14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 26 ŞUBAT 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gözaltı ile Tutukluluk “Seni gözaltına aldık.” Bu söz yeter. Nice aydınımız, askerimiz, sivilimiz gerçekte tutuklu olarak üç, dört, belki daha çok yıldır hapishane hücrelerinde... Nedir suçları? Belli değil. Daha doğrusu belirli bir suçla cezalandırılmış da değiller. “Sen tutuklusun, yat bekle!” Günler, aylar, yıllar... Prof. Mehmet Haberal bir cerrah, bir hoca, bir Kemalist... Niye içerde? Atatürkçüler de içeri atılıyorsa bunun sorumlusu kimdir? Mehmet Haberal’a kıyanlar kim? Bir üniversite kurmuş, ünlü bir hekim. Ama yıllardır hücrelerde!.. Kim yapıyor bunu? Bu ülkede yasalar var. Hangi yasa maddesine uymuş örneğin, Haberal’ın uğradığı ağır suçlama. O da yok ya? Kendi de bilmiyor, ama içerde yatıyor. Kendine benzer nice Kemalist gibi. Düşman mı var? Bu ülkede Kemalistlere acımadan kıyan kim? AKP’nin başbakanı mı? Sorsak o da bilmez ne diyeceğini! Hükümetin haberi olmadan yüzlerce insan aylar yıllar cezaevlerinde yatar mı? Ne bekleniyor? Kim bekliyor? Neyi bekliyor? Hepimiz bekliyoruz. Yalnızca birilerinin isteğiyle içeri atılmış olanları kim kurtaracak? Öyle biri yoksa!.. Ama bu ülkede bir hükümet var. Görüyor, biliyor, tanıyor, içeri atılan yüzlerce, belki daha da çok insanı. Gerçekte bir mahkumiyet kararı bile yok. At içeri bunları demiş birileri, atmışlar! Niçin bir milletvekili çıkıp da sormuyor, Haberal gibi adamlar neden yıllardır hapiste, diye! Hilmioğlu bir diğer örnek, hem hasta hem de yıllardır tutuklu. Bir üniversite rektörü!.. Ne yapmış da bu dört yıldır kapatılmayı hak etmiş? Hasta, sağlam, dinleyen yok! Tut kolundan at içeri! Ne soran var ne de yanıt veren! İnsanları yıllardır hapislerde yatırmaktan hoşlanan kim, kimler? Bunu soracak bizden başka biri yok mu? Biz derken sizler de, hepimiz de, tüm ulus da... Emek Hareketinin Krizi ve Çıkış Yolları Bir örgütü canlı tutan en büyük etmen hiç şüphe yok ki sendikal demokrasidir. Söz ve karar süreçlerinde alınan kararlarda, uygulanan politikalarda üyeler kendilerini görmek isterler. Bu olmadığında bürokratik sendikacılık egemen olur bu da beraberinde yozlaşmayı getirir. Hüseyin ÖZKAHRAMAN Eski CHP Bahçelievler İlçe Başkanı E meğin kurumsal temsilcisi ve sınıf örgütü olan sendikalar; çalışanların çalışma yaşamlarına ilişkin sorunlarını çözmek, ortak hak ve çıkarlarını koruyarak geliştirmek için kurdukları ve örgütlendikleri yapılardır. Bütün çalışanların siyasal görüşüne bakmaksızın din, dil, ırk ve cinsiyet gibi ayrım yapmadan bütün emekçileri kapsamında toplamak isterler. Ekonomik ve demokratik birer tüzelkişiliğe sahip sendikaların, evrensel ölçekte uzun ve çekişmeli bir mücadele tarihleri vardır ve kapitalizm ile birlikte ortaya çıkmışlardır. Kapitalizmin doğduğu 17. yüzyılda, işçi sınıfının yaşam koşulları bugünlerle kıyas edilemeyecek kadar ağırdı. Hastalıklar, iş kazaları, sakat kalma ve ölümler iş güvenliği ve iş güvencesinin olmaması, uzun çalışma saatleri, kaderleri ve kederleri aynı olan insanlar tüm zorluklara karşın ortak davranma eğilimlerini birleştirerek önceleri dayanışma dernekleri ve yardım sandıklarını kurdular. Bu yapılar zamanla daha da gelişerek ve örgütlenerek bugünkü manada sendikal hareketlere dönüştü. Sendikal hareketin doğuşu Sanayi devrimi sonrası önce İngiltere’de ortaya çıkan sendikal yapılar daha sonra ABD, Fransa ve Almanya’da da görüldü. Ülkemizdeki sendikal hareketin doğuşu ve tarihsel gelişimi Batı’daki gelişmelerle paralel gitmediği gibi hayli geriden takip ettiği de söylenebilir. Bununda sosyal, siyasal ve ekonomik nedenleri vardır. Askeri darbelerle sık sık kesintiye uğrayan demokrasimiz, hak ve özgürlük ihlalleri, örgütlenme önündeki engeller, yasakçı yasalar, özgür ve demokratik bir sendikal geleneğin oluşmasına engel olsa da DİSK’in kuruluşu ve 1980 öncesi mücadele süreci dışındaki zaman diliminde Türkiye sendikal haraketinin olumlu örnekler verdiği söylenemez. yısı azalıyordu. Dünya çapında bu sayısal büyümeye karşın 19601970’li yıllara oranla Fransa, ABD ve Türkiye gibi kimi ülkelerde sendikalı üye sayısı şaşırtıcı boyutta düşüyordu. İşçi sınıfının nicel olarak büyümesine rağmen sendikal hareketlerin gelişme gösterememesi sendikal bir kriz olarak değerlendirilmelidir. Bugün için sendikal hareketlerde bir kriz vardır. Bunun nedenleri de ciddi olarak araştırılmalıdır. Şayet bu nedenler doğru dürüst saptanırsa çözüm yollarında yanlışlığa düşme olasılığı da o oranda azalır. Mevcut dağınıklık her geçen gün artarak devam ediyorsa sendikal krizde giderek derinleşiyor demektir. Bugünün Türkiyesi’nde grev ve toplusözleşmelerde belirgin bir başarısızlık görüyoruz. Grev ve toplusözleşmeler bir sınıf örgütünün en hayati işlevlerinden birisidir. Hak aramanın bir aracı sayılan grev sayısında bir azalmayı hayatın her alanında görmek mümkündür. Sermaye doğası gereği grev kırıcılığı yapacaktır. Bu grev kırıcılığını yaparken de işyerlerini kapatmak ya da başka yerlere nakletmek gibi çeşitli yöntemleri kullanabilir. Bütün bunlar sermayenin başvuracağı durumlardır. Yalan ve demogojiler sınıf örgütüne karşı kullandığı argümanlarıdır. Burada önemli olan sendikal hareketin göstereceği direnç ve mücadele azmidir. Sermayenin tehdit ve şantajına karşın emek hareketinin grev yapmaktan çekinir hale geldiklerini bilmemize rağmen, sendikaların ciddi bir seçenek sunamamaları işçilerde bir güven bunalımı yarattığı açıktır. me bağlı tüm uluslarda ciddi bir sendikal kriz vardır ve içinde bulunduğumuz bu kriz de giderek derinleşmiştir. Ama ne yazık ki bu krizlerin doğru yönetilmediği ve doğru önderlik yapılamadığı da açıktır. Geleneksel sendikal anlayış bir çıkmaz içinde olup günü kurtarma babında düzenle daha çok bütünleşmeyi, sermayeyle daha çok uzlaşmayı düşünüyor. Halbuki Türkiye sendikal hareketinin geçmiş deneyimleri başta Kemal Türkler olmak üzere DİSK’in kuruluş aşamasından 80’li yıllara kadar sınıf ve kitle sendikacılığının ve direnişinin güzel örneklerini verdiler. “Çanlarına ot tıkayacağım” diyen bir çalışma bakanına karşı hiç susmadan genel grev çağrısı yaparak 1516 Haziran Büyük İşçi Eylemi’ni örgütlediler. Yeraltı Madenİş Genel Başkanı Çetin Uygur’lu Yeni Çeltek ve Aşkale direnişleri ve TARİŞ direnişi, DİSK’in kapılarını alabildiğine sol ve sosyal demokrasiye açan DİSK’in genel başkanları Abdullah Baştürk, Rıdvan Budak, Kemal Nebioğlu, Süleyman Çelebi ve Türkİş’e bağlı Havaİş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin gibi sendikal önderler unutulamazlar. Evrensel boyutta içinde bulunduğumuz süreç hem liberalizm hem de sol açısından bir sınıf örgütü olarak sendikaları yeniden tanımlama, işlevlerini yeniden anlatma gereksinimi vardır ve sendikaların, işçilerin, bugünkü yaşam süreçlerine ve politik arenaya daha fazla müdahale etmeleri gerekmektedir. Düne oranla bugün görev ve sorumluluk üstlenmek bir yurtseverlik görevidir. Ama ne yazık ki onları yöneten örgüt yöneticileri kendilerinin bir sınıf örgütünün temsilcileri olduklarını bildikleri halde dünün örgütlenme ve mücadele anlayışından ve buna uygun örgüt yapısını yaratmaktan hayli uzakta olup siyasal iktidarın sivil toplum örgütü kavramına uyum sağlayan bir noktaya savruldular. Devrimci Sağlıkİş Sendikası Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu’nun dediği gibi, “Türkiye’de sendikal hareketin krizi uzun süredir gündemde. Uzun bir aranın ardından SGK verilerine dayanarak açıklanan sendikal istatistikler, ücretli çalışanın sendikalı oranının yüzde 10’un altında olduğunu gösterdi. Bu durum kuşkusuz sermaye ve hükümet işbirliği ile işçi sınıfının sendikasızlaştırılması için yürütülen sistematik saldırıların sonucu. Ancak bizler açısından üzerinde durulması gereken diğer bu nokta da, değişen sınıf yapısını kavramakta zorlanan geleneksel sendikal anlayışın değiştirilmesi ve sınıf hareketinin bugün bu kuşatmayı ortadan kaldırması zorunludur”. Bugün daha geç olmadan geçmişin devrimci mirasını daha da fazla tüketmeden gelenekçi sendikal harekete karşı yeni bir devrimci örgütlenmeye ihtiyaç vardır. Başbakan’ın Dönme Hızı... Başbakan’ı dinlerken, dönmekten ben dahi şaşırıp yönümü kaybederim kimi zaman: “Neredeyim?..” “Burası neresi?..” “Demin bağıran bir bey vardı, o bey hani?..” dediğime göre... H Ki evdekiler yetişirler: “Kendine gel...” “Bak biziz...” “Portmantoya da ‘Beyefendi saygılar...’ deyip durma...” H Çok dönmekten... H Başbakan’ın dönüşleri YouTube’da eğlence oldu çocuklara... Tayyip Erdoğan ile Recep Erdoğan’ın dönüşlerine bakarsınız: http://www.youtube.com/ watch?v=IJt3pGaa7V0 H Dönme hızı yüksek... Teknolojide buna “yüksek devir” diyorlar... Nerede, ne zaman, nasıl duracağının belli olmaması ise... Demek ki o hızla insan istese de duramıyor... H Liderini izleyen bakanları, milletvekilleri, yardımcıları da benim gibi dönmenin etkisi ile yön kaybına uğruyorlar doğal olarak... Tam peşinden gidip “Sayın Başbakanımızın dediği gibi” derken... O dönüyor... Onlar sanıyorlar ki hâlâ orada... Sonra ara ki bulasın?.. Diyelim ki Başbakan “Terör örgütü ile görüştüğümüzü ispatlamayan şerefsizdir” deyince, Bülent Arınç da “Biz terör örgütü ile pazarlık yapacak namussuz ve şerefsizlerden değiliz” dedi ya... Gel de dön şimdi... H “Türklük” dönüşü mesela... Ya da “milliyetçilik” meselesi... Nasıl olduysa bu kavramlar bir anda Başbakan’ın başının üstünden, ayaklarının taa altına geçiverdi... Bu dikey dönüştür... Milletin dili ile: Ters taklak... H Belki söyledikten sonra düşünüyordur... Belki görüş sahibi olduktan sonra bilgi sahibi oluyordur... Ya da belki bildikten sonra öğreniyordur... Bilemeyiz... H Dönmeden bir dursa, soran çıkar ya... Duramıyor... Sonuç! Sendikal demokrasi Bir örgütü canlı tutan en büyük etmen hiç şüphe yok ki sendikal demokrasidir. Söz ve karar süreçlerinde alınan kararlarda, uygulanan politikalarda üyeler kendilerini görmek isterler. Bu olmadığında bürokratik sendikacılık egemen olur bu da beraberinde yozlaşmayı getirir. Gelenekçi sendikaların en belirgin zaaflarından biridir. Bu da işçi sınıfının kendi öz örgütünden giderek soğumasına ve uzaklaşmasına neden olur. Sınıf örgütleriyle siyasal iktidarlar hep çelişir. Sınıf örgütü, işçileri; siyasal iktidar da sermayeyi gözetir ve korur. İşçi sınıfının talepleri siyaset alanında gerektiği kadar yer bulamamıştır. Sendikaların, sivil inisiyatiflerden ve baskı gruplarından yeterince yararlandığı söylenemez. Başta ülkemiz olmak üzere emperyaliz Toplusözleşmelerde başarısızlık Gorbaçov’la başlayan SSCB’de değişim hareketi, emperyalizmin öngörü ve istemine hizmet ederken, Sosyalist Blok’un çözülmesine neden oldu. Dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de sendikal mücadelenin ivmesi giderek düştü. Böylece kapitalizmin bunalımına bağımlı olarak emek hareketinin ve dolayısıyla sendikal hareketlerin kriz süreçleri de başlamış oldu. Bir taraftan işçi sayısı artıyor ama diğer taraftan sendikalı işçi sa Edebiyatın Gizli Etkinliği… Nusret ERTÜRK S on yıllarda yaşadığımız en yıkıcı olay nedir? Bence, öğrencilerle, okullarla, oynanmasıdır. Edebiyat küçümsendi... Sanat, spor dersleri en aza indirildi. Felsefeye, sosyolojiye arka dönüldü. Bilimin, sanatın aydınlık, özgür yolu kesildi, geleceğimiz karanlıklara terk edildi. Bir ülke nin en değerli varlığı iyi yetişmiş insanlarıdır. O özellik, adım adım dinamitleniyor… Aydın Boysan’la sanatçı dostu ünlü işadamı Nejat Eczacıbaşı 1980’lerde karşılaşır. Nejat Bey, Boysan’ın davranışlarından, düşüncelerinden oldukça etkilenmiştir. Ay dın Bey’e sorar: “Üs tadım, siz İngiliz eğitimi mi aldınız, yoksa Fransız eğitimi mi?” Boysan’ın yanıtı şöyle olur: “Hayır efendim. İkisi de değil. Samatya Narlıdere’de büyüdüm. O zamanlar mahallemizde tiyatro vardı; Shakespeare, Moliere oynardı. Tramvaya binmez, yaya yürürdük, harçlıklarımızı biriktirir kitap alırdık. Durmadan okurduk. Elimizden kitap düşmezdi. Ben, o ortamda yetiştim.” Boysan, 1922 doğumludur. Çocukluğu, 1930’lu yılların sonunu gösterir. Yaşamları boyunca kitap okumayanlar, sanat solumayanlar hemen seçilir. Onların duruşları, bakışları sözcük seçişleri, seslenişleri farklıdır. Her şeyleri inceliklerden yoksundur. Edebiyatla yakınlığı olanın dilinde argo göremezsiniz. Sövgüyle arası hiç yoktur. Kültür diliyle konuşur, yazar. İnsanları daha iyi anlar. Onların sorunlarına karşılıksız çözüm arar. Kindar değildir. Günün olumsuz koşullarına karşın geleceğin güzellikler getireceğine inanır. Edebiyatı çocuklara sevdirecek, tanıtacak olan, ana babadan sonra öğretmendir. Öğretmen, hiçbir şey yapmasa bile okuma sevgisi, kitap okuma alışkanlığı verirse, o ölümsüz öğretmendir. Öğrenci de o güzel alışkanlığı ile yaşamın tüm güçlüklerini aşar. UNESCO’nun dünya gençliğine örnek gösterdiği Köy Enstitülerimiz, başka örnek özellikleri yanında okuma cennetiydi. Hangi okuldan Mahmut Makal’lar, Mehmet Başaran’lar, Talip Apaydın’ lar , Ali Dündar’lar, Osman Bolulu’lar yetişti? Özgür ortamda özgür okuma ile başarıldı bu iş. Demirtaş Ceyhun anlatmıştı: “Sanık, ben devletim adına, vatanım adına görev yaptım. Ben, çocuğuma ekmek yedirmek için devlet memuru oldum” diye kendini savunmaya başlayınca, yargıç hemen sözünü kesmiş: “Edebiyat yapma!” demiş öfkeyle. Dilinin altındaki ise “Yalan söyleme!”dir. Edebiyattan beslenmeyen birisi ancak böyle konuşur. Sokağa çıksak. Yüz kişiye sorsak: “Sizce en iyi arkadaş nedir?’ diye. Yanıtları merak ediyorum. “Bir kitap okudum, yaşamım değişti” sözünü duymuşsunuzdur. Ufacık bir kitabın etkinliğine bakar mısınız? Edebiyatın, ilk anda sezilmeyen, gözle görülmeyen bir birikimi vardır. Suyu emen süngerde su nasıl görülmüyorsa öyle. Gerektiğinde orta çıkar. Edebiyat, insanı adam eder… Bugün bunun eksikliğini her alanda, her adımda görüyoruz.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear