24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 18 Ocak 2016 KULTUR sası gelirse, opera bale tamamen biter” demişti. Hedef gösterilen akademisyenlerden, küratör Ali Akay, Cumhuriyet’e “kişilik haklarıma saldırıldı” diye konuştu kultur@cumhuriyet.com.tr ‘Akademisyenler Türkiye’dir’ 1 vabımı mail ile filozof Lyotard’a gönderme yaparak vermiş bulunmaktayım. Ali Akay Ayrıca Gezi hareketinin ‘hükümeti devirecek olan’ bir ‘direniş’ hareketi olarak değil, ‘yatay bir direniş’ hareketi olduğunu yazmış bulunmaktayım. Dikkatli okuyanlar için ikisi büyük fark teşkil eder. Gezi yok edilecek bir park ve kesilecek ağaçlara karşı bir ‘yatay direniş’tir. ‘Hükümeti devirmek’ için yapılan eyleme devrim veya darbe denilmektedir. ‘Direniş’ başka bir kavramdır. Akademisyen imzaları üzerine ayrıca görüşümü T24’te yayımlanan yazımda belirtmiş bulunmaktayım. Özetle: ‘Terör zaten kabul edilecek bir şey değildir: İster devletten gelsin, ister ona muhalefetten gelsin!’ ve son olarak: ‘İktidarlar bunu kınamak yerine üniversiteleriyle övünmelidirler; çünkü akademik bakış açısından yanlış bir şey yapılmamıştır. De Gaulle, bir zamanlar Fransa’yı eleştiren JeanPaul Sartre gibi bir entelektüel için ‘O bunu yapmalıdır; çünkü o Fransa’dır’ diyecek bir büyük politikayı tarihe armağan etmiştir. Bugün de üniversite öğretim üyeleri için, ‘onlar Türkiye’dir’ diye bakan bir iktidar, o zaman, bundan gurur duyacaktır.” EDİTÖR: EZGİ ATABİLEN TASARIM: MÜGE KAYGUSUZ Yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ünal, bakanlığa bağlı genel müdürlüklerde ilk görev değişikliğini yaptı. Rengim Gökmen’i yeniden DOB’un başına getirdi mer Çelik’in bakan olduğu dönemde hem Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’ndaki (CSO) Müzik SELDA Direktörlüğü, hem de GÜNEYSU Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürlüğü görevinden alınan orkestra şefi Rengim Gökmen, yeniden DOB’un başına getirildi. Yeni Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, görevden alınmasının “hukuka aykırı olduğu” gerekçesiyle bakanlığa karşı açtığı tüm davaları kazanan Gökmen’in göreve iade yazısını yazarak, Gökmen’i yeniden genel müdür olarak tayin etti. DOB’da böylece resmen “İkinci Gökmen dönemi” başlamış oldu. Operada ikinci Gökmen dönemi selman ada’ya kötü haber 17 Ö Bakanlığa dava açtı TÜSAK’a karşı Ertuğrul Günay’ın Kültür ve Turizm Bakanı olduğu dönemde DOB Genel Müdürü Bilgin’den olarak atanan orkestsonra ilk ra şefi, Prof. Rengim Gökmen, 24 Temmuz Gökmen’in göre2014’te dönemin Külve iadesi AKP’nin iktür ve Turizm Bakanı tidarında bürokrasi Ömer Çelik tarafından açısından da ayrı apar topar görevden alınbir öneme sahip. mıştı. Gökmen, görevAKP iktidarları den alınmadan kısa bir döneminde süre önce, o dönem görevgündemde olan ve den Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü gibi sanat kurumlarının kapatılmasını öngören Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı’na (TÜSAK) karşı çıkmış ve bunu her Gökmen’in bakanlığa açtığı davada fırsatta da dile gegörevden uzaklaştırılması “anayasa tirmiş, “TÜSAK yave yasalara aykırı” bulunmuştu. Gökmen, görevden alınmasının hemen ardından “görevden alınmasının hukuka aykırı olduğu” gerekçesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı’na iki ayrı dava açmıştı. Bu davalardan ilki Gökmen’in aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) Müzik Direktörlüğü’nden alınmasına ilişkin davaydı. Gökmen, bu davayı kazanmış, ancak göreve iadesi yapılmamıştı. Gökmen, DOB Genel Müdürlüğü’nden alınmasına ilişkin davayı da kazandı. Gökmen’in görevden alınmasıyla ilgili kararların “anayasaya ve yasalara aykırı olduğu” yönündeki son kararın ardından yeni Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, Gökmen’i yeniden DOB Genel Müdürü olarak atadı. Gökmen’in göreve iadesiyle Selman Ada’nın görevi son buldu. alınan bürokratların davaları kazansalar bile yeniden göreve iadeleri pek mümkün değilken, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Gökmen’in iadesi eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’den sonra bir ilki oluşturuyor. Eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin de AKP iktidarı döneminde üç kez görevden alınmış, iki kez açtığı davalar sonucu geri dönmüştü. Bilgin de son olarak Ömer Çelik’in bakanlığı döneminde görevden alınmış ve yerine Mustafa Kurt vekâleten atanmıştı. Kurt’un da istifasının ardından Devlet Tiyatroları’na kurum dışından ilk kez bir atama yapılmış ve Nejat Birecik genel müdür vekili olarak getirilmişti. 128 akademisyenin imzaladığı ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildirinin imzacıları arasında bulunan Ali Akay: “Bir gazetenin 15 Ocak tarihli ‘Hendekçi Akademisyenler’ manşetiyle hakkımda aslı olmayan ve çarpıtılmış bir haliyle yansıttığı, beni suçlayan ifadeleri özel kişilik haklarıma yapılmış bir saldırı niteliğinde. MSGSÜ’nde yapılmış ‘Bugün Marx’ kolokyumu ile daha önce başvurulup da Rektörlük’ün reddettiği ‘Marksizm ve sosyalizm sorunları’ kolokyumu birbirlerine kasıtlı şekilde karıştırılıp, birleştirilmiştir. Yapılmayan kolokyumun düzenleyicilerinden bir kişi bizim kolokyumumuza sitemde bulunmuştur ve kendilerine ce ‘Terör kabul edilemez’ Bir ‘gazete’, bir ‘düşünce’ demektir eçende, milliyet. com.tr’de bir haber çıktı: “Türkiye’de ilk kez Milliyet gazetesinde bağımsız ekonomi sayfası hazırlayan usta gazeteci Ali Gevgilili, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Meslekte İz Bırakanlar toplantısında anıldı.” Gevgilili’nin “Milliyet’te ilk kez bağımsız ekonomi sayfası hazırladığı” doğruydu. “Usta gazeteci” olduğu da doğruydu. Ne ki, Milliyet’e uzun yıllarını veren Gevgilili ölmemişti ki anılsın! Pek çok gazeteci ve yazarın katıldığı toplantıda, Gevgilili’nin 78. doğumgünü kutlanmıştı. Gevgilili’nin bu kutlamaya katılamamasının biricik nedeni, yaşamakta olduğu rahatsızlıktı. Abdi İpekçi ve Gevgilili’nin Milliyet’inin yerinde yeller estiği, bıra Ali Gevgilili G Öte yandan Mahir Ünal’ın Kültür ve Turizm Bakanı olmasının ardından genel müdürlerle bir toplantı yaptığı ve bakanlıktaki tüm genel müdürlerin istifasını istediği ileri sürüldü. Ünal’ın istifalarını istediği genel müdürler için de bir değişikliğe gideceği bakanlık kulislerinde konuşulurken, ilk değişikliğin DOB’da olması “Sıra Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nde mi” sorusunu da beraberinde getirdi. Vekâleten atanan genel müdürlerin vekâletlerinin şubat ayı itibarıyla dolacağı ve Ünal’ın vekâleten atanan genel müdürlerle yeniden çalışmak istemediği belirtiliyor. l ANKARA Ünal istifaları istedi kın gazetenin gerçekleri örtbas eden bugünkü iktidar bağımlısı tutumunu, bu haberdeki özensizlikten bile belliydi. Bu haber, henüz hayatta olan biriyle ilgili olarak İpekçi ya da Gevgilili’nin önüne gelseydi, kimbilir yüzlerinde nasıl bir ifade belirirdi ya da ne derlerdi? Ben, Memet Fuat’ın Yeni Dergisi’ne yeni yeni çeviri yapmakta olduğum günlerde Gevgilili’nin sinema yazılarının hastasıydım. O yazıların beni en çok etkileyen yanı, tek bir filmden söz ederken bile, sinema sanatının bütününe bir bakış, bir yaklaşım sunmasıydı. Kuşkusuz, bir de, dile, Türkçeye gösterdiği özendi beni o yazılara çeken. Kaldı ki, ekonomiyle pek ilgili olmamama karşın, onun ekonomi sayfasındaki köşesini dilin tadını çıkarmak, Türkçeyi öğrenmek için okuduğumu anımsıyorum. Ve o kılı kırk yaran Türkçesiyle, “Bir ‘gazete’, bir ‘düşünce’ demektir. Bir demet gül, bir tutam haz ya Düş kırıklığı da bir avuç ihtiras değil... İşte gazete denilen şey, düşünceyi bir kişinin ya da grubun malı olmaktan alır çıkarır. Onları, bilgi, emek ve teknolojinin hamuruyla kararak, büyük sayılara çarpar Bu, aynı zamanda, belli bir dönemin ve o dönem içinde yer alan bütün bir toplumun, güncel düzeydeki ‘yaşama tarihi’ de demektir...” diyordu Gevgilili. Abdi İpekçi’nin öldürülüşünün ve 12 Eylül askeri darbesinin ardından gazeteciliği bırakışının temelinde, bu uğraşın gerçek anlamda ancak bağımsız olarak yapılabileceğine inanan gerçek bir gazetecinin düş kırıklığı yatıyordu. O günlerden bugünlere, ülkemizde gazeteciliğin en temel sorunu hâlâ bağımsızlık. İngiliz bilgin, vaiz ve yazar Thomas Fuller, ta 17. yüzyılda, “Gerçek, bugünlerde en büyük haber!” diyordu. Biz, üçüncü binyılın on altıncı yılında, gerçekleri haber yapanların hâlâ hapse atıldığı bir toplumda yaşıyoruz... 121’ler bildirisi orku iktidar koltuğuna bir kez oturdu mu kendini yeniden üretme gücüne kavuşur, o zaman topluma Aziz Nesin’in deyimiyle “korkudan korkmak” hali egemen olur. Aziz Nesin, “korkudan korkmak” durumunda kalan insanın şu çarelere başvurduğunu belirtir: a) Kendini korkutan güçle uyum sağlar; b) Ona boyun eğer; c) Onunla özdeşleşir; d) Ya da büsbütün edilgen kalıp “hiçbir şey etmemek” yolunu seçer. Bu yollar, ahlaki sorumluluktan kurtulmak için icat edilmiştir. K muzda ilginçtir, bayrak yarışına benzer. Farklı kesimler “baskıya uğrama” bayrağını dönem dönem elden ele aktarırlar. Bu hiç bitmeyen Sisyphos yarışında üç yer tapuludur, sahipleri hiç değişmez: Startı veren devlettir; solcular bayrağı devredecek kimse bulamazlar, onun için onlar hep koşmak zorundadır ancak bazen bazı uyanıklar farklı takımlara transfer olup dinlenme şansı bulurlar; kamuoyunun ezici çoğunluğu da her zaman seyirci konumundadır, tribünler onlara aittir, hatta bir bölümü tezahürat da yapar. “Korkudan korkmak” olimpiyatları böyle bir ortamda idrak edilir. 1950’lerin ikinci yarısında bağımsızlık savaşı veren Fransız kolonisi Cezayir’de kan gövdeyi götürüyordu. FLN (Ulusal Kurtuluş Cephesi) ile Fransa Silahlı Kuvvetleri her türlü kirli yöntemi de kullanarak savaşıyorlardı. Fransa’nın sömürgelerinden çekilmesi gerektiğine inanan kimi entelektüeller Cezayirli militanlara destek veriyor, savaşın sonlandırılmasını istiyor ve insanları Fransız ordusunda savaşmamaya çağırıyorlardı. 1960 yılının Eylül ayında “121’ler Manifestosu” diye bilinen bir bildiri yayımladılar (çünkü sadece 121 aydın, bilim insanı ve sanatçı bildiriyi imzalamıştı, sonradan bu imza sayısı çoğaldı). Bildirinin başlığı: “Cezayir Savaşı’nda Sivil İtaatsizlik Hakkı Üzerine Açıklama”ydı. JeanPaul Sartre da bildiriye imza atmıştı. Ekim ayında bu bildiriye cevap olarak 185 Fransız aydınının imzasıyla bir karşıbildiri yayımlandı: “Ce JeanPaul Sartre Tarihten bir örnek Bitmeyen bayrak yarışı Ben şu son 10 yılın deneyimiyle, bir başka yolu daha bu listeye eklemek isterim: Suskunluğa, hatta baskıyı yapan iktidarla özdeşleşmeye, dün kendi başına gelenlere bugün başkaları maruz kalınca ses çıkarmamaya ideolojik kılıf bulmak: Bunun, antiemperyalizm soslu şoven bulamaçlardan tutun da, 1 Mayıs katliamını da solcular yaptı, neredeyse zaten Kennedy’yi de onlar vurmuştuya kadar uzanan çok çeşitli versiyonları vardır ve bu yelpazede en zıt şahsiyetler çok ilginç bir şekilde aynı noktada buluşabilir, aynı iktidarı destekler duruma gelebilirler. Baskı meselesi bizim toplumu zayir’deki savaş fanatik, terörist ve ırkçı küçük bir grup isyancı tarafından Fransa’ya dayatılmış bir mücadeledir (...) ve yurtdışından finanse edilmektedir. Fransa’nın bilincini günbegün zehirlemek, kamuoyuna zararlı fikirler aşılamak...en alçakça ihanet biçimlerinden biridir.” Aynı ay, ChampsElysées’de yürüyüş yapan emekli Fransız askerleri, “Sartre’ı kurşuna dizin” diye slogan attılar. Bakanlar Kurulu toplantısında da bir bakan, Sartre’ın tutuklanmasını önerince, De Gaulle o tarihi cevabını verdi: “Voltaire hapse atılmaz.” Kanlı bir savaşın ortasında, General De Gaulle, Voltaire ifade özgürlüğünün ve Fransa’nın temsil ettiği tüm özgürlüklerin sembolüdür, bu özgürlükleri hapse atamazsınız deyivermişti üç kelimelik bir mesajla. Evet, aydın dediğiniz kimlik sadece bilgiyle, öğrenmeyle, akademik unvanlarla değil, topluma karşı sorumluluk bilinci, vicdan, doğru bildiğini söyleme yürekliliği ve tutarlılık ile de şekillenir. Karşıda da De Gaulle kıratında bir devlet adamı olunca ortaya böyle ilginç diyaloglar çıkar. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear