbul Bienali’ne katılan çağdaş sanatçı Morellet’yi hiç unutmayacağız. NECMİ SÖNMEZ François Morellet, İstanbul sanat ortamıyla yakın bir diyalog içinde olan ender uluslararası sanatçılardan biriydi. 1987’de 1. İstanbul Bienali çerçevesinde Aya İrini’de ülkemizde ilk işini sergileyen Morellet, 1994’te Maçka Sanat Galerisi’nde (MSG), 2012’de ise Borusan Contemporary’de kişisel sergiler düzenledi. Belli bir sanat eğitimi almadan sanatla ilgilenmeye başlayan Morellet, 1926’da Fransa’nın Cholet kentinde doğdu. 1950’de ilk kişisel sergisini Paris’te açan sanatçı, o yıllarda tartışılmaya başlanan “L’Art Contret” akımının öncü sanatçılarından biri olarak çalışmalarını her türlü duygusallık, dışavurumculuktan uzak “sistemler” üzerinde geliştirdi. Geometrik soyutlamayı farklı araştırmalarının odağına yerleştiren Morellet, 196068 arasında GRAV grubu üyelerinden biri olarak, yalın formlar üzerine yoğunlaştı. Çizgilerini 1962’den itibaren mekânlara taşıyarak o yıllarda ‘intervension’, günümüzde ise ‘installation’ olarak isimlendirilen üç boyutlu çalışmalarına başlayan sanatçı, ‘meşhur’ neonlu (1962), geçici siyah bandlı (1968) işlerine o sırada başladı. Mayıs 1968 hareketi, aynı zamanda sanat ortamını da derinden etkileyerek, görsel araştırmaların, politik, sosyal, ekonomik içerikli olması gerektiğini savunduğunda, yeni bir estetik anlayışın kapılarını aralıyordu. Morellet ise o sırada, geometrinin dekoratif ve kendisini durmadan tekrar eden boyutunu zaten çoktan aşmıştı. Kendine özgü espri anlayışıyla geometrinin ortodoksluğunu etkileyici deneylerle aşan Morellet, 1980 ve 1990’lı yıllarda izleyicilere, hem düşünebilecekleri, hem de keyif alabileceği bir “sistemler dünyası” sunmayı başarmıştı. 1994 MSG katalog yazısı ne deniyle tanıştığım François ile yakınlaşmam, daha sonra Almanya, Avusturya ve Hollanda’da müzelerindeki ortak etkinliklerimiz nedeniyle gelişti. Sanatı, geometri, sistemler ve rakamlar gibi ölçülebilen değerler üzerine kurulu olmasına rağmen, izleyicinin düş gücüne yeni enerjiler taşıyan “tuhaf bir mizah” anlayışı üzerine kuruluydu. Çizgi, form, renk gibi elemanları “sanatsal çerçeveden” çıkarıp, insanın kendi doğasına, dünyasına sokarken François kara mizahın tüm elemanlarını kullanarak, pek az sanatçının başarabildiği “görsel rahatlamayı” devreye sokuyordu. Neon malzemesini kullanarak geliştirdiği çalışmalarıyla halka açık alanlarda mimarinin detay fetişmine karşı çıkan deneylere giren François, ‘elektriğin ışığı’ olarak tanımladığı bu malzemeyi, hafifliği ve yalınlığı nedeniyle çok seviyordu. 2012’de Cholet’de kendisini ziyaret ettiğimde, bilgisayarların yaratıcı özelliklerinin sanatçıların çalışmalarını sollayacağını söylüyordu. Doksan yaşına merdiven dayamış bir sanatçıdan bu sözleri duyduğumda şaşırmıştım, kendimi tutamayarak, herhalde espri yapıyorsun dediğimde, tüm ciddiyetiyle “dijital devrimlerin sanatın ve hayatın tüm tozunu silip süreceğini, kendimizi dijital orjilere” hazırlamamız gerektiğini” söyledi. Benim fukara Fransızcamla gırgır geçmeyi sevdiği için ne demek “dijital orji” diye sorunca, büyük bir ciddiyetle yarım saati geçen bir açıklama yaptı. François Morellet, sistemleri yaratan insanın, bu sistemlerin kölesi olmaması gerektiğini savunurken, hayatın gerçeklerinin üzerine farklı gerçekler yüklemenin hatalı olacağını düşünüyordu. Sanat eserleriyle “anlamların yükünü” kaldırıp, kara mizahın gücünü, neon ışığının büyüsüyle birleştirmeyi başaran sanatçıyı hiç unutmayacağız. CEVAP VE DÜZELTME 23 Mart 2016 tarihinde gazetenizde yayımlanan “194 Bin Kız Öğrenci Eve Hapsoldu” başlıklı habere ilişkin aşağıdaki tırnak içinde ve italik olarak yer alan açıklamanın yapılması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi zarureti doğmuştur. “23.03.2016 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “194 BİN KIZ ÖĞRENCİ EVE HAPSOLDU” başlığıyla yayımlanan haber içeriği gerçekleri yansıtmamaktadır. 20142015 eğitim öğretim yılı sonunda ortaokuldan mezun olan öğrenciler, 20152016 eğitimöğretim yılında tercih, okul kontenjanları ve puan üstünlüğü esas alınarak örgün ortaöğretim kurumlarına yerleştirilmiştir. Örgün ortaöğretim kurumlarına yerleştirilemeyen öğrenciler ise sistem tarafından açık öğretim lise, açık öğretim meslek lisesi ve açık öğretim imam hatip lisesine yerleştirilmiştir. Söz konusu haberde, “Milli Eğitim İstatistikleriÖrgün Eğitim 20152016” yayınımızın 23. sayfasında yer alan 20142015 8. sınıfı bitiren öğrenci sayısından (1.366.138), ortaöğretimden mezun olan öğrenci sayısı (950.168) çıkarılarak, birbiriyle doğrudan ilişkisi olmayan her iki eğitim kademesindeki mezun öğrenci sayıları birbiriyle ilişkilendirilmiştir. 20142015 eğitim öğretim yılında 8. sınıfı bitiren öğrenci sayısı 689.919 erkek, 676.219 kız olmak üzere toplam 1.366.138’dir. 20152016 eğitim öğretim yılında örgün eğitim ortaöğretim kurumlarına kayıt yaptıran öğrenci sayısı 574.609 erkek, 533.357 kız olmak üzere top lam 1.107.966’dır. Örgün eğitim ortaöğretim kurum larına kayıt yaptırmayan 115.310 erkek, 142.862 kız olmak üzere toplam 258.172 öğrenci, sistem tarafından açık öğretim lise, açık öğretim meslek lisesi ve açık öğretim imam hatip lisesine yerleştirilmiştir. Dolayısıyla haberde bahsedildiği gibi 8. sınıfı bitirdiği halde hiçbir eğitim kurumuna kayıt yaptırmayan öğrenci bulunmamaktadır. 20152016 eğitim öğretim yılı “Milli Eğitim İstatistikleri” yayınında yer alan yeni kayıt öğrenci sayıları, örgün eğitim kurumlarına kayıt yaptıran öğrenci sayılarıdır. Yayının 28. sayfasında yer alan 1.14 No’lu yeni kayıt öğrenci sayıları tablosunun altında “Açık öğretim ortaokulu ve açık öğretim lisesi öğrencileri dahil değildir” açıklaması yer almaktadır. 20152016 açık öğretim yeni kayıt işlemleri dönem içerisinde 3 kez yapılmaktadır. Yayında yer alan örgün eğitim yeni kayıt öğrenci sayıları 2015 Aralık ayı sonu itibarıyla alınmış olup açık öğretim lise ve meslek lisesine kayıt yaptıran öğrenci sayıları netleşmediğinden, açıköğretim yeni kayıt öğrenci sayıları örgün eğitim istatistikleri kitabında yer almamıştır. Kamuoyuna saygı ile arz olunur.” 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 14. madde hükmü gereğince, gerçeğe aykırı olan haber içeriğine karşı düzeltme ve cevap hakkı çerçevesinde düzenlemiş olduğumuz tekzip metninin değiştirilmeksizin yayınlanmasını talep ederiz. Milli Eğitim Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear