24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazartesi 11 Ocak 2016 EDİTÖR: ELİF TOKBAY TASARIM: ECE KURTULUŞ Yargıtay Diyanet’le yarışıyor ukuk sitelerinde yeni yayımlanan, 2014 yılına ait Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin kararında insanlar için doğal cinsel davranışın tanımı yapıldı. Böylece yargı, belli bir cinsel ilişki biçimi dışındaki ilişkilerin “doğal olmayan ilişki” olduğuna hükmetmiş oldu. Yargıtay’ın kararında “İnsanlar için doğal cinsel davranışın, bir kadın ile bir erkeğin, cinsel organlarının bir araya gelerek ilişkiye girmeleri suretiyle oluştuğu” belirtildi. KararKEMAL da doğal olmayan ilişki biçimleri GÖKTAŞ ise “Örneğin birden fazla kişinin bir araya gelerek cinsel ilişkiye girmesi (grup seks), eşcinsel ilişki, hayvanlarla cinsel ilişki, oral veya anal yoldan cinsel davranışların tamamının” doğal olmayan cinsel davranışlar olduğu savunuldu. Kararda, hayvanlarla cinsel ilişki de oral, anal veya eşcinsel ilişkilerle aynı kategoride değerlendirildi. Kararda, sanığın işyerinde yapılan arama sonucunda, transseksüel, lezbiyen, anal, alet kullanılmak suretiyle yapılan cinsel davranışlara ilişkin görüntüler olduğunun tespit edildiği belirtilerek “Yanlış değerlendirme ile sanık hakkında TCK’nin 226/4. maddesi yerine aynı kanunun 226/1. maddesinin tatbik edilmesi suretiyle sanığa noksan ceza tayininin kanuna aykırı olduğu” ifade edildi. Yargıtay’ın daha çok ceza öngördüğünü belirttiği TCK’nin 226/4. maddesinde “doğal olmayan ilişki biçimleri” sıralanırken “şiddet kullanılarak, hayvanlarla, ölmüş insanla veya doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlar” ifadesi yer alıyor. Kanunda yer almasa da Yargıtay, eşcinsel, grup, anal, oral ve alet kullanılarak yapılan cinsel ilişki biçimlerini de doğal olmayan cinsel ilişki olarak değerlendiriyor. Kanuna göre bu suçun cezası 1 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası iken; Yargıtay’ın sanığa daha az ceza verilmesine neden olduğuna işaret ettiği 226/1. maddesinde ise “çocuklara müstehcen görüntü izlettirmek” suçu yer alıyor ve 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor. l ANKARA le eşdeğer iy şk ili rla la n a yv a h i, şk ili l 4 Eşcinse nın cezası, a rm u d n lu u b tü n rü ö g o 4 Porn ha ağır a d n e kt e tm le iz o rn o p çocuklara haber 7 Sapıklığa kılıf arayan fetva apık olmayan birinin aklına şöyle bir soru gelebilir mi: “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?”  Tamam, bu soruyu soran herif besbelli ki sapık. Kendi öz kızına sulanmış, sonra da Müslüman olduğu aklına gelmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslümanlığın Hanefi ve biraz da Şafii mezheplerinden sorumlu kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’na başvurmuş. Derdi çok büyük. “Kızıma şehvetle sarıldım. Acaba karımla nikâhım düştü mü?” Sapık herifin aldığı cevaptan sonra ne halt ettiğini bilemem, merak da etmem. Ancak herifin başvurusunu ciddiye alan; ciddiye almakla yetinmeyip gündemine alan ve ciddi bir bilimsel (teolojik) araştırma yapıp cevap veren koca koca adamların oluşturduğu kurula ne diyeceğiz? Kurulun adına bir bakın hele: Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu… Vay be. Hani o kurulda görevli birine “Nerede çalışıyorsun” diye sorsalar; o da kurulun tam adını söylese, insanın içinden ayağa kalkıp ceket düğmelemek gelir. Bu kurum aslında İslami konularda fetva veriyor. “Müslümana ne caizdir ne değildir; ne haramdır, ne helaldir” sorularına cevap veriyor. Aklı yetmeyen Müslümanlar bu adamlara danışıyor, kişisel kararlarını bu fetvalara bakarak veriyorlar… İşte bu adı gümbürtülü kurulun anlı şanlı ve herhalde birer İslam âlimi oldukları için oraya getirilmiş üyeleri yazının başında andığım sapığın sorusunu tartışıp cevaplamışlar. Bencileyin mideniz bulansa da, utançtan yüzünüz kızarsa da dişinizi sıkın, verilen fetvanın tam metnini okuyun. Okuduysanız bir daha okuyun: “Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikâhın ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur (bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’lMücdehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, elMuğni, VII, 486; İbn Cüzey, el Kavaninü’l Fıkhiyye, 138). Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır. (Merğinani, elHidaye, I, 192; Mevsıli, elİhtiyar, III, 109).” İslam adına fetva veren bu zatların cevabında bir babanın kendi öz kızına sulanmasının, onu bir cinsel nesne olarak görmesinin bir utanç, bir dinsel suç ve bağışlanmaz bir günah olduğuna ilişkin tek satır var mı? Semavi dinler öncesindeki ilkel kavimlerin bile tabu, günah ve suç kabul ettiği bir fiili mahkum filan etmeyip, ahlakdışı bir cevap üretenler bu ülkede çok büyük bir kitleyi kucaklayan Hanefiler adına hüküm kesip fetva veriyorlar… Soruyu soranın bir sapık olduğuna kuşkum yok. Peki, sapık sadece soruyu soran mı? H S İNŞAAT HÂLÂ BAŞLAMADI Mağdur yurttaşların avukatı Songül Aybirdi Güler ise dava açacaklarını söyledi. Resmi cinsel ilişki tanımı FİKİRTEPE’DE 5 YIL ÖFKESİ HAZAL OCAK ılan hikâyesine dönen Kadıköy Fikirtepe’deki kentsel dönüşümde yurttaşların mağduriyetleri bir türlü son bulmuyor. İflas ertelemesi davası süren ANKA Evim Kadıköy şirketi Fikirtepe’de 2011 yılında ilk imzayı atan firma inşaata hâlâ başlamadı. Firma geçtiğimiz temmuz ayında imza atan yurttaşlara inşaata başlayacağı gerekçesiyle ihtarname göndererek evlerini boşaltmalarını istedi. Ancak firma evlerini boşaltan yurttaşların sözleş Y me kapsamında yer alan kiralarını ödemedi. Mağdur yurttaşlar dün Fikirtepe’deki ANKA Evim Kadıköy ofis binası önünde isyan etti. ANKA Evim Kadıköy inşaat firması 5 yıl önce yaklaşık 650 yurttaşla anlaşarak ilk imza topladı. Fikirtepe’deki ANKA Evim Kadıköy ofis binası önünde toplanan yurttaşlar “İflas ertelemeli ruhsatın da yalan, önce vatandaş sonra bakanlık uyan” yazılı dövizler taşıdı. Bazı mağdur yurttaşlar sözleşmelerini fesh ederken bazıları ise fesih işlemi için para bile bulamadıklarını söyledi. Grup adına basın açıklama sı yapan Erdal Mert “Sözleşmeyi imzalayan hak sahipleri, yasal haklarını aramak istediğinde dahi önlerinde ağır işleyen, zahmetli bir yargı süreci başlamakta. Kendi malını korumak adına katlanmak zorunda kaldıklarımıza bir de yargılama masrafları eklenmiştir. Fikirtepe’de kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin tarafı olan ‘ANKA’ gibi müteahhit firmalar, ekonomik gücü olmaksızın kalkıştığı kentsel dönüşüm atağında, hak sahiplerini yarı yolda bırakmış, tapularımız üzerine koyduğu şerhlerle adeta mülkiyet hakkımızı gasp etmeye çalışmaktadır” dedi. Futbol dışındaki dallara yer verilmiyor mu? Gazeteciler Günü öyle bir gün var mı? 1961 Anayasası’nın pek çok tabuyu yıktığı, pek çok özgürlüğün hiç değilse kapısını açtığı yadsınamaz. “Sos”diyenin karalandığı, “Vatan Cephesi”ne katılmayanların sürüldüğü, iktidar partisi vekillerine yargıç yetkisi veren “tahkikat komisyonlarının” kurulduğu, gazetecilerin tutuklanıp, “Hilton” diye ünlenmiş cezaevlerinde “ağırlandığı” dönem sona ermiş, sosyalizmden söz edilebilen, kitaplara konan yasakların kalktığı bir döneme girilmişti. Gazeteciler hapisten çıktılar. 10 Ocak 1961 tarihinde kabul edilen 212 sayılı yasayla gazeteciler önemli güvencelere kavuştular. Gerçi darbecilerin içinde durumdan hoşnut olmayan, başka ve kalıcı olmayı hedefleyen planlara sahip olanlar vardı ama neyse ki başarılı olamadılar. 61 Anayasası tüm muhafazakâr saldırılara karşın on yıl boyunca Türkiye’de demokratikleşme için önemli bir dayanak noktası olabildi. Gazete patronları da durumdan hoşnut olmadılar. Daha sonra sendikalaşmaya savaş açarak gazetecilerin kazanımlarını en aza indirme yönünde “kazanımlar” elde ettiler. Ama o günlerde gazeteciler arasındaki dayanışma, patronları geriletmeyi bir ölçüde başarmıştı. Şimdi “kutlansın mı, kutlanacak bir şey var mı” diye tartıştığımız günün adı o zaman “Gazeteciler Bayramı” idi. 12 Martçı generaller, hem gazetecileri yeniden hapislere tıktılar, hem de “ne bayramı, gün sizin neyinize yetmiyor” deyip adını değiştirdiler. Bana sorarsanız bayramlık bir durum yoktu zaten; bugün hiç yoktur. Gazeteciler için durum iyi değildir; bu, toplum için durumun iyi olmadığının kanıtıdır. Çünkü tarih hep öyle gösterdi. Basın özgürlüğünün olmadığı, kısıtlandığı, gazetecilerin hapsedildiği dönemler, genel olarak toplumun baskı altında olduğu dönemlerdir. Güneydoğuda kan gövdeyi götürüyor. 30 gazeteci tutuklu ya da hükümlü. Gerekçe, hep iktidarın B dikte ettiği, ettirdiği, gerçeği yansıtmayan gerekçedir. Örneğin arkadaşlarımız Can ve Erdem halktan gizlenen bir durumu haberleştirdikleri, halkın haber alma hakkına sahip çıktıkları için tutuklular ama gösterilen gerekçe, akıl almaz iddia “casusluk”tur. Gazeteciler arasında işsizlik zirvede. İşten çıkarmalar birbirini izliyor. İşten çıkarmaların genel gerekçesi küçülme zorunluluğudur, ki bunun gerçeği bir ölçüde yansıttığını biliyoruz. Bu durumun gazetelerde ama özellikle merkez medyada başka amaçlar için kullanıldığı iddiası da yabana atılır bir iddia değildir. Merkez medyada genellikle iktidara muhalif gazetecilerin işlerinden atıldığı bir gerçektir. Kimi gazetelerin zor durumda olduğu, reklam gelirlerinin siyasi baskılar nedeniyle azaldığı da bir gerçektir. Yine de işten çıkarmaların en son başvurulacak yöntem olması gerektiğini, tersini savunmanın ülke gerçekleri ile gazetecilik dayanışması ile bağdaşmadığını söylemek durumundayız. Kısacası bayramlık bir durum yok. Gazeteciler, meslek örgütleri, hep birlikte durumu açıklıkla tartışmak, çözüm önerileri geliştirmek, yalnız gazetecilerin değil, gazetelerin durumunu da nesnel bir şekilde masaya yatırmak durumundadırlar Muhalif gazetelerde çalışanlar, büyük bir özveri ile mesleklerini yapıyorlar. Pek çoğu ürettikleri haberler, yazılar için ya ücret almıyor ya da çok mütevazı ücretlerle yetiniyor; baskı ve zorbalıklara karşı durmak gibi ertelenemez bir görev duygusu ile gazetelerine destek oluyorlar. Ama herkes böyle bir durumu taşıyabilecek olanaklara sahip değildir. Bu durum işsizlik gerçeğini değiştirmiyor. Bu nedenle gazetecilerin bir araya gelmesi, yandaş olmayan, gerçeğin peşinde haber yapan, her türden baskıyla karşılaşan gazetelerin sorunları da dahil medyanın durumunun nesnel olarak tartışılması bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor. “Kadınlar Voleybol Olimpiyat Elemeleri” karşılaşmaları yapılıyor. Ne yazık ki, “uluslararası” nitelikte olan bu etkinliklerden gazetemizde hiç söz edilmemektedir. Kimi yayın organları da bunu göz ardı etmiş olabilirler. Ama sporun futbol dışındaki diğer branşlarına da, gazetemizin geçmişinden gelen, ayrımcılık yapmayan bir özelliği vardır. Amatör sporlarla ilgili en doyurucu haberleri ve yorumları Cumhuriyet Gazetesi verirdi. Gerçi, artık voleybolda da amatörlük kalmadı ya!.. Maddecilik öne geçeli, her şeyin içi boşaldı, ruhsuzlaştı. Saygılarımla. Spor servisi şefi Arif Kızılyalın’ı yanıtı da şöyle: Sayın Okur Temsilcisi, voleybol, Cumhuriyet’in özel uzman yazara sahip olduğu ve ayrıntıları ile yayımladığı ender branşlardan biridir. Ankara’daki söz konusu olimpiyat elemelerindeki 3 milli (ulu kurumuz Attila Tanyolaç’ın iletiO si şöyle: Ülkemizde hafta başından bu yana, sal) maç, ertesi günkü gazetede, manşet altı, yan manşet biçiminde fotoğraflı ve yorumlu olarak yayımlanmış, yine turnuvanın sunuşu milli takım antrenörü ve Cumhuriyet yazarı Alev Anakök’ün sunumu ile gazete okurlarının beğenisine sunulmuştur. Cumhuriyet digital ve kupür arşivi, yukarıda yazdığım görüşleri doğrulamaktadır. Saygılarımla. Okurlarımızdan sık sık gazetede futbolun ağırlıklı olarak yer aldığı, diğer dalların ihmal edildiği yolunda iletiler alıyorum. Futbolun daha çok yer aldığı bir gerçektir ama bu diğer dallara yer verilmediği iddiasını doğrulamıyor. Özellikle Cumhuriyet gazetesi spor servisi bu konudaki okur eleştirilerini uzun bir süredir dikkatle izliyor ve gerçekten de sporun futbol dışındaki dallarına da yer veriyor. Üstelik yer vermekle kalmıyor, bu dallarla ilgili nitelikli bir yayın yapmaya da özen gösteriyor. Okur eleştirilerinin büyük bir çoğunluğu gazetenin ilk baskılarına yetişmeyen haberlerle ilgilidir. Balıklı Rum’da kayyum tehlikesi UMUR YEDİRKARDEŞ Zonguldak’ta kış haberiniz Ocak 2016 tarihli gazetenizde 4 Zonguldak’ın kar yağışı nedeniyle olumsuz koşullardan etkilenişi haber yapılmış. Cumhuriyet gazetesi her zaman objektifliği öne çıkarır; öyle biliyoruz. Hükümetin kaynaklarını esirgemediği, belediyesel olanakları adeta sınırsız olan İstanbul’da, 5 santimlik kar yağışının vatandaşların hayatını nasıl felç ettiğini hayret içinde görüyoruz. Milyonlarca yurttaşın bu metropolde 5 santim kar yüzünden kıpırdayamaz hale sokulduğu nedense haber değerinde bulunmamış. Ülkede okullar tatil ediliyor. Hastalar hastaneye yetiştirilemiyor. Uçaklar kalkmıyor, Vapur seferleri iptal ediliyor. Fakat, olumsuz kış koşullarından etkilenişi gazetenizde haber olmaya değer il, anlıyoruz ki Zonguldak’mış: Ödeneksizlik nedeniyle iktidarca adeta cezalandırılan Zonguldak Belediyesi, ne tesadüf ki muhalefet partili başkan tarafından yönetiliyor. Ödenek zengini dev metropoldeki beyaz kâbusu haber olarak ayrıntılı işlemek varken, 81 il içinden Zonguldak’ı olumsuz örnek olarak ön plana çıkarmak en hafifinden “eleştirilir” diye düşünüyorum. Saygılarımla, Dr. Tuncay Özgün Okur Temsilcisi’nin notu: Kar yağışından sonra İstanbul’daki durum gazetede ayrıntılarıyla yer aldı. Keşke tüm iller, bölgelerle ilgili ayrıntılı haberler yayımlanabilseydi. Zonguldak haberinin herhangi bir siyasal tutumla ilişkilendirilmesi haksızlık olur. stanbul Balıklı Rum Hastanesi Vakfı 75 yıl sonra yeniden kayyum tehlikesi ile karşı karşıya. İstanbul Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nda 23 yıldır seçim yapılmadığından dolayı kayyum tayin edilmesi talebiyle dava açıldı. Davanın olumlu sonuçlanması halinde seçim yapamayan diğer azınlık vakıflarına da kayyum yolu açılabilecek. Yunanistan’da yaşayan aynı zamanda Türkiye vatandaşı olan Evangelos Mihailidis tarafından İstanbul Balıklı Rum Hastanesi Vakfı’nda 23 yıldır yönetim kurulu seçimi yapılmadığından dolayı kayyum davası açıldı. Kayyum talep edilen davaya gerekçe olarak 23 yıldır seçim yapılmaması, vakıf başkanı olan 91 yaşındaki Dimitri Karayanni’nin yaşsağlık durumu ile 200’den fazla gayrimenkulü olan vakfın hesaplarının şeffaf olmaması gösterildi. İ Azınlık vakıfları tehlikede Ayrım yapmayın erhabalar. Gazetenizi seveM rek okuyor ve takip ediyoruz. İlkeli, tarafsız tutumunuzdan eminiz. Yalnız gazete manşetleri kısmında Özgür Gündem gazetesinin olmaması düşündürücüdür. Adı sanı hiç duyulmamış, tirajı pek sınırlı gazeteleri Özgür Gündem gazetesine tercih etmişsiniz. Bu konuda düzeltmeye gitmenizi rica ediyorum. Vahit Erdoğdu Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 2013’te azınlık vakıflarının seçim yönetmeliği iptal edildiğinden ve yeni yönetmelik hazırlanmadığından dolayı azınlık vakıfları seçim yapamıyor. Apoyevmatini Gazetesi sahibi Mihail Vasiliadis, vakfa kayyum atanması durumunda seçim yapamayan diğer azınlık vakıfları için de tehlike oluşacağını belirterek, “Kayyum yolu açılırsa tüm azınlık vakıflarına isteyen kayyum davası açar. Seçim yönetmeliği çıkması lazım. Her cemaat kendi örf ve âdetlerine uygun olarak yönetmelik hazırlamalı ve Ankara’ya sunmalıdır. Ankara da Anayasa’ya uygun olarak kabul etmelidir” dedi. l İSTANBUL C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear