28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Çarşamba 14 Aralık 2016 TASARIM: BAHADIR AKTAŞ yorum 13 Köşemen MEB yayıncılara rakip olursa... Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) “2023 Kitap Projesi”nin ilk kitaplarını yayımladı. Cumhuriyet’in 100. kuruluş yılına dek 2023 kitap yayımlanacakmış. Türk ve dünya edebiyatından klasik eserler, eğitim yayınları, çocuk kitapları ve düşünce dizilerinden çıkan ilk 18 kitaptan bazıları şöyle; Nihat Sami Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Ziya Gökalp’in Altın Işık, Eflatun Cem Güney’den Masallar, Goethe’den Hermann’la Dorothea, Nizami’nin Leyla ile Mecnun, Lewis Carroll’un Alice Harikalar Ülkesi’nde, Tagore’dan Bahçıvan ve Anton Çehov’dan Seçme Hikâyeler (bkz. meb.gov.tr/m/haber/12466/tr). Yayımlanacak kitaplardan bazıları MEB’in yayıncılığa başladığı tarih olan 1856’dan bugüne yayımladığı kitapların tekrar ya da tıpkı basımları, diğerleri de yeni kitaplar olacakmış. 56 yılda 2023 çeşit kitap yayımlanacak olması MEB’in eğitim yayıncılığından sonra kültür yayıncılığı alanında da Türkiye’nin en büyük yayıncısı olacağını düşündürüyor. Yani MEB yayıncılara rakip oluyor. Hem de kuralları kendi koyan rekabet edilemez bir rakip. MEB yayıncılık geçmişini Osmanlı’ya, Maarifi Umumiye Nezareti’ne dayandırmış. Cumhuriyet’in ilk döneminde İsmet İnönü’nün başbakanlığı, Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında önemli bir atılım yapıldığını biliyoruz. 1930’larda devletin yayıncılık yapması zorunluluktu. Birkaç yayınevi vardı. Halkın ve özellikle öğrencilerin kitap ihtiyacının karşılanması mümkün görünmüyordu. Devlet özel sektörü teşvik edip girdiği tüm sanayi alanlarından çekilirken MEB yayıncılığı sevdi ve o günden bugüne yayıncılığı sürdürdü. Günümüzde de Türkiye’nin en büyük yayıncısı MEB’dir. 2015’te 1700 yayınevi 620.751.618 adet kitap üretti. Kişi başına 8 kitap düştü. Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin 2015 verilerine göre, Türkiye dünyanın en büyük 11. yayıncılık sektörü ve üretilen yeni kitap çeşidinde de 11. sırada yer alıyor. Kitap üretiminin yarısını eğitim yayınları oluşturuyor ve bunları devlet yani MEB üretiyor ya da ürettiriyor. Biz “devlet eğitim yayıncılığı alanını özel yayıncılara bıraksa, sadece denetlemekle yetinse hem ders kitaplarının kalitesi artacak, hem de yayıncılık sektörü daha da güçlenecek” derken MEB kültür yayıncılığına da giriyor. Üstelik MEB kültür yayıncılığını hiç yayımlanmamış ya da yayımlanamayacak eserleri yayımlayarak değil kitapçılarda zaten bulunan eserleri yayımlayarak yapıyor. İlk kitaplarından Ziya Gökalp’ın Altın Işık’ı 35 yayınevinde, Eflatun Cem Güney’in Masallar’ı 3 yayınevinde, Nizami’nin Leyla ile Mecnun’u 24 yayınevinde, Lewis Carroll’un Alice Harikalar Ülkesi’nde 71 yayınevinde, Tagore’un Bahçıvan’ı 2 yayınevinde, Anton Çehov’dan Seçme Hikâyeler’i 38 yayınevinde satışta (bkz. kitapyurdu. com). Ders kitabı varken başka kitap okutamayan öğretmenler MEB’in kültür yayınları varken başka yayınevlerinin kitaplarını okutabilir mi? Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değil. Yayımlanacak kitapların bazılarının tekrar ya da tıpkı basımlar olacağı söyleniyor. MEB kataloğunda “çevirmen” yerine “mütercim”i tercih etmiş. Mütercim sözcüğünün eskimesi gibi tercümeler de eskir. 1940’larda yapılmış çevirileri tekrar basmak nostaljik bir girişim olarak hoştur ama o kitaplar artık okunaklılığını yitirmiştir. Üstelik bu çevirilerin dönemin koşulları nedeniyle hızla çevrildikleri, metinlerde atlamalar olduğu, çoğunun çevirilerinin orijinal dilinden değil de Fransızcadan yapıldığı biliniyor. Yazarının ya da çevirmeninin ölümünden 70 yıl geçmemiş eserlerde MEB’in elindeki eski sözleşmelere dayanarak mı davrandığı yoksa yeni sözleşmeler mi yaptığı, yazarın, çevirmenin haklarını piyasa koşullarına göre ödeyip ödemeyeceği de merak ediliyor. Eğitim yayıncılığı nedeniyle zaten en büyük yayıncı olan devletin, yani MEB’in bir de kültür yayıncılığına girmesinin doğru bir karar olmadığını, son 1015 yıldır sürekli büyüyen yayıncılığımızın gelişimini engelleyeceğini düşünüyorum. 14 ARALIK 2016 SAYI: 33306 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Bülent Özdoğan Haber Koordinatörü Aykut Küçükkaya Yayın Danışmanı Kadri Gürsel Reklam ve Pazarlama Direktörü Ayşe Cemal Sorumlu Müdür Abbas Yalçın Reklam Grup Koordinatörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven editor@cumhuriyet.com.tr Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06.40 06.23 06.44 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 08.14 13.06 15.23 07.55 12.50 15.11 08.13 13.12 15.38 Akşam 17.45 17.33 18.00 Yatsı 19.12 18.58 19.23 Dolmabahçe’deki terör saldırısı hepimizin yüreklerini kanattı. Bir anda 44 erken ölümü, onlarca yaralıyı insanın içine sindirmesi kolay değil. “Erken ölüm” bu olayda gerçeği yansıtan bir tanımlama; ölenler polis ya da sivil bir ikisi dışında yirmili yaşlarda genç insanlar. Arkalarında anne babalarını, kardeşlerini, arkadaşlarını, sevgililerini, sözlülerini, nişanlılarını, kendileri gibi genç eşlerini, bebelerini, hayallerini, umutlarını bıraktılar. Ülkenin dört bir yanında, cami avlularındaki cenaze törenlerini ekranlardan izlerken içimiz acıyor. Gözlerimiz buğulanıyor. Kırk yıldır aynı görüntüler. Bir ülke için, o ülkenin toplumu için taşınması zor bir acı bu… Bu duruma nasıl geldik, nasıl getirildik diye düşünmeden edemiyoruz. Ne kadar tersini söylesek de korkuyoruz, endişeliyiz, tedirginiz… Zamansız ölümlerin kimi, ne zaman, nerede yakalayacağı belli değil. Evet, korkuyoruz, endişeliyiz, tedirginiz; insanız çünkü… Yaşımız kaç olursa olsun daha gerçekleşmesini umduğumuz umutlarımız, hayallerimiz, arkamızda zamansız bırakmak istemediğimiz sevdiklerimiz var… Ayrıca yaşamak güzel şey, büyük ozanın dediği gibi… Ne var ki onlarca yıldır bizi yönetenler hayatın güzelliklerini bize yaşatmamak için ellerinden geleni Terör artlarına koymuyorlar. HHH Şu hale bakın, devlet yurtiçinde PKK/TAK’a, FETÖ’ye, IŞİD’e, irili ufaklı daha birçok terör örgütüne karşı çok cepheli bir savaş yürütüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak’taki terörist yerleşimlerini bombalıyor. Başika’da bir birlik konuşlandırılmış, Musul harekâtında koalisyon güçlerine destek veriyor. Suriye’deki iç savaşa Fırat Kalkanı harekâtı ile müdahil olmuşuz; bir yandan IŞİD ile savaşırken öbür yandan da Demokrat Birlik Partisi/Partiya Yekîtiya Demokrat (PYD) ve onun askeri gücü Halk Savunma Birlikleri/Yekîneyên Parastina Gel (YPG) ile savaşıyoruz. Yurtiçi ve yurtdışında yürütülen bu savaşların tü mü “terörle mücadele” başlığı altında sürdürülüyor. Bildiğim kadarıyla dünyada hiçbir devlet böylesine çok cepheli bir terörle mücadele durumunda kalmamış. İngiltere IRA ile, İspanya ETA ile, Kolombiya FRAC ile savaşmış ve bu savaşlar bir biçimde barışla sonuçlanmış. Bizim durumumuz ise gerçekten zor ve bu zorluk nedeniyle ister istemez karamsarlığa kapılıyoruz. HHH Bir savaş stratejisti ya da terör uzmanı değilim ama mantığım terörle mücadelede bu “haddinden fazla” cephe sayısını düşürmenin devletin başarı şansını artıracağı yönünde işliyor. Bu ise hukuk devleti gibi hukuk devleti olmayı, özgürlüklere daha fazla alan açmayı, evrensel demokrasi kurallarına eksiksiz riayeti zorunlu kılıyor. “Sonuna kadar savaş” ya da “köklerini kazıyacağız” gibi sloganlar kulağa hoş geliyor fakat bunların hayatta karşılığı yok! 1960’larda, 1970’lerde yaşamıyoruz. Öte yandan şiddetin karşı şiddeti doğuracağı gibi hayat pratiğinde doğruluğu kanıtlanmış bir gerçek var ortada. Bu gerçeği bilmezden, görmezden gelmek yıllardır barış özlemi çeken toplumun değil terörden beslenen güçlerin işine geliyor. Bizden söylemesi… Olaylar ve GOrUSler EDİTÖR: NAZAN ÖZCAN posta@cumhuriyet.com.tr Pedofili, geçmiş ve gelecek ERENDİZ ATASÜ Yazar Tabu her zaman sürer. İki yüzlü ahlakın egemenliğinde asıl tabu olansa, yasaklı eylemin saklıda icrası değil, eylem hakkında konuşulmasıdır! Rus asıllı ünlü Amerikalı romancı Nabokov, yayımlandığı zaman tüm dünyada kıyametler kopartan romanı ‘Lolita’da 12 yaşındaki üvey kızına tasallut eden bir adamın, hem kurbanın hem failin hem de ilişkinin trajedisini anlatır. Tek bir açık seçik cümle ya da sahne içermeyen bu kitabın önceleri müstehcen sanılmasındaki (sonradan değişti bu bakış) sebep nedir? İnsan soyunun köklü tabularından ikisine, yani çocukla cinsel ilişki düşkünlüğüne (pedofili) ve yakın akrabayla (üvey bile olsa) cinsel ilişki yasağına değinmesi. Kitap hakkında yazarının düşüncesine katılıyorum. Ahlaksız bir hikâye anlatan bu roman son derece ahlaki bir yapıttır. Niçin mi? Korkunç yıkım Yargılayıcı olmadan, ilişkinin hem kurbanda hem failde yarattığı korkunç yıkımı gözler önüne serdiği için. Romandaki çocukkadın, belki özendiği sinema afişlerinin etkisiyle, belki henüz dengesini bulamamış genç hormonlarının dürtüsüyle cilveli bir dişidir. Yani ülkemizin sayısal olarak küçümsenemeyecek bir kesiminin düşüncesine göre çocuğun “rızası vardır”. Fakat henüz olgunlaşmamış bir vücuttaki yetişkinliğe ulaşamamış bir aklın ve çocuksu duyguların rızası ne anlam ifade edebilir ki? Hiçbir şey! O beden, şefkat ihtiyacı içindeki, korunmaya muhtaç, ihmal edilmiş bir çocuğa aittir. İşte o kadar! Üvey baba yani fail, dişi insanları bir altinsan türü sayan, onlarla ilgili her davranışı erkek cinsine hak gören, biraz su ve gizemli sözcüklerle erkeğin işlediği çok boyutlu suçtan arınabileceğini ileri süren, egoist bir destek grubunun üyesi olmadığı için, eyleminin karşısında tek başına ve eylemin yıkıcı sonuçlarıyla yüz yüze kaldığı an, kendi felaketini de yaratacaktır. fağında kapıldığı, tabularda saklı endişelerinin kimi bilimin ışığında hâlâ geçerlidir, kimi ise değildir. Ancak tabu sürer; ikiyüzlü ahlakın egemenliğinde asıl tabu olansa, yasaklı eylemin saklıda icrası değil, eylem hakkında konuşulmasıdır! Lolita yapıtının başlangıçta yadırganmasının sebebi de budur. Eylem üzerinde düşünmek ve konuşmak öylesine tabudur ki, eylemi işleyen de eylemiyle arasına uzaklık koyacak, yaptığının ağırlığından kaçınacaktır. Bu kaçınma halinin bizim coğrafyamızdaki adı “Şeytana uydum”dur. Böylece sorumlu fail değil, şeytan oluverir. Ah şeytan ah! Ne var ki bu konuda dinsel söy gibi yaşamasını yeğleyen köktendinci bireyler olduğu gibi; yobazların hışmına uğramamak için kendilerini açığa vuramayan mahcup tanrıtanımazlar, yani ateistler; evrende mutlak bir kudretin varlığının da yokluğunun da tam olarak kanıtlanması mümkün olmadığı için böyle bir tartışmayı anlamlı bulmayanlar, yani agnostikler de yaşar. Bu mozaiğin, kesimlerin kalabalığına göre çoktan aza doğru Müslüman, Hıristiyan Ortodoks, Hıristiyan Katolik, Musevi tarzında sıralandığı, her halde herkesin malumudur. Atesitlere ve agnostiklere ait sayısal veri, nüfus kâğıtlarında böyle bir hane bu Bir süre önce geri çekilen cinsel istismar yasası, çok muhtemeldir ki, bir yandan cinsel tecavüze idam cezası getirerek, öte yandan tecavüzcüye yasadan kaçacak yollar önererek, bir dizi yeni yanlışa kapı açacak çifte yanlışla ve çifte çağdışılıkla yeniden gündeme getirilecektir. Parlamentomuz ne yapmaktadır ya da yapacaktır? lemlerden medet ummak ancak dilimizin “kitabına uydurmak” sözüyle ifade ettiği gibi, ikiyüzlülükle mümkün olabilir ancak. Hiçbir dinin –ister Tektanrılı ister çok tanrılı olsunmasum bir çocuğu onun dünyasını yıkmış bir adama yaşam boyu karılık etmeye mahkum edecek kadar kalpsiz olabileceği tahayyül edilemez. Bir çocuğu incitmek sadece bireye karşı suç işlemek değildir; geleceğe hakaret etmektir. Böyle bir suçu dinler beraat ettirmez. Kaldı ki ne Türkiye ne başka hiçbir ülke söz konusu din ise yekpare bir bütündür. Türkiye yekpare değil Türkiye’de herkesin bildiği üzere, yaşamlarında dinin inanç bölümüne yer vermiş ama ibadet etmeyenler; hem inanıp hem özel yaşamla lunmadığı için, yoktur. Ülkenin dinsel mozaiği, bunu tamamen unutmuş görünen yöneticilere ve unutmaya dünden hevesli parlamenter muhalefete ne kadar anımsatılsa azdır. Çağdaş devletin tüm yurttaşların hizmetinde olması gerekirken, çocuk istismarı ya da herhangi başka bir konuda, yöneticilerin ve destekçilerinin dinsel dayanak araması zaten başlı başına, kamuoyuna yönelik bir şaşırtmacadır! Tüm yurttaşlara hizmetin ancak “dindışı” ya da başka bir deyişle “laik” hukuk ortamında mümkün olabileceği gün gibi aşikârken! Kadın gövdesi Tecavüzcü pedofillere, canını yaktıkları çocuğun tüm hayatını da yakarak çocuğa bir kez daha işkence ederek, onunla evlenerek, adalet dın gövdesi oluşumuz! Her kadının şanslı ise sadece bakış ve söz düzeyinde kalmış, şanslı değilse daha ileri düzeylere sıçramış en az bir deneyimi olmuştur, vücuduna buyur etmek istemediği saldırgan bir erillikle! Erkekler niye suskun Kadınların analık içgüdüleri, kritik dönemeçlerde, başkalarının çocuklarını kendi yavruları gibi hissedebilmelerine yardımcı olur ve isyan duyarlar. Bu isyanı duyan, İslami hayat tarzının savunucusu kız kardeşlerimiz acaba bir adım daha atıp, şeriat hukuku bir erkeğe dört eş uygun görerek, kadınlara miras hakkı tanımayarak, kadının şahitliğini erkeğinkine denk tutmayarak, “kadın” denen varlığı “erkek” denen varlığın bir kesrine indirgememiş olsaydı; kimi gelenekçi yorumlar kadın bedenini gözlerden saklanması gereken kirli bir kötülük yuvası olarak kavramsallaştırmayaydı; böyle akıllara durgunluk veren hukuki düzenleme önerilerinin, hayatlarında dine başat yer verdikleri iddiasındaki erkek yöneticilerin aklına dahi gelemeyeceğini görebilecekler midir? Dini hayat tarzından yana erkek gruplarından bu abes uygulama önerisine karşı bir tepki işitilmedi. Niçin? Dinin ana dayanaklarından biri olan “ıslahı nefs” yani “ilkel benliği denetleyebilecek irade hakimiyeti”, niçin kadınlara ve çocuklara (kız ya da erkek) cinsel saldırı söz konusu olduğunda, bu grupların söylemine dahil olamıyor? Saldırganı kayıran düzenlemelerin “erkek” denen varlığı, iradesiz ve sorumsuz bir yırtıcıya indirgediğini göremiyorlar mı? İnsan türünün şafağında yarattığı köleci uygarlığın sakıncalarını silme mücadelesine, kendini yetkinleştirebilme çabasına böyle bir aşağılamadan nasıl memnuniyet duyabilir, binlerce İkiyüzlü ahlak Köklü kültürel tabuların kökeni araştırılacak olursa, türe zarar vereceği düşünülen eylemlerle ilgili oldukları görülecektir. İnsanlığın uygarlığın şa rında ibadet eden ama toplumsal yaşamda din kurallarına bağlı olmak istemeyenler yani laik dindarlar; hem inanıp hem ibadet eden ve toplumun da din kurallarına göre düzenlenmesini, yani herkesin onlar ten kaçma yolunu açan hukuki düzenleme önerisi, farklı kesimlerden kadınların tepkisiyle karşılaştı. Laik kesim kadınlarıyla İslami hayat tarzından yana olanları birleştiren ne idi? Eninde sonunda birer ka yıllık tarihi, köleci döneme doğru geri çevirmeye yönelik uygulamaları nasıl içine sindirebilir? Er geç gündeme gelecek Bugün için geri çekilen yasal düzenleme, çok muhtemeldir ki, şid det bağımlısı kimi kesimleri hoşnut KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr edip kendinden yana çekmek üzere bir yandan cinsel tecavüze idam cezası getirerek, öte yandan tecavüz cüye yasadan kaçacak yollar önere rek, bir dizi yeni yanlışa kapı aça cak çifte yanlışla ve çifte çağdışılık la yeniden gündeme getirilecektir. Parlamentomuz ne yapmaktadır ya da yapacaktır? Yoksa, konunun ger çekten gündemden düştüğü mü sa nılıyor? Sözüm tüm muhalif parla menterleredir. Tecavüzcüye suçuyla orantılı ama çağdaş hukuku ayaklar altına almayan bir ceza biçilmesi; mağdura tazminat ödenmesi, mas rafı devletçe karşılanmak üzere ruh sal tedavi sağlanması; temel eğitime “kadın erkek eşitliği” dersinin kon ması gibi, bizi daha sağlıklı bir gele ceğe taşıyabilecek hukuksal düzen lemeler üstünde sayın muhalefet ça lışıyor mu? Yoksa kuzu kuzu yuka rıda andığım öneri mi beklenecek? Böyle bir öneriye boyun eğecek bir parlamento tarihe hangi nitelikle riyle ve hangi sıfatlarla geçecektir? C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear