02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
8 ŞUBAT 2013 CUMA HABERLER CUMHURİYET SAYFA 7 Kıran kırana geçen felsefe toplantılarında Tanrı ve din çapraz sorguya alındı hayalperest Assos’ta önüm arkam, sağım solum kocaman felsefe öğrencileriyle doluydu Peygamberler miydiler? ? Toplantı devam ediyor. Konuşmacılardan biri, “Hayal etmek, görünen gerçekliğin dışına çıkıp yeni bir gerçekçilik kurmaya çalışmaktır, din oluşumunun temelidir” diyor. “Peygamberler yeni bir toplum, yeni bir düzen hayal etmişlerdir ve bunu hayata geçirmeye çalışmışlardır. Peygamberler şairlere benzerler, peygamberlere vahiy iner, şairlere ilham gelir.” Doğrusu bu sav beni oldukça düşündürdü. Gerçekten peygamberler birer toplum mühendisi gibi, içinden çıktıkları toplumları bambaşka bir ahlaki düzene ve dünyayı herkesin eşit olduğu bir dünya cennetine dönüştürmeye çalışmışlardır. Yalan söyleme! Çalma! Komşuların açken sen tok yatamazsın! Diline, eline, beline sahip ol! Herkesi Tanrı’nın bir kulu olarak kabul et! Kıskançlık ve oburluk en büyük günahtır! Sadakat hayatın temelidir! Düşünün köleliğin olduğu bir çağda bunları söyleyen bir hayalperest! Kabul, peygamberlerle şairlerin bir akrabalığı var! Sadece şairlerin mi, bütün bilim adamlarının, yaratıcıların, kâşiflerin peygamberlerle akrabalıkları var! Tanrı’nın yeni adı zeki tasarımcı IŞIL ÖZGENTÜRK Felfese toplantılarına katılmak için gelen her yaştan, her meslekten insan karşısında şaşkın ördek durumuna düştüm. Toplumların afyonu din ? Tartışma aralarında, bu ülkenin muhteşem insan manzaraları gelip beni buluyor. Reyhan Bey, beyin cerrahı, Eskişehir’de oturuyor, Assos’a ilk kez geldiği için Aristo’nun topraklarında kırk beş dakika dolanıp durmuş. Elinde kâğıt kalem, konuşmacıların her sözünü kayda geçiriyor. “Bu ne hal” diye soruyorum. Meğer Reyhan Bey, felsefe öğrencisiymiş. Açık öğretimde okuyor, üçüncü sınıfta. Lisede fen okuduğu için felsefe okumamış, tıpta da yok. İçinde kalmış, ellisini devirince vakit bu vakit demiş, felsefe öğrencisi olmuş. İnatla “Okullarda adam gibi felsefe okutulsaydı şimdi hepimiz daha mutlu bireyler olurduk” diyor. Reyhan Bey, 79’lu, Hacettepe’den mezun, en zor yıllarda öğrencilik yapmış. “Benim bu devletten alacağım var” diyor. “Sevgilimle bir pastanede oturamadım.” Şimdi acısını çıkarırcasına, kıyıda oturmuş, önünde bir tek rakı, ahtapot ızgara, usuldan demleniyor.Ve konuşmacıların sesi uzaktan duyuluyor. Karl Marx sesleniyor: “Din toplumların afyonudur.” Ortaya bir tartışma konusu atıyorum: “Belki de afyon iyidir. Böyle tüketim hayvanı olacağımıza, mızmız afyonkeşler olmak daha insanidir.” Hayda tartışma başlıyor, hay Allah yerim az. İnsan daha vicdanlı yapılabilirdi ? Felsefenin ana meselesi hiç kuşkusuz her şeyi sorgulamaktır. Eh konu da Tanrı ve Din olunca doğal olarak iki gün boyunca din ve Tanrı adeta çapraz sorguya alındı. Ve ben ülkemde böylesine açık, korkusuzca Tanrı var mıdır yok mudur sorgulaması yapılmasından mutluluk duydum. Geleceğe güvenim tazelendi. Ve tabii çok şey öğrendim. Efendim, özellikle Amerika’da evrim teorisine karşı olanlar, son ‘big bang’ deneylerinden sonra evrimcilere saldırmaya başlamışlar. Tamam buraya kadar geldiniz ama acaba maddeyi ateşleyip, dünyayı yaratan kimdi? Ve Tanrı’ya yeni bir ad bulmuşlar: “Zeki tasarımcı.” Yani öyle bir tasarımcı var ki, her şeyi tasarlıyor. Ve Amerikan okullarında veliler “Biz çocuklarımıza evrim teorisinin öğretilmesine karşıyız, biz zeki tasarımcıya inanıyoruz, bu insan hakları açısından özgürlüğün kısıtlanmasıdır” diyerek dava açmaya başlamışlar. Ben bu “zeki tasarımcı” kavramını günümüze çok uygun buldum. Malumunuz “tasarım” günümüzde var olan bir meslek. Eh, Tanrı’yı da çağdaşlaştırmak gerek. Yani şimdi ortaçağda tasarım mı vardı? Tartışmanın bir yerinde bu “zeki tasarımcı”nın insanı mükemmel yapmadığı söylendi. Toplantıya katılanlardan biri, “İnsan daha nasıl mükemmel olabilirdi, ne yapsaydı, kanatlarımız mı olsaydı” diye bir soru yöneltti, verilen yanıt bence tüm toplantının en önemli yanıtıydı: “İnsanı daha vicdanlı yapabilirdi.” Vicdan nasıl oluşur? Felsefenin diğer disiplinlerden yardım almasını gerektiren en önemli konulardan biri, tabii ki vicdan duygusunun nasıl oluştuğudur. Felsefe bu konuya kendi sınırları içinde pek bir yanıt bulamamıştır. Bu da felsefenin gerçekliği. Örneğin yapılan araştırmalar, Irak’ta kadınlara tecavüz eden, insanları öldüren, işkence eden Amerikan askerlerinin aslında iyi birer aile babası, dost canlısı ve Tanrı’ya inanan insanlar olduklarını göstermiştir. Gene aynı şekilde, Yugoslav iç savaşı sırasında can ciğer komşuların birbirini öldürdüğü, felsefenin anayurdu Almanya’da çoğunluğun Nazilerin soykırımına seyirci kaldıkları yaşanmış gerçekliklerdir. Bu insanı en çok insan yapan vicdan nedir? Din, vicdan duygusu için yeterli midir? Örneğin bir konuşmacı, Musevilik ve İslam dininin yapısı gereği çok dünyalı olduğunu, felsefesi olmadığını, bu nedenle gerçek vicdan duygusunun daha çok Hıristiyanlık ve Budist öğretide aranması gerektiğini söylediğinde, sert eleştiriler aldı. Artık eski inanmışlar yok Ve tartışmalar neredeyse Tanrıtanımazların (Ateistlerin) ahlaksız olduğuna gelip dayandı. Toplantıda bulunan, herkesin birbirine Merve Kavakçı’nın eski eşi olduğunu fısıldadığı, Has Parti’de çalışmalar yapmış ortopedi uzmanı Cihangir İslam, “Ateistlerin bir nesil çok ahlaklı olabileceklerini ama nesiller geçtikçe bu özelliklerinin devam ettiremeyeceklerini” söyleyiverdi. “Ben kendini Türkiye Cumhuriyet vatandaşı ya da Türk olarak tanımlamıyorum, ben kendimi Müslüman olarak tanımlıyorum” diyen Cihangir Bey, ateistlerin ahlakını sorgulayınca, tabii sesler de yükseldi, o da toplantıyı terk edip korsan eylem yaptı. Deniz kıyısında bir Müslümanın asla ahlaksız olamayacağını anlatmaya başladı. Ben sustum. Çünkü Müslümanlık ve ahlak denince benim aklıma sadece Mardin’de N.Ç. adında 13 yaşındaki bir kıza arkadan tecavüz eden 24 kişiden birinin, dini bütün bir esnafın dedikleri gelir: “Kızım ben şeytana uydum, senin yaşında kızım var. Ramazanda gel karnını doyurayım.” Belki de toplantıda konuşmacı olarak bulunan hocaların hocası Uluğ Nutku’nun şu gözlemleri doğrudur: “Artık eski inanmışlar yok. Eski dindarlar yok. Onlar şov yapmazlardı, göz önünde bulunmayı sevmezlerdi, sessiz sedasız İslam dininin gereklerini yaparlar ve büyük bir hoşgörüyle çevrelerini aydınlatırlardı.” Evet artık eski inanmışlar yok. İslamın Tanrısı artık iki rekat namaz kılınca insanın günahlarını bağışlıyor. Hiçbir şey bu kadar kolay olmamalı. Herkesin Tanrısı kendine demişler, ben de bu memlekete tapıyorum! Şu dünyayı karınca kaderince dolandım ama bu memleket gibisi yok! 1 ve 2 Şubat günleri ışınlandığım Aristo’nun ülkesi Assos’ta öyle şaşırtıcı hadiselerle karşılaştım ki, bazılarını gerçeküstü dünyalar yaratma uzmanı büyük yönetmen Fellini bile akıl edemezdi. En iyisi baştan başlamak. 1 ve 2 Şubat günlerinde Assos’ta arkadaşım ve Assos’un bugünkü haline gelmesinde önemli katkıları olan Hilmi Selimoğlu’nun, harabe halini bildiğim, şimdilerdeyse avlulu şirin bir otel olan Nazlıhan’ında iki gün boyunca kıran kırana geçen felsefe toplantıları yapıldı. Hilmi Selimoğlu bölgeye Assos Tiyatro Festivali’yle başlayan maddi manevi desteklerini hiç aralıksız sürdürüyor. Dilerim hep sürer. Meğerse ben cahil kalmışım, Felsefe Sanat Bilim Derneği’nin Assos’taki felsefe toplantıları 13 yıldır yapılıyormuş, kış ve yaz yılda iki kez. Assos’a doğru yola çıkarken, kendi kendime böyle bir toplantıda “En fazla 30 kişi olur” demiştim, Assos’a indiğimde gördüğüm kalabalık karşısında resmen şaşkın ördek durumuna düştüm. Sadece kayıtlı iki yüzden fazla kişi vardı. Civardan günübirlik gelenleri saymıyordum. Şaşkınlığım geçince, hemen soruşturmaya, saymaya başladım. Salı günü bu konuda yazan Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök’ün de dikkatini çektiği gibi katılımcılar arasında kadınerkek eşitliği vardı. Bu tür toplantılarda daha çok kadınları görmeye alıştığım için, bu durum beni fevkalade hoşnut etti. Ayrıca gençyaşlı nüfus olarak da eşittik. Saçları kırlaşmışlarla, genç yüzleri pırıl pırıl parıldayanlar yan yana gelince tadına doyum olmayan bir manzara çıkıyor. Çoktandır görmeyi unuttuğumuz bir manzara. Gençler ne kadar coşkuluydu, yaşını başını almış olanlar nasıl da hoşgörülüydü. Türkiye’n i n h e r y e ri n d en gelmişlerdi. Mersin’den, Erzurum’dan, Tekirdağ’dan, İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmit’ten, Eskişehir’den… Her meslektendiler, doktor, öğretmen, işletmeci, şirket CEO’su, mühendis, tabelacı, felsefeci, öğretim üyesi… Ve tartışmalar başladı. Konu oldukça kışkırtıcıydı. Felsefe, Tanrı ve Din… Beni yakın diyorum, yakmayız diyorlar ? Kemal Bey, uzun beyaz saçlarını eliyle sıvazlayıp “Ben Felsefe Derneği’nin kurucularındanım ama alaylıyım” dedi. Anlamamıştım, açıkladı, dernekte hep felsefeciler, öğretim görevlileri varmış, o alaylıymış, bir tabelacı olarak bu işe gönül vermiş. 13 yıldır bir nefer gibi çalışıyor. Kemal Bey, tam Türkiyeli bir aydın. Bana kendisiyle ilgili öyle bir hikâye anlattı ki, ağzım açık kaldı. Kemal Bey gömülmek istemiyor. Yakılmak istiyor. İzmit Belediyesi’ne bir dilekçe vererek işe koyulmuş. Belediyelerin dilekçelere mutlaka yanıt verme zorunluluğu var. Kemal Bey’e de yanıt gelmiş: “Teşkilatımızda ölü yakım yeri bulunmamaktadır. Bu nedenle dilekçenize olumlu yanıt vermemiz mümkün değil.” Kemal Bey, ikinci bir dilekçe yazmış, bu kez de “ölü yakma tesisinin yapımı için bütçemizde gerekli para yoktur” yanıtı gelmiş. Bunun üstüne Kemal Bey, belediyeden durumu İçiçleri Bakanlığı’na iletmelerini istemiş, oradan da yanıt “bütçe yok” diye gelmiş. Bu kez belediyenin aklına çöpleri yakmak için kullanılan tesis gelmiş, mühendislere inceletip buranın ölü yakmak için yeterli olduğu belirlenmiş. Kemal Bey’e de “Seni burada yakarız” demişler. Kemal Bey, “Ben küllerimi isterim” demiş. “Tesiste kül ayırmak imkânsız” demişler. Bunun üstüne Kemal Bey idare mahkemesinde dava açmış, mahkeme belediye lehine karar vermiş. Kemal Bey davayı Yargıtay’a taşımış, Yargıtay’dan da aleyhte iki dönüş olmuş, şimdi İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açmaya çalışıyor. Ön başvurusu kabul edilmiş. Kemal Bey’e “Birileri bu işi para karşılığı yapmıyor mu” niye soruyorum. Yapan bir şirket varmış, 6.500 Avro alıyormuş. Yakılmak istiyorsun seni yakmıyorlar, cenazem camiden kaldırılmasın diyorsun, seni camiye sokup bir de üstüne namaz kılıyorlar. Bu arada camideki cemaat de kokteyl partideymiş gibi gülüp duruyor, arkandan dedikodun yapılıyor. Kemal Bey’in yanından “Bir gelişme olursa bana da haber verin” diyerek ayrılıyorum. Assos denizine son bir defa daha bakıp arabaya biniyorum. Yolda giderken Aristo’nun heykeli gözüme çarpıyor, vallahi de billahi de kıs kıs gülerek bizi uğurluyor. Hadi bakalım birkaç gece uykusuz kalıp düşünün, Tanrı var mı yok mu? Merve Kavakçı’nın eski eşi ortopedist Cihangir İslam aykırı sorularıyla herkesi topa tuttu (ortada). ? Önüm arkam, sağım solum kocaman kocaman felsefe öğrencileriyle dolu. Avukatlar, doktorlar, işletmeciler ikinci bir bahar keşfetmişçesine kendilerini felsefeye vurmuşlar. O da ne, ilkokuldan arkadaşım Fuat. Antep’te birlikte okumuştuk. O inşaat mühendisi oldu. Şimdilerde Umman’da koca koca köprüler yapıyor. Bir haftalığına Türkiye’ye gelmiş ve soluğu burada almış, dört yıldır sürekli geliyormuş. “Neden, ne oldu da felsefeye sarıldın?” “Işıl” dedi, “köprüleri yapabilmek için felsefe şartmış. İyi ki çok geç olmadan anladım. Ayrıca o ünlü iki şirketin CEO’su da burada. Tüm tartışmaları dikkatle dinliyorlar.” Vay canına, bu felsefe matematik gibi bir şey, herkese lazım. Oya ve Figen, ikisi de kimya mühendisliği okumuşlar. Okuldan sonra yolları ayrılmış, sonra ikisi de felsefe okumaya karar vermiş ve felsefe okulunda yeniden karşılaşmışlar. Öylesine şen şakrak iki öğrenci olmuşlar ki, bir ara ben de düşünmedim değil. Felsefe okumaya mı başlasam? Yakılmak isteyen Kemal Bey’e (uzun saçlı) belediyenin çöp yakma tesisi önerilmiş. Orada da külleri vermiyorlar. Bu felsefe herkese lazım
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear