26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 MAYIS 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Sırada Protokol Kumpası Var Öfkesinin artçı şokları yakında ortaya çıkacaktır. Devlet protokolünde TBMM üyeleri ve Sayıştay Başkanı’ndan sonra 25. sırada yer alan Türkiye Baralor Birliği Başkanı “tenzili rütbeye” uğrayacaktır. Protokole bir süre önce yine ayar verilmişti. Elbette onun talimatıyla. 51. sıradaki “Diyanet İşleri Başkanı”nı (DİB) 10. sıraya “terfi” ettirmişti. Ve böylece DİB, Bakanlar Kurulu üyeleri ve TBMM’deki muhalefet liderlerinin önüne geçmişti. Aslında “ulemaya danışma” ilkesi nedeniyle Diyanet İşleri Başkanı’nın yerinin Başbakan’ın hemen sağı olması gerekir. Bu arada olan kuvvet komutanlarına oldu. Bir anlamda başlarına çuval geçirilerek 15. sıraya itildiler. Eski listede 11. sırada yer alan orgeneral ve oramiraller ise artık çok gerilerde. Demokrasi demek, seçilmişin atanmışın önünde olması demek. Haydi Diyanet’i mübarektir diye geçtik. Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nı da seçilmiş saymayalım. YÖK Başkanı’nın; bakanların, TBMM başkanvekillerinin ve milletvekillerinin önünde olması ne demek? Siz bakmayın atalarımızın “Keskin sirke küpüne zarar verir! Öfkeyle kalkan zararla oturur!” falan demesine.. Vatandaşa sokak ortasında “Ananı da al git!” dediği günden beri öfkelenip duruyor. Ama 12 yıldır da yerinde oturuyor. Zararda falan da değil. “Montaj” demekle yetindiği tapelere bakılırsa sıfırlamakla tükenmeyecek kadar da kârda! Bağırıp çağırmak ağzına tat vermiş durumda. Çünkü öfke baldan tatlı! Öfke sadece belagat siyaset değil, ticaret sanatı da aynı zamanda. Öfkenin tadından, rantından ilk yararlanan Cem Uzan olmuştu. Öfkenin Hası Kontrolsüz Olanıdır Konserli, dönerekmek takviyeli artistik öfke patlamalarıyla sıfırdan yüzde 7’ye çıkarttıydı oylarını. 13 Haziran 2003’de Bursa mitinginde Erdoğan için sadece sinkaf etmediği kaldı: “Sen ne biçim Müslümansın. Gözünü hırs bürümüş. Allah korkusu kalmamış. Allahsız olmuşsun. Allahsız herif” dedi. Erdoğan’ın şikâyeti üzerine 8 ay hapis atma törenlerine falan katılmıyor. Devlet adap ve edebinin gerektirdiği yüksek yargının ve adli yılın açılışı gibi ve para cezası aldı. Ama Yargıtay fazla diyerek bozdu. (Yani Uzan’ın sözlerini kısmen yerinde buldu.) Bursa 3. Asliye Mahkemesi, davaya yeniden baktı. Bu defa Uzan’a “değişik bir ceza” verdi: “Öfke Kontrolü Programı”na katılmak ve 5 kitap okumak! Uzan bu cezayı da ağır bulup itiraz etti. Ama bu arada “kitap okuma cezası” resmen ve yargı kararıyla “hapis yatma” ile eşdeğer ceza haline geldi! Cem Uzan infazı erteletip durdu ve “öfke kontrolü”nün ne menem bir program olduğu ise hiç anlaşılmadı! Başbakan’a son olay üzerine “öfke kontrolü” öneren önerene... Beyhude çaba! Cem Uzan’ın metelik vermediği tedaviye Tayyip Erdoğan tenezzül eder mi? Güzellik Başa Bela!.. SOHUM Bir kentin bu kadar yoğun yeşil dokunun içinde nasıl var olabildiğinin şaşkınlığı ve hoşluğu, mecburi değişikliklere iter insanı ve bazı sorgulamalara. Türkiye’de betona gömülmüş kentlerin, araç seslerinin, egzoz kokularının insanı olarak, yadırgarsınız ister istemez. İlk işim cep telefonumun zil sesini değiştirmek oldu Abhazya’nın başkenti Sohum’da. O kadar çok, değişik ve bilmediğim kuş sesleri vardı ki şehirde... Çalıyor zannedip birkaç kez elime aldığımda telefonu, özlemden ötürü yüklediğim sesi mecburen değiştirdim ve bu durum çok hoşuma gitti. Hatta, “vay be!” dedim içimden. Aynı zamanda çocukluk yıllarımda yaşadığım coğrafyalarda kuş cıvıltılarını anımsadım ve bugün eksik kaldığım sesleri... Özlemi... HHH Sohum’daki bu baştan çıkaran cıvıltılara gelince... Hem doğanın nimeti hem de insan eli diyelim. Ben görünce, öğrenince çok şaşırdım, siz okuyunca benzer bir şaşkınlığı yaşar mısınız, bilemem... Karadeniz kıyılarından komşumuz Abhazya’da olağanüstü bir coğrafya, iklim ve onun getirdiği bitki çeşitliliği var. Mesela muz, narenciye ağaçları, okaliptüsler, tropikal bitkiler var. Her yer yeşil ama öyle böyle değil, Derler ya “adam diksen yetişir...” Kafkas dağlarından gelen serin suların Karadeniz’de buluştuğu kıyılar arasında cennet parçası bir coğrafya. SSCB dağılmadan önce turizmin odağı. Maksim Gorki’nin, Nâzım Hikmet’in konakladığı, öyküler, romanlar, şiirler döktürdükleri topraklar... Söylencelere göre bütün halklara dağıttıktan sonra tanrıların kendileri için ayırdığı, sonradan “bizi unuttunuz” diye ortaya çıkan Abhazlara verdikleri topraklar... Ne var ki sorun buradan başlıyor. Güzellik başa bela ya! Yüzyıllardır savaşıyor istilacılara karşı bu halk. Egemenlerin, sömürgecilerin doymak bilmez iştahlarına karşı boğuşuyor... “Canlar ülkesi” diye tanımlıyorlar ya kendilerini, olan canlara oluyor. Sovyetler’in yıkılmasından sonra Gürcistan 1992’de saldırıyor son olarak. Bir yılı aşkın savaşın ardından her iki taraftan beşer bin can kaybı. Kafkas halklarının da desteğiyle güçlü bir orduya karşı zafer kazanıyor Abhazlar. Bağımsızlık geliyor ardından. Ancak takan yok. Yıllar süren uluslararası ambargo... HHH Batılı sömürgecilerin etnik enerji koridoru için turuncu devrimle Gürcistan’ı ele geçirmesi, dönüm noktası. Üstüne Gürcüler tıpkı Yugoslavya’daki gibi etnik sorunları kaşıyan küresel güçlerin desteğiyle, 2008’de Güney Osetya’ya saldırıyor. Beş gün içinde Rusya’nın tokadını yiyince işler değişiyor. Rusya Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyor. Ardından Venezüella, Nikaragua ve birkaç Afrika ülkesi... Batı ittifakında NATO’da yer alan Türkiye’nin, iktidarın tutumuna gelince... AKP iktidarı, Türkiye’deki yarım milyon Abhaza, yaklaşık 5 milyon Çerkez denilen Adigeler, Kabartaylar, Şapsığlar, Hatukoylara rağmen tanımaya yanaşmıyor. Kurşun delikleriyle yaralı ocaklarında yaşayan Abhazlar direniyor bugün, yarın eşsiz coğrafyalarıyla dünyanın sayılı turizm ülkelerinden olmak için... Fenerbahçelilik değil. İkisi için de öfke bir belagat, yönetim ve özsavunma sanatı. İkisi de aynı düşünüyor: “Öfke keskin sirkedir. Asla saklamaya gelmez. Yoksa sinsi bir hastalık gibi içine işler insanın. Dışa vurmalısın. Yoksa o seni vurur! O vurmadan, sen vur. Ve sabırlısakin ol diyenden uzak dur!” Öfke Burcu Aziz Yıldırım’la ortak yanı sadece İsrail lideri Perez’e “van münit” dedi ve eklediydi: “Daha da Davos’a gelmem!” Sahiden gitmedi. Van’ın deprem sefaletinden söz eden Metin Fevzioğlu’na daha da sinirlendi. “Van minit” falan kesmedi. “Bir saat yaa!” Oturduğu yerden haykırdı: “Yalan konuşuyorsun! Edepsizlik etme!” Ardından da ekledi: “Onun katıldığı toplantılara gelmem!” O kim? Türkiye Barolar Birliği (TBB) adlı kamu kurumunun başkanı. Devlet protokolündeki yeri TBMM üyelerinin hemen arkasında gelen kamusal kurum. Protokol, onun bayıldığı sözcükle “devlet adabıedebi” demek. TBB, Başbakan gibi değil. Genellikle sünnet düğünlerine, temel Kendi Rakibini Kendin Yarat Okuma Cezası... Metin Feyzioğlu’ndan kıl kapmasının bir nedeni de onu “anayasa profesörü” sanması olabilir. Oysa Feyzioğlu ceza hukukçusu. Hakaret fiiline kesilebilecek en üst cezayı da, bu konudaki içtihatları da iyi biliyor. Ki, kendisine resmi bir törende “Edepsizlik etme” diye hakaret eden Başbakan’a dava açmayacağını açıkladı. “Allahsız herif!” sözü için Uzan’a “5 kitap okuma cezası” veren mahkeme, “Edepsizlik etme” sözü için Erdoğan’a verse verse “Haftada 1 gün Cumhuriyet gazetesi okuma cezası!” verebilirdi. O da bu cezayı, “Dokunulmazlığım var!” diye dönem sonuna erteletirdi. toplantılara katılıyor. “O varsa ben yokum!” demek... Barolar Birliği Başkanlığı’na savaş açmak demek... Belki de asıl amacı bu. Kendisine kolay lokma bir siyasi rakip yaratmak... Benzer bir planı “van münit” ile de denedi. İsrail’e, Perez’e meydan okuyarak önce İslam ülkelerinin sempatisini kazanmak, sonra da Suriye’de Esad’ı tepelemek! Ustalık dönemine geçti ya! Öfkeyi artık belagat için değil, ince siyaset için kullanıyor. Ne diyelim? Tanrı Türk’ü korusun! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] Abartılı Tahammülsüzlük ve Yaklaşan Seçim Danıştay’ın yıldönümünde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu ve RTE arasında yaşanan şaşırtıcı olay, gerilimin giderek yükselen dozunu kamuoyuna yeniden hatırlatıyor. Tüm güçlerin kendinde toplanmasını isteyen Başbakan, Çankaya seçimleri için çizdiği senaryoya göre kendi hazır ladığı yasaları yine kendisinin onaylamasını mümkün kılacak, akıl almaz bir tek kişilik rejim ve alan özgürlüğü kullanmak istiyor. Dolayısıyla artık her gün bu emelle yatıp kalktığından, kendine biçtiği rolü uygun bulmayan herkese karşı neredeyse doğal bir düşmanlık taşıyor. Anladığım kadarıyla Feyzioğlu’nun da “76 milyonu kucaklayacak bir cumhurbaşkanı ve barış içinde geçecek bir seçim”den söz etmesi ve “adaylardan bazılarının da aramızda” olduğunu hatırlatması değindiği diğer konularla birleşince, Erdoğan’ın tahammülsüzlüğünün tavan yapması kaçınılmazdı. Konunun kendi açısından yanıt bekleyen tek detayı partiyi ve Başbakanlığı kime emanet edeceği olduğu için, “adaylar”dan bahsedilmesine bile dayanamıyor. Öte yandan eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un, “konuya Başbakan’ın tahammül etmesi gereğinden değil, saygı göstermesi mecburiyetinden yaklaşılmalı” sözleri de son derece doğru bir tespit. Feyzioğlu’nun kendisine verilen süreyi aşması da Başbakan için tam bir bahane oldu. Tabii ki Erdoğan’ın ana gerilim nedenlerinden biri, burada da bir aydır dillendirdiğimiz, CHPMHP ortak aday olasılığı. Bu girişimin başlığı bile Erdoğan’ın uykularının kaçması için yeterli bir gerekçe. Muhalefet şayet bir araya gelip gerçekten tek adayda birleşirse oluşacak propaganda sahnelerini düşünebiliyor musunuz? CHP’lisi, MHP’lisi, İP’lisi, ÖDP’lisi, TKP’lisi, DP’lisi aynı anda kol kola o mitinglere katılabilecek! Bu sahnenin birleştirici güzelliğini hayal etmek bile rahatlatıyor insanı! İşte Erdoğan, Feyzioğlu’nun konuşmasının satır altlarında o sahneleri gördüğü için, toplantı salonunda kendini tutamadan patladı! Çünkü iktidardan düşmek veya zirveyi paylaşmak gibi bir seçeneği olmadığını biliyor. En sade ifadeyle, gözüne kestirdiği Çankaya koltuğunun başkalarınca ele geçirilebileceğinin dile getirilmesi kendisi için gerçek bir kâbus olduğundan, o abartılı ve tarihimizde ilk kez yaşanan tepkiyi verdi. Hadi Erdoğan’ın gerekçeleri malum da bir işaretiyle onu takip eden “devlet büyükleri”ne ne demeli? Onların durumu bence RTE’ninkinden daha vahim. Günümüz Türkiyesi’nde fiili olarak tek adam rejiminin başladığının resmidir bu! Söyleyecek laf bulamıyorum. Hele Cumhurbaşkanı’nın kendisini takip etmesi, sözün gerçekten bittiği yer. Sonuç... Bahçeli’nin muhalif kamuoyundan yükselen büyük talebi görüp “çatı adaylık”tan söz etmesi, çok büyük ve olumlu bir adım. Şimdi sıra CHP ve MHP milletvekillerinin, aralarında çatlak ses çıkarmadan bu özel ve farklı siyasi süreci mantık ve gönülleriyle hazmederek olaya sahip çıkmaları ve ortak adayın belirlenmesine katkıda bulunmaları. Tehlike... Her iki parti önce kendi adaylarını açıklarsa, o zaman ister istemez bazı inatlaşmalar ve gerilmeler yaşanabilir. Konu çok hassas. Geleneksel Türk siyaset sahnesinde çok farklı kutuplardan gelen iki siyasi oluşum bu ortamı birlikte kucaklarken herkesin üstüne düşeni yapıp ülkenin geleceği için egosunu, inadını, hatta tüm parti çıkarlarını köşeye bırakıp dayanışmaya yakışanı yapması lazım. İşte bunu yapabilirlerse, tarih yıllardır belki de ilk kez kritik bir ortamda halkın sağduyulu sesini dinleyen bu örnek siyasetçileri, altın harflerle defterine yazar. Bu beraberliğe burun kıvıran hiç kimsenin bunun ardından RTE’nin kurmak istediği “tek adam” rejiminden şikâyet hakkı kalmaz! Bu arada konuya ivedi olarak destek vermesi gereken aktif ama oy oranı küçük diğer siyasi partilere de bir çift sözüm olacak. Lütfen en azından şu süreçte artık “CHP’ye hangi konularda yüklenebiliriz?” arayışından bir çıkın. Eleştiriniz varsa da yapıcı olsun. Aksi halde bizi bekleyen kâbuslarla dolu ağustos ayından sorumlu olursunuz. Ne CHP’yi, ne de “çatı”nın ortak aday arayışını yıpratın. Dünyada bu olağandışı koalisyonların demokrasi düşmanlarını alt etmeyi başardığı, umut veren birçok örnek var. Burada adı geçen ortak potansiyel adayları beğenmeme hastalığından mustarip olacakların odaklanmaları gereken tek nokta var: Çankaya’da içlerine sinmeyen bir “çatı adayı” mı otursun, yoksa artık her sıfatı cebine koyacak olan bugünkü Başbakan mı? Bu soruya yanıt aradıklarında görecekler ki, çok yoğun sandıkları tereddütlerinden eser kalmayacak! HARBİ SEMİH POROY BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1/ Adana, Mer 1 sin ve Hatay yö2 resine özgü bir tür su muhallebisi. 2/ 3 İçkili, çalgılı ve 4 kadınlı eğlenti... 5 Lityum elementinin simgesi. 6 3/ Mezar... Ko 7 ruyan, acıyan, 8 merhamet eden. 4/ Ensiz... Mak 9 sim Gorki ’nin 1 2 3 4 5 6 7 8 9 bir romanı. 5/ Argoda, uzun süre cinsel iliş 1 P O F Y O S R E kiden uzak kaldığından 2 E D A Z E B U R aşırı istekli kimseye ve 3 T A K S O N O M İ rilen ad... Türkiye’nin 4 K F ON E T İ K plaka imi. 6/ Sodyum 5 A T O L K A N elementinin simgesi... E N İ K N E O Mermer yapıştırıcısı. 7/ 6 T E H İ F Çalgıcılara verilen bah 7 E L şiş. 8/ Bir renk... Kesil 8 F E R E T İ K O miş sütten yapılan çö 9 E M A R E T D Ü kelek. 9/ Büyüklük taslayan, kendini bir şey sanan, küstah... Bir nota. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Soğan, domates, maydanoz ve salçayla yapılan bir tür salata. 2/ İtici neden, güdü... Çatı kirişi olarak kullanılan ve kiremitlerin altına döşenen ince tahta. 3/ Ayvalık ilçesinde, bir adı da “Alibey” olan ada... Telefon sözü. 4/ İran’ın plaka imi... Serbest bırakma. 5/ Sıcak denizlerde yaşayan çok yırtıcı bir balık. 6/ Türk müziğinde “usul” anlamında kullanılan sözcük... Ünlü bir Roma imparatoru. 7/ Yüzey ölçüsü hektarın kısa yazılışı... Ticaret eşyası. 8/ İç sıkıntısı... Güzel sanat. 9/ Bayındır duruma getirme... Bir türde ya da bireyde bulunan, aynı cinsten başka hiçbir türde ya da bireyde rastlanılmayan. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear