22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
24 MART 2014 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA Edebiyat Parçalayan Nutuklar Seçime doğru Seçeceğiz. Seçeceksiniz. Seçecekler... Hangisi doğru? Gerçekten önümüzdeki yerel seçimlerde seçeceklerimizi tam anlamıyla tanıyor muyuz? Örneğin, belediye meclis üyesi adaylarını? Başkan adayları içimize siniyor mu? Partiye mi oy vereceğiz, adaya mı? Parti yakın geliyor da aday mı uzak? Ya da tam tersi... Oylarımızla birilerini onaylayacağımıza ya da cezalandıracağımıza yürekten inanabiliyor muyuz? Sürekli ebelendiğimiz bir oyundayız aslında. Birilerini karşımıza oturtuyorlar, “Ya bunu, ya bunu ya da bunu seçeceksiniz” diyorlar. Partiler ayrı gibi gözükse de, adaylar aynı. Seçiyoruz sanırken, seçtiriliyoruz. Buna da “demokrasi” diyorlar. Sonra tepemize yerleşip “milli irade”den söz ediyor, vurgunla, aldatmacayla, kandırmacayla, uydurmacayla idare ediyorlar. Meslektaşımız Türey Köse, Meclis tutanaklarından “Edebiyat Parçalayan Nutuklar”ı derleyip kitap yaptı. Böylece, siyasetçi ve siyasetin yazarları ve şairleri küçümsemeye kalktıkça tarih önünde nasıl küçüldükleri derli toplu bir belge haline geldi. Türey ile kitap üzerine söyleşirken yüz binlerce sayfalık tutanakların, yakın tarihin korkularını, kavgalarını, yaşanan dönemlerin “ruhu”nu ortaya koyduğunu söyledi: “Siyasetçi pragmatist, popülist; çoğu kez zamanın ruhuna, kültürel ve siyasal iklimine teslim oluyor. Süleyman Demirel 1968 yılında Başbakan sıfatıyla Nâzım Hikmet’e ‘milli şair demenin en büyük tahrikçilik’ olduğunu söylüyor. 1999’da Cumhurbaşkanı olarak AGİT zirvesini kapatırken Nâzım’ın ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine’ dizeleriyle katılımcılara sesleniyor.” Türey, Şekspir’in “Zamanın kime dost, kime düşman olacağı bilinmez” sözünü anımsatıp zamanın edebiyatın hasını onurlandırdığını düşünüyor: “Edebiyat; yazarlara küfredenleri, hakaret edenleri, saldıranları tutanaklar içinde tarihe gömüyor. Edebiyat parçalayan nutuklar uçuyor, edebiyat kalıyor... Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevi’nde 1941’de yazdığı ‘Yirminci Asra Dair’ başlıklı şiirde ‘Dünyaya erken geldim diye kahretmedim hiçbir zaman./ Ben yirminci asırlıyım/ ve bununla övünüyorum./ Bana yeter/ yirminci asırda olduğum safta olmak/ bizim tarafta olmak/ ve dövüşmek yeni bir âlem için...’ diye seslenir. Ah, sevgili 20. asırlı şairler, yazarlar...” Tutanaklarda küfürleri ile baş başa kalan siyasetçiler için Behçet Necatigil’in dizelerine başvurmak gerek: “İçindeyim, diretiyorum çağa / Size ne miyim ben, siz bana nesiniz?” İdeoloji Aslan sosyal demokrat liderin son görüntüsü: Gölgede cemaatçi, güneşte solcu, Güneydoğu’da yerel özerkçi, İç Anadolu’da bozkurtçu, İzmir’de Atatürkçü... Tutabilene aşk olsun... Turgut Özal gibi, kucakladı gidiyor! 13 Düşman Topraklarda Ya hayırdır ne oluyor böyle? Başbakan Erdoğan’ın, “Bu seçim bir istiklal savaşıdır” söyleminin hemen ardından televizyon ekranlarında AKP’nin “Türk Bayrağı ve İstiklal Marşı” vurgulu reklam filmini seyredince bu soruyu sormak farz oldu. Bu seçim İstiklal Savaşı gibi olunca, üstüne seferberlik mi ilan edilmesi gerekti? Bunları düşünürken ardı ardına yaşanan gelişmelerde kaygılarımı daha da arttırmaya başladı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Suriye’de bulunan Türk topraklarına saldırılar bahane edilerek ordunun seçim öncesinde Suriye’ye sokulabileceği yönünde duyumlar aldıklarını” ifade etti ve ekledi: “Buradan Genelkurmay başkanına sesleniyorum: Türkiye’yi böyle bir maceraya atmayın.” Kılıçdaroğlu, seçim öncesinde küçük bir “Kıbrıs Harekâtı” planladığını mı ima etti? İşin ilginç yanı ise bu söyledikleri ajanslara daha yeni düşmüşken onu doğrular şekilde iki gelişme yaşandı. ElKaide’ye mensup bir hücre, Suriye üzerinden Türkiye’ye sızdı ve rastlantı sonucu Ulukışla mevkiinde ağır bir bedel ödeyerek yakalandı. Aynı gün içinde IŞİD, Türkiye’nin bölgeden çekilmesi için üç günlük bir süre tanıdığını duyurdu. Eğer bunu yapmazsak, türbeyi yıkarak askerlerimizi öldüreceklerini ifade ettiler. Suriye’de neler olmaktadır? Askerlerimiz ve topraklarımız gerçekten büyük bir tehdit altında mıdır? “Bir askerin başına gelebilecek en kötü şey, etrafının düşman unsurlar tarafından çevrilmesine rağmen ve bölgeyi savunmak zorunda olduğundan da herhangi bir manevra yapamamasıdır.” Türkiye Cumhuriyeti’nin ana vatanı dışındaki tek toprak parçası olan Süleyman Şah Türbesi ve etrafındaki yerleşke içerisinde yer alan askerlerimiz tam da söylediğim bu durumla karşı karşıyadır. Bölgede bulunan yaklaşık 10 dönümlük Türk toprağını bütün tehditlere rağmen korumak zorundadırlar. Türbenin etrafı ise Türkiye Devleti’ni tehdit etmekten çekinmeyen IŞİD militanları tarafından kuşatılmış durumdadır. Türbenin bulunduğu alan bir ada durumundadır. Buraya karayolu ile ulaşım bir köprü vasıtasıyla sağlanmaktadır. Bu köprü ve etrafındaki kara parçaları IŞİD tarafından kontrol edilmektedir. Bu unsurlar ile aramızdaki mesafe hafif silah menziline (200 metre) kadar düşmüştür. Bu türbeyi korumakla görevli askerlerimizin sayısı ikili anlaşmalar gereği belli bir sayının üzerine çıkarılamamasına rağmen karşılarındakilerin sayısı binleri bulabilmektedir. Bu da orantısız bir güç oluşturmakta ve askerlerimizin direnme sürelerini kısıtlamaktadır. Bölge, Türkiye sınırına yaklaşık 30 kilometre mesafede olduğundan takviye edilmesi belli süre ve kısıtlara tabidir. Ateş ve fiziki takviye süreleri birbirinden farklı olmasına rağmen yinede bir zamana ihtiyaç duyulmaktadır. Bölgede bulunan unsurların elinde ağır silahlar da bulunduğundan takviye edilemeden askerlerimize zarar verme ihtimali yadsınamaz bir gerçektir. TSK, bu tehlikeleri göz önüne alarak gerekli tüm tedbirleri almış olmasına rağmen eğer başka bir gelişme olmazsa çatışma kaçınılmaz gözükmektedir. Kılıçdaroğlu’nun endişe ettiği gibi ordunun Suriye’ye girmesi tek seçenek midir? Askerlerimizin ve toprağımızın korunması seçeneklerinde ordunun topyekun girişi son sırada yer almaktadır. İlk seçenekler arasında bölgedeki hedeflerin uzun menzilli topçu silahları ile atış altına alınması, ikinci sırada ise hava kuvvetleri ile hava desteğinin sağlanması bulunmaktadır. Bu iki ihtimalde fiili bir müdahaleyi kapsamamaktadır. Bu seçeneklerin dışında fiili olarak yapılması zorunlu olan kısmi bir kara müdahalesi gerekli olabilir. Askerlerimizin değişimi için karayolunu kullanma mecburiyeti ise fiili müdahale seçeneklerini ortadan kaldırmamaktadır. TSK’de bölgeye yapılacak müdahaleleri özel kuvvet operasyonları şeklinde yaparak güç kullanımında dikkatli olmaya çalışacaktır. Benim burada bir itirazım var. Şu anda sınırlı sayıda askerimiz başka bir ülke sınırları içindeki Türk toprağını korumak adına bir ateş çemberi içinde beklemektedir ve onları düşman topraklarında, siyasi kaygılar nedeniyle yalnız başlarına bırakmamamız gerekmektedir. Onlara, seçim sonuna kadar sabredin demenin bir anlamı yoktur, çünkü saldıran biz değiliz. Görünen tablo o dur ki, IŞİD bir şekilde Türkiye’deki seçimi maniple edecektir. Onlara böyle bir fırsatı vermek istemiyorsak, bu konuyu seçim atmosferinin dışına çıkarmalıyız. Sola dönelim Ankara’da solun bağımsız belediye başkan adayı Kaya Güvenç, yolsuzluklara batmış AKP’yi dünyaya rezil eden halka şimdi büyük sorumluluk düştüğü kanısında: “Ankara sağ adaylara mahkum değil. Emekçilerin evlerini başına yıkan, zenginler için konut yapan Melih Gökçek’e ‘Artık yeter’ diyoruz. Bitmek bilmeyen metro inşaatlarına, ODTÜ ormanı ve AOÇ’nin yok edilmesine, halkın parası ile trilyonlar harcanan saat kulesi ve Ankara’ya giriş kapıları gibi fantezi projelere ‘Artık yeter’ diyoruz. Bu politikalara karşı Ankara’nın sol, demokrat, ilerici insanları yan yana geldik. Haziran İsyanı ile yüzünü sola ve isyana dönen kitlelerin sağ seçeneklere mahkum kılınmasına itiraz etmek için; eşitlik ve özgürlükten yana, halkın ihtiyaç, talep ve özlemlerini gerçekleştirebilecek bir belediye için; 30 Mart’ta, Haziran’daki gibi ayağa kalkıp, yüzümüzü eşitliğin, kardeşliğin, adaletin sesi sola dönelim.” Özetle Melih Melih, beceremediği Çayyolu metrosunun açılış töreninde hazır ve nazırdı. Çayyolu metrosu otogarın hemen yanından geçiyor. Ankaray’ın son durağı da otogar. Ancak... Melih, otogarı taşıyor. Nereye mi? Ta Mamak’a... Mamak’a da değil, onun arkasına. Orada metro var mı? Yok... Melih işte! Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucularından Oktay Dursun ile konuştuk. “Twitter”ın asla yasaklanamayacağından söz etti: “Twitter sözde yasaklandı, ama bu yasak hiçbir şekilde bir engelleme olamadı. Çünkü teknolojik olanaklarla aşılması çok kolay. Amerika bile, WikiLeaks sürecinde bir önlem alamadı internete. Daha yüksek teknolojik önlemler de alınsa, yine aşılabilecek olan bu yasak, aslında teknik olarak değil, Küçük işler ama politik anlamda bir gösterge. Ülkemizdeki baskıcı yöntemin ne boyutlara ulaştığını kanıtlıyor. Yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünya ölçeğinde kanıtlıyor.” Bizimkine benzer nerelerde yaşanmış yasak? Çin, İran, Tunus, Mısır, Kuzey Kore’de... Oktay Dursun’a “Bilgisunarı yasaklamak bir saflık, cahillik örneği midir?” diye sorduk. Yanıtladı: “Kendini küçük düşürmekten öteye bir anlam taşımaz.” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ‘Batan Geminin Malları’ Ben Berna Yılmaz. Hani şu, “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!” yazılı pankartı Başbakan’ın karşısında açtığımız için tutuklanmıştık. 19 ay sürmüştü tutsaklığımız. Öğrencilerin, öğretmenlerin, ailelerin, demokrat çevrelerin sahiplenmesi sonucu, 19 ay sonra tahliye olmuştum. Bir buçuk yıl sürdü “özgürlüğüm!” Bir buçuk yıl sonra 18 Ocak 2013 günü benimle birlikte 13 kişi uydurma iddialarla tutuklandık. Uydurma diyorum çünkü iddianame hukuksal olarak bir mantığa sahip değil. Bakın, iddianame bizi 13 aydır tutsak etmesinin sebebini nasıl açıklıyor: “Terör örgütleri gençlerin suça yönlendirilebileceğini ve suça aşırı temayüllerinden dolayı, gençlik yapılanmalarına azami önem göstermektedir. Terör örgütlerinin gençleri hedef kitlesi olarak seçmesinin nedeni: Gençlerin propagandaya açık olmaları, Şiddeti çok hızlı ve kolayca benimsemeleri, Örgüt tarafından verilen talimatlara harfiyen ve sorgulamadan uymaları, Kitlesel, bireysel şiddet eylemleri ve en ön saflarda gençlerin olması nedeniyle tercih edilmektedir.” İddianame bizi, akılsız, cahil, iyiyle kötüyü ayırt edemeyen, kolayca kandırılabilecek insancıklar olarak görmektedir. Hayır, yanılıyorlar! Gençlik, ideallerine bağlıdır, evet. Gençlik, fedakâr, gözü karadır. Gençlik, öğrenmeye açıktır. Gençlik, delikanlıdır. Gençlik, sadece kendisini değil, ülkesinin sorunlarına da duyarlıdır. Suçlarımız ne kadar büyük değil mi? Biz çocuk değiliz, cahil, kandırılmış değiliz. Biz 17’sinde asılacak kadar Erdal Eren’iz! Biz 17’sinde sokaklarda kurşunlanacak kadar Ferhat Gerçek’iz! Biz 14’ünde beyni sokaklara akıtılıp aylarca komada kalacak kadar Berkin’iz! Biz kuytu sokaklarda dövülerek katledilecek kadar Ali İsmail’iz, Abdo’yuz, Ethem’iz, Mehmet’iz, Ahmet’iz, Medeni’yiz, Ferit’iz! İşte bizler bu kadar büyüğüz! Başbakan’ın katıldığı toplantıda sırf parasız eğitim istedik diye tutuklanabiliyor, okuldan atılabiliyoruz. Savcı bizleri cahil, kandırılmış diye aşağılıyor. Peki, Kurtuluş Savaşı’nda vatan için canlarını verenlerin yaşı kaçtı? İşte tam 13 aydır tutsak oluşumuzun nedeni, gençliğin enerjisinin hak mücadelesine adanmasıdır. 25 Şubat 2014 günü 23. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikinci duruşmamız vardı. Hâkim özel yetkili mahkemeler kaldırıldığından karar verme yetkisinin olmadığını, bize “batan geminin malları” olduğumuzu söyledi. Onlar bu kelimeleri rahatça söylerken bizim ömrümüzden ömür alıyorlar... Oysa 3 gün sonra 28 Şubat’ta bakanların oğulları tahliye oldu! Sizleri ve halkımızı, adaletin sadece zenginlere uygulanıp, biz yoksul halkın evlatlarına uygulanmadığı ülkemizde, sesimize ses olmaya çağırıyoruz. Göstermiş olduğunuz ilgiye şimdiden teşekkür ediyor, çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum. Berna YILMAZ Bakırköy Kadın Hapishanesi L9 Koğuşu HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Osmanlı 1 Devleti’nde sa 2 rayın korunmasını ve kentin gü 3 venliğini sağla 4 makla görevli 5 asker sınıfı. 2/ Mersin’in Silif 6 ke ilçesinde an 7 tik bir kent... Ay 8 nı cinsten olan şeyler arasındaki 9 ince fark. 3/ İlti 1 2 3 4 5 6 7 8 9 hap... Uluslararası İş1 D İ P S OMA N İ birliği Örgütü’nün sim2 A R A L E L EM gesi. 4/ Tavlada “iki” İ F A sayısı... Karadeniz’in 3 Z İ Y A N kuzeyindeki iç deniz. 4 E L E A İ M 5/ Özsu... Bir göz ren 5 T A T O DO R E gi. 6/ “Samit” de de 6 İ S MR E N nilen ve sözsüz oyna 7 M İ R A N EM İ nan köy seyirlik oyun 8 İ D E A OG A N larının genel adı... Bir 9 N E M F O M A N İ gösterme sıfatı... Şarkı, türkü. 7/ Paramızı simgeleyen harfler... İstanbul Boğazı’ndan Marmara yönüne olan doğal akıntının lodos etkisiyle ters yöne dönmesi. 8/ Yılmaz Güney’in bir filmi... Berkelyum elementinin simgesi. 9/ Okyanusya ve Güney Amerika’da yetişen büyük bir orman ağacı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Sadrazam, vezir, beylerbeyi gibi devlet adamlarının verdiği yazılı emir. 2/ “O yer” anlamında kullanılan sözcük... Pirinçle pişirilen bir tür yemek. 3/ Kerestesi sert ve kokulu bir ağaç... Kale hendeği. 4/ Bol ve güçlü olarak çıkan... Yapısına girdiği sözcüğe “kendi kendine” anlamı katan yabancı önek. 5/ Yaşanmış olayların anlatıldığı yazı türü... Eski dilde bulut. 6/ Çıplak vücut resmi... Öbür dünya, ahiret. 7/ Eskiden şairlerin kasidelerinde övgüsünü yaptıkları kişilerden aldıkları para ya da armağan... Aşıboyası. 8/ Turşusu yapılan bir tür yaban soğanı. 9/ MuğlaMarmaris karayolunda, çok güzel bir panoramaya sahip dağ geçidi... Eski Mısır’da güneş tanrısı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear