17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 10 ŞUBAT 2013 PAZAR [email protected] 10 PAZAR KONUĞU Emekli Büyükelçi Onur Öymen Başbakan Erdoğan’ın AB yerine ŞİÖ’ye girme önerisini topa tuttu Eski CHP milletvekili, emekli büyükelçi Onur Öymen Ankara’nın dış politikasının çelişkiler yumağına döndüğüne dikkat çekiyor. AKP’nin bir zamanlar büyük bir şevkle bel bağladığı AB üyeliği düşlerinin suya düştüğüne işaret eden Öymen, Türkiye’nin başına çökertilen terör belasının da Ankara’ya istenilen politikaların dayatılması amacından başka bir şey olmadığını söylüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir süre önce Rusya Cumhurbaşkanı Putin’e “Bizi AB’ye almıyorlar. Bari Şanghay Beşlisi’ne (Şimdiki adı Şanghay İşbirliği Örgütü ŞİÖ) alın” mealindeki sözlerini nasıl karşıladınız? NATO üyesi bir devlet olan Türkiye, ana kuruluş amacı NATO’yu denetlemek olan ŞİÖ’ye nasıl üye olabilir? O.Ö. Bir kere örgütün adı Şanghay Beşlisi değil. Örgütün 2001’den beri adı Şanghay İşbirliği Örgütü. Üstelik üye sayısı artık beş değil, altı. Bir de Başbakan “AB bizi almıyorsa biz de Şanghay İşbirliği Örgütü’ne gireriz” derken iki farklı yapıdaki örgütten söz ediyor. ŞİÖ daha çok güvenlik ağırlıklı. AB ise belli değerler sistemini savunan ülkelerin bir araya geldiği ve yeni yeni de güvenlik boyutu kazanmaya çalışan bir örgüt. NATO’dan farklı amaçlarla kurulmuş bir güvenlik örgütüne (ŞİÖ) Türkiye’nin girmesinin çok ciddi sıkıntılar yaratabileceğini ve Türkiye’nin NATO üyeliğini de tartışmaya açabileceğini düşünmek lazım. Peki, sizce AB’yle yaşanan sıkıntılar esas olarak nereden kaynaklanıyor? O.Ö. Bir kere müzakerelerin geciktirilmesi boyutu var. Bu doğru. Biz vaktiyle AB’nin Türkiye’ye uyguladığı çifte standartlarını eleştirdiğimiz zaman bunlar, “AB’ye karşı mısınız” deyip Brüksel’de CHP’yi şikâyet ediyorlardı. Hatta CHP’yi Sosyalist Enternasyonal üyeliğinden bile attırmaya kalkışmadılar mı? O.Ö. Onu da yaptılar. AB’nin esas boyutu değerler sistemidir. Değerler sistemi açısından baktığımız zaman Türkiye bütün AB üyesi ülkelerin sonunda geliyor. Bu anlamda AB de Türkiye’yi eleştiriyor. Türkiye bu eleştirilere cevap veremiyor. Her geçen gün de Türkiye demokrasi ve insan hakları standardını yıpratıyor. AB’den gelen eleştirilere Başbakan Erdoğan’ın tahammülü yok. O nedenle de ŞİÖ ismini bir kaçış olarak telaffuz ediyor. Yoksa AB’nin Türkiye’ye yaptığı yanlışlar, haksızlıklar, uyguladığı çifte standartlar, gereksiz geciktirmeler on yıldan beri sürüyor. Bunların hiçbirine tepki göstermedi. Bu yapılan haksızlıklara zamanında itiraz etmeleri gerekirdi. Bunu yapmadılar. Tam tersine içeride iyimserlik havası yarattılar. Gündüz vakti havai fişekler attırdılar. Ondan sonra da yapılanın yanlış olduğunu gördüler. Çünkü AB, Türkiye’ye gelene kadar ucu açık müzakereler sözünü hiçbir aday ülke için telaffuz etmedi. Bir de AB’nin hazırladığı bir raporda, Türkiye üye olursa Fırat ve Dicle sularının yönetimi uluslararası bir kuruluşa verilir, sözleri vardı. Sonra bu ne oldu? O.Ö. Bir kere bu hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bir durumdu. Biz bunu o zaman söyledik. Buna da tepki gösterdiler. Şimdi bu haksızlıkların üst üste gelmesi ve Türkiye’nin üyelik sürecinin fiilen askıya alınması belli ki Başbakan’ı fena halde rahatsız etmiş. Bir kere üç yıldan beri tek bir müzakere başlığı açılamıyor. Türkiye Hırvatistan’la aynı gün tam üyelik müzakerelerine başladı. O tarihten bugüne kadar Hırvatistan bütün müzakere başlıklarını kapattı. Bugün tam üye olma hazırlıkları içinde. Türkiye ise 35 müzakere başlığının daha 13’ünü açabildi. Bir de Kıbrıs yüzünden ambargolar var. AB Kıbrıs sorunu nedeniyle sekiz başlığa ambargo koymuş durumda. Fransa beş başlığa, Kıbrıslı Rumlar altı başlığa ambargo koydu. Bu ambargoların hiçbirini kaldıramıyoruz. AB’yle mücadele edemiyoruz. Çünkü hükümet bütün dikkatini Ortadoğu’ya, İslam ülkelerine vermiş. Çünkü Avrupa, Türkiye’nin gündeminde değil. Başbakan da zaten son birkaç gündür AB’den söz etmeye başladı. Sapla samanı karıştırıyor Ş B LEYLA TAVŞANOĞLU P O R T ONUR ÖYMEN R E İstanbul, 1940 doğumlu. Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi’nde, yükseköğrenimini AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaptı. Aynı fakültede savunma politikaları konusunda doktora yaptı. 1964’te Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Bakanlığın yurtiçi çeşitli kademelerinde ve yurtdışı misyonlarında görev yaptı. 19881990 arası Kopenhag büyükelçiliği yaptıktan sonra 19951997 döneminde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı oldu. 19972001 arası Türkiye’nin NATO Daimi Temsilciliği görevinde bulundu. 2002 ve 2007 genel seçimlerinde CHP’den Bursa milletvekili seçildi. Bir süre CHP Genel Başkan Yardımcılığını yürüttü. Haziran 2011 seçimlerinde milletvekili adayı olmadı. anghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olmak demek Türkiye’nin yörüngesinin değiştirilmesi demektir. Üstelik ŞİÖ’de Başbakan’ın kurtulmak istediği AB standartları yok. aşbakan’ı en çok rahatsız eden AB’nin değerler sistemine ulaşamaması, AB’nin en sonunda gelmesi ve bu konudaki eleştirilerin altında kalmasıdır. O nedenle de kedi ve ciğer meselesine başvuruyor. Tepkiyi talimatı verenlere gösterin Aslında ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin o sözlerinin Washington’da söylenmiş olması gerekirdi. Washington’da söylenmediğine göre demek ki ilişkilerin daha fazla bozulması şu aşamada istenmiyor. Bir de Başbakan’ın “Kıbrıs diye bir ülke yoktur” sözlerini nasıl karşıladınız? O.Ö. Kıbrıs konusu başlı başına yanlışlarla dolu. Bir kere Kıbrıs Rum tarafı Annan Planı’nda referanduma ret oyu verdi. Buna rağmen tek başına AB’ye tam üye oldu. Annan Planı referandumuna olumlu oy veren Kıbrıslı Türkler ise cezalandırıldı. Ambargolar sürdürülüyor. Yanlışlar burada. Bunları çok iyi anlatabilmemiz lazım. Ama gördüğüm kadarıyla Başbakan’ı en çok rahatsız eden AB’nin değerler sistemine ulaşamaması, AB’nin en sonunda gelmesi ve bu konudaki eleştirilerin altında kalmasıdır. Bu eleştirilere, “Haksızsınız” diyecek hali de yoktur. O nedenle de kedi ve ciğer meselesine başvuruyor. Yani kedinin ulaşamadığı ciğere pis demesi gibi mi? O.Ö. (Çok gülüyor) Evet, biraz öyle. ŞİÖ’yü iyi düşünmek lazım. ABD de vaktiyle ŞİÖ’ye diyalog ortağı statüsünde katılmak için başvurmuştu ama reddedilmişti. Diyalog ortağı olmak başka şey. Bizim Başbakan tam üye olmaktan söz ediyor. ŞİÖ’ye tam üye olmak demek Türkiye’nin bütün yörüngesinin değiştirilmesi demektir. Üstelik ŞİÖ’de, ayrıca İslam Konferansı Örgütü’nde (İKÖ), Başbakan’ın kurtulmak istediği AB’deki standartlar yok. Zaten o nedenle Başbakan İKÖ gibi örgütlerde rahat. Oralarda hiç kimse neden gazeteciler, akademisyenler, milletvekilleri hapiste diye sormuyor. Ama AB’de, “Bu kulübe girmek istiyorsan bu standartlara uyacaksın” deniyor. Yani Türkiye otoriter bir din devleti olma yolunda ilerlerken AB’nin standartlarını yakalayamaz. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone bizim yargı sistemini, gazetecilerin, komutanların, akademisyenlerin uzun tutukluluk süreleriyle hapiste kalmasını eleştirince AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik de haddini bilmesini söylemiş. Siz Bu tavrı nasıl yorumluyorsunuz? O.Ö. Aslında Ricciardone’nin bu sözlerinin Washington’da söylenmiş olması gerekirdi. Washington’da söylenmediğine göre demek ki ilişkilerin daha fazla bozulması şu aşamada istenmiyor. Bu eleştirileri iki boyutuyla değerlendirmek lazım. Bunun bir boyutu yargı, insan hakları, demokrasi. Artık insan hakları devletlerin iç meselesi olmaktan çıktı. Yani, “Sen ne karışıyorsun? Ben insan haklarını istediğim gibi ihlal ederim” diyemiyorsunuz. Bu konuda Türkiye uluslararası antlaşmalara imza atmıştır. Bir yandan Suriye’deki insan hakları ihlallerine karışıyorsunuz. Doğrudur. Çünkü bunlar Suriye’nin iç meselesi değildir. O nedenle başka ülkelerin de Türkiye’deki insan hakları ihlallerini eleştirmelerinden gocunmamak gerekir. Ricciardone’nin eleştirilerine geri dönersek... Tepkinizi büyükelçiye o talimatı verenlere göstermeniz gerekir. Burada başka bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’nin bugün en büyük meselesi terör. ABD Büyükelçisi, büyükelçiliğe saldıran terör örgütüne karşı birlikte mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor. Ama on beş gün önce de Türkiye’nin başka bir terör örgütüyle müzakere masasına oturmasını desteklediğini söylüyor. Burada bir çelişki yok mu? Üstelik o iki terör örgütü arasında çok yakın ilişki olduğu ortaya çıkmadı mı? O.Ö. O ilişki biliniyor. Birinin militanlarını öbür terör örgütü Kuzey Irak’ta eğitiyor. Yunanistan’da yayımlanan To Vima gazetesi Yunan 17 Kasım terör örgütüyle PKK ve DHKPC arasında çok yakın işbirliği olduğunu yazdı. Şimdi büyükelçi iki terör örgütünden biriyle mücadele edelim ama öbürüyle müzakere masasına oturalım istiyor. Burada bir çelişki yok mu? Kuzey Irak’tan PKK’yi tasfiye etmek için Barzani’yi bir kere eleştirmiş mi ABD? Topraklarınızda niçin bu terör örgütünü barındırıyorsunuz sorusunu sormuş mu? Hatırlayın, Kuzey Irak’a kara harekâtı yapıp PKK’nin tasfiye edilmesine karşı çıkmışlardı. Bizim Genelkurmay Başkanı, “Kuzey Irak’tan PKK’yi tasfiye edecek gücümüz var. Ama ABD’nin izin vermesi lazım” diyor. O zaman da adama, “Irak Amerikan mandası mı” diye sorarlar. Belli ki terör örgütünün tamamıyla tasfiye edilmesi istenmiyor. PKK ABD’nin siyasi amaçlarına yarıyor Peki, bu ne anlama geliyor? PKK’nin Türkiye’de bunca insanın ölümüne sebep olması ABD’yi çok mu memnun ediyor sizce? O.Ö. O terör örgütünün mevcudiyetinden belli siyasi amaçlar güdülüyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan beri bu bölgede bir Kürt projesi vardır. Bu zaman zaman rafa kaldırılır; zaman zaman da indirilir. İngiliz belgelerinden de biliyoruz ki amaç Irak petrolleriyle Türkiye arasında tampon bir Kürt devleti kurmaktır. Bunu hiçbir Türk hükümeti kabul etmez. O zaman da Türkiye’ye terör saldırılarının yarattığı baskıdan yararlanacaksınız. Yani doğrudan doğruya terörü yönlendirmek değil ama terörün Türkiye’ye bir baskı unsuru olmasından rahatsız olmuyorlar. Hatta terörle müzakere edilmesi isteniyor. Bu ne demektir? Terörün siyasi taleplerini büyük ölçüde kabul etmek demektir. Terör Türkiye’den devletin yapısını değiştirecek anayasal değişiklikler yapılmasını talep ediyor. Burada amaç bir taraftan terörist saldırılarla Türkiye’ye baskı yapmak, bir taraftan da müzakere yoluyla terörün taleplerini büyük ölçüde kabul etmeye zorlamak. Hangi ülke terörle müzakere ederek anayasasını müzakere masasına yatırmış şimdiye kadar? Türkiye’den başka hangi ülke bunu yapıyor? ABD’ye söyleyecek sözünüz varsa esas bunu söyleyeceksiniz. Neden, “El Kaide’yle müzakere etmiyorsunuz da bize gidin PKK’yle müzakere edin diyorsunuz” demiyorsunuz? Terör örgütlerine çifte standart İyi de ABD bir zamanlar hiçbir müttefikine terör örgütleriyle müzakere etmeyi tavsiye etmeyeceğini söylememiş miydi? O.Ö. Evet. Ama şimdi ne diyor? Terör örgütüyle müzakere edilmesini teşvik ediyor. Bir taraftan da Kuzey Irak’tan terör örgütünü tasfiye etmenize karşı çıkıyor. Bizim Başbakan da, “Silahlarını alsınlar. Türkiye’den gitsinler” diyor. Yani bu terör örgütünün Kuzey Irak’taki varlığıyla yan yana yaşamaya hazırsınız demektir. Onlar da şartlar gerektirdiği zaman yine sınırı geçip size karşı eylem yapacaktır. Hangi kanundan aldığınız yetkiyle bu teröristleri sınır dışına çıkmaya teşvik ediyorsunuz? Siz devlet olarak eli silahlı, suç işleyen teröristleri yargılamak değil mi göreviniz? Bunu yapacağınıza siz bunların sınırdan çıkmalarını istiyorsunuz. Bir kere böyle bir yetkiniz yok. Af mı çıkarttınız? Bütün bunlar çelişkiler yumağıdır. Peki, sizce muhalefet ne yapıyor? O.Ö. Esas olarak buna karşı çıkması gereken muhalefet hatta ana muhalefet partisidir. Ne yazık ki ana muhalefet partisinden de bu konularda tepki göremedik. Tam tersine İmralı görüşmelerine, anayasadan Türk kelimesinin çıkarılıp anayasal vatandaşlık gibi kavramların yer almasına sıcak baktığını görüyoruz. TBMM’de iktidar ve ana muhalefet rejimin esaslarının değiştirilmesi konusunda en azından ilkesel olarak farklı bir çizgide değilse bu, rejimin geleceği açısından çok ciddi sıkıntılar yaratır.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear