23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 NİSAN 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Saçılım AÇILIMLARDAN sonra sıra saçılmaya gelmiştir. Yani devlet yaşamını düzenleyen ne türlü kural varsa hepsini atlayarak yahut darmadağın edip etrafa saçarak büsbütün kuralsız davranmak. Oysa kuralsızlık devlet ciddiyetine sığmaz. Ama şu aşamada büyük güçlük, hakkında kural uygulanacak konunun doğru tanımlanmasıdır: Yani varılan bir anlaşma gereği, “PKK’nin silah bırakarak sınır dışına çıkmasını sağlamak” biçiminde. Konunun başlangıç aşamasındaki sorun, bu anlaşmanın niteliği hatta varlığıyla ilgili. nlaşma, eşit statülü gerçek ya da tüzelkişiler arasında kararlaştırılmış olsaydı, onunla ilgili güçlükler, konuşmalar ve tartışmalar yasal ve “meşru” yollardan aşılabilirdi. Ama şimdi karşılaşılan güçlük, eğer böyle bir anlaşma sahiden varsa onun taraflarının bir yanında Türkiye Cumhuriyeti devletinin görevlileri veya o devlet adına konuştukları söylenen birtakım kişiler ya da kuruluşlar ile öbür yanında iç ve dış makamlarca “terör örgütü” sayılan, ulusal ve uluslararası kayıtlara öyle geçen ama resmen tanınmayan bir varlık ve onun kurucusu olduğu söylenen kişiler yer almış görünmektedir. Hatta aynı güçlüğü daha da artıran bir etken olmak üzere “anlaşma” denen “şey”in tarafları arasında başka varlıklardan ve gerçek ya da tüzelkişilerden söz edilmektedir. Böylesine dengesiz taraflarla varılan bir “anlaşma”ya ciddi ve güvenilir denebilir mi? olayısıyla bilelim ki “silah bırakarak sınır dışına çıkmak”tan söz edilirken aslında olmayan, varsa da tam bilinmeyen, bilinse de geçerli ve bağlayıcı olup olmadığı kestirilemeyen bir metinden ya da bir soyutluktan söz edilmektedir. Böyle “hayalet” bir kavramla nereye kadar gidilir? Neyi, neresinden, nasıl tutacaksınız? Yoksa şaşkınlaştırılmış bir devletle alay mı edilmektedir? Üstelik şehit cenazelerinin unutulmaz acılarından, anaların gözyaşlarından, iyi niyetli insanların çabalarından söz edilerek. yleyse hiç değilse bundan sonrası için anlaşmanın tarafları arasında ciddiyet eşitliğine dikkat edilmelidir. Yoksa bu girişimin fiyaskosuyla yaratılacak hayal kırıklığı son derece kahredici olur. 17 Nisan Köy Enstitüleri Bayramı Sabahattin Eyüboğlu’nun sözüyle: “... Köy Enstitüleri ortanın solunda bir eylemdi. Onları yıkanlar da elbet ortanın sağındaydılar… Dışardan yıkanlar, bilerek bilmeyerek paranın uşaklarıydı. İçerden yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldular.” D 1 Prof. Dr. Ömer DEMİRCAN A Ö 935’te yurttaşların yüzde elliden fazlasını barındıran 400 ve daha aşağı nüfuslu köylere öğretmen yetiştirmek amacıyla, 17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri açıldı. Bu okullara yetenekli köy gençleri alındı. Birer işletme gibi örgütlenen o okullar kısa sürede kırsal aydınlanmanın, üretici yapılanmanın, çağdaş kalkınmanın kurumları oldular. Öğrenciler, aldıkları üretici eğitimle, “Tercüme Bürosu”nun “beyaz kitap”larıyla çifte kavrularak inandığını yapan, tuttuğunu koparan öğretmenlere, aydınlara, şair ve yazarlara dönüştüler. Haksızlığa karşı direndiler, ama olumsuz değişimlerden paylarını da aldılar. Çöken Osmanlı Devleti’nden Cumhuri yete kalan ekonomi tarıma dayalı, üretim yetersiz, araç ve yöntemler çağdışıydı. Nüfus on milyon dolayında, halk cahil, eski yazıyı okuyabilen yüzde 78, yazabilen yüzde 1 kadar; kadınlarda ise binde bir bile değildi. Osmanlı seçim kanununda yalnızca “erkek seçmen” adı geçiyordu. Yapılacak ilk nüfus sayımında “kadınların da sayılması”nı öneren Tunalı Hilmi’ye kimi vekiller saldırıp TBMM kürsüsünden indirmişlerdi. Bulaşıcı hastalıklar her yerde kol gezmekteydi. Eğitimli çağdaş aydın yok denecek kadar azdı. latacak arayışlar Köylüyü aydın Eğitimi örgütleyen ilk bakan Mustafa Necati (21 Aralık 1925 1 Ocak 1929) oldu. “Okullar, Halk Dersaneleri, Millet Mektepleri” açarak üretimi etkileyecek belli bir gelişme sağladı. O dönemde işedayalı eğitimöğretim üzerine yapılanma, araştırmauygulamalarla, İsmail Hakkı Tonguç’un 1926 yılında bakanlık okul müzesi müdürü olarak atanmasına bakılırsa, çıkış yolunun daha o dönemde belirlendiği anlaşılır. Mustafa Necati her yıl 3000 öğretmen yetiştirmeyi istemekteydi. Ancak tam uygulamaya geçileceği sırada, 1 Ocak 1929 günü bakan Mustafa Necati ansızın apandisitten yaşamını yitirdi. Yedi yıl gecikmeden sonra köylüyü aydınlatacak tarımsal üretimi artıracak arayışlar 1935’te yeniden başladı. Yükseköğrenim için yurtdışına gönderilen gençler de artık yurda dönmekteydiler. Nüfusu 400’ün üzerindeki yerler için 11.500 öğretmene gerek var dı; nüfusu 400’ün altında 32.000 köy ise okulsuz ve öğretmensizdi. Atatürk, “Eğitimde bağımsız bir yolda yürüme” buyruğunu verdi. Sorunun çözümü İsmail Hakkı Tonguç ile arkadaşlarına bırakıldı. Uygulama 1936 yılında 6 aylık “eğitmen kursları”yla başladı. Adaylar, askerlik hizmetini onbaşı ve çavuş olarak yapmış, köyde yaşayan gençler arasından seçildi. Onlar askerde gerçek uygulama etkinliğiyle öğrenme sürecinden geçmiş gençlerdi. O bakımdan eğitmen uygulaması bütünüyle özgündü. O kurslara 1937 yılında 5 yıllık köy öğretmen okulları eklendi. Denemelerle olgunlaşıp seçkinleşen EskişehirÇifteler örneği, Hasan Âli Yücel bakanlığında Köy Enstitülerine dönüştürüldü. Her köye okul yapılmalı, öğretmen atanmalıydı, ama onu karşılayacak ne kaynak vardı ne de yetişmiş öğretmen. Onun için, çok kısıtlı bir bütçe ile, Köy Enstitüsü öğrencileri uzmanlık gerektiren işler dışında kendi dersliklerini, yatakhanelerini, işliklerini kendileri kurdu. Günlük yaşamı sürdüren işleri sırayla kendileri yaptılar. Giysilerini, besinlerini, öteki gereksinimlerini olabildiğince kendileri ürettiler. Kısacası, öğrenme işlemi gerçek üretim süreçlerine bağlandı. Dersleri iş başında, iş aracılığıyla öğreniyor, becerileri gerçek uygulama ile ediniyorlardı. Çünkü köylerde görev yaparken yalnızca öğrencileri değil, halkı da eğitecek; kendilerine sağlanan araçlarla, verilecek tarla ve bahçelerinde uygulama yaparak öğrenciler ile yetişkin köylülere tarımda verim artırıcı yeni yollar gösterecek, sorunlar birlikte çözülecekti. Köy çocuklarının çok çalışkan ve dayanıklı oldukları gö rülünce, eğitimöğretim süresi altı yıldan beş yıla indirildi. Ancak gerçek uygulama 1946 yılı sonuna kadar altı yıl sürebildi. Kirby’ye göre, o dönemde ziraat okullarından hiçbirinin ziraat öğretmeni yetiştirecek bir hazırlığı yoktu. Yükseköğretim kurumlarının hiçbiri eğitim, uzmanlık konuları ve derslerle ilgili olmadığı gibi, Köy Enstitülerine egemen olan coşkudan habersizdiler. Üzülerek söylemek gerekir ki, Köy Enstitüleri hareketine karşı aldığı tutumda basının, özgür sayılmaya hak kazandığını gösterecek belgeler bulmak da zordu. Üstelik, sağlam bir eğitimin ancak sağlam bir ekonomi üzerine kurulabileceği gerçeğini zamanın Türk iktisatçıları gözden kaçırmışlardı. Mahalle Baskısı Devlete Egemen Olduğunda... Fazıl Say’a verilen ceza çok tehlikeli bir gidişe işaret ediyor: Demokrasiden, totalitarizme giden bir sürece! Devletin bütün organlarıyla, özellikle de yargısıyla, “mahalle baskısı” denilen, dini değerlere dayalı çoğunluk baskısına boyun eğdiği, alet olduğu bir rejime, demokrasi denilemez... HHH Öyle anlaşılıyor ki Fazıl Say, Hayyam’a atfedilen dizelerden dolayı değil, yine başkasının yazdığı şu sözleri retweet ettiği için ceza almış: “Bilmem fark ettiniz mi, nerede yavşak, adi, magazinci, şaklaban varsa hepsi Allahçı. Bu bir paradoks mu?” Aslında bu sözlerde bir paradoksa işaret ediliyor... Dinden çok, dini istismar edenlere yönelik bir eleştiri. Allah’a inananların böyle kötü olamayacakları, olmamaları gerektiği mantığı üzerine kurulu! Yine de mukaddes değerler üzerinden yapılan değerlendirmelerin bazı çevreleri rahatsız etmesi olağan... Ama bu rahatsızlık nedeniyle yargının devreye girip tartışmalı yorumlarla ceza vermesi, “mahalle baskısı” olayının yargıya ve devlete egemen olması, son derece tehlikeli bir gelişme! HHH Fazıl Say, “Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” diyen maddeye göre mahkum oldu. Fazıl Say’ın sözlerinden dolayı bir “kamu barışı bozulması” olayı yaşamadık... Ama yine de cezalandırıldı! HHH Olayı dünkü Hürriyet’te değerlendiren Mehmet Y. Yılmaz yazısını şöyle bitiriyordu: “Ve bu, her türlü düşünce sahibi insan için tehlikeli bir durumdur, işte bunun için bu konunun üzerinde duruyorum.” Evet, “Her türlü düşünce sahibi insan için tehlikeli bir durum”, “mahalle baskısının” mahalleden devlete yükseldiği ve yargıya da egemen olduğu süreçlerde ortaya çıkar... Demokrasilerde değil, ancak totaliter rejimlerde söz konusu olabilir! Türk eğitim devrimi sona eriyor 1942 yılında açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü 1947’de kapatılıp 21 Köy Enstitüsü ile ilgili yasa ve yönetmelikler yıldırım hızıyla değiştirilerek bu Türk eğitim devrimi sona erdirildi. Köy Enstitülerinin neden kapatıldığını soranlara İnönü: “Olaylar öyle gelişti ki, …artık Köy Enstitülerini eski ruhuyla sürdürmek benim elimden çıktı” diye yakınır; “Hukuk fakültesini bitirmişlerden öyle rapor almışımdır ki, bana eğer Türk köylüsünün tümüne okuyup yazma öğretilirse, ordunun başlıca özelliği olan kahramanlığının zayıflayacağı sakıncası bile yazılmıştır” bilgisini eklemeden de edemez. Sabahattin Eyüboğlu’nun sözüyle: “... Köy Enstitüleri ortanın solunda bir eylemdi. Onları yıkanlar da elbet ortanın sağındaydılar… Dışardan yıkanlar, bilerek bilmeyerek paranın uşaklarıydı. İçerden yıkanlar, bilerek bilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldular.” 1945’te Birleşmiş Milletler’e üye olduk. 1951’de NATO yönetimine alındık. Tiyatro Sahnesi Prof. Dr. Nail YILMAZ Dünyada çok şey başkalarının iradesi ile yürütülüyor. Bu güçler egemen güçler. Tabii ki ülkemiz de bu güçlerin kararlarından nasibini alıyor. Yaşadığımız pek çok şey dış güçlerin iradesi ile yürüyor. Neler bunlar: Barış süreci, Büyük Ortadoğu Projesi, petrol kaynakları, Doğu Akdeniz’in paylaşımı, hükümetlerin devrilmesi, yenilerin kurulması vs... Sadece Ortadoğu halkasına bakalım. Türkiye İsrail Suriye Irak Kuzey Irak Katar Suudi Arabistan Mısır İran, AKP PKK Hamas FKÖ Esad Barzani Ahmedi Nejad Müslüman Kardeşler Özgür Suriye Ordusu… Hepsinin tiyatroda görevleri var. Sırası gelen giriyor çıkıyor, ilerisi için yer ayırtıyor. Getirisi veya götürüsü; bazen bilinmeden başlıyor veya başlatılıyor. Bazen istediğini alıyorsun. Bazen alamıyorsun. Bazen 1 koyup 3 alacaksın ile kandırılıyorsun. Sonunda 1 koyup 3 daha veriyorsun. Yani dünya bir tiyatro, bölgemiz ‘drama’sı daha bol olan bir tiyatro. Bu tiyatro sahnesinde oynamak çok dikkat gerektiriyor. Bazen açık, bazen yarıaçık, bazen kapalı... Sıkıntılı günler yaşıyoruz. Akıllı siyasete, ekonomik güce, uygun stratejiye, komşuluk ilişkilerine ihti yaç var. Çuvalı başımıza geçirmek için fırsat kolluyorlar. Gençlerimizin çoğunluğu büyüklerinin ve kendilerinin ilgisizliği nedeniyle bilmeseler de Osmanlının parçalanışı ve paylaşımı hepimizin akıllarında... Petrol için çıkarılan savaşlar ve neticede cetvel ile çizilen sınırlar. Bazılarının alışkanlıkları maalesef devam ediyor. Kocaman imparatorluğun içindeki birçok insan birbirlerine düşürüldü. Ermeniler ile yüz yıldır yaşadıklarımız ortada. Şimdi Kürtler ile yaşadıklarımız sahnede… Kürt vatandaşlarımız çok kritik karar verme arifesindeler. Çıkarlarının, mutluluklarının ve varlıklarının nedeni ne gerektiriyor? Hangisi en hayırlı?.. Bu kararı verecekler. Şimdi akil insanlar ne diyecek, neler üretecek birlikte göreceğiz. Bu tabloda karar verirken yine büyük devletlerin oyununa mı dahiliz diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Siyasilerimizin sıklıkla tekrarladıkları gibi biz de büyük devletiz. Tam ispat etme zamanı... Büyük devlet isek büyüklerin çıkarları ile örtüşmemiz gerek. Ortak plan, ortak çıkar önemli. Ancak tartışma konusu vatandaşlarımızı üzmemek koşuluyla. Bazen büyük sıkıntılar büyük yaralar getirebilir. İspat zamanı... Herkesi olmasa da çoğunluğu mutlu etme zamanı...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear