25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
21 EKİM 2014 SALI CUMHURİYET SAYFA 13 Evet tarihi bir gündü. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan için değildi, kuşkusuz. Türk adliyesi için de değildi. Cumhuriyet gazetesi için hiç değildi. Ama bendeniz için gerçekten tarihi bir gündü. Türk adaletinin bildiğini Türk okurundan esirgemenin âlemi yok. Çünkü dün “Adli Bekâret”imin bizzat Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından izale edildiği gündü. İtiraf etmesi utanç verici belki. Ama ne yazık ki Cumhuriyet mensubu olarak ilk kez, evet ilk kez, bir Cumhuriyet Savcısı’nın huzurundaydım. Cumhuriyet gibi bir gazetede kırk yıla yakın çalışıp da “Adli Bekâret” sahibi olmak, Tevfik Fikret’in İstanbul için söylediği “bin kocadan arta kalma” türünden bir “bakirelik” ayıbıydı. Ama her şeyin bir sonu var. Böyle bir sonu da Allah herkese nasip etmiyor. Nasip etmişse de uçkur dokuz yerinden kopuyor. Bendenizin sonu da böyle geldi. Yakın zamana kadar bina boyu reklamlarla kendisini “Milletin Adamı Ümmetin Lideri” diye tanıtmış olan Recep Tayyip Erdoğan’ımız “Cumhurbaşkanı” sıfatı ile ilk kez bir kamu davasını bendeniz için açtı. Bu siftahı da herhalde ve önce Cumhuriyet gazetesini mükafatlandırmak için yaptı. Ve özellikle de mazisi, meslek kıdemine göre, adli anlamda en “ak” olan mensubu olan bendenize yöneltti. HHH Ankara’da kesilen yollardan birinin önünde beklerken kendisine yüzlerce koruması arasından ve uzaktan el sallayıp “Teveccühü” diyerek yola çıktım. Ve Avrupa’nın en büyük Adalet Sarayı’nın yolunu tuttum. HHH Cumhurbaşkanı’ndan aslında İstemez olaydım! Daha önce de sözünü etmiştim. Bu ülkede siyasetin en tepesinden sokaklara kadar hiddetlenenşiddetlenen herkesin ağzında “analı avratlı” küfürler... Örneği de elbette ve doğal olarak en bilinen ve Türkiye durdukça hatırlanacak olan, Mersin sokaklarında çınlayan “Ananı da al git!” örneğinden verdim. Sen misin veren? Cumhurbaşkanımız doğduğuna değil, gazetecilik yaptığına pişman edecek ya... Benim “şüpheli” olarak Türk Ceza Kanunu’nun iki ayrı maddesine göre cezalandırılmam için İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na başvurmuş. Bu maddelerden birisi TCK 299 Cumhurbaşkanı’na hakareti düzenliyor14 yıl hapis cezasını öngörüyor. TCK 267’nci madde ile de bendenizin kendisine “iftira ettiğimi” öne sürüyor. Yani zımnen, Mersin’de sokak ortasında Kemal Öncel adlı yurttaşa söylediği, anası ile ilgili sözlerin benim uydurmam olduğunu ima ediyor. Cumhurbaşkanımız dokunulmaz. Her türlü hukuki siyasi işlemleri dolayısıyla sorumlu tutulamaz. Ağzımızdan yel alsın, sadece “Vatana ihanet” bunun dışında. Ama kendisi herkesi, her zaman, her şeyden sorumlu tutabilecek bir konumda. Bendenizi de “Şüpheli” ilan edip İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na şikâyet ediyor. Aslında Türkiye’de bir İskandinav ülkesi kadar hukuk devleti olsa, asıl iftira suçlamasını, bu iftira dilekçesi nedeniyle bendenizin açması gerekiyor. Ama bunun için önce şu Suriye ve IŞİD işinin çözülmesi ve HSYK’nin bağımsızlık ve özgürlük yolunda hızla ilerlemesi gerekiyor. Dün Tarihi Bir Gündü, Çünkü... dikkat çekmek istedim. Bunun bile kayıtsız şartsız bir masumiyet karinesi olacağını düşündüm. Çünkü Avrupa’nın en kaçizerimiz Musa çak sarayında oturan Kart’ın ünlü Cumhurbaşkanı’nın kedi davasında şikâyeti üzerine Yargıtay şöyle dün sessiz sedasız demişti: Avrupa’nın en büyük “Sanatçı Adalet Sarayı’nda ifade duyarlılığı olan verdim. bir kişinin kediyi Bu günü ölümsüzleştirbir hakaret mek istedim. gibi görmesi, Ağır Ceza Yargıçları ile göstermesi ya da Cumhuriyet Savcıdüşünülemez!” sı ile “özçekim” olanağı Beraatına... olmadığı için de bu Peki bendeniz işi, sarayın en anlamgibi annesini lı Adalet Tanrıçası ile yıllar önce gerçekleştirdim. kaybetmiş ve bir vesile ile de her bendenizin şikâyetçi olması gerekiyor. gün hasretle, acı ile onu hâlâ hatırlayan 12 Mart, 12 Eylül ve aradaki irili ufaklı birisinin de annelere bu kadar “sinkaf” birçok sıkıyönetim badiresinden geçtiği edilmesine dikkat çekmesi, safiyet ve iyi halde hiçbir cezaya çarptırılmadan sağ niyetimin karinesi sayılmaz mı idi? salim “adli bekâret”imi 16 Eylül 2014 Ama her şeyin bir sonu var. gününe kadar muhafaza ve müdafaa 15 Eylül 2014 günkü gazetemizin etmiş biriyim. manşeti “Bir ‘Anasını...’ haberi” idi. Bu ülkede, her fırsatta ağzına her Bundan esinlenip, anasını satayım gelenin ilk hatırladığı “Analarımız”ın ben de bir “Anasını haberi”nden sonra bir de “Anasını yazısı” yazayım istedim. lisanen ve fiilen saldırıya uğramasına Bronz Renkli Tanrıça: Kimi Kandırıyorsunuz? Bugün enerji üstünden yürütülen savaşların yarın gıda ve su kaynaklarında süreceğini belirtmiştik, Türkiye’nin ne yaptığını sorgulayarak. Küreselleşme, vahşi kapitalizm, yani sistem getirip bunu dayatıyor. Gelecekte tarım, toprak, tohum, gıda ve su daha büyük stratejik öneme kavuşacak. Bu olguya karşın Türkiye ne yapıyor? En kestirme yanıt: Küresel güçlerin, çokuluslu tekellerin çıkarlarını sağlıyor. Uygulamaların, yasal düzenlemelerin temelinde bu anlayış yatıyor. Bir zamanlar tarımda dünyanın kendi kendine yeten yedi ülkesinden biriydik. Ya şimdi? Tarım alanları, tarımsal üretim geriletildi, ithalat patladı... HHH Tarımsal üretime büyük darbe vuran AKP iktidarı, konuyu çarpıtıyor. Yalan dolan, Bununla kalsa neyse, üstüne üstlük dalga geçiyorlar bizimle. Nasıl mı? Televizyonlarda izliyorsunuz; Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, bir kamu spotu yayımlatıyor. Tarım arazilerinin korunmasına dikkat çekiyor. Halka yönelik çağrının özü şu: “Atalarımız tepelere yerleşerek tarım arazilerini yüzyıllarca korudular. Bu toprakların bize atalarımızdan miras değil torunlarımızın emaneti olduğunu unutmayalım. Tarım arazileri üzerine yapılan konutlar, sanayi tesisleri ve yapılar... Bilinçsizce heba edilen milyon hektarlık tarım arazisi... Yatırım yapmadan önce bakanlığımızın görüşüne başvurun. Tarım arazilerini birlikte koruyalım...” Bak sen! Yüzsüzlük desek hafif mi kalır. Ey bakanlık... Tarım arazilerini imara açma yetkisi kimin? Halkın mı, yoksa merkezi ve yerel yönetimlerin mi? HHH Çokuluslu şirketlerin dayatmasıyla Türk tarımı yıllardır göçertiliyor. Dalga geçmeyin!.. 3 milyon hektar tarım arazisi sizin döneminizde kullanım dışına çıkarılmadı mı? En verimi ovalarımız sanayi kuruluşlarına, konut alanlarına açılmadı mı? Küresel güçler üreticilerine her türlü desteği verirken siz ne yaptınız? İthalatı patlattınız! Tarımsal hammaddeler dış ticaretinde bu yılın ilk çeyreğinde 258 milyon dolarlık ihracat, 1 milyar 625 milyon dolarlık ithalat gerçekleşti. Açık, 1 milyar 367 milyon dolar. 2000 yılında Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatı 3 milyar 856 milyon dolardan 2013’te 17 milyar 741 milyon dolara ulaştı. Aynı dönemde ithalat ise 4 milyar 156 milyon dolardan, 16 milyar 916 milyon dolara çıktı. Çiftçiye üretmesi için değil, üretmemesi için prim verdiniz. Başta buğday olmak üzere, yağlık bitkilerde, bakliyatta, yem hammaddesi olan tahıl üretiminde önemli düşüşler yaşandı. HHH Kimi kandırıyorsunuz? 1980’lere kadar ihracatçı olan Türkiye, kullandığı pamuğun yarısını ithal ediyor sayenizde. Yerli üreticinin tohum satışını yasakladınız, köylüyü çokuluslu şirketlerin kucağına attınız. Tohumculukta dışa bağımlılık oranı sebzede yüzde 45, çim bitkilerinde yüzde 60, hibrit sebze tohumculuğunda da yüzde 80’e ulaştı. Meralarda, zeytincilikte, tohumdaki yasal düzenlemelerinizin hepsi, küresel güçlerin çıkarına. Tarımsal KİT’leri özelleştirdiniz, tarıma yönelik araştırma birimlerini ve enstitüleri kapattınız. Cumhuriyet tarihinde ilk kez saman ve ot ithal ettiniz. Daha say say bitmez. Şimdi kalkıp utanmadan tarım alanlarının korunması... Geçiniz... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com ‘Silah Kimdeyse Güç Ondadır’ İktidarı     “Perfect Storm” yani “Mükemmel Fırtına” başlıklı bir film hatırlıyorum, Wolfgang Petersen’ın yönettiği... Eleştirmenler pek bayılmamıştı ama ben çok etkilenmiştim. Özetle bir balıkçı teknesi, hava muhalefeti riski olan bir günde, denize açılıp kendini dev bir fırtınanın yarattığı ters dalgaların ortasında bulmuştu. Büyük mücadelelerden sonra, dev bir dalgayla toptan alabora oluyor ve tüm mürettebat azgın suların altında yok olup gidiyordu. Nereden mi aklıma geldi? Türkiye gemisi, son süratle, göz göre göre kendi mükemmel fırtınasının ortasına doğru yol alıyor. Bu ülkede en uç sağsol tartışmaların ortasında bile görülmeyen kaos, husumet, her Allah’ın günü büyümekte... Hatta sanki insanların tepkisini çekecek her damara bilerek basılıyor kaptanlık köşkü tarafından! Vanalar sıkılıyor, akciğerlerimize inen oksijen her gün daralıyor. İnsanların gece kâbusta görseler inanmayacakları senaryolar, zorla boğazımızdan aşağı sarkıtılıyor. Aslında gülüyorum ağlanacak halimize... Çevremdeki “bizden” gazetelere bakıyorum, mücadele arkadaşlarım, ister istemez yazılarının büyük bölümünde yapılan haksızlıklar, usulsüzlükler, savaş çığırtkanlıkları ve Atatürk düşmanlıklarının dökümünü yapıyorlar. Hepimiz o duruma itildik. Tüm bu şikâyetlerimiz, özetle gücü elinde bulunduran iktidarın kuraldışı hareketlerinin yorumu! İyi de niye mi gülüyorum? Ortada beynini doğru kullananlar arasında yaşanabilecek bir hayal kırıklığı yok ki! Adamlar kendileri açısından yapılması gerekenleri yapıyorlar! Ne eksik, ne de fazla! Bunu da çok iyi çalışılmış bir senaryoda, hangi ışığı saat kaçta söndüreceklerinin provasını çok iyi hazırlamış olarak gerçekleştiriyorlar. Şöyle toparlayayım: Bugünkü iktidarın zirvesi, siyaseti şöyle analiz ediyor: “Polis zaten elimde. Asker desen zaten o da, en azından Necdet Özel Genelkurmay Başkanı olduktan sonra toptan kontrolüm altına giren bir diğer güç... Dolayısıyla tüm silahlı güç benim emrimde. Yasalara uymak durumunda değilim. Mesela HSYK seçimi istediğim gibi gitmezse, geçersiz sayarım. Kim tutar beni? Gençler protestoya kalksalar, salarım silahlı gücü üstlerine, 45 muhalif gazete isterse her gün bunları ifşa etsin, zaten pek umrumda değil. Onu da lehime kullanırım, AB’nin gözüne sokarım ‘Bak işte bana diktatör diyorlar, öyle olsa bu gazeteler çıkabilir mi hiç bu ülkede?’ diye. Sonuçta yasamasa beni bağlamaz, her noktayı toptan fethedene kadar, her şeyi kılıfına uydururum. Fiili başkanlık rejimi başlatırım. Başbakanlık diye halkın parasıyla inşa ettirdiğim yeni sarayı, şimdi cumhurbaşkanı oldum diye yeni köşk, Çankaya’yı ise tarihten kalma hangar ilan ederim. Zaten artık halk iyice uyuştu; ama itiraz eden olsa nasıl olsa cop hazır, gül gibi Twitter’ı bile DGM haline çevirecek maddelerim de hazır... Oh, gel keyfim gel!” Bilmem anlatabildim mi? Konu yalnız, silah ve güç ilişkisi. Gerisi yolu bulunur teferruat. Bakın hani herkes şikâyet ediyordu ya, “Ordu on yılda bir darbe yapıp demokrasiyi kesintiye uğratıyor” diye. Artık öyle bir derdimiz kalmadı Allaha şükür. Rejim, toptan karamelize darbenin ta kendisi oldu! Biz o akvaryumun içinde yaşayan küçük balıklarız ve yeni yaşam alanımıza alışmamız bekleniyor. Yıllarca “ama demokrasi..” diye laflarımı fazla “tutucu Kemalist” bulanlara bir şey anlattım: “Demokrasi, oyunun kurallarını kabul edenler arasındaki pişti oyunu gibidir. Kâğıt dağıtma sırası kendine geldiğinde, masadaki diğer oyuncuların ellerini bağlayacak veya tehdit edecek bir oyuncu ile pişti masasına oturamazsınız. Yoksa ne mi olur? İşte böyle pişti olup şapa oturmuş olursunuz! Mesela o büyük pişkinlikle “sıfırlanan” yolsuzluk davalarına karşı yaşanan tepki var ya? Ne dedi Kılıçdaroğlu: “17/25 Aralık arasını ‘Hırsızlar Haftası’ ilan edelim”. Çok haklı! Peki, ne yapacak karşı taraf? Nisan ayına koydukları “Kutlu Doğum Haftası” gibi resmi programlarına mı alacaklar sandınız? Yoksa “bundan söz edeni hapse attırırız” mealinde tehditlerle mi ortaya çıkacaklar? Ne dersiniz? Bence bütün bu konu ve sorunları en iyi çözecek olan grup, “akil insanlar”! Geçmişte AKP’nin ne kadar demokratik bir “tabuyıkar parti” olduğunu gururla merkez medyada gözümüze sokan bu muhteşem grup, nasıl olsa yeni polis yasasının da, 17/25 aklanmasının da, bizim düşünemediğimiz inceliklerini ilk fırsatta yeni buluşmalarında hemen ortaya dökerler! İşte bu bizim tıkanmalarımızı açacağı gibi, benim gibi fırtınanın gözüne doğru yol aldığımızı sanan paranoyakların neden boş yere ürktüklerini de gururla izah ederler! HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1/ Çeşitli ül 1 kelerde me 2 lezler için kullanılan ad. 2/ 3 Tavır, dav 4 ranış... İnek 5 sütünden yapılan sert bir 6 peynir. 3/ 7 Çöl tilkisi... 8 İtalya’nın en uzun ırmağı. 9 4/ Bir tür sağ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 lam ve yumuşak 1 dana ya da öküz deÜ V E N D İ R E risi. 5/ Bartın’ın bir 2 Ç O N A S S A T İ ilçesi... Geniş, en 3 Ü N Ş A K L O Z gin. 6/ Denizlerin 4 R A F B E L L O çekilmesiyle oluşan 5 D A H A L İ L ve yurtlanmaya el6 Ü S K Ü R E T A verişli olan bölge. B İ T 7/ İlaç... “Çok sar 7 M U F L A hoş” anlamında ar 8 R O L S U Ö go sözcük. 8/ Leyle 9 J E N E R A T Ö R ğe benzer bir kuş... Dövülerek saman yapılan ot. 9/ F. H. Dağlarca’nın bir şiir kitabı... İşsiz, aylak. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Koyun eti ve patlıcanla yapılan bir yemek. 2/ Büyük erkek kardeş... Gümüşhane’ye özgü, bir tür ıspanaklı pide. 3/ Kanuna benzeyen ve tokmak larla çalınan telli bir çalgı... Bir gösterme sıfatı. 4/ Şiirleri şeriata aykırı görüldüğü için Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüş ünlü tasavvuf şairi. 5/ Mersin’in eski adı... Üzüntülü düşünce durumu. 6/ Anlama, kavrama becerisi. 7/ Ateş... Dört tekerlekli ve üstü kapalı bir at arabası. 8/ Eski Mısır’da kutsal sayılan öküz... Altın. 9/ Olayların birbiri ardınca sırayla yazıldığı tarih... Tavlada “üç” sayısı. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear