23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
9 AĞUSTOS 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA 13 CHP’li Umut Oran’ın önergesi üzerine, Milli Savunma Bakanımız, F16 savaş uçağı pilotlarımızdan tam 63’ünün bir yıl içinde istifa ettiğini açıkladı. Tam da Yüksek Askeri Şura öncesinde... “Adaletsiz hukuk”, “diplomatsız hariciye” derken... “Amiralsiz donanma” üzerinden demek ki sıra “savaş pilotsuz Hava Kuvvetleri”ne gelmişti. Geçen cuma yazısının konusuydu bunlar. Yazıya bir de yıllar önce bir NATO üssünde kendi çektiğimiz, üzerinde ÖCALAN yazılı bir F16 fotoğrafı koymuştuk. HHH O Öcalan ile, “bizim Öcalan” arasında bir bağ var mıydı? Bunu sorgularken, internette “amcasının oğlu” dahil, “birçok ipe sapa gelmez iddiaya” rastlamıştık. Türk Hava Kuvvetleri hiçbir komplekse kapılmadan Öcalan adını, gelenek gereği, F16’ya yazmış. Bu gerçekten alkışlanmaya değer, hakça ve çok demokratik bir uygulama. Buna dikkat çekmiştik. Pilot Öcalan’dan uzunca ve biraz da kızgınca bir mektup aldık. “Soyadımın, bu ailenin içinde olan biri olarak kullanılmasından daha doğal bir şey olamaz!” diyor ve ekliyor: “Çocuklarımı Atatürkçü gençler olarak yetiştirmeye çalışıyorum.” İşte mektup: “Sn. Tan, bilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak aymazlık, bilgisizlik, doğru yoldan çıkmışlıktır’ Atatürk, 22 Eylül 1924 Samsun. En içten saygılarımı sunarım. Özdilek ÖCALAN F16’da İsmi Yazan” HHH “Zamanın ruhu”na uygun iki çift laf ile özetlemiş olalım. Her bayram hayırlara vesiledir. F16 pilotlarımızın 63’ünün birden istifa etmesi bile “hayra vesile” olmuştur. “Öcalan ailesi içinden” saygın bir kurmay albay çıktığını ve bu saygın komutanın F16 pilotluğuna kadar yükseldiğini öğrendik. Kör topal da olsa çok şükür “barış süreci” sürüyor. Ve bu sayede, “ben Öcalan” diye ve yayımlanmak üzere milletvekillerine, partilerin genel başkan yardımcılarına göğüsler gerile gerile mektuplar yazabiliyor. Ama hepsinden önemlisi, bu süreç sayesinde TSK’de “Öcalan ailesinden değerli bir kurmay albay” çıktığını ve hem de F16 pilotluğuna kadar yükseldiğini öğreniyoruz. Bu bilgi ise, bu köşenin okurlara sunabileceği naçiz ama en anlamlı bayram armağanı olmuştur. Ancak, yine de bu armağan.. “Komutanlardan müebbetlik terörist yaratan siyaset ve adalet düzenine bin defa lanet olsun!” diyecek olanlara engel değil! Bayramınız kutlu olsun. GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT Ailedeki Bir Başka Öcalan’dan Mektup Var HvKK’lığında 30 sene alnımın akı ve şerefimle görev yaptım. Gurur duyduğum bir soy geçmişim ve gurur duyduğum bir ailem vardır. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da aynı gurur ve onuru taşıyacağımdan kimsenin şüphesi olmasın. (...) Benim soyadımı yani Öcalan’ı uçak üzerine veren HvKK’lığına da sonsuz saygılarımı sunarım. (...) Benim soyadımın bu ailenin içinde olan biri olarak kullanılmasından daha doğal bir şey olamaz. Soru önergesinin detayını ve içeriğini bilemiyorum ancak köşe yazısında okuduğum kadarıyla; soyadımın uçağa verilmesi sorgulanmış, Atatürk’ün sözleriyle ‘gaflet, dalalet ve ihanet’ olarak nitelenmiştir. Hiçbir araştırma yapmadan, doğruluğunu ve ciddiyetini incelemeden bilimden ve akıldan uzak bir şekilde benim ve ailemin adını kullanarak başka bir konuda destek aranmasını basın meslek ilkelerinizden ‘aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz’ ilkenizle, Ben Öcalan, Çocuklarımı ülkesine ve milletine bağlı, her zaman aklın yolunu kullanan Atatürk’ün geleceği emanet ettiği gençler olarak yetiştirmeye çalışıyorum. Ama internette çıkan bu tip ipe sapa gelmez yazılar ve bu yazıları ‘Mal bulmuş...’lar gibi kullanan yazarların, internette o yazıları yazan aymazlardan farklı olduğunu da zannetmiyorum. Ben Öcalan, Ülkesine, milletine ve Hava Kuvvetleri’ne adamış bir F16 savaş pilotu olarak şu sözü tekrar ediyorum; ‘Dünyada her şey için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici ManyaklıkÇılgınlık İnsanlık manyaklar ve çılgınlar sayesinde gelişmiştir. Her şeyini sürekli kontrol eden, hesap eden, risk almayan ya da başkaları tarafından kontrol altında tutulan insanlardan yaratıcılık beklenemez. Manyaklar kontrolsüz olduğu için, sürekli bir arayış çabasıyla yeni şeyler yaratabilirler. Gerçi bizim toplumumuzda da ‘manyak’ lafı hakaret amaçlı kullanılır ama bu durumu değiştirmez . Peki Ay’a ilk gidenler manyak değil mi? Akıllı birisinin böyle bir riski göze alacağını düşünebilir misiniz? Ay’a gittiniz, makine bozuldu, tamirci mi çağıracaksınız? Manyaklık, inanılan şeyler için her türlü riski göze alabilmektir. Buna delilik de denebilir. Tabii akıllı insandan deli olur, aptaldan deli olmaz. Akıl yoksa akıl hastalığı da olamayacaktır. Çılgınlık da manyaklıktan rol çalmak olarak değerlendirilebilir. Seçimden önce Tayyip Erdoğan, bir çılgınlık edebiyatına başladı. Herkes bir merakla kendi meşrebine göre tahminler yürüttü. Çıka çıka Trakya’da yeni bir boğaz yapma işi çıktı. Tabii hemen taraftarları yaşa, ne büyüksün diye alkışladılar; doğanın dengelerini bozabilecek böyle bir projenin ne olduğunu bilmeden. Laz delikanlı, sevgilisine kızmış, birkaç kutu bira ve biraz da kuruyemiş alıp Kadıköy Moda sahilinde içmeye başlamış. Bira kutularını ve çöpleri de denize atıyormuş. Çevreci bir grup gelip “ulan doğanın dengesini bozuyorsun” diye delikanlıyı dövmüş. Hiç sesini çıkarmadan, suratı kan içinde mahallesine gidince, yakınları “ula ne oldu” demiş. Cevap enfes! “Ula iftiraya kurban gittim, ne doğayı tanıyorum ne de yengesini” demiş. Bizim siyasilerin mantığı ve bakışı da olaydaki gibi. Böyle projeler, siyasilerin değil bilim adamlarının olmalıdır. Karadeniz ve Marmara’nın bir boğazla birleşmesinin, ne gibi sonuçlar doğuracağını bir siyasinin bilmesi mümkün değil ki. Zaten Anadolu sürekli boşalıyor, nüfusun bu bölgeye yığılmasının toplumsal, sosyal, siyasal sonuçlarını kimse bilmiyor. Böyle bir “çılgınlığın” zararı bu ülkeye olacaktır, siyasilere değil. Anadolu’da böyle hesapsız, ölçüsüz vaatlere, “karlı dağdan kar bağışlamak” denir. Aynen Çamlıca Tepesi’ne Boğaz manzaralı, bilmem kaç bin kişilik cami yapmak gibi. Denize karşı ibadetin zevkine varılacak herhalde. Zevke bakar mısınız, keyfi için, hava olsun diye ülke kaynakları nerelere harcanıyor? Başbakan nutuk atıyor, “Biz IMF’ye olan borcu bitirdik” diye. Tamam o zaman açıkla, siz iktidara geldiğinizde ülkenin iç ve dış borcu, kamuözel ne kadardı, şimdi ne kadar? IMF’ye olan borcu hangi kaynaktan ödediniz? Bir başka manyaklık ve çılgınlık, tarih boyunca yapılan devrimci başkaldırılar, kıyaslamak için değil, bilinsin diye. Geçmişte yaptıklarını ilke olarak savunan bir grup arkadaşla Nevizade’de buluştuk. Milli içkimiz eşliğinde memleket meselelerini konuşuyoruz. Tam yanımızda aniden bir kavga başladı. Normal bir devrimci davranış olarak duruma müdahale edildi. Arkadaşlardan birisi kalktı ve durun diyerek yürüyünce, ben kendiliğinden “Durun, arkadaş manyaktır” dedim. Herkes durdu ve bize döndü. Ben devamla “Arkadaş Türkiye’de devrim yapmaya kalkışanlardan” deyince, hepsi birden oturdu ve özür diledi. Bir kitap: E Yayınları’ndan; manyak ve çılgın bir kurgu. Gülnur Vural, Kısık Ateşte. Okurken beyin çeperleriniz zorlanacak. Miniatürk’te bayram gezisi Başbakan, 11 yıldır her fırsatta kendisini buraya atıyor. Hafta sonları zaten yurtdışında değilse hep burada. Çünkü Ankara’yı hiç sevmiyor. “Kuyrukları” durur mu? Onlar da sevmiyor ve hatta yok sayıyor. İnanmayan... İstanbul Belediyesi’nin işlettiği Miniatürk adlı “turizm ve eğlence alanı”na gitsin. Yabancı turistlerin, çocukların çok ilgi gösterdiği “Helikopterle 3 Boyutlu Türkiye Turu”na katılsın. Karadeniz’den Akdeniz’e Ege’den Doğu Anadolu’ya birçok kenti havadan dolaşıyorsunuz. Ama başkentten bir saniyelik tek görüntü yok. 10 dakikası 16 TL. Turun amacı ülkemizi tanıtmakmış. “Neden başkent yok?” Yanıt: “İşletmeci öyle uygun görüyor!” İşletmeci kim? Besbelli, kendisini işletmek üzere Başbakan’a teslim edenlerden biri. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ‘Çadır Tiyatrosu’nda Son Sahne “Simgesel Eylem Grubu” olarak “beş” yıldır kesintisiz izliyoruz Silivri’de kurulan “Çadır Tiyatrosu”ndaki “Ergenekon Davası” adlı “mahkeme” oyununu. “5 Ağustos” günkü “321.” gösteri 321. duruşma bu oyunun “son sahne”siydi. “Ergenekon Davası”nın daha ilk duruşmalarında; yapılan “yargılama”nın, “Çadır” tiyatrolarında “mahkeme”yi konu edinen “oyun”ları anımsattığı sık sık dile getirilmeye başlanmıştı. “Çadır” oyunlarında, konuların “gülmece” boyutunda ortaya döküldüğü bilinir. Ergenekon Davası’nda da zaman ilerledikçe böyle bir durumla karşı karşıya kalındığı, “hukuk”un adeta “karikatürize” edildiği, “adalet”in aranması bir yana, bütünüyle dışlandığı belirtiliyordu. Ama ilk “maskaralık”, “AKP”nin başı ve “Başbakan Erdoğan”ın: “Ben bu davanın savcısıyım!” çığlığıyla başladı; bu “atama”(!) oluşturulan özel yetkili “mahkeme”nin “Türk Milleti” adına değil, “AKP” ve iktidarının adına “yargılama” yapacağının açıkça ortaya konmasıydı. Böylece de Erdoğan “iddianame”yi hazırlayacak “savcı” ların ne de olsa“Başsavcı”sı oluyordu. Kendinden yardım isteyen yurttaşına: “Ananı al da git!” diyebilen; muhalefet eden gazeteciyi ülkeden “kovan”; şehitlerimize hiç sıkılmadan “kelle” diyebilecek bir “vicdan”a sahip olan; dahası “ABD”ye, “Süpürmeyin kullanın!” diye önerilmeyi “onur”una yedirebilen böyle bir “Başsavcı”nın buyruğundaki “savcı”lardan nasıl bir “iddianame” beklenirdi ki? O “savcı”lardan; “Öz”lerden, “Pekgüzel”lerden, “Taşkın”lardan; “insancıl” ve “vicdan”ın insanlık bağlamında kullanıldığı bir “iddianame” ortaya çıkabilir miydi? “Balyoz Davası”nın Başkanı “Yargıç Şeref Akçay”, “Sanıkların ‘adil yargılanma’sı ortamının yaratılması gerekir!” diyor, ardından da “İnsan vicdanının kabul edemeyeceği bir yargı sürecini de açıkça yadsıdığını” bildiriyor. (Bunların gerçekleşmemesi karşısında Yargıç Ş. Akçay istifa etmişti.) “20 Ekim 2008”de ilk duruşması yapılan “Ergenekon Davası”nın, “beş yıllık” yargılama sürecinde bu “iki temel hukuk ilkesi” büyük çoğunlukla hep “çiğnendi”. Bu “iki ilke”nin geçerli olmadığı her yargılama, her duruşma ister istemez “Ortaçağ” mahkemeleriyle bir bağlamda eşleşir. Bir de mahkeme salonu “jandarma” ile doldurulup erler adım başı dikildiğinde “görünüm” de azçok o mahkemelere benzer bir duruma geliyor; tek “eksik”(!) sanıkların savunmalarını “diz üstü” çökerek yapmamaları... Buna karşılık; duruşma salonunun da “biber gazı”ndan “pay”ına düşeni alması, “Silivri Mahkemeleri”nin bir üstünlüğü(!) olarak tarihte yerini alabilir... Ayrıca; duruşmalarda sergilenen “inanılmaz” dahası “utanılacak” “hukuksuzluk”lara; en küçük “vicdani” bir yaklaşıma yer verilmemesine; salondaki “savunman”ların, “sanık”ların, “izleyici”lerin dahası “basın”ın bile dayanamayarak “tepki” vermesi üzerine; “Mahkeme Bakanı”nın salondakiler yetmezmiş gibi “Komutan, komutaan!” haykırmasıyla, tam donanımlı bir alay jandarmanın komutanlarının öncülüğünde salona girip yayılıvermesi de, sanırım hukuk tarihi için “özgün” bir örnek olacaktır. “320” duruşma boyunca yapılan yargılamalarda insanı şaşırtan öyle durumlarla karşılaştık ki, aynı kişi hem “gizli tanık”, hem “tanık”, hem de “sanık”tı. Bunu “Çadır Tiyatrosu”nun ustaları olan ne “Kel Hasan” ne de “İsmail Dümbüllü” yaratabilirdi. Ergenekon’un özellikle“savcı”ları, “yargıç”ları böylece bu “usta”ların pabuçlarını dama atmış olmuyorlar mı? “321.” duruşmaya gelince, Mahkeme Başkanı bunun bir “duruşma” olmadığını, yalnızca “hüküm” bildirileceğini söyledi. Ama salon tam bir “pazaryeri” görüntüsü ve gürültüsü içindeydi; çünkü “jandarma”lardan oluşturulan “barikat”lar dolaysiyle ne “yargıç”lar, ne “savcı”lar ne de “sanık”lar görülebiliyordu, “savunman”lar “masa”lara çıkmak zorunda kaldılar. İşte bu “panayır” karmaşası içinde “Başkan” “hükmü” okumaya çabalıyordu. Her bir “hüküm” okundukça, “HUKUK” da “ADALET” de adım adım yok olmaya başladı; “mahkeme” de “mahkeme” olmaktan tümüyle çıktı... Ama ne diyordu “Gülşah Balbay”: “Bu daha başlangıç! Mücadeleye devam!” “Bütün ‘laleler’i kurutamazsınız!” diye haykırıyordu. “Nazlıcan Özkan!” Hiçbir “lale” kurumayacak, “Nazlıcan”! “Sonbahar”da daha da renklenecekler, “yüz binler” olarak açacaklar! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1/ Duvara ya 1 da tavana püs2 kürtülerek yapılan bir sıva 3 türü. 2/ Şalva 4 rın üstüne gi5 yilen ve önde uzun iki par 6 çası olan giy 7 si... İlgi eki. 3/ 8 Keman yayının kirişi... 9 Gördükle1 2 3 4 5 6 7 8 9 ri önemli işler den dolayı kişile 1 K A R T E L ME ri onurlandırmak 2 A T E C A N İ K için devletçe ve 3 R E Ş M E A L E rilen anmalık. 4/ 4 T MA V A L C Zeytin ağaçlarının 5 E C E V İ T T E budanmasına veriA T E Ş E K len ad. 5/ Halk şai 6 L A N A L Ş I K ri... Gerçekleştiril 7 mesi zamana bağ 8 M İ L T E K İ N lı güçlü istek. 6/ 9 E K E C E K N E Sodyum elementinin simgesi... İçyüz. 7/ İncir ağaçlarında döllenmeyi sağlayan sinek... Adana’nın Kozan ilçesinin eski adı. 8/ Van Gölü’nde küçük bir ada... Çubuklu çizgileri olan kumaşlar için kullanılan sözcük. 9/ Daha iyi, daha üstün... İki sert cismi birbirine bağlamaya yarayan, iki ucu sivri ve kıvrık metal parça. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Birbirleri içinde erime, kaynaşma... Bir zaman birimi. 2/ Zaviye... Mozart’ın Türk müziğinden esinlenerek bestelediği ilk operası. 3/ Küçük masa... Alüvyon. 4/ Satrançta bir taş... Rize ilinde, balıyla ünlü yayla. 5/ İskambilde dört işaretten her birine verilen ad... “ topukta şan veriyor halhalı” (Karacaoğlan). 6/ İnsanı istenmeyen seçeneklerden birini izlemeye zorlayan sorun... Bir nota. 7/ Japon müziğine özgü telli bir çalgı. 8/ Bahçelerde yazın oturulmak için yapılan, kafes biçiminde süslü çardak. 9/ Bir müzik parçasının son bölümü... Bulunulan yerden daha yüksekte kalan düzlük. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear