26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Cuma 29 Ocak 2016 EDİTÖR: ELİF TOKBAY Kürtler oyuna gelmezse çözüm daha rahat olur ’in nder Ö ile Erdoğan görüşmesi 1725 Aralık vrupa’da yayımlanan “İmralı Notları” kitabında yer alan tutanaklara göre, 1725 Aralık’ın ardından Başbakan Erdoğan’ın HDP heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder’le Ocak 2014 tarihinde iki saat süren bir görüşme yaptığı ortaya çıktı. 1725 Aralık MAHMUT operasyonlarının LICALI yapılmasının ardından İmralı’da yapılan ilk görüşmede HDP heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği üzerine yaptığı görüşmenin ayrıntılarını anlatıyor. Görüşmede; Erdoğan’ın 1725 Aralık’la ilgili gelişmelerden arkadaşlarının değil, kendisinin sorumlu olduğunu söylediği; “Kürtlerin oyuna gelmemesi durumunda çözüm için daha rahat olunacağı” mesajı verdiği tutanaklara yansıdı. Tutanaklarda söz konusu bölüm şöyle: nÖNDER: Başbakan ile görüştüm. Son gelişmelerden (1725 Aralık) yakınarak benim nasıl yorumladığımı sordu. Ben de bu haber 7 A Pakistan ziyaretinin ardından Ankara’ya dönen Erdoğan, kendisini karşılamaya gelenleri, yolsuzluk soruşturmasında çocuklarının ismi geçen İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, AB Bakanı Egemen Bağış ve Çevre Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ı da yanına alarak parti otobüsünden selamlaşmıştı. Bakanlar objektiflere böyle yansımıştı. menderes nÖCALAN: gibi Karşı Çıkmak Boşuna mı? Bu çok önemlidir. Sen bir daha görüşeceksin. (Gülerek) “Sen meydanlarda Apo’nun asılmamasına hayıflanırken Apo seni kurtardı, idamdan kurtardı” diyeceksin. Bana halen sen süreci yavaşlattın diyorlar. Oysa biz tam olarak çekilmiş olsaydık onu içeri atarlardı. Sonu Menderes gibi olurdu. nÖCALAN: Başbakan’a deyin ki, başkanlık modelini de hızla tartışabiliriz. Ama onun dediği gibi olmaz, demokratik olacak. Demokratik Türkiye ve Kürt meselesinde hızla çözüme gidilmelidir. Dağdakileri, cezaevindekileri, tüm Kürtleri demokratik siyasete katacak konuları heyet ile tartışacağız. 1725 Aralık yorumu savaştan ancak demokratik dönüşüm kabiliyeti gösterebilenin galip çıkacağını anlattım. (...) nÖNDER: Kendisi CHP ile yapılan ittifak arayışlarını ima etti. Ben de bunun doğal olduğunu, çünkü bizzat kendisinden söz aldığımız hasta tutsaklar ve tutuklu vekiller meselesinde bile hiçbir gelişme olmadığını söyledim. (...) nÖNDER: Başbakan cevaben bir master planlarının olduğunu, bunu zamanı ve yeri geldikçe ve devlet kurumlarında görüş birliği oluştukça paylaştıklarını söyledi. Hafta sonu na kalmadan vekillerin çıkmış olacağını, Sabahat Hanım için arkadaşlarına ne yapabiliriz diye sorduğunu, onlardan mevcut mevcut yasal düzlem içinde bir şey yapılamayacağı cevabını aldığını söyledi. Bir anayasa değişikliği düşünüldüğünü, buna bizim de destek vermemiz halinde sorunun halledileceğini ekledi. Bu desteğin açık mı, kapalı mı olacağını şartları gözeterek karar vermemizi istedi. Yeniden yargılamaların önünü açacaklarını, bunun birçok sorunu çözeceğini söyledi. Ben sorumluyum Gelişmelerde çalışma arkadaşlarının bir suçu olmadığını, bütün sorumluluğun kendisinde olduğunu söyledi. Tamamen dışarıdan planlanmış bir darbe teşebbüsü olduğunu, yöneldikleri bakanların manidar olduğunu ekledi. Kürtlerin (KCK’yi kastederek) oyuna gelmeyeceklerini düşündüğünü, kendisinin hangi koşullar altında çalışmış olduğunu biraz daha iyi gördüklerini, oyuna gelmemeleri durumunda çözüm için daha rahat olunacağını, oyuna gelinirse de kendilerinin bileceğini söyledi. MÜBAREK gibi nÖNDER: Başbakan’a sizin 17 Aralık’tan önce “Onu Mursi gibi yargılayacaklar” sözünü aktardım. Ama şimdiki konumu Mübarek gibi olabilir. nÖCALAN: Doğru, ona de ki, seni kafese koyacaklar. Mübarek gibi olabilir. O şansını yitirdi, ama hâlâ her şey kaybedilmiş değil. Eskiden on yılda bir darbe olurdu, beş yılda bir muhtıra olurdu. Şimdi sürekli darbe süreci var ama durumu kurtarabiliriz. 4 Göç konusu üzerine çalışan Doç. Dr. Murat Erdoğan işveren cephesini yorumluyor acettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden Doç. Dr. Murat Erdoğan’la görüştüğümüzde Unicef ve Kızılay’ın çocuklar için yürüttüğü proje için Suriyelilerin kaldığı kamplardaydı. Telefondaki sohbete dışarıdan çocuk sesleri eşlik etti hep. Bugün itibarıyla Türkiye’deki Suriyelilerin sadece yüzde 10’u kamplarda; yoğunluk değişse de artık Suriyeli yaşamayan kent yok. Erdoğan, yıllardır göç mevzuu üzerine çalışan bir akademisyen. Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin (HÜGO) de müdürü. Suriyelilerin Türkiye’deki emeği, geçici koruma statüsündeki Suriyelilere çalışma izni konularında kendisiyle görüşmemizin önemli bir nedeniyse Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) için “Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki Görüş, Beklenti ve Önerileri” başlıklı raporu hazırlayanlardan olması. Bu konuda işveren cephesinden ilk kez bir yaklaşım sergilenmesi ve akademinin uyarılarını içermesiyle rapor mühim. Raporda genç Suriyeli nüfusun büyüklüğünün, nitelikli işgücünün tespit edilerek istihdam alanları yaratılması gerekliliğinin, sıkı denetim ihtiyacının altı çiziliyor. İş dünyasının Suriyeliler konusunda ‘güvenlik’ çerçeveli ikircikli bir bakışı var. Yarattığı rekabet nedeniyle kayıtdışı ekonomiden yakınılıyor ve her aşamasında devletten aktif bir rol bekleniyor. Murat Erdoğan, iş dünyasının konuya gerçekçi yaklaştığını düşünüyor. Gerçekçilik, kapitalist bakış açısını da getiriyor elbette; risk ve fırsat aynı cümlelerde geçebiliyor. “Şu an Suriyeli işçilerin cazip Milliyetçiliğin ırkçılığa dönüşme riski yüksek ‘Uluslararası camianın umrunda değil’ Türkiye’deki Suriyelilere yönelik benzeri olmayan bu yeni işçilik statüsüne uluslararası çevrelerin suskunluğunu da eleştiriyor Murat Erdoğan: “Örneği yok, bu bir modelse, kendimiz yaratıyoruz. Bunun uluslararası mevzuatta nereye oturduğu açıkçası uluslararası camianın da umrunda değil. Türkiye’ye şunu niye eksik yapıyorsun diyemiyorlar. Uluslararası Af Örgütü’nün sınırdışı etmelerle ilgili raporu açıklandı. Geri dönmeme ilkesine rağmen dışarı, ülkesine gönderilen insanlardan söz ediliyor; neredeyse hiç ilgi görmedi. Batı bunun ahlaksız bir teklif olduğunun farkında, hatta Türkiye’de bir biçimde çalışma hakları tanındı diye mutlular. Benim liberal bir çizgim vardır, AB ilişkilerine önem veririm, bu konuda da çalıştım. Ama bakın son dönemde AB’nin Türkiye’ye yönelik öncelikleri değişti. Türkiye’de demokrasi, insan hakları değil, ‘Aman bize insan göndermeyin’ derdindeler. Güneydoğu’da yaşananlar, bu imza kampanyaları vs, bütün bunlarda eskiden kıyamet kopardı. Şu anki tepkinin cılızlığını görüyorsunuz.” H SURİYELİ AİLENİN ACISI nkara’da naylon çadırda yaşayan Suriyeli ailenin 36 günlük bebeği, eksi 20’lere düşen soğuğa dayanamayarak hayatını kaybetti. Çankaya’daki Dikmen Vadisi’ne kurdukları çadırda yaşayan anne Soney Said ile baba Hasan Said’in 36 gün önce bir bebekleri dünyaya geldi. Dikmen Vadisi’nde naylondan kurulan çadırlarda yaşam mücadelesi veren ailenin Ebru isimli bebeği, eksi 20’lere düşen soğuklara daha fazla dayanamadı. Sabah uyanan aile çocuklarını hareketsiz halde buldu. l CİHAN bek 36 günlük be Ü LD DONARAK Ö A elişmeler hızlıdır; hızın hızı, ivmesi ülkeyi belirsiz bir sona sürüklüyor. Peki, bu son nasıl bir şey? İktidarın beklentisini atılan adımlardan, uygulamalardan, planlardan anlayabiliriz. Başkanlık’ta ısrarlı Cumhurbaşkanı nasıl bir başkanlık istediğini söylemiyle, eylemiyle açık, net bir şekilde ortaya koydu. Henüz meşruiyet ve yasallık kazanmamış işlerin “gerektiğinde mevzuat bir kenara bırakılarak yapılabileceğini” anlattı bize. Uygulanacağından, direktifi alanların tereddüt etmeyeceklerinden emin olabiliriz. Başka belirtiler, uygulamalar, alan açma yöntemleri de gündemdedir. HHH Örneğin önceki adımlara ek olarak, TV kanallarına bir “aile görevlisi” marifetiyle çekidüzen verilmesi, bitmez tükenmez fetvalarla iki adım ileri bir adım geri taktiğiyle mahalle baskısına destek vererek “tebliğ” edilmesi bu kapsamdadır. Daha önemli gelişme ya da rejimi yerine oturtma eylemi, bilim alanında otoriter rejimin kendini sert bir şekilde göstermesiyle olacaktır, olmaktadır. Bu konunun ve diğer adımların yerleşik hale gelebilmesi ise hukuk alanında atılacak, atılmakta olan adımlarla gerçekleşecektir. HHH İşlemeyen, işlemediği için de kolay eleştirilebilen “temsili demokrasi” ya da “parlamenter sistem” bu saldırı karşısında hemen hemen silahsızdır. Teorik ve pratik olarak gerçek itirazın soldan gelmesi bu nedenle hem kaçınılmaz hem gereklidir. Bu itirazın nasıl yapılabileceğini şimdilik çok ciddiye alınmasalar da sosyalistler yazıyor, çiziyor. Hayatın pratiği içinde durumun ne kadar vahim olduğu, sosyalistlerin yanıtının ne kadar hayati olduğu görülecektir. HHH Ama biz şimdi yakın tarihe bakarak yakın gelecek için işe yarayabilecek dersler çıkarabiliriz. Çok da uzaklara değil İkinci Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanmak yeter. Can ve Erdem’i “müebbet üstü müebbetle” cezalandırmak isteyen savcının yazılardan delil uyduran, yayımlanmış haberden casusluk çıkaran iddianamesi o yıllara kadar gitmeyi bile gereksizleştiriyor ama biz yine de gidelim. Tarihin tekrarının ağır sonuçları olabilir çünkü. HHH Almanya’da 3. Reich döneminin uygulamaları konusunda yazılmış çok kitap var. Bugünlerde yeni bir baskısı Say Yayınları arasında çıkan, ilk baskısı 1977’de Yale Üniversitesi tarafından yapılan “Nazi Döneminde Bilim” adlı eser, doğrusu günümüz dünyasını anlamak için birebirdir. Türkiye’de ilk baskısı da 1985 yılında Evren dönemi henüz hızını tam yitirmemişken çıkmıştı. Kitabı özetlemek gerekmiyor, okunmasında ama büyük yarar var. AKP’nin projesi ile 3. Reich arasında paralellik kurmak yanlış bulunabilir belki, ama ben yazarın 3. Reich’a direnişin zayıflığı konusundaki tezine dikkat çekmek istiyorum yalnızca. HHH Gidişi kaygıyla izleyen Almanların yaklaşan fırtınaya itirazlarının “yararcı” bakış açısı nedeniyle işe yaramadığını gösteriyor yazar. Kitapta sergilenen tutumlar, bilim dünyasında bir iki örnek dışında durumu fark edenlerin çoğunluğunun “pekâlâ diyelim ki karşı çıktım, ne işe yarar ki” diye düşündüklerini gösteriyor. Büyük yıkıma boyun eğmenin acı sonuçlarını gördüklerinde iş işten geçmişti. “Bizim durumumuza benziyor mu” sorusunun yanıtı, saklı, gizli olmayanı görebilmekte, sınıfsal, toplumsal sorumluluğu sezebilmektedir. Mesele de bu zaten. G SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ Öcalan’la ilgili soruya ‘propaganda’ davası KEMAL GÖKTAŞ Derme çatma çadırda yaşayan aileler yakacak bulamadıklarını ve soğuk havada zor şartlarda yaşamaya çalıştıklarını anlattı. ‘Ahlaksız teklif’ gelmesinin nedeni 500600 liraya çalışmaları. Bence asgari ücretle çalıştırma yükümlülüğüyle iş dünyası açısından cazibeleri kalmayacak. Bu yeni düzenleme üst düzeydeki, nitelikli Suriyelileri etkileyecektir. Bu da önemlidir. Türkiye’de yeterince mühendis, doktor var, isterlerse Avrupa’ya gitsinler, sorun değil. Mesele şu, burada kalan, kırsaldan gelen, eğitim seviyesi düşük, köylü bir kitle. Bu kitlenin entegrasyonunda, Suriyelilerin entelektüel kesimine ihtiyacımız var. Onlar bizim için köprü” diyor Erdoğan. Öncelikli vurgusu ise bu dev krizi yönetmenin güçlüğünü teslim ettiği hükümetin “Suriyeliler gidecek mi, kalacak mı?” konusunda kafasını netleştirmesi. Tüm politikaları etkileyen bu kararsızlık sorunların da kaynağı ona göre. Entegras yon öncelikli hamlelere öncelik verilmesinin ardında da bu kafa karışıklığı yatıyor. Murat Erdoğan’ın “Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum” isimli kitabı ise İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’ndan geçen yıl çıktı. Kitapta yer verdiği anketler Suriyelilerin Türkiye’ye uyum sağlamayacağını düşünenlerin oranının yüzde 67 gibi çok yüksek bir rakam olduğunu ortaya koyuyor. “Göç kendi başına iyi ya da kötü değildir, iyi yönetileni vardır. Bu süreç iyi yönetilemezse Türkiye’de milliyetçiliğin ırkçılığa dönüşme riski çok yüksek. Uzun yıllar yurtdışındaki Türkler üzerine çalıştım. Çifte vatandaşlık oralarda gündeme gelen bir konuydu. Öyle ya da böyle bu insanlar için Vatandaşlık konusu vatandaşlık konuşacağız, başka türlü birlikte yaşayamayız. Göçmenler, hele böyle büyük kitleler halindeyse, ötelendiklerinde, hakları ihlal edildiğinde, zaten travmatik deneyimler yaşamış gruplar olarak bulundukları topluma karşı tavırları da değişecektir” diyor. Hükümetin durumun ciddiyetini kavrayamadığından, sivil toplumdan gelen her öneriyi tehdit olarak algılanmasından yakınıyor. Bu rapor da hükümet çevrelerince ‘alNECATİ gı operasyonu’ SAVAŞ olarak tarif edilDoç. Dr. Murat Erdoğan mişti zaten. nkara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Barış Ünlü hakkında, Abdullah Öcalan’ın 1978 ve 2012 yıllarında yazdığı iki ayrı yazının, “sömürge, ulusdevlet, devrimci şiddet, demokrasi gibi kavramların kıyaslanmasını” istediği soru nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla dava açtı. Soruya ilişkin haberlerin ardından açılan soruşturma sonunda düzenlenen iddianamede, sınavdan önce ve sonra üniversitenin Cebeci Kampusu’nda çıkan bazı öğrenci olaylarının tarihlerine yer verilerek “böylece ortada yakın ve gerçek bir tehlikenin bulunduğunun anlaşıldığı” savunuldu. İddianamede “Sözde Kürdistan” ifadesini kullanan Savcı Aytekin Cenikli, sınav sorusunun Öcalan’ın düşüncelerini meşrulaştırmaya ve “onun siyasal bir önder olduğunu zihinlere kazımaya dayalı” olduğunu savunarak soruyla PKK propagandasının yapıldığını ileri sürdü. Ünlü, savunmasında, “derste Kürt sorununu da işlediklerini belirterek sorduğu sorunun akademik etiğe uygun olduğunu söyledi. Ünlü, “Şiddetin nedenlerini bilmek kişiyi şiddet yanlısı yapmaz” dedi. Ünlü, 3 Şubat Çarşamba günü hâkim karşısına çıkacak. A ‘Akademik etik’ savunması T Bİ Tİ C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear