22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 2 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA 10 11 C Turizm beldelerinin yeni gözdesi, uzun zamandır Alaçatı. Artık herkes bir şekilde Alaçatı’ya gidiyor, kışın az olan nüfus, yazın katlandıkça katlanıyor. İlginçtir, Alaçatı’da her zevke ve keyfe uygun bir tatil mümkün. gecelerde Jazz Evet, attığımız başlığı yanlış okumadınız. Datça, da jazz... Hem de canlı mı canlı. Palamutbükü’nde, muhteşem dolunaylı gecelerde. Yakamoz vururken denize, grubun rengi ruhunuzu saracak. İlk jazz kadın piyanistimiz Nilüfer Verdi’nin narin parmaklarından süzülen notaları, tadına vararak ruhunuzda hissedeceksiniz. Büyük kentlerimizde dahi nadir bulunur müzik şölenini, bu küçük adı bilinmez koyumuzda yaşayacaksınız. Otel Mavi Beyaz’ın büyüleyici atmosferinde adeta jazza da keyfe de doyacaksınız. Muhteşem Palamutbükü doğasında detoks etkisi yaşatacak bir tatil bekliyor misafirlerini. Dalga sesleri, cırcır böcekleri, mavi beyazın tesisten öte Palamutbükü’ndeki ahengi ve tonlarında onlarca çeşidin ancak bir doğa harikası olabileceği billur, berrak denizi, sizi kilometrelerce uçup gittiğiniz egzotik sahilleri aratmayacak. Siz, daha Palamutbükü’ne gitmediyseniz bence hemen bu yaz gidin. Nilüfer Verdi’li mavi beyaz gecelerde ülkemiz ve dünya çapında sanatçı arkadaşları da eşlik edecek. Nedim Ruacan, neredeyse tüm yaz bizlerle olacak. 20 Haziranda başlayan ve 5 Temmuz tarihleri arasında geleceğin yıldızlarından biri olmaya aday Cemre Necefbaş, Saksofonda Meriç Demirkol ve Aysun Sökmen Flüt&Vokal, 08 Temmuz 02 Ağustos tarihlerinde, Andress Buchmann Kontrbass’ta 14 Temmuz 02 Ağustos tarihleri arasında, Palamutbükü’ne de Datça’ya da bambaşka bir tat ve unutulmaz geceler yaşatacaklar. Mavi Beyaz Harput Kalesi Keban baraj gölü Munzur Çayı Dersim dört dağ içinde... ...evet, gerçekten aynı yüz yıllık türküdeki gibi... Dört dağ içinde, hem de yeşil mi yeşil, neredeyse Karadeniz’in yeşiline nispet yaparcasına yeşil, insana tatlı bir huzur veren yeşil dağlarla çevrili DersimTunceli... OLCAY BÜYÜKTAŞ Önce uçakla Elazığ Havaalanı, ardından otobüsle düşmüştük Tunceli yoluna. Harbut Kalesi yakınlarında güzel bir yemekten sonra devam ettiğimiz yolculuk boyunca gördüğümüz renkler ve coğrafya herkesi şaşırtmıştı. Garanti Anadolu Sohbetleri kapsamında gittiğimiz Tunceli, grupta kente ilk kez gelenleri büyüledi neredeyse... Kentin girişinde Munzur Çayı kenarındaki kafeterya gerek temizlik, gerek ikram ve sunum, gerekse garsonların kibarlığı konusunda şaşırttı. “O kadar Doğu ve Güneydoğu’yu gezdim, bu kadar temiz mekânlar görmedim” yargısı ekipte yer alan insanların ortak yargısıydı. Giderken önce Keban ardından Munzur Çayı görüntüleri, yeşil mi yeşil bir doğa ve bitmek tükenmek bilmeyen dağlar. Neredeyse Karadeniz kadar yoğun, pek çok tonun bir arada bulunduğu yeşillik, sakin, huzurlu ve Munzur Çayı ile olganüstü bir uyum içinde... “Ne kadar güzelmiş, nasıl böyle düzgün ve temiz” herkesin birbirine söylediği ilk sözlerdi kente girişte... Özellikle son birkaç yıldır popüleritesi artan Munzur Festivali ile gündeme gelen Tunceli, küçük, etrafını çevirmiş dağlar üzerine kurulu bir kent. Doğu Anadolu Bölgesi’nin Yukarı Fırat bölümünde yer alan, kuzeyde ve batıda Munzur Dağları ile Karasu Irmağı, doğuda Bingöl Dağları ve Peri Suyu, güneyde Keban Baraj Gölü ile çevrili bu kent, ülkenin en az nüfusa sahip ili ama yüzde 95, hatta 98’lerdeki okuryazar oranıyla Türkiye’nin okuryazarlık oranı en yüksek ili aynı zamanda. Özellikle 80’lerden sonra çok göç veren kentte son yıllarda yazın büyük bir dönüş yaşanıyor. Nüfus yazın ikiye katlanıyor. Özellikle de Munzur Festivali’nin düzenlendiği temmuz sonlarında. İlk çağlardan beri pek çok uygarlığın yaşadığı kentin, ortaçağdan kalma ve bugün hâlâ iyi durumda bulunan Pertek Kalesi ve Munzur Vadisi Milli Parkı görülmeye değer güzellikleri. yen Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Başkanı Atilla Ertem, bölgenin ekolojik tarım, ekolojik turizm ve ekolojik toplayıcılık potansiyelini bir arada bulundurduğuna dikkat çekiyor. Zira, Tunceli’nin en önemli zenginlik kaynakları doğal güzelliği ve endemik bitki türü... Uzmanlar girişimciye dikkat edilmesi gereken üç noktayı “güzel manzara yanına dev otel olmasın, dışarıdan alınan mal ve hizmet yüksek seviyede olmasın ve kesinlikle HES’ler yapılmasın” diye sıralıyor. Tuncelili de bunları istiyor zaten. Son dönemde gündeme gelen yol kesmelerin büyük bölümü HES’lerin yapılmasını önlemek amacıyla yapılmıştı. Tuncelililer, kentlerini kalkındırırken sanayi yatırımı istemiyor. Kent ve çevresinin doğal güzelliklerini bozmadan kullanmanın, turizm sayesinde kalkınmayı sağlayacağı görüşündeler. Kentte süreç sonrasında yaygınlığı ve sıklığı artan tek etkinlik de yüzme ve rafting değil. Barış süreci ile birlikte en büyük değişim doğa gezilerinde görülmeye başlanmış bile. Bölgenin kendine has balı, mantarı ve sarmısağı mutlaka değerlendirilmesi gereken ürünleri olarak öne çıkıyor. Kayak da yapılır dağcılık da.. Şehirde doğa sporlarına ilgi duyanların yanı sıra özellikle genç nüfusun da dilinden dökülen hep aynı: “Barış gerçekleşirse burayı sanayi ile kalkındırmaya kalkmasınlar. Doğa bizi doyurur. Burada doğa turizmi, doğa sporları ön plana çıkarılsın.” Şu anda şehirde sadece iki gezi grubu var. İstenilen ise tur acentalarının, Tunceli’yi ve eskiden girilemeyen yerleri gezi rotalarına dahil etmeleri... Festival zamanı kentte yaşanan hareketlilik, gerçekten de Tuncelililerin anlattığı gibi burada doğa turizminin ne kadar gelişebileceğinin bir göstergesi. Örneğin, nehir kenarında kurulan plajlarda plaj voleybolu oynayanlara sıklıkla rastlanıyor. Munzur Festivali’yle adından sıkça söz ettiren Dersim her mevsim konuklarını bekliyor... MEKÂNIN DİLİ Bir döner için yollara düşülür mü?.. HATİCE KUMALAR Ucu bucağı olmayan İstanbul’da döner yemek için kalkıp Ümraniye Dudullu’ya gideceğimi söyleseler inanmazdım. Ancak bir dostumun telefon açıp mutlaka buraya gitmelisin demesi ve ballandıra ballandıra anlatması üzerine ekip arkadaşlarımla birlikte trafiği ve sıcağı göze alarak düştük yollara… İstanbul trafiğinin yanı sıra bir de iftar trafiğini düşündüğünüzde, bir döner için onca yol göze alınır mı derseniz Ağababa Döner de yediğimiz dönerden sonra cevabımız evet oldu. Kekik ve otlarla beslenmiş hayvanların but kısmından elde edilen etler, doğal lezzeti korunarak marine edilip zırhlanıyor. Lezzette farklılık; malzeme seçimi ile olur diyen Ağababa Döner’in sahibi Himmet Polat: “Etin kalitesinden taviz vermemek birinci koşulumuz. İkinci koşulumuz ise etin özelliğini fazla baharat ve soslarla bozmamak. Etlerimizi Çanakkale ve Balıkesir bölgesindeki çiftliklerden temin ediyoruz. Eti, but olarak alıp, kemiğinden ayırıp, sinirlerini temizledikten sonra ince ince dönerlik kesip, 2 gün boyunca süt, tuz, soğan ve beyaz karabiberle marine edip, harlı olmayan odun ateşinde pişirerek servis ediyoruz.” Kurtuluş turizm ve ekolojik tarımda Bunu ben söylemiyorum, konunun uzmanları söylüyor. Bölgeyi ayrıntılı bir şekilde gözlemle Alaçatı ve sörf... ZUHAL AYTOLUN tıldığı tezgâhları zaten gezersiniz. Alaçatı’da Alaçatı, son yılların gözdelerinden. Alaçatı’nın ilginç tarafı, her tercihte insanı kendisine bağlayabiliyor olması. Sakinlik ararsanız eğer bulmanız mümkün. Hareket derseniz, tam içindesiniz. Peki, bu popülerliğini neye borçlu dersiniz? Şöyle küçük bir tura çıkalım o halde... Alaçatı’nın her sokağı ayrı güzel. Tarihi evleri ve o dar sokaklarının ruhu çok ayrı. Rumlar, zamanında bağcılık ve şarapçılık ile uğraşmış Alaçatı’da. Mübadele sonrası ise zorlu yıllar başlamış. Müslüman Türkler, bağcılık ve zeytincilik bilmediği için bağlar sökülmüş. Tütüncülük ve hayvancılık yapılmaya, sebze ve meyve yetiştirilmeye başlanılmış. Balıkçılığın da önemi var tabii ki. Lezzet konusunda tam bir Ege ve Akdeniz havası esiyor Alaçatı’da. Çeşit çeşit otlar, zeytinyağlılar, midyeler derken insan kendini kaybediyor. Midyeyi çok seviyorsanız, Alaçatı meydandaki Sevil Abla’nın midyelerini mutlaka tadın. Canınız pizza istediyse, İyi Pizza’nın köz pizzasını kaçırmayın. Hiç gitmediyseniz eğer, bir kez balık mezatına bir kez de Alaçatı pazarına uğrayın. Takıların saen akılda kalan detaylardan biri de samimiyet. Alaçatı ve sörf... Dünyanın en iyi üç sörf merkezinden birisi de burası. Uluslararası sörf okullarıyla iddialılar. Piri Reis’in daha 16. yüzyılda Alaçatı için söylediği “Rüzgârı eksiksiz, denizi yufkadır” sözü, boşuna değil. Tatile giderken, insanın ilk tercihi dinlenmek, ikincisi ise sosyalleşmek oluyor. Alaçatı’da her ikisi için de imkân var. Tatiliniz için birbirine benzeyen butik otellerden sakının deriz. Sakin sessiz bir yer olsun, kuş seslerini duyayım, inceden bir müzik sesi çalınsın kulağıma, huzura kavuşayım diyorsanız, Balambaka Otel’i deneyin. Kaostan yorulan, İstanbul’u ve gazeteciliği bırakıp Alaçatı’ya kaçan İbrahim Evrim Ayral işletiyor Balambaka’yı. Odalarda beyaz ve mavinin uyumu ilk dikkati çeken. Zeminler ahşap, tüm mobilyalar da el yapımı. Eğlencenin kalbine ve çarşıya 10 dakika mesafede. Geniş bir bahçesi, açık yüzme havuzu ve müthiş kahvaltısı mevcut. 13 odalı bu butik otel için önceden rezervasyon yaptırmanız şart. Ayrıca gruplar ya da özel organizasyonlar için de ideal. Özenli hazırlanmış organizasyonlar ve keyifli geceden memnun kalacağınız kesin. Daha çarşı içinde olayım derseniz, Sardunaki’yi önermek gerek. Otel, Rum konağı konseptine sahip. Otelin bahçesinde mini bir meyhanesi de bulunuyor; “TsakirKefi”. Sıcak ve içten bir otel burası da. Şimdilerde suyun öte yakasına da taşınmış durumdalar. Sakız Adası’nda Sardunaki Chios adında bir kapınız olsun isterseniz, Sardunaki ailesiyle mutlaka tanışın. Eğlence istiyorsanız, gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel Tektekçi’yi önerebiliriz. Üstelik Tektekçi, bu yaz her yerde. İzmir Alsancak’ta yeni açtığı mekânın ardından, Çeşme Alaçatı’da tam dört mekâna ulaşmış durumda. Tektekçi Alaçatı, Ramo Beach, Fly Inn ve son olarak da Alaçatı Port’ta açıldı. Özellikle önereceğimiz Alaçatı Port olacak. Çünkü, Tektekçi Mutfak ilk kez burada görücüye çıktı. Eğer lezzetin peşindeyseniz, burası tam size göre. Fine dining seviyesinde, geniş ve ilgi çekici bir mönüye ve lezzet skalasına sahip. Küçük bir not düşmek isterim. Her biri ayrı lezzetli olan bu mönü için ilk kez gidenlere tavsiyem, az porsiyon bir kaç çeşit yemeleri... Lezzet konusunda titizlikten taviz vermeyen Ağababa Döner’de etin suyunu çekip kurumaması için döner şişi günde 45 kez değiştiriliyor. Günde 500 kg. varan dönerin çıkarıldığı Ağababa Döner’e İstanbul’un ve Türkiye’nin dört bir köşesinden günde 1500’e yakın kişi geliyor. Himmet Polat; “Misafirlerimize dönerimizin yanı sıra, kebaplarımızı ve annelerinin yaptığı yemeklerin lezzetini arayanlar için ise sebze ev yemeklerimizi de sunuyoruz” diyor. 1986 yılından beri yemek sektöründe çalışan Ağababa Döner’in sahibi Himmet Polat, hızla gelişen fastfood yemek alışkanlığına karşı, sağlıklı ve kültürel zenginlikler taşıyan Türk mutfağına daha çok sahip çıkılması gerektiğini söylüyor. Bu amaçla Türk mutfağının en güzel örneklerinizi sunmak için kaliteden taviz vermeden uygun fiyat politikası ile hizmet verdiklerini belirtiyor. Türk mutfağının önemli bir lezzeti olan dönerin hakkını sonuna kadar veren Ağababa Döner’e sadece döner yemek için değil, ağır tandır ateşinde, az tuz ve kendi yağı ile pişen kuzu tandırı ve Hatay’dan özel olarak getirtilen künefeyi yemek için gelebilirsiniz. Misafirperverliklerini esirgemeyen Himmet Polat’a ve Bülent Tokmak’a çok teşekkür ediyoruz. Huzur ve güzellik dolu günler hepimizin olsun. Telefon: 0216 420 62 62 haticekumalar@yahoo.com Fastfood’a karşı Türk mutfağına sahip çıkmalıyız…
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear