23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
18 ARALIK 2014 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 28 Şubat darbesi, 28 Şubat darbesi sürecinde farklı pozisyonlar almış olmalarına rağmen kader birliği DİZİ 7 kırılma noktası oldu 28 Şubat darbesi, şüphesiz ki Fethullah Gülen ve Necmettin Erbakan ya da Gülen Cemaati ile Milli Görüş arasındaki husumetin en büyük kırılma noktalarından birisi oldu. Hem Milli Görüş’e, hem de darbecilere destek vermesine rağmen Cemaat’e ağır darbeler indirilmişti. Böylece, rejim için tehlike yarattığı düşünülen İslamcı iki ana gövdenin bertaraf edildiği sanılsa da Türkiye siyasi hayatında hedeflenenin tam aksi bir sonuç yarattığı birkaç yıl içinde ortaya çıktı. Farklı tutum takınan, darbenin kader ortakları süreçten daha güçlü olarak çıktıklarını kanıtladılar. 2002 yılı Kasım ayında yapılan seçimlerde Milli Görüş Hareketi’nden kopan Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP güçlü bir iktidar olarak hükümete yerleşti. Erdoğan’ın 2007’de başlayan ikinci iktidar döneminde ittifak kurduğu Gülen Cemaati’nin güvenlik bürokrasisi ve yargıdaki örgütlülüğüyle hayata geçirilen bir dizi siyasal dava aslında 28 Şubat’ın tek kaybedeninin darbeyi yapan ordu olduğunu da ortaya çıkardı. 28 Şubat darbesi sürecinde farklı pozisyonlar almış olmalarına rağmen kader birliği yapan Milli Görüş geleneğinden doğan AKP ile Cemaat’in geçmişe sünger çekerek 35 yıl sonra yeniden ittifaklarını sağlayan da yine ordu oldu. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmesiyle başlayan gerginlik sürecinde, 27 Nisan emuhtırasıyla askerin bir kez daha siyasete müdahil olma arzusu ikilinin ittifakını sağladı. Güvenlik bürokrasisi ve yargıda örgütlü Cemaat kadrolarının AKP’nin siyasal desteği ve onayıyla başlatılan Ergenekon sürecindeki komplolarla örülü davalarla ittifakın “doğal düşmanları” bertaraf edildi. AKP’yi ve Cemaat’i gücünün zirvesine ulaştıran bu dönemde aykırı her ses tutuklanma ya da haysiyet suikastlarıyla susturuldu. Ancak ikili arasında kamusal alanda da görünür olan ilk çatlak Milli Görüş geleneği ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki en önemli farklılıklardan birisi olan İsrail politikalarına yönelik yaklaşımla ilgiliydi. Bu yaklaşımdaki farklılık, 31 Mayıs 2010’da gerçekleşen Mavi Marmara katliamı olarak bilinen ve Türkiye vatandaşı 9 kişinin İsrailli komandolar tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan olay sonrasında net olarak kendini gösterdi. Katliamla ilgili Erdoğan, İsrail’i devlet terörü yapmakla suçlarken, Gülen ise ABD gazetesi Wall Street Journal’e yaptığı açıklamada, İsrail’le uzlaşılmamasını eleştirmiş ve AKP’nin yol verdiği İHH’nin İsrail’in onayı olmadan yola çıkmasını otoriteye başkaldırı olarak nitelemişti. Her türden muhalefetin ezilip, adeta yok edilmesinin ardından iktidarı paylaşan güçler olan AKP ve Cemaat arasındaki geçmiş husumetler bu kez de devlet gücünün paylaşımı nedeniyle yeniden ortaya çıkacaktı. 7 Şubat 2012’de MİT krizi diye adlandırılan soruşturmanın hedefi dönemin Başbakanı Erdoğan’dı. Oslo’da PKK yöneticileriyle yürütülen görüşmelerin kayıtları, Kürt haber sitesi Dicle Haber’in internet sitesine bilgisayar korsanlığı yoluyla yüklenince savcılık harekete geçmişti. Görüşmelere katılan üst düzey teşkilat mensupları hakkında açılan soruşturmada müstakbel MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da aralarında bulunduğu beş üst düzey yönetici ifadeye çağrılmıştı. MİT soruşturması bir dizi yasal değişiklikle savuşturuldu. Soruşturmanın ardındaki güç olan Cemaat’le bağlantılı oldukları düşünülen İstanbul’da görevli üst düzey polisler de görevlerinden alındı. Bu soruşturma Cemaat’in MİT’i hedef aldığını açığa çıkaran en büyük olaydı. Ancak emareleri Ergenekon sürecinde ortaya çıkmıştı. Kuşkulu davalara eklemlenen birtakım MİT’çiler üzerinden teşkilatın kriminalleştirilmesi süreci zaten başlatılmıştı. Polis ve yargıda azımsanmayacak bir gücü olan Cemaat, muhtemel ki Türkiye’nin karakutusu olan MİT’in arşivini ele geçirmeye çalışıyordu. Kamusal alana taşan bu ilk kırılma etkileri açısından Milli Görüş’ün devamı olan AKP ve Gülen Cemaati arasında 28 Şubat’tan daha büyük bir çatlağa yol açtı. Ancak taraflar birbirlerine uzattıkları barış çubuklarını geri çevirmeyerek kamuoyuna uzlaşmışlar görüntüsü verdi. Cemaatçilerin kamu bürokrasisinden tasfiye edildikleri iddiasıyla yaşandığını belirttikleri MİT krizinin ardından ikiliyi savaş alanına taşıyan olay ise hükümetin dershaneleri kapatmak istemesi oldu. Hem insan hem de para kaynağı olarak Cemaat’in en önem verdiği alan olan dershanelerin kapatılmak istenmesine karşı Zaman gazetesinin başlattığı ve hareketin diğer medya organlarının da katıldığı yayınlarla açıktan açığa bir savaş başlamış oldu. AKP medyasının da cepheye sürülmesiyle 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarına kadar uzanan süreç de başlamış oldu. Liderlerin demeçleri ve medyalarının tetikçiliğiyle giderek büyüyen savaşta eleştiriler karşılıklı hakaretlere kadar uzandı. Cemaat’e yakın olarak bilinen AKP milletvekilleri Hakan Şükür ve İdris Bal partilerinden istifa ettiklerini açıkladı. Daha sonraki süreçte de istifacıların sayısı toplamda dokuza çıktı. Operasyonu Yapan Yasasını Hazırlar... Başlığı Balbay’dan ödünç aldım. Çünkü, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, istediğini yapabileceği kanısına vardığı 2004 yılından bu yana çıkardığı yasalarda hukuk yerine kendi işine gelen kuralları yeğlediğini biliyoruz. AKP’nin kaçağa verdiği önemi de ilk kez Türk Ceza Yasası kotarılırken görmüştük. Önceki yasada, kaçak eğitim kurumu kurmanın suç olmasının yanı sıra, kaçak kurumun kapatılması da vardı. Kapatma kuralı, yeni Türk Ceza Yasası’nda yer almadı, cezası da azaltıldı. İş sonunda KaçAk Saray’a kadar dayandırıldı. HHH Hukuk sistemimizde üç ayrı süreç var. İlki AKPCemaat ortaklığının tıkır tıkır işlediği dönemde çıkarılan yasaları kapsıyor. AKP’nin parmak çoğunluğu ile oluşturduğu ve yargıdakilerle güvenlik güçlerindeki cemaatçilerin tepe tepe kullanmalarına sunduğu çok önemli yasalar var. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, odatv, KCK davalarının açılabilmesi ile sürdürülmesinde ortakaşa kullanılan yasa değişikliklerini kısaca anımsayalım. Özel yetkili mahkemelerin kurulması, Tanık Koruma Yasası ile gizli tanık uygulamasına geçilmesi, soruşturma dosyalarına sanıkların ve avukatlarının ulaşmasının engellenmesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun anayasa değişikliği ile yeniden oluşturulması, akla ilk gelenler. İkinci süreç, AKP ile cemaatin arasının bozulmaya başladığı ama henüz düşmanlık aşamasına gelinmediği süreç. Bu süreçte Havuz Medyası ile Cemaat Medyası da kol kola kamuoyunu oluşturma görevini sürdürdüler. Son süreç, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo pazarlığı nedeniyle ifadeye çağrılmasıyla başladı. 1725 Aralık arasındaki yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet soruşturması ile tavan yaptı. Fidan korumaya alındı. Terör sanıklarının mal ve paralarına el konulması neredeyse olanaksız duruma getirildi. Dershanelerin kapatılması gerçekleştirildi. Said Nursi’nin kitaplarının basılması devletleştirildi. Devletleştirme girişiminin soruşturması 2012’de başlamış ve davası açılmışken birden önem kazanan Tahşiye davası kapsamında gündeme geldiği de anlaşılmış oldu. Cemaat’e yönelik operasyonun ayak sesleri, “somut kuvvetli belirti” tanımının “makul şüphe”ye dönüştürülmesi ile duyuldu. El koymanın kolaylaştırılması da ayrı bir işaret sayıldı. Cumhurbaşkanı yasa değişikliğini kısa sürede imzaladı. Cumartesi günü Resmi Gazete aracılığı ile yürürlüğe sokuldu, pazar sabahında operasyon başladı. Soruşturmada henüz bir tıkanıklık görünmüyor. Görünse de ne gam... Operasyonu yapanın yasasını da hazırlama olanağı bütün heybetiyle durup duruyor. HHH Ülkemizdeki en önemli aldatmalardan biri de iktidar sözcülerinin “Konu yargıya intikal etti. Kararı onlar verecek” diye kendilerini kenara çekme girişimleri... “Yargının uygulayacağı yasayı, hukukun yerine öznel düşmanlığı yaşama geçirerek sen yaptın” diyecekler olsa da pişkinliklerinden geçilmiyor. HHH Havuz medyası, Silivri davaları sırasında izlediği yayın politikasını, cemaat operasyonu konusunda da sürdürüyor. Cemaat medyası ise AKP ile el ele vererek gerçekleştirdiği o dönemdeki yanlışlarının ayırdına varmış gibi görünüyor. Savundukları uygulamaların başlarına gelmesi bakalım havuz medyasına da örnek olacak mı? HHH Başta Cumhuriyet olmak üzere birkaç bağımsız yayın kuruluşu Silivri davalarındaki ilkeli yaklaşımı sürdürüyorlar. Halkın gerçekleri öğrenme hakkının önemi nedeniyle de gazetecilere bir tür işkence uygulanmasına karşı çıkıyorlar. Geçmişi unutmadıklarını da özenle vurguluyorlar. yapan AKP ile Cemaat geçmişe sünger çekerek yeniden ittifak içine girmişlerdi İlk kırılma Mavi Marmara katliamı 17 ve 25 Aralık meydan muharebesine döndü Giderek sertleşen savaş 17 ve 25 Aralık’ta yapılan yolsuzluk operasyonlarıyla bir meydan muharebesine döndü. İlk operasyonda çocukları üzerinden bakanların adlarının geçtiği rüşvet, yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının ikinci dalgasında ise bu kez Erdoğan hedefteydi. Hükümet, polis teşkilatını dağıtarak, soruşturmada görevli yargı mensuplarını görevden alarak, mevzuat ve yasaları değiştirerek soruşturmaların önünü kapattı. Tarafların birbirlerine yönelik suçlamalarının hakaret ve beddua etmeye kadar uzandığı süreç içinde üzerinde en çok konuşulan konular ise internet üzerinden sızdırılan ses kayıtları oldu. Soruşturma fezlekelerinde öne sürülen iddialara ilişkin konuları da içeren 150’nin üzerinde telefon konuşması sosyal medya üzerinden dolaşıma sokuldu. AKPErdoğan öncülüğünde yolsuzluk ve rüşvet iddialarını “yalan”, kanıt olarak sunulan telefon konuşmalarını “montaj ve dublaj”, operasyonları da “darbe girişimi” savunmalarıyla göğüslenen soruşturmalar, yeni görevlendirilen savcılar eliyle de takipsizlik kararları verilerek yargısal açıdan da bu savunmalara uygun biçimde kapatıldı. Devlet içi kriz: MİT soruşturması Yolsuzluk soruşturmaları sürecindeki en önemli gelişmelerden biri de Suriye’deki iç savaşta rejim karşıtı cihatçı örgütlere silah ve mühimmat götüren MİT TIR’larına düzenlenen operasyonlardı. 1 Ocak 2014’te ilk önce Hatay’da birkaç hafta sonra da Adana’da durdurulan, MİT görevlilerinin refakat ettiği TIR’larda çok sayıda silah ve mühimmat bulunduğu kayda alındı. Ancak “devlet sırrı” denilerek kapatılan bu operasyonlar da görev alan askerler hakkında ise “casusluk” iddiasıyla dava açıldı. Cemaat’in yargı teşkilatında en örgütlü olduğu yer olan özel yetkili mahkemeler de yapılan bir yasa değişikliğiyle kaldırılırken bu mahkemelerde görevli hâkim ve savcılar da tayinlerle pasif görevlere atandı. Azami tutukluluk sürelerini de 5 yılla sınırlayan bu yasa değişikliğiyle tartışmalı Ergenekon ve Balyoz davalarının hapishanede bulunan sanıkları da tahliye edildi. Ardından, hükümetin desteğini alan Cemaat’in bulunduğu komplo davalarının sanıklarının boşalttığı Silivri Cezaevi’ne ise bu kez de tuzakları hazırladıkları öne sürülen ve cemaatçi oldukları öne sürülen polisler konulacaktı. Cemaat’e operasyonlar... Gülen Cemaati’nin Emniyet içindeki üst düzey kadrolarını dağıtmak, böylece alt kadrolara da korku salmayı amaçlayan AKP hükümeti, yıllardır eleştiri konusu yapılan usulsüz dinlemelerle ilgili soruşturmaları başlattı. 14 ayrı operasyonda ikisi meslekle ilişkisini kesmiş toplam 301 polis gözaltına alındı. Bir kısmı tutuklandı. Süreç içinde tahliye olanlardan sonra, 50 civarında polis usulsüz telefon dinleme ve casusluk suçlamalarıyla halen tutuklu bulunuyor. Açılan idari soruşturmalar sonucu, usulsüz telefon dinlemeleri nedeniyle 155 polis de meslekten ihraç edildi. Ancak bu soruşturmalarda da AKP’nin niyetinin suçu tespit edip suçluyu soruşturmaktan ziyade kendisinin hedef alındığı operasyonları yürütenlerden intikam alma amacı taşıdığı ortadaydı. Neredeyse ülkenin tamamı, yasal görünümlü hukuksuz bir dinleme ağıyla kuşatılmışken sadece doğrudan AKP’nin usulsüzlüklerine dair çalışmalar yapılan kentlerde soruşturma yapılması niyeti belli ediyordu. Bu nedenle ilk olarak da AKP’yi hedef alan operasyon ve soruşturmaların yaşandığı kentlere öncelik verildi. İlk soruşturma MİT TIR’larına operasyon düzenleyen Adana’daki polislere yönelikti. Ardından 1725 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının merkezi konumundaki İstanbul ve Ankara ile, TCDD Liman İşletmeleri’ndeki usulsüzlükleri soruşturan İzmir’deki polisler hakkında usulsüz dinleme soruşturmaları açıldı. sıyla açılan ana soruşturma ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülüyor. Usulsüz dinleme iddialarıyla açılan soruşturmalarda, müfettiş raporlarının ortaya koyduğu tespitler, iddia edilen suçlamalara yönelik herhangi bir tartışmaya yol açmadı. Ancak yolsuzluk operasyonlarının yıldönümünden kısa süre önce 14 Aralık’ta yapılan ve aralarında gazeteciler ile dizi yapımcısı, oyuncuları ve senaristlerinin de aralarında bulunduğu bir grup şüphelinin gözaltına alınması büyük tartışma yarattı. Gazeteciler Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın, yöneticisi oldukları gazete ve televizyon kanalında yapılan yayınlar nedeniyle suçlanması bir kez daha basın özgürlüğü tartışması yarattı. Cemaat medyası yöneticileri, Ergenekon sürecindeki yayıncılık anlayışı nedeniyle haklı eleştirilerin merkezine yerleşirken bu tartışmalardan doğan kamplaşmayı kullanan iktidar medyası ise geçmişte olduğu gibi gazetecilik faaliyetlerini kriminalleştirme yolunu seçti. Dershaneler cephe savaşı İlk yolsuzluk soruşturması AKP’yi hedef alan ilk yolsuzluk soruşturmalarından biri olan Mersin’de GDO’lu pirinç operasyonunu yapan polisler de bir başka dinleme soruşturmasının şüphelisi oldu. Kilis, Antalya, Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de aynı suçlamalarla benzer soruşturmalar açıldı. Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde çalışma ofislerinde bulunan ve “böcek” denilen dinleme cihazlarıyla ilgili olarak da bir grup polis hakkında ayrı bir dava açıldı. Fethullah Gülen’e “örgüt kurucusu ve yöneticisi” suçlaması yöneltilen ve “darbe yapmak” iddia BİTTİ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, 17 25 Aralık operasyonlarının kilit ismi Rıza Sarraf’ın kendisine ve Genel Başkan Devlet Bahçeli aleyhine açtığı 100’er bin TL’lik davadan çekilmesinin “manidar” olduğunu söyledi. Yalçın, “Sarraf’ın bu davadan vazgeçmesinin tarihi çok dikkat çekici. Bu davadan vazgeçilmesi bazı hususlarda İran, Rusya veya Katar ayağında çok tehlikeli işlerin olduğunu ortaya koyuyor. Bu gelişme bize 17 Aralık’ın arkasını bırakmayın diyor” dedi. ‘Sarraf’ın yıldönümünde davayı çekmesi dikkat çekici’ C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear