14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 9 HAZİRAN 2013 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Korku Tavanı Delindi!.. Onuncu Yıl Marşı... “Bıkmadın mı ey ihtiyar” diye yazmış mektubuna başlarken. Durup dururken tutmuş bana göndermiş. Üstelik de kendi yazdığı şiirlerle birlikte... Bilirim Türk ulusu şair bir millettir. Şiir yazmayan yoktur. Kimileri saklar, kimileri dergilere gönderir. Bir bölümü yayımlanır, geri kalan çöpe atılır. Bile bile şair olmadığını, yine de şair olmaya kalkışanlara gülmek isterim. Daha çok acımak, üzülmek... Hem en kolay, hem de en zor bir iştir şiir yazmak. Sayısız insan girişir, uğraşır, sonunda boş yere zaman harcadığını anlar. Bilmem sahiden anlar mı? “İhtiyar”... Aynalara çoktandır bakmıyorum. Duvarda gençlik, orta yaşlılık resimlerime dalıp gittim. Anı dediğimiz bir duygusal andır. Yıllar sular gibi akıp gitmiş, uzaklardan değil yakınımızdan, ayaklarımızın altından. Tek tek anımsamakla sorun çözülmüyor. İhtiyarlık ise büsbütün seni o günlere sürüklüyor. Cumhuriyetin kurulduğu 1923’ten beri baş savunucularından biriyim. Nerdeyse koruyucularından. Evet, muhtacı himmet bir duruma düştü Cumhuriyetimiz. Bir on yıl sevinçlerle, coşkularla yaşadık. “On yılda milyonlarca genç”tik de ondan... Ne oldu o milyonlara? Dağıldı mı, dağıtıldı mı? Yüzlercesi, binlercesi cezaevlerinde mi yoksa? Bu Mustafa Kemal gençliğini yok etmek için daha ne yapmaları gerek. Dindi, imandı, gelenekti gibi aldatıcı yanılgılarla uyutmak ne zamana kadar? “Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan / Bize korkmak yakışmaz / Türk önde Türk ileri” marşını ilkokulda öğrendik. Yetmişlere, seksenlere varıncaya kadar yaşama rehberimiz oldu. Ben doksanlardayım. Onuncu yılda daha ilkokuldaydım. Turgut Bey adlı bir üniversite öğrencisi hocamız vardı. İlk oydu bu marşı öğreten, günlerce hep birlikte bağıra bağıra söylediğimiz Onuncu Yıl... Bir yazımda da ne demiştim. “Ben onuncu yıldayım.” Kırk, elli, altmış yıl geçse de ben ve benim kuşağım onuncu yıldadırlar. Bir dönüm noktasıydı. Ama çok geçmedi, onuncu yılın karşısına gerici, tutucu, kötü niyetli kafalar çıkmaya başladı. Yok ettiler Onuncu Yıl bayramını. Hiç duydunuz mu bu güzel marşın sokaklarda, meydanlarda söylendiğini. Bakın ne demiş AKP’li bir bakan: “Bırakın, bu Onuncu Yıl Marşı’nı, önemli törenlerde, açılışlarda mehter havası yetmiyor mu?” Mehter denen durum, Demokrat Parti’nin maziyi canlandırmak için geçmişte kalan birtakım töreleri yaşatmaya çalışması. Gide gide Türk toplumunun canlılığını, kişiliğini yitirmesi, köhnemiş bir batağa saplansın istenmesi... Günler, yıllar geçip gidiyor. Bu bataklıklı yolda hâlâ yürütülüyoruz. Bir kurtarıcı, bir aydınlık yol gösterici de yok, çıkacağı da yok... İşte Atatürk’ün o anlamlı sözüyle “İşte manzarayı umumiye”. “Algı yönetimi ile topluma yaşananları yüksek sesle aktaranlar, süreci normal gibi göstermeye çalışıyorlar; ancak toplumun gerçek algısı fısıltılarda toplaşıyor. Telkinlerle yaygınlaştırılmaya çalışılan yanlışa rağmen, toplum doğruyu terk etmiyor... Fısıltıların uğultuya dönüşeceği, uğultuların da kulakları sağır edeceği noktaya doğru ilerliyoruz…” Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN “A nadolu’da bir köylü çömeldiği yerden kalkarken topraktan güç alarak kalkar; bu yaşananlar da aynı böyle” demiş Cüneyt Arkın. Kesilen birkaç ağaç etrafında yeşeren fidanlar gibi ortaya çıkan gençlerin etrafında toplanan, bugüne kadar sesini çıkaramayan kişi ve güç odaklarının duruşunun da özeti gibi bu sözler. Kaybedecek bir şeyleri olanların kaybedecek bir şeyi olmayan, ancak gelecek kaygısı taşıyan çocuk ve gençlere tutunarak ayağa kalkışlarının özeti… Herkes için alınacak dersler var... Bu ilk kez yaşanan geniş, halk tabanlı, lidersiz, partisiz, örgütsüz, kendiliğinden gelişen ayaklanmadan. Ellerinde bayraklar, dillerinde Mustafa Kemal. Sokaklar, caddeler uzun süredir hak ettiği biçimde kutlanmayan 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim kutlaması gibiydi. “Neredeydiler daha önceleri” diyordu birileri? “Ne çokmuşlar…” diyen şaşkın, yaşı ileri ruhu gençler… Birden gençleşti sokaklar, caddeler, aydınlanıverdi ortalık…Tek tek zannettiklerimiz birlik olmuş, hepimize ders verircesine cesur, yürekli, kararlı, bilinçli, muzip, nüktedan, akılcı mesajlar veriyorlardı. “Çocuklarla çocuklaştık, gençlerle gençleştik, direnişleriyle dirildik!..” Rehberimiz Atatürk’tü; çocuklara emanet ettiği egemenlik, gençlere emanet ettiği Cumhuriyet, emanetin sahiplerinin ellerindeydi sıkı sıkı… “Öncümüz, liderimiz gençler ve çocuklar artık… Atatürk’ün ülkeye bıraktığı aydınlığın meşalesi gençlerimizin elinde; düştük peşine yeniden aydınlığın, egemeniz, yürekliyiz, biriz, beraberiz ve yine yeniden ulusuz!..” Ne zaman bir özgürlük havası esse birileri devreye girmiştir hep. Polisle halkı karşı karşıya getirmek çok tehlikelidir. Türkiye’nin bu noktadan sonra diyaloğa her zamankinden fazla gereksinimi var. Kendisine oy vermeyeni ötekileştiren bir mantık, yanına aldığını iddia ettiği berikini sopa gibi gösteriyorsa, toplumu kamplaştırıyor, bölüyor demektir. Türkiye uzun bir süredir bu ayrıştırılmayı solumaktan rahatsız. “Toplumun çok farklı kesitlerini bir araya getiren bu hareketin en önemli ayrıntılarından biridir ayrıştırılmaya tepki.” Çünkü biliniyor ki, iktidar gücünü kendisinden çok ötekileştirilen, ayrı başlıklarla karşıtlaştırılarak eritilmeye çalışılan bölünük yapıdan alıyor. Kendisi olarak, iddia ettiği gibi toplumun yarısı değil. Tabelası kalan sistem partilerinin içinden kaçanları toplayarak yürüttüğü siyasetin sonuna gelindi. Ve en önemlisi: “tutukluluklarla baskılanıp korkutulan ve korku dehlizine itildiği düşünülen toplum, korku tavanını deldi.” Daha önce fısıltılarla konuşan, görünür olmaktan ürken, dinlendiğini düşündüğü için kendi haberleşmelerine sansür koyanlar, açılan delikten kafasını çıkarmak için birbiri ile yarışır hale geldi. Sokaklar sloganlarla inliyor, tencere ve tava sesleri kulakları sağır edercesine çalınan korna seslerine karışıyor, ıslıklar ve düdüklerle geriye çağrılıyor uzun süredir mahrum bırakıldığımız özgürlük. “Karanlığa karşı bir duruşu var artık milyonların.” Olağan olmayan bir süreçten geçiyor Türkiye. Tezler yazılacak 90 gençliği üzerine, kitaplar yazılacak… Birkaç güne ne kadar çok malzeme yığıldı; görünmeyenler görünür, duyulmayanlar duyulur oldu. Türkiye’nin yarısını mahkemeye vermek gerekecek çizilen karikatürler, atılan sloganlar ve yapılan mizahlar için… Uyarmıştık “Tıkanmışlık” başlıklı yazımızda: “Kendisinden daha akıllı olduğu düşünülen birilerinin kendisine sürekli akıl vermeye memur edildiği bir toplum, ‘akılsız’ yerine konulmuş demektir... Ülkedeki bugünkü siyasal iklim, toplumun gerçek iradesinin yansıtılmasına engeldir; ancak siyasetin ve siyasetçinin tıkanmışlığı, doğrudan ifade edilemeyen bu iradenin gücünün göstergesi olmuştur. Akil adamlar projesi, hükümetin ‘ben yeterli olamıyorum, destek güce gereksinimim var; kadrolarım yetersiz...’ açıklaması olarak kabul edilebilir.” “Fısıltılar” başlıklı yazımızda da diyorduk ki; “Son on yıldır, toplumu baskılayacak çeşitli taktikler uygulanarak yönetilen bu süreç normalimiz gibi yansıtılmaya çalışılıyor. Algı yönetimi ile topluma yaşananları yüksek sesle aktaranlar, süreci normal gibi göstermeye çalışıyorlar; ancak toplumun gerçek algısı fısıltılarda toplaşıyor. Telkinlerle yaygınlaştırılmaya çalışılan yanlışa rağmen, toplum doğruyu terk etmiyor... Fısıltıların uğultuya dönüşeceği, uğultuların da kulakları sağır edeceği noktaya doğru ilerliyoruz… İzleyerek ve gözetleyerek denetlediklerini ve baskıladıklarını düşündükleri toplumun gerçeğini, izler ve gözetlerken kendileri de görüyor olmalılar ki baskıyı giderek arttırıyorlar.” “Sayın Kılıçdaroğlu’na Açık Mektubumdur” başlıklı yazımızda da “Haksız tutukluluklar, hukuk devletinin yasa ile yok edilişi, devletin temel çatısını ortadan kaldıracak anayasa çalışmaları, ayrılıkçı söylemlerin yayılışı, kimliklerin ortaya saçılışı üzerinden yürütülen ulusalcılık karşıtı politikalardan, özelden kamu sektörüne kadar mali denetim yolu ile kurulan baskılardan, toplumsal yaşama müdahale eden düzenleme ve fiili uygulamalardan yılmış olan toplumda muhalefet özlemi çığ gibi büyüyor” diyorduk. Şimdi, “korku tavanı delindi, bundan sonrası öncesi gibi olamaz.” Herkes ders çıkarmalı, toplumun sesine kulak veren, demokrasiyi kendi diktasına yol açmak için değil, toplumun sesine kulak verecek şekilde algılayan “yeni bir yönetime acilen gerek var” diyorum. Bu mesaj, yalnızca iktidara değil, giderek kitlelerin beklentilerini okuyamaz hale gelerek bu toplumsal tepki birikimine dolaylı katkı koyan, iktidarın yanlışlarını görmek ve göstermek yerine, açılan çatlaktan yanlış yöne akıtılan suyu takip etme yanlışına düşen muhalefete… “Genç dirilişi doğru okumak zorundayız…” Aksini düşünmek bile ürkütüyor… Taksim’den Nereye? Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin geleceği, virajlar, geri dönüşler, savrulmalar ve sarsıntılarla dolu, demokrasiye doğru, zor ve uzun bir yolculuktur! HHH Bir siyasal ya da toplumsal olayın nereye gideceğine bakarken iki temel yöntem kullanırız: Birinci olarak tarihe bakarız: Benzer olayları araştırır, onlardan sonra nelerin olduğunu öğreniriz. İkinci olarak diyalektik mantığı kullanırız: Olayın arkasındaki etkenleri, bunların hangi karşıt güçleri harekete geçireceğini, tepkileri düşünürüz. Elbette bunları yaparken çözümlemeye çalıştığımız olaya doğru teşhis koymamız önkoşuldur: Yoksa benzer olayları yanlış zaman ve yanlış yerlerde araştırır ve yanlış sonuçlara ulaşırız. HHH Taksim Gezi Parkı Direnişi şimdiye dek alışılmış olan klasik örgüt gösterilerinden çok farklıdır… Bu nedenle de olaya “dış güçler”, “ABD elçiliğini basan teröristler”, “faiz lobisi”, “provokatörler”, “marjinaller”, “çapulcular”, “muhalefetin kışkırtması” gibi kavramlarla bakanlar büyük bir yanılgı içindedir! Bu gibi yaklaşımlar sadece eskide değil, Soğuk Savaş söylemleri olarak, “çok eskide” kalmıştır! Olaya sadece “Dijital Devrim” olarak bakmak da yanlıştır: Akıllı telefonlar, internet, Twitter ve benzeri donanım ve yazılımlar sadece bir araçtır bu olayda… Bir başka deyişle, olayın teknolojik altyapısını oluşturur ama ideolojisini açıklamazlar. Olay aslında uzun süredir dünyayı ve Türkiye’yi etkilemekte olan insanlığın üçüncü büyük devriminin, Bilişim Devrimi’nin değerleri olan özgürlükler, çevrecilik, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlar bağlamında ortaya çıkmıştır… Bu niteliğiyle, büyük devrimlerin habercileri, patlamaları veya dışavurumları olarak kabul edilen öteki olaylara benzer: Endüstri Devrimi için Bastille’in zaptı, Bilişim Devrimi için Berlin Duvarı’nın yıkılması gibi. Bundan sonra ne olacağını merak edenler, bu iki örneğe, Fransız Devrimi’yle sonrasına ve Berlin Duvarı’nı izleyen Küreselleşme sürecine baksınlar… O zaman sözünü ettiğim “demokrasiye doğru zor ve uzun yolculuğun” güzergâhını göreceklerdir! Somut olasılıklar, salıya!
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear