23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
10 HAZİRAN 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA “Türkiye’nin düze çıkmasının tek koşulu var: Hükümetin devletten daha güçlü olması. Oysa şu anda durum tam tersi.” Tam yirmi yıl önce, dönem koalisyonlar dönemi. Ankara’da “temaslar yapan” ABD’nin eski büyükelçisi Morton Abramowitz’in demeci ve raporuna döktüğü sözleri böyle. Mr. Abramowitz’in bu görüşünü “yazılmasın kaydıyla” yaptığı sohbetlerde merhum Tur gut Özal da dile getirirdi. Abramowitz’in o ziyaretinde kendisiyle konuşmuş ve 27 Ocak 1994 günü de şunları yazmışız: “Devletin küçültülmesi, hükümetin güçlendiril mesi gerçekten fiyakalı bir düşünce. Ama bu nasıl olacak? Türkiye’de güçsüz hükümet, güçlü devlet olgusu bir rastlantı değil. Hükümetin eksikliklerini, zaafla rını gidermenin tek yolu öteden beri devletin güçlü tutulmasında bulunuyor. Her on yılda bir ordunun, yani ‘devletin en örgütlü kesiminin’ hüküme te uyguladığı güç gösterisi, güçsüz hükümet, güçlü devlet çemberinden çıkılamayışının en büyük ne deni. Başka nedenler de var elbette. Tarihten, coğ rafyadan ve ülkenin geleneklerinden ve insani özelliklerinden doğan nedenler. Abramowitz, Kürt sorunuyla da çok ilgili. Cumhuriyet gazetesinde yayımlanması için anlaştığı uzun bir makalenin hammaddelerini topluyor... Basında yer alan bağımsız Kürt devleti ile ilgili kaygıların politik paranoya olduğuna inanıyor. Bir süre önce yazdığı Türkiye’yle ilgili son makalesindeki ‘kötümser görüşlerini’ aynen koruyor: ‘Kürt sorununu çözemezse, Türkiye çözülür.’ Kürt sorununun nasıl çözüleceği pek belli değil!” Demişiz! Tayyip Erdoğan, iki ay sonra 27 Mart 1994’te İstanbul Belediye Başkanı oldu. ABD’li 15 tamamlandı. Genelkurmay Başkanı’nın terör lideri olarak damgalanıp PKK lideri ile mevkidaş olması sağlandı. Sonrası.. Ak iktidar kadrolarının ABD’den çok Amerikan Doları için çalıştığı kasalarla ortaya çıktı. Bunu üzerine “devleten güçlü hükümeti” savunan Abramowitz, yanına eski mevkidaşı Edelman’ı da alarak geçen yılın sonuna doğru yeni bir rapor daha yazdı: “Erdoğan Türkiye’de demokrasiye zarar veriyor. ABD bu duruma müdahale etmelidir!” 17 Aralık’ta olup bitenler acaba bu müdahalenin ilk adımı mı? Elçiye Zeval Olmaz, Erdoğan’a Olur mu? Abramowitz’in Türkiye ile ilgisi sürüyordu. 15 Ekim 1996’da Erdoğan’la görüştü. Bu görüşmeden sonra haberler yayılmaya başladı: “ABD Erdoğan’ı Türkiye’nin liderliğine teşvik ediyor!” 1999’da Öcalan Türkiye’ye teslim edildi. Aynı yıl Fethullah Gülen ABD’ye “uçtu”! 2002’de devletle ilgili hiçbir sıfatı olmadığı halde Erdoğan Beyaz Saray’da ağırlandı. Aynı yıl yapılan seçimlerde milletvekili olması yasaya aykırı bulundu. Bir süre sonra bir “ek” seçimle milletvekili ve Başbakan oldu. Devletten güçlü hükümet formülü için düğmeye basılmış oldu. “Kumpas” adım adım gerçekleşti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içi boşaltıldı. Devletin zayıflatılması yargıdan üniversitelere kadar başarı ile Çözüm Değil Düğüm! İş ErdoğanApo görüşmesi savlarına dayandı. Lice’de iki kişinin ölmesi, askerlerin yaralanması, kışladaki bayrağın indirilmesi... CHP Genel Başkanı’nın saptaması, yabana atılabilir mi? Ne diyor Kılıçdaroğlu: “Türk bayrağını indiren bir hareketi asla ve asla kabul edemeyiz, o bayrak hepimizin ortak paydasıdır. Erdoğan’ın bu konuda çıkıp konuşmasını istiyorum, ne diyecek merak ediyorum. Biliyorum yine yalvaracak, ‘ne olur bayrağı indirmeyin’ diyecek...” Ardından sürdürüyor: “Bir süreç yaşanıyor, kimse bilmiyor; masanın başında Erdoğan ve Öcalan var. Ne konuştuklarını bilmiyoruz. Bu süreç Türkiye’yi çıkmaz bir noktaya getirecektir...” HHH Her seçim öncesinde kısa süreli anlaşma sağlanıyor. Adına ister ateşkes, silahların susturulması deyin, isterseniz çözüm sürecinde atılan adımlar! Tespitiniz ne olursa olsun. Ortada bir gerçek var; yıllardır ölen insanlar, savaşa giden harcamalar ve terör belası. Ve küresel güçlerin NATO karargâhlarında sergilenen Kürdistan haritası... Sırada Cumhurbaşkanlığı seçimleri, AKP ile BDPHDP ya da PKK anlaşması, Erdoğan cumhurbaşkanı yapma pazarlıkları... Terör örgütü çıtayı yükseltti anlaşılan... Neden yeniden ölümler başladı, bir ülkenin yolları günlerdir terör örgütünce kapatılıyor, askerlere ateş ediliyor? Neden Kandil’den “Eylemleri şehirlere yayın” çağrısı yapılıyor? Dağa giden, götürülen, kaçırılan ya da bir biçimde “ikna” edilen çocuklar için anaları isyan ediyor? O çok özgürlükçü görünenler acılı anaları Diyarbakır Belediyesi’nin önünden süpürüyor, neden? O annelerin yerine koyun kendinizi, anlarsınız... HHH Bu ülkenin acıları, gözyaşları dinmiyor bir türlü. Sıfır terörden, AKP iktidarıyla birlikte bugünlere geldik. Gezi eylemlerinde “destan” yazan güvenlik güçlerinin Güneydoğu’daki tutumunu, aczini izliyorsunuz! Pazarlık konusu, ne Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ne de Apo’nun serbest kalması. Türkiye’nin varlığı olmasın sakın? HHH Karşılıklı “müzakereler” boyut değiştirdi artık. PKK Yürütme Komitesi, Öcalan’ı da devreden çıkardı. Bakar mısınız dün yaptıkları açıklamaya: “Üç kişilik HDP heyetinin arada bir İmralı’ya gidip gelmesi artık hiçbir sorunun çözümü için yeterli olmayacaktır. Lice’deki benzer katliamları önleyecek yer, İmralı ve önder Abdullah Öcalan değildir. Hiç kimse İmralı’dan gerçekleşmeyecek beklenti içine sokulmamalıdır...” HHH Ya şuna ne demeli? HDP’li bir milletvekili geçen haftaki Meclis görüşmelerinde diyor ki: “Türkiye’nin kurucu unsuru dediğiniz siyaset doktrini biraz Mussolini’dir, biraz Hitler’dir. Kuruluşundan bugüne kadar Türkiye’nin bütün kurucu temellerine dinamit koyan bu nasyonel siyasi anlayış, Türkiye’yi bölünme eşiğine getirdi.” Bak sen aymazlığa! Küresel güçlerin işgal ettiği bir coğrafyada bağımsızlık için emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veren bir devrimciyi Hitler ve Mussolini’yle özdeş tutmak, saçmalıktır, zırvalıktır. Bilimsel gerçeklikten, tarihsel bilinçten yoksun olmaktır, cahilliktir... Mustafa Kemal’in, her iki diktatörle ilgili değerlendirmeleri belgelerde açık oysa... HHH Meclis çatısındaki bu aymazlığa ve bir başka HDP’linin kendisine yönelik “faşistsiniz” değerlendirmesine yanıt veren CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ın, “Faşist olan, ırkçı olan asıl sizsiniz!” sözünü anımsatayım bu arada. Emperyalizmin, kapitalizmin, sömürünün feodal kalıntıların adını ağza almadan etnik temelli siyaset yürütmenin adı, faşizmdir. Sonu karanlıktır! İktidar, bankacılıkta yıla zamanaşımını 20’den 10 indiriyor. feryat Cem Uzan ise Paris’ten ediyor. “Hırsızlar kurtarılıyor!” Kıskançlık mı ihbar mı? Demiştik ki... Darbe veya siyasi tıkanma yoksa ve çoğunlukları da varsa, başbakanların cumhurbaşkanı olması bir kural. Bizim parlamenter sistemimizin pratiği bu. Kurucumuzdan sonraki 10 cumhurbaşkanından 5’i başbakan, 4’ü paşa, 1’i de yargıç. Yani, rahat dursaydı.. Tayyip Erdoğan da “Çankaya’dan aşağısı Kasımpaşa!” diyerek ve ıslık çalarak cumhurbaşkanı olacaktı. (Ama kayıtsız şartsız egemen olma hırsı, korku ve kuruntuları yüzünden kendi işini kendisi zora soktu. Şimdi oy açığını kapatmak hesabıyla PKK’nin gönlünü yapmak için ter döküp duruyor!) Bir nokta da şu: Cumhurbaşkanı olan başbakanların daha sonra yaşları da müsaitse, eski Kaçak Saray’ın Sahibi... makamlarına dönmenin ve yeniden başbakan olmanın yolunu aramalarıdır. Nitekim İsmet İnönü (19841973), 12 yıl cumhurbaşkanlığından sonra 77 yaşında (1961) yeniden başbakan olmuştu. Turgut Özal ise cumhurbaşkanı olduğuna pişman oldu. Yeniden başbakanlığa dönmenin hesabına yöneldi. (Bu bilinen sırrı, özel kalemi, danışmanı ve milletvekili Engin Güner geçenlerde bir kez daha açıkladı. Öyle ki Özal, yeniden başbakan olma yolunu açmak üzere eşi Semra Hanım’ı siyasete soktu. İstanbul İl Başkanı seçtirdi. Ama devamını getirmeye ömrü vefa etmedi!) Tanrı uzunsağlıklı ömürler versin, Süleyman Demirel de bugün 90’ında olmasaydı, başbakan (veya çatı adayı) olarak Erdoğan’ın karşısına dikilebilecek en güçlü, belki de tek adaydı! Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde AKP içindekidışındaki geniş bir çevrenin, Cumhurbaşkanı Gül’ün yeniden başbakanlığa dönmesi için dua edip dilek tuttuğu ise cümlenin malumu. Bir siyasi hakikat de şu: Bir liderin cumhuraşkanı olması halinde iki seçim geçmeden arkasında partisinin genel merkez binası bile kalmıyor. Özal’ın özene bezene inşa ettirdiği görkemli ANAP binasının, postmodern DYP Genel Merkezi’nin yerinde yeller esiyor... Erdoğan, bundan kendine büyük dersler çıkardı. “Partili cumhurbaşkanlığı” yani “seçilmiş padişahlık”ta ısrarı bundan. Başarırsa fiili başbakan da kendisi olacak... Atatürk Orman Çiftliği’ni talan ederek, binlerce ağacı keserek yaptırdığı Kaçak Başbakanlık Sarayı’nda kendisi oturacak. İnşaatı durduran Danıştay kararını yırtıp atması, “Burası tez zamanda bitecek!” demesi bundan. “Atatürk’ün mekânı” diye nitelenen Çankaya’da oturmayacağı ve o sarayı kendisi için yaptırdığı, çok yakın çevresi dışında da biliniyor. Beyaz Saray’ın adından da etkilenip, ondan daha ak ve saray olanı sipariş etmesi bundan. Turgut Özal, 1991 seçimlerini kazanıp başbakan olan Demirel’in kendisine Çankaya’da rahat vermeyeceğini biliyor ve eski partisi ANAP’ın da kendisine destek olamayacağını görüyordu. Eşi Semra Hanım’ı öne sürmesi bundandı. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Paris’in Gündemi ve ‘Pamuk İpliği’ Paris’te geçirdiğim iki haftanın sonuna gelirken, Fransa’ya bir göz atalım: Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Hollande’a olan desteğin yerlerde gezinmesi (yüzde 3!) artık esprilerin ana konusu. Mesela Liberation’un kapağında şaşkın bir Hollande fotoğrafı ve altında yazı: “Elysee Sarayı: Pardon çıkış nereden?” Zaten Hollande’ın tek günlük kaçış imkânları gündemin kendi kâbusunu örtme ihtimali; ki o da zor! Mesela Normandiya Çıkarması anma gününde bile “Er Ryan’ı Kurtarmak” filmine gönderme yaparak “ DDay (Ogün) er Hollande’ı kurtar mak için gerekli” manşetleri atılıyor. Ya da Rodez kentinde Hollande’ın ünlü Fransız ressamı Pierre Soulages’ın müzesini açması, basında “Hollande ışığı Soulages’da arıyor” başlıklarıyla yer buluyor! Yani Obama ve Putin’in, Ukrayna krizinden beri ilk defa görüşmeleri bile Hollande şamatasının gölgesinde kalıyor. Fransız basını istediğinde çok acımasız olabiliyor. Çünkü burada “Alo Fatih” hattı yok! Tabii Hollande’ın Elysee Sarayı’nı daha yolun ortasında emekli barınağına çevirmesi Fransa’nın iç politikasını başka türlü hızlandırdı. Marine Le Pen’in başkanlığındaki Milliyetçi Cephe’nin Avrupa seçimlerinde aldığı yüzde 25’lik şaşırtıcı oy, hem Fransızları ürküttü hem de yeni tetiklerin çekilmesi gündeme geldi. Merkez sağda UMP’de hiç beklenilmedik şekilde Sarkozy öne çıkmaya başladı. Çünkü alternatif arayışlar hızlanıyor; her ülke Türkiye değil ki! Bu arada Brüksel’de yaşanan katliamın Fransa’da yakalanan zanlısı Mehdi Nemmouche ve buna bağlı olarak her gün İslami terörün Avrupa’da artan potansiyeli, bir yerde Le Pen’in elini güçlendiren bir konu. Fransa artık adım adım “Demokrasiİslamterörİfade özgürlüğü” sarmalında polemiklerin ortasında kaybolmuş dengelerini karanlık bir tünelde arıyor. Fransa bu arada Türkiye’de Gezi’nin 1. yılında yaşanan ağır sokak görüntülerine de tepki verdi. Malum şiddet fotoğrafları eşliğinde Erdoğan Hükümeti’nin dünyaya vermeyi seçtiği imaj kendilerine neye mal oluyor farkındalar mı bilmiyorum. Veya tersine bu imajı yaymaya çalışıyorlar da biz mi anlayamıyoruz! Burada bizi ilgilendiren vahim bir perspektif var: Fransız basınının bir kısmı Türkiye’de olup bitenleri hâlâ Orhan Pamuk üzerinden anlamaya çalışıyor(!). Pamuk “Cevdet Bey ve Oğulları” kitabının Fransa’da yayımlanması vesilesiyle Nouvel Observateur dergisiyle görüşmüş; burası normal. Ama röportajı yapan François Armanet, Erdoğan diktasından Gezi’ye ve tabii yaklaşan 2015 Ermeni soykırım iddialarının 100. yılı konularına kadar her şeyi Pamuk üzerinden çözümlemeye çalışmış! Sonuç çelişki dolu acıklı bir fiyasko! Burada amacım Pamuk’un Türkiye hakkında bildiği, yanıldığına yetmeyen 20. yüzyıl siyasetimizin tarihi derinliğinden uzak kolaj iddialarını ciddiye alıp yanıtlamak olamaz. Oraları çoktan aştık. Sorun Fransa gibi bir ülkenin bu acıdığım kafa karışıklığı üzerinden bizi veya Gezi’yi algılamaya kalkışması! Fransız basınına buradan bir ödev veriyorum: Lütfen Orhan Pamuk’un son 10 yıldaki röportajlarını elden geçirin. Ne ilginçtir ki Pamuk’un “zamanın ruhu”na uyarak bugün yaptığı Erdoğan eleştirileri,  kendi söyleminde kökü veya bağlantıları olmayan belirsiz şeyler! Ne zaman kendisinin AKP veya Erdoğan aleyhine, vazgeçtim büyük bir suçlamadan, en küçük bir eleştiri yaptığını Gezi’nin 20. gününe kadar gördünüz? Tam tersine her fırsatta Atatürk Devrimleri’nin getirilerine ve Cumhuriyete sığ ezber suçlamalar getirip, “Erdoğan’ın şimdi bizi farklı bir Avrupa Hukuku medeniyetine taşıdığı” masalını anlattığını ne çabuk unuttunuz? Batı basını bu konuda ne kadar balık hafızalıymış meğer! Yine Pamuk’un kafasına takmış olduğu standart(!) konular bu röportajın da birçok yerine eklenmiş. Mesela hep suçlayıcı bir tonla ele aldığı “Türkiye’nin laik Avrupai hayat yaşayan burjuva kesimleri” ve onların içki içmeleri veya oruç tutmamaları! Pamuk kendisinin de bu sınıftan çıkmış olmasını neredeyse utanıp aştığı bir geçmiş olarak aktarıyor! Hadi diyelim ki bu eksantrik “yeni Türkiye a la Erdoğan” yorumu da hazmettik, iyi de o zaman sen de git Cat Stevens gibi bir hamle yap, kapan, malum tarikatlardan birine gir ve “Os manlı köküme döndüm, bize askeri mantıkla dayatılan yaşam tarzını reddettim” filan de de, hiç olmazsa o yeni bölgendeki samimiyetine inanalım! Hayır tabii ki öyle bir şey de yok. Zaten bölgesini o da bilmiyor. Pamuk, keyif ve heyecanla Ermeni soykırım iddiaları ve 2015 perspektifine de tek yönlü ve standart Fransız dar bakışından balıklama giriş yapıyor ama o da ileri bir yazıya bırakacağımız ayrı bir başlık olsun! Yani anlayacağınız Avrupa imajlarımız “Pamuk ipliğine” bağlı! HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yan yana di 1 zilmiş tahta ya 2 da metal lev halardan olu 3 şan ve ucu to 4 puzlu sopalar 5 la çalınan Afri6 ka kökenli çalgı. 2/ Okullarda 7 kâğıt, mukavva, 8 tahta gibi şeyler 9 le yaptırılan çalışmalar... Ka 1 2 3 4 5 6 7 8 9 dife, çuha gibi ku 1 Ş İ Ş E R T M E maşların yüzeyinde 2 İ R O N İ O L E ki ince tüy. 3/ Cilve... 3 V İ P M A D İ K Otto Preminger’in, 4 E N A N İ Y E T “Kanlı Gölge” adıyla 5 Y R E N R Ç da bilinen ünlü filmi. 6 D O Ş İ N A S İ 4/ Taş ya da maden O T A Ğ çıkarılan yer... Şarkı, 7 İ C A T O B İ türkü. 5/ Kayseri’nin 8 Z A F E R bir ilçesi. 6/ Yayla fır 9 K İ R E N A T latılan ucu sivri çubuk... Hıristiyanların en büyük bayramı. 7/ Kuru, sıska. 8/ Borsada belli miktardaki hisse senedini belirtmekte kullanılan işlem birimi... Ayak direme. 9/ Uzun tüylü kalpak... İtici neden, güdü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kadınlarda doğurma yeteneğinin sona ermesi. 2/ Çalı çırpıdan yapılmış kulübe... Bir nota. 3/ “Göklerden emeller gibi oluyor kar” (Cenap Şahabettin)... TrabzonErzurum karayolunda bir dağ geçidi. 4/ Meslek... Ağzı geniş tek kulplu su kabı. 5/ İnce ve uzun metal çubuk... Satrançta özel bir hareket. 6/ Cazibe. 7/ Ceylan... Herkesin gözü önünde yapılan. 8/ Kolun dirsekle bilek arasındaki bölümü... Donuk renkli. 9/ Osmanlı larda önceleri halktan yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak toplanan vergi... Boru sesi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear