22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 17 MAYIS 2013 CUMA 14 Futbol sadece futbol değildir. Toplumsal, ruhsal ve kültürel manzaranın da röntgen filmidir. Bu filme küfür, tükürük, tekme, yumruk, taş, sopa, bıçak ve en beteri kan dahil her tür lekenin izi düşebilir! Geçen pazarki “derbi röntgeni”nde insanlık utancı bir cinayetin yanında bir de muz lekesi çıktı. Muzun toplumsal ve kültürel yaşamımızdaki yeri çok geniş ve derinlerdedir. Boza ile leblebi refakatinde içilme ve Vefa Lisesi’nin arka bahçesinde yetişmese de Şehzadebaşı filmlerinin öpüşme sahnelerinde hep dillerdeydi. Günümüz basbaritonu amigolarını kıskandıracak naralar atılırdı: “Eyi muuz!!.. Çeyreğe muuuz!” Muz, gerek formu gerek de menşei itibarıyla en çok referans verilen bir meyve oldu. FBGS maçında da ellerde ve dillerdeydi. En keskin taraftarlar en kestirme ve en edepsiz mesajları muz ile verebiliyor. Siyahi oyunculara tribünlerden muz sallandı. Taraftarlığın insanı körleştirebileceği bir kez daha ortaya çıktı. Beyazların icadı futbolun artık siyah sindirim rahatsızlıklarına sahip çıkmak FB yönetimin üstüne niye vazifeydi? 2 Bir başka maçta da taraftarın birisi rakip oyuncuya iri bir salatalık sallarsa FB yönetimi yine sahip çıkacak mı? 3 Ve o taraftar “Ben aslında, ‘hıyar!’ demek istemedim. Yanımda sürekli hıyar bulunduruyorum. Çünkü kendimi çok yalnız hissediyorum!” derse... 4 Bu savunmaya da yönetim sahip çıkacak mı? HHH Gencecik bir taraftarın öldürülmesi, milli iki futbolcunun sergilediği utanç verici görüntüler ve üstüne bir de FB yönetiminin “muzu sindirim sistemi için taşıyorum!” açıklamasına sahip çıkması... Futbolumuzdaki sistemik sindirim rahatsızlığının en son kanıtıdır. İktidar mı, kulüp yöneticileri mi, yoksa federasyon mu önlem alacak? Yoksa ortaklaşa köklü ve ciddi bir operasyon mu yapılacak? Artık bir adım atılsın. Yoksa muz sahnelerine, milletçe hıyar muamelesine maruz kalmaya devam! Hizmette sınır yok Adını söyleyip egosunu GDO’lamayalım. Laiklikten tornistan, ahir zaman şöhretlerinden biri şöyle yazmış: “Akil insanlar arasında cemaatten kimse yok. İyi ki yok. Olsa, bu da istismar edilecekti!” “Sersem dostun olacağına akil düşmanın olsun!” sözü herhalde bu tür durumlar ve muhteremler için. Yağcılık hizmeti uğruna okurunu yanıltıyor. İç Anadolu Bölgesi Sözcüsü Cemal Uşşak’ı es geçiyor. Oysa Uşşak’ın Gülen’i “temsil yetkisi”, örneğin Hüseyin Gülerce’den de Ekrem Dumanlı’dan da daha üstte ve üstün. Bunu da bari Cumhuriyet’ten öğrensin. Cemal Uşşak “Dinlerarası Kültürlerarası Diyalog” gibi “butik projelerin” fikir babası. Akil insanlar girişimi ile “süreç”in en önde gelen icracısı. “Artık Apo’ya bebek katili demek ayıp oluyor!” diyen kişi. (4 Mayıs 2013) Özetle... Hizmet’in “nevzuhur hizmetkârları” hem yandaşlık yapıp hem de hizmetin nimetlerinden yararlanma açgözlülüğü ile okurlarına yalan yanlış bilgiler veriyor. Düzeltmesi de ne yazık ki bize düşüyor! GÖRÜŞ YÜKSEL PAZARKAYA Röntgendeki Kan, Muz ve Hıyar Lekeleri derililer olmadan oynanamadığını göremeyecek hale gelmişlerdi. Zekâdan ve hayâdan yoksun muz sallama olayına, statta on binler, TV ekranlarında da yüz binler tanık oldu. “Beyaz tenli” olmanın bir marifet olmadığını sadece bu eylem bile ortaya koymuştu. Ama yine de ve nedense FB’li iki yönetici iki taraftarı da yanına alarak basın toplantısı yaptı. Taraftarın biri “sindirim sorunu” yaşadığını ve yanında muz bulundurduğunu açıkladı! Arkadaşı ise belli ki muzları soymak üzere yanındaydı! Ama birkaç soru yanıtsız kaldı: 1 Taraftar münasebetsizlikleri ile Terörün Kaldıracı Atatürk, antiemperyalistti. Bunun anahtar ilkesini, “Yurtta barış, dünyada barış” belgisiyle dile getirdi. Uygulamada bu ilke bir tarafsızlık ifadesiydi. Bütün uygar devletlere karşı aynı karşılıklı saygı, aynı mesafe. İkinci Dünya Savaşı koşulları değiştirdi. Savaş boyunca bu ilkeyi hayranlık uyandıran diplomasi ustalığıyla uygulamayı başaran İsmet İnönü, savaş sonunda ortaya çıkan koşullar karşısında, ya Stalin’in eski çar politikasına teslim olarak egemenlikten can alıcı ödünler verecekti. Ya da Batı’nın, bu Washington demekti, şemsiyesi altına girecekti. Gerçekçi bir üçüncü yol savaş dışında görünmüyordu. İnönü, Batı seçeneğine yöneldi. Bütün sonuçlarını göze alarak. Bu sonuçların en göze batanı, yurtta barış, dünyada barış ilkesinden Birleşmiş Milletler kararıyla da olsa, Amerika’nın kumandasında Kore Savaşı’na katılmakla verilen ödün oldu. Sonu gelmedi. NATO’ya katılmakla ödün kurallaştı, kalıcı oldu. Yine de barış ilkesi, bu çerçeve içersinde, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, baba Bush ile danışıklı Kuzey Irak’a girmek istemesine dek iyi kötü uygulandı. 1964 yılında İnönü, 1974 yılında Ecevit, Kıbrıs ve afyon ekimi konularında, Atatürk gibi kararlı, egemenlik haklarına sahip çıkabildiler. 1946 süreci bugün aşırı bir tırmanışa geçmiş görünüyor. Üstelik emperyalizmin böl ve yönet yönteminin taşeronluğunu üstlenerek. Bu ama aynı zamanda en temel cumhuriyet ilkesi olan “barış ilkesi”ni artık kesin olarak terk anlamı taşıyor. Sonu bilinmez bir maceraya sürüklenme tehlikesi büyük. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), “Arap Baharı” denilen sürecin çok öncesinden biliniyor. O zaman, Kuzey Afrika ve Ortadoğu diktatörlüklerinde özellikle genç nüfusu, “demokrasi havucu”nu uzatarak, kalkıştırmak büyük bir marifet değildir. Yeryüzünde hiçbir ülkeye dışardan demokrasi gelmemiştir. Demokrasinin özellikle içerde çerçeve koşulları vardır. Genelde ekonomik, eğitimsel ve kültürel koşullardır. Bu koşullara göre, demokrasiler ülkeden ülkeye görecelidir. Türkiye’deki “demokrasi” bunun somut örneği. Irak’taki dönüşüm de dahil, “Arap Baharı” denilen sürece baktığımız zaman, biraz “ulusal”, biraz “seküler” diktatörlüklerin, seçim yoluyla dini, mezhebi kullanan totaliter yönetimlere dönüşmekte olduğu görülüyor. Demokratik devrim diye alanları, sokakları dolduran genç ve aydın kesimlerin nefeslerinin kesildiği de çarpıcı bir gerçek. Bu dönüşümü destekleyen Batılı güçlerin ve Ankara yönetiminin, Suudi Arabistan’da, Körfez emirliklerinde de aynı özgürlük ve demokrasi taleplerini dile getirmemeleri anlamlı değil mi? Demek, buralardaki halkların özgürlük ve demokrasiye gereksinimleri yok. Suriye’de çıkartılan iç savaş başıbozukluğu, Irak’takine benzer sonuçlara gebe. Yani bölünmüşlük, etnik, mezhepsel kin ve düşmanlık, sonu gelmez bir terör süreci. Bu kaosun daha sonra Türkiye üzerindeki etkisini görmezden gelemeyiz. Emperyalizmin Suriye’den sonraki adımı ne olacak? Bu bağlamda barış süreci konusunda yer yer dile getirilen kuşkuları da anlamak gerekir. Elbette ve mutlaka barış. Hiç kimsenin burnu kanamasın. Ama bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü, deyimi şeytani bir gülüşle insanın aklına geliyor. Eski “teröristler” barışçı olurlarken, Silivri’de yıllardır yatanların “terörist” olduklarını kim kime anlatabilir. Umalım, barış süreci de, otuz yıldır terörün kaldıracı olan emperyalizmin, Suriye sonrasındaki adımına ilişkin, yeni bir oyunu değildir. Cemaat, Hizmet, Rahmet! Başbakana“Gülen ile görüşecek misiniz?” diye soruldu. İlahi ve tarihi bir vecize bırakarak ABD’ye uçtu. “Gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş?” dedi. Gök kim? Neyi simgeliyor? Yer kim ve ne ola ki? Ya yağacak olan? Hele de kabul edilecek / edilmeyecek olan da ne? HHH Başbakan’ın 6 sözcüklü vecizesi 6’dan fazla soru gizliyor. Hepsi de birbirinden gizemli ve esrarlı. Gülen– Erdoğan ilişkisine zaten akıl sır ermiyor. “Cemaat”ten vazgeçildi. “Hizmet” tedavüle sürüldü. Ki bu ilişkiler “seviyeli”, “hasbi” ve “ilahi” bir zeminde yürüsün. Tayyip Bey’in giderayak bıraktığı vecize de bu mesajı aldığının son kanıtı. Gülen’in vereceği “randevu”yu başbakan bir tür “Gökten yağacak” bir “rahmet”e benzetiyor. Ve bu “rahmet”i “yer”deki birisi olarak “reddetmesinin” mümkün olmadığını ilan ediyor. Başbakan’a hep “padişah!” diye saldırıyoruz. Ayıp ediyoruz. Sonunda kabul ve ilan etti: Ondan da büyükler var. Ruj izi Reklamı yararlı, kullanması zararlı... MERİÇ VELİDEDEOĞLU ‘Sınırsız Suçlama Kısıtlı Savunma’ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr “Ergenekon Davası” nın “14 Mayıs” Salı günü yapılan “297.” duruşmasında, “CUMOK”ların mahkeme salonunu doldurup taşıracağını ummuştuk “Simgesel Eylem Grubu” olarak... “İlk” kez, bu “son savunma” duruşmalarına giderken “sessizsedasız” olmaya başladık; “14 Mayıs” günü de öyle oldu, tıpkı bir hafta önceki “7 Mayıs” Salı günkü gibi... Sanırım hepimiz kendimizi tutmaya çalışıyorduk; çünkü “Silivri”de izlediğimiz “150”ye yakın duruşmada, “hukuk devleti”nde olması “gereken” bir “yargılama”ya çok uzun süredir “bir kez” olsun “tanık” olmadık, olamadık. Hadi bu “olması gereken”den vazgeçtik, hiç olmazsa kıyısından köşesinden “hukuk”a dayanan, “adalet” kokusu taşıyan herhangi bir “duruşma” da izlemedik. Geçen hafta “7 Mayıs” günü yılların (Aydınlık) yazarı “Hikmet Çiçek”, “son savunma”sını yaparken bir ara onca eleştirilip yerden yere vurulan “İstiklal Mahkemeleri”ni örnek vererek “Bu mahkemelerde de bir hukuk vardı!” dedi. Üç gün önce (14 Mayıs) Salı günkü duruşmada da sanık “Kemal Aydın”, “Ülke işgal altında olsaydı ancak böyle sorgulanabilir ve yargılanabilirdim!” diyerek “düşman hukuku”ndan söz etti pek haklı olarak. Aynı gün öğleden son ra da “milletin vekili” ve “Cumhuriyet”in yazarı “Mustafa Ali Balbay” da bu hukuksal durumu “Silivri düşman İmralı pişman” olarak dile getirdi. Bu “son savunma” duruşmalarında, “savunma”larını yapmaya başlayan sanıkların ilk sözleri “savunma hakkı”nın “kısıtlanması” na, “bir, iki saat” e “indirgenmesi” ne karşı çıkmak oldu. “7 Mayıs” günü “H.Çiçek”, “Suçlama sınırsız, savunma son derece kısıtlı” diyerek, bu “kısıtlama”yı bu davada “hukukun hukuk olmaktan çıkarılması”nın son örneği olarak gösterdi. Salı günü de “K. Aydın”, “savunma süresinin kısıtlanması evrensel hukuka aykırı”dır dedi ve “süre” isteyip yalnızca “suçlamalar”a “yanıt” vereceğini dile getirdi. “Balbay” da “savunma yapmaya hazırlıklı olmadığını” bildirip, “ancak bu kısıtlı süre içinde mütalaada hakkımdaki suçlamalara cevap vermeye çalışacağım” dedi. İnsan hiç olmazsa bu “son savunma” sürecinde, yargı heyeti böyle bir tutum içinde olmasa diye düşünüyor. Oysa mütalaada yer alan konular, değerlendirmeler, suç lamalar bir bir ortaya döküldüğünde bu “düşünce”nin de pek bir anlamı kalmıyor; “neden” derseniz, hep şaşkınlıkla izlediğim, “Gizli Tanıklar” olayına kısaca bir bakalım derim. “İddialar”ının kimileri mütalaada yer alan bu tanıklar, mahkeme salonundaki ekranda karartılarak görüntülenir, tanınmayacak bir “ses”le konuşurlar, “kod”larla adlandırılırlar. “7 Mayıs” günkü duruşmada “H.Çiçek” bir bakıma duruşmaları “çadır tiyatrosu”na çeviren bu tanıklardan uzunca söz etti. Şöyle: “Mütalaa ‘gizli tanık 17’, ‘gizli tanık Anadolu’, ‘gizli tanık Selçuk’, ‘gizli tanık İsmet’, vö’lerin ifadelerini aktarmaktadır. Peki diğerleri nerede? “Veli Küçük köpeklerimi zehirledi, atımı kesti” diyen (Gizli Tanık 15), “Kola içirdiler bademciklerimi aldılar” diyen (Gizli Tanık Akdeniz), “Saddam Hüseyin’in ajanını ilaçla uyuttum, çantasını aldım!” diyen (Gizli Tanık Aydos), “Cezaevinde başsavcının odasında birlikte rakı içerdik” diyen (Gizli Tanık Hisar), “Zar oynarım, yanık oynarım, pavyon âlemine katılırım” diyen (Gizli Tanık Poyraz) nerede?” diye sordu. Ardından da “Savcılar bir yıldan fazla bir zaman bu sözde tanıkların ‘akıl dışı’ beyanlarını bize dinletmediler mi? Mahkememiz çoğu kez bu tanıklara ‘soru sormamızı’ bile engellemedi mi; bunun yüzünden birçok sanığa ‘16 duruşma’ ya da ‘esas hakkındaki savunmaya’ kadar duruşmalardan ‘men’ cezası vermediniz mi?” sorusuyla salonda tam bir “sessizlik” oldu; ama sanırım soluk almadan susan “Kürsü”ydü, “heyet”ti... “Yargı heyeti” nin böyle “suspus” olduğu anlarda izleyicilerden zaman zaman, kürsü “susma hakkı”nı kullanıyor diye ses gelir; ama son zamanlarda burada “yanıt” geliyor, “Susma hakkı sanığa aittir” diye. Kuşkusuz bu davada sanıklar için en “zor” olan “suçsuz olduklarını ispatlamak zorunda olmaları, bırakılmaları”, tıpkı günümüz “şerri hukuku”nda “zina” suçlamasıyla yargılanan kadının, bunun “iftira” olduğunu söylediğinde mahkemenin “öyleyse ispatla” dediği gibi... “14 Mayıs” günü öğleden sonraki duruşmada “Balbay”ın; mütaalada yer alan “Cumhuriyet gazetesi” ile ilgili bölüm üzerine açıklamalar yaparken konuşmasını dolu dolu bir sesle “Ben gazetem Cumhuriyet için ölürüm!” diye bağlaması hepimizi duygulandırdı; not almayı bırakıp bir süre Balbay’ın ekrandaki görüntüsüne baktım durdum. Not: “19 Mayıs” ta saat 11.00’de Ankara Sıhhiye’de buluşalım. UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yetişkin 1 lerde, heye 2 can ve doyumun yalnız 3 ca çocuklar 4 la yaşanma 5 sı biçimin 6 de görülen cinsel sap 7 ma. 2/ Ta 8 vana asılan 9 lamba... Yeniçeri kışlası. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 3/ Başkanlık. 4/ 1 T U R P İ Z M P Osmanlı devletin 2 E C E D A İ R E de taşradaki nüfuz 3 M A M B O MO R lu ailelere verilen 4 P B E L D İ B İ unvan... Bir pey5 E T E K O K E Y gamber. 5/ Gözde6 R O T K S R O ki canlılık... SuçD suz, günahsız. 6/ 7 A N İ M A T O İ K A Z S K İ Cinsiyet... Şaşma 8 belirten bir ünlem. 9 S K O L A S T İ K 7/ Bir nota... Köpek... Gizli yer, köşe bucak. 8/ Bireyler arasında ortak simgeler sistemiyle gerçekleştirilen bilgi ve anlam alışverişi. 9/ İzmir’in Selçuk ilçesinin eski adı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Cinsel uyarılmada ve doyumda, alışılmışın dışında davranışlara ve özel nesnelere zorunluluk duyma. 2/ Musluk teknesi... Karışık renkli. 3/ Tıp dilinde ishale verilen ad... Bir seslenme ünlemi. 4/ Halk şairi... Eski dilde kış. 5/ Silindir biçiminde bir tür başlık... Melez, kırma. 6/ Maden eşya üzerine vurulan bir cins cila... Pasta hamuru. 7/ Nilüfer cinsinden birçok bitkiye verilen genel ad... Buzul kökenli blok kil. 8/ İlkel benlik... “Yerimi serin bucağa / koyun ocağa / Kafamı alın kucağa / Garip anam ağlar bir gün” (Karacaoğlan). 9/ Kazak başkanlarına verilen ad.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear