Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 3 EYLÜL 2012 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Terör Mahkemelerine Hayır! Yargı, sivil darbenin dipçiği olmamalıdır! Yargı, hukukun üstünlüğü için var olduğundan, terör komisyonlarına da terör mahkemelerine de hayır! İkinci Büyük Fiyasko PİYANGO gibi “fiyasko” da İtalyancadan dilimize geçen sözcüklerden. Her ikisinin etimolojileri ayrı ayrı ilginç ise de anlatmak uzun sürebilir. Oysa, ulusal eğitimdeki fiyaskonun zararlarını zaman alıcı konulara sapmadan çabucak durdurmak ve kaostan hemen çıkmak gerekiyor. Geriye dönüş gibi görünse bile. Çünkü başka türlü, çağdaş cumhuriyet eğitiminin son derece değerli bütün kazanımları elden çıkmış olacaktır. Herhalde Sayın Milli Eğitim Bakanı’nın son müjdesini duymuş ya da okumuşsunuzdur: Girişilen “reform”un bundan sonraki “ileri” aşamalarında okullara “zikir” uygulamaları da getirilecekmiş. ürkçe sözlük, zikri “Bir tarikata bağlı olanların Tanrı’nın adlarından birini ya da bazılarını art arda söylemek” diye tanımlıyor. Ansiklopedilere göre, tarikatlar ve adlar açısından değişik türleri ve biçimleri varmış zikrin. Biraz yaşlanmış olanlarımız yakın geçmişin bazı olayları dolayısıyla televizyon ekranlarına yansıyan ürpertici birtakım zikir sahnelerini mutlaka anımsayacaklardır. Sayın Bakan’ın müjdesi, Cumhuriyetin yüzüncü yılı yaklaşırken benzer görüntülerin televizyon ekranlarıyla yetinilmeyip ortaokul “müsamere”lerine de sıçratılacağını haber veriyor. Böyle olunca “artık yeter” diye haykırmak geçmez mi içinizden? Gericiliğin de bir sınırı olmalı ve böyle düşünüp konuşan bir bakan cumhuriyet hükümetinde yeri olmadığı bilinip en kısa zamanda görevden alınmalıdır. Bilinmelidir ki hükümet siyasetinin yürütülmesi başbakanla “birlikte” paylaşılması gereken bir sorumluluk sayılır. Bu nedenle, bakanların görevlerini Cumhuriyet Anayasası’na uygun biçimde yerine getirmelerini gözetip düzeltici önlemler almak da başbakanın yükümlülükleri arasındadır. Dolayısıyla, eğitimdeki fiyaskonun yankısı ilk genel seçimde bakanla birlikte hükümetin de başını yer. Tıpkı dış politikadaki Suriye fiyaskosu gibi. Gerçi Sayın Başbakan böyle dendi diye zıtlaşıp aynı durumu sürdürebilir ama devlet makamı; duygudan çok aklın yeri değil midir? erçekten her iki alanda da bakanlarca ortaya konup uygulanan politikaların ters sonuçları ve halk yığınları üzerindeki olumsuz etkileri iktidarın başka alanlarda edindiği söylenen oy getirici kazanımları çabuk eritecek ölçüde kötü ve olumsuz. AKP iktidardan gidişini bu iki fiyasko “sayesinde” kendiliğinden hazırlamış gibi. İnsan, “Darısı muhalefetin başına” demek istiyor ama… Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU H T ukukun üstünlüğünün zorunlu koşulu olan yargı bağımsızlığı, Türkiye’de 1961 Anayasası ile güvenceye bağlanınca, bu ortamda özgürlükler de evrensel içerikleri ile ve etkin olarak yaşanmaya başlanmıştır. Bu tablo üstünlüğün hukukunu amaçlayanları rahatsız edince, baskılar başgöstermiş, bu bağlamda 12 Mart darbesi doğrudan, demokratik hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, yargı ve özgürlükleri hedef almıştır. Sonraki baskı dönemlerinde de hedefler aynı olmuştur. Anayasada ve yasalardaki değişiklikler, bu durumu doğrulamaktadır. 1960’larda Fransa’da hukuki sapıklık bile denilerek eleştirilen DGM’ler, Türkiye’de 12 Mart döneminde yasa konusu edilince, o dönemde Anayasa Mahkemesi bu yasayı iptal etmiştir. 12 Eylül döneminde bu sefer DGM’ler anayasada yer almış ve yasa ile de kurulmuşlardır. 12 Eylül anayasası ile gerçek bir HSYK yaratılamadığından, yapılan atamalar sonrasında DGM’ler 1984’te faaliyete geçirilmişlerdir. DGM’lerdeki yargılamalarda özgürlükler ciddi darbelere maruz kalmıştır. 2004 yılındaki anayasa değişikliğiyle anayasadan çıkarılıp kaldırılan DGM’lerin, anayasal dayanağı da kalmadığından, olağanüstü mahkeme kimliğine bürünebilen böyle mahkemeler kurulamayacak olmasına rağmen, aynı yıl AB mevzuatı dolanılarak kabul edilen bir yasa ile DGM’lerin yerine, aynı görev, aynı kadro ve aynı dosyalarla çalışacak mahkemeler kurularak faaliyete başlatılmıştır. İsmi konulmayan bu mahkemelerin DGM’lerden tek farkı da indirilen DGM tabelaları olmuştur. 2005 yılında kabul edilen CMY ile de anılan mahkemeler kapatılarak ÖGM’ler kurulmuştur. DGM’lerin ve 2004 yılında kurulan mahkemelerin, yine tüm dosya, kadro ve görevlerinin devredilmesiyle ÖGM’ler faaliyete sokulduğundan, değişen yine sadece tabela olmuştur. HSYK de yine bu süreçlerin karşısında duramamıştır. Bağımsızlıkları daha da azaltılan ÖGM’ler, hukuku silah ve dipçik gibi kulla narak yargılamalar yapmaya başladıklarından, ülkeyi kasıp kavurmuşlardır. Ceza muhakemesi hukukunun bir diğer adı özgürlükler hukuku olmasına rağmen, bizde Ceza Muhakemesi Yasası ile ortaya çıkan bu mahkemeler, ülkede özgürlük ortamı bırakmamıştır. Bunu yeterli görmeyen siyasi iktidar, 2011 yılında TBMM’ye sevk ettiği yasa tasarısında, BM Terörün Finansmanı Sözleşmesi’ni dolanarak, soruşturma öncesinde bile özgürlük ortamının kaldırılmasına yönelik adım atmaya hazırlanmaktadır. Tasarıyla yargı yetkisi de kullanabilecek olan ve iktidara bağlı bürokratlardan oluşacak bu idari komisyon yoluyla, iktidarın yanında yer almayan, biat etmeyen veya muhalefet eden gazeteler ve gazeteciler, medya ve mensupları, şirketler, dernekler, sendikalar, siyasi partiler, vakıflar, özel üniversiteler, işadamları, meslek örgütleri gibi tüm kişi ve kuruluşların mal varlıkları, haklarında hiçbir soruşturma olmadan dondurulabilecektir. Yasa tasarısındaki kavramların içi, BM Sözleşmesi gözetilmeyip doldurulmadığından, kaçınılmaz olarak bu sonuç ortaya çıkacaktır. Terör sömürüsü yapılarak kurulması amaçlanan, bu yapıdaki terör komisyonuna, hukukun üstünlüğü için hayır demek gerekmektedir. Siyasi iktidar yaşananlar karşısında, vicdanların zedelendiğini de itiraf etmek durumunda kalıp 2012 yılında ÖGM’leri kaldırmıştır. Ancak vicdanlar sızlasa bile, ellerindeki davalar bitene kadar, ÖGM’lerin ellerindeki davalarla sınırlı olarak görev yapmaları da sağlanmıştır. Oysa hukuk aynı zamanda vicdan demektir. Bir hukuk devletinde, önlerindeki davalarda, hukuk ve vicdanı gözetmeyebilecek mahkemeler olabilir mi? Kaldırılan ÖGM’lerin yerine, ÖGM’lerin görev alanında kalan konularda ortaya çıkacak yeni olaylar için, “terör ve terörle mücadele sömürüsü de” yapılarak bu sefer “terör mahkemeleri” adı altında yeni mahkemeler kurulmuştur. Terör mahkemelerinin yapılanmaları ve görevleri, ÖGM’leri bile mumla aratacak niteliktedir. Bu mahkemeler Hukukun üstünlüğü için her ilde kurulabilecektir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı sıfattaki kişiler bile, yaratılan “özel” katalog suçlarda, ilk kez bu mahkemelerin kapsam alanına sokulmuşlardır. Bir tarafta 12 Eylül izlerinin silineceği söylemi ile yeni bir anayasa hazırlanırken, öte tarafta ülke genelinde ilan edilmemiş bir sıkıyönetim ortamı hazırlanmaktadır. Ne terörle ne de hukukla ilgisi olmayan terör mahkemeleri, terör konusunun adli yönden ele alındığı değil, hukuk terörü yaratacak mahkemeler olacaktır. 2010 halkoylaması sonucu ortaya çıkan yeni HSYK, bütünüyle tabelası değişen Adalet Bakanlığı birimlerinden oluştuğu için yargı bağımsızlığını sağlayacak yapıdan uzak olduğundan, hatta yargıyı daha bağımlı bir hale getirdiğinden; bu sürecin karşısında duramamakta, hatta, doğrudan sürece de hizmet etmektedir. Askeri darbe yönetimlerinin, tankla, silahla ve etkisi altına aldığı mahkemeler yoluyla yaptıkları; şimdilerde ÖGM’ler bir adım daha aşılarak, terör mahkemeleri yoluyla ve bu mahkemeler de dipçik gibi kullanılarak yapılacaktır. Sadece tabela adı mahkeme olan bu yapılanmaların, yeni çalışmalar yaparak yeni bir sürece hazırlanabilmeleri için de, ÖGM’lerde “devam eden davalarla” meşgul edilmemeleri bile sağlanmıştır. Bozulan kamu düzeni, artan terör olayları, kalmayan can güvenliği gibi gerekçeler dolanılıp, 12 Eylül döneminde askeri darbe yönetiminin tankla, topla, güdümlü yargı yoluyla yaptıkları; bugünkü ortamda terör sömürüsü ile kurulan terör mahkemeleri ile yapılacağından, her türlü darbeye hayır demek için, hukukun üstünlüğü, özgürlükler ve insan hakları için, terör mahkemelerine de daha ilk günden hayır demek gerekmektedir. Yapılacak yasa değişikliği ile terör mahkemelerinin görev alanındaki konular da genel ceza mahkemelerinin görev alanlarına devredilmelidir. Ne tür sömürü yapılırsa yapılsın, bu mahkemelere, hiçbir baro da hiçbir biçimde avukat görevlendirmemeli, hukukun üstünlüğüne aykırı bu yapılanmaların faaliyetlerine zemin yaratılmamalıdır. Yargı, sivil darbenin dipçiği olmamalıdır! Yargı, hukukun üstünlüğü için var olduğundan, terör komisyonlarına da terör mahkemelerine de hayır! Dipsiz Kuyu Mete YARAR Güvenlik Politikaları Uzmanı Y ÖGM’ler de aşılıyor Tek farkı tabelalar aklaşık bir aydan beri Şemdinli ilçesinde neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Her haber kanalında veya gazetede bu küçük ilçemizle ilgili haber okuyor veya dinliyoruz. Kimileri PKK terör örgütünün alan hâkimiyetinden, kimileri de bunun tam tersinden bahsediyor. Ülke topraklarımızda yaşanan bu olaylardaki çelişkiden sizce kim sorumludur? Basın kuruluşlarımız sınırlı sayıda bilgiye ulaşabilmekte ve güvenlik nedeniyle bölgeye sokulmamaktadır. Aksine BDP milletvekilleri PKK militanları ile bölgede kucaklaşarak şovlarını yapabilmekte, ama halkımız kendi haklı mücadelesini veren kınalı kuzularının yüzlerini dahi görememektedir. Bu dâhiyane halkla ilişkiler planını kimin yaptığını ben de sizin gibi merak ediyorum. İlerde unuturum diye de bir şeyi şimdiden söylemek istiyorum. Bu planı yapanlar, yarattıkları boşluk sayesinde Şemdinli ilçesinin kontrolünün PKK’nin eline geçtiği tezini kuvvetlendirdikleri için, cansiperane mücadele eden kınalı kuzularımızın emeklerini boşa çıkardıkları için, herkesin komplo teorisini destekleyecek karanlık bir gizem yarattıkları için ayrıca bir tebriği de hak ediyorlar. Bu yanlış stratejilerin sadece bugüne ait olduğunu sakın sanmayın. Bu yanlış politika yüzünden PKK terör örgütünün 1984’teki ilk saldırısından beri arazide mücadele eden güvenlik güçleri dipsiz bir kuyuyu doldurmaya çalışmaktadır. Bu kuyuyu dipsiz hale getiren, yirmi sekiz yıldan beri terörle mücadelenin nasıl yapıldığının anlatılamamasından kaynaklanmaktadır. Yıllar geçtikçe PKK terör örgütü kendisi hakkında şehir efsanelerini oluşturmaya başlamıştır. Kandil’e operasyon yapılamaz, Türkiye sınırları içinde güvenlik güçlerinin giremediği yerler var. Alan hâkimiyetini istediğimiz zaman sağlarız, benzeri yalanları kulaktan kulağa dolaşmaya başlamıştır. Buna bir de TSK ile ilgili olanlar da eklenir. Bu söylemlerin hiçbirine cevap verilmediği için de hayal gerçeğe dönüşür. İşte benim anlattığım dipsiz kuyu da budur. Algı çoktan gerçeğin önüne geçmiştir. Bize özgü hatalar G Adli Yıl 2012 Av. Prof. Dr. Erdener YURTCAN dli tatil bitiyor, adliye olduğu bir dönemde adliyede yeniden açılıyor. Adli üretim olur mu, olmaz elbet. Soyıldan önce adli tatil ya nuç: Adli tatil kaldırılmalıdır. Yeni adli yıla girerken tüm huşanır. Bu kavramın temeline inilirse, çok eski yıllarda yaz hasat kukçuların neşesi yok. Nasıl olzamanı olduğundan köyde yaşa sun ki?.. İşler iyi gitmiyor. Uyum yanlar işlerinin başında oldukla yasalarından bu yana bir ülkenin rı için kente inemezler ve adli hukuk normları ile bu kadar oyyedeki işlerini göremezler deni nanır mı, oynanmaz elbet. Üstelerek adli tatil öngörülmüştür. lik bu yapboz düzeninde isteniAdli tatilin bir başka açıklaması len sonuçların alınamadığı da da “adliyecilerin” yorgunlukla ortada. Bir garip sistem yaratılrını atmaları için düşünülmüş dı ki anlamak mümkün değil. Yabir toplu izin dönemidir. Bu salar artık paketler halinde çıkagünkü elektronik ortamda yar rılıyor. Demek ki yasalarla tek tek gıçların, savcıların ve onların uğraşmaya kimsenin zamanı yok. yardımcılarının anayasal izin akette yok yok haklarının bilgisayarda sisteme Paketlerin içinde neler var derbağlanması o kadar kolay ki. Artık, terimi bağışlayınız, adli ta seniz. Neler yok ki, her türden hutil denilerek adliyeye kilit vur kuk normları. Birbiriyle ilgisi olmayan yasalar aynı torbanın maya hiç gerek yoktur. Bazı sesler yükseliyor, ama içinde mütalaa ediliyor ve en nöbetçilerle hizmet sürdürülü acele biçimde yasalar çıkarılıyor. yor. Ben de onlara diyorum ki, Sonra, olmadı denilip, yeni düdosyaların “yabancı ellerde” zenlemelere gidiliyor. Batı’da A P bu tür günlük sorun çözme yöntemine panik hukuku deniliyor. Tabii panik halinde acele ile telaş birbirine karışınca, amaca uygun çözümler üretilemiyor. İşte birkaç örnek. Bir ülkede 3 tür ağır ceza mahkemesi olur mu? Olmaz elbet. Bu ülke karşılıksız çek sorununu çözemez mi? İsterse çözer elbet. Bu işten para kazanan bankalar sorumluluk yüklenir; karşılıksız çek suçu biter. Tutuklama bir çıbanbaşıdır. Çözüm için ilk yapılacak şey, suçun cezasının alt sınırını yukarı çekerek (1992’de olduğu gibi, 7 yıl olarak) tutuklama mümkün kılınır. Tutuklamaya ilişkin kararlarda, torba tutuklama olmaz denilir. Torba tutuklama nedir, aynı kararda çok sayıda kişi için aynı nedenlerle tutuklama konusunda karar vermektir. Ayrıca yasadaki sözcüklerin tekrarı tutuklamaya ilişkin kararlarda gerekçe olamaz denilir. Bugün uygulamanın yarattığı girdabın içinden çıkılabilir. Türkçedeki kadar güzel özdeyişler başka hiçbir ülkenin dilinde yok. Ne demişler, bir dokun bin ah işit. Konu hukuk, adliye, yargılama, adalet olunca, bu böyledir. Söylenecek o kadar çok şey var ki. Adalet hizmeti denilince, her türlü hizmette olduğu gibi, hizmet kalitesinin yüksekliği bir vazgeçilmezdir. İyi adalet hizmeti için iyi norm gerekir, bu normları uygulayacak iyi personel şarttır. Ayrıca çağa uygun bir donanım da tamamlayıcıdır. Unutulmaması gereken temel nokta şudur. Yargıçlık, savcılık, avukatlık cazip meslekler haline getirilmelidir. Sonra kadrolar yeterli olacaktır ve daha iyi sonuçlar alınabilecektir. Bugün İstanbul’da asliye ceza mahkemelerinde 5 ayda bir duruşma yapılıyorsa, “geciken adalet, adalet değildir”in sırtı nasıl yere getirilebilir ki. Son söz: Hoş geldin adli yıl 2012. İşte meydan, göster kendini. Hatıra Pulları Prof. Dr. Cengiz KUDAY ir kitapta Amerika posta idaresinin Dr. Harvey Cushing anısına hatıra pulu yayımladığını okudum. Bu şekilde kaç hekim onurlandırılmıştı? Hekimlerin kaçı cerrahtı? Bu onura mazhar olan kişileri diğerlerinden ayrıştıran özellik neydi? Kitap bölümünde 11 hekimin hatıra pulunun yayımlandığını öğrendim. Hikâyenin gerisi şöyleydi: “Hatıra pulları basılan hekimlerin altısı cerrahtı. İlk onurlandırılan hekim 30 Mart 1842 sülfürik asit eter anestezisini bulan ve kullanan Georgialı cerrah ve anestezist Crawford W. Long’du. Bu Massachusetts Genel Hastanesi’nde aynı yöntemi uygulayan Morton’dan 4 yıl önceydi. Long, Aralık 1849’a kadar herhangi bir yayın yapmadı. Bu tarihte 8 hastası olmuştu ki Morton’un bu dönemde konuyla ilgili bilgisi yoktu. 1940 yılında Long’a B ait hatıra pulu yayımlandıktan 1 hafta sonra Walter Reed’e ait pul ortaya çıktı. 3. onurlandırılan hekim 1809 yılında ilk kez laparotomy ve yumurtalık ameliyatını gerçekleştiren kişi olan Ephraim McDowel idi. Pul 1951 yılında ortaya çıktı. 5 yıl sonra Dr. William James ve Charles Horace Mayo’nun yüzleri pullarda belirdi. 1968 yılında anatomi profesörü olan Oliver Wendel Holmes onurlandırıldı. Bundan 6 yıl sonra Amerika’nın ilk kadın hekiminin pulu yayımlandı. Elizabeth Blackwell 1849 yılında batı New York Geneva Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Londra Kadınlar İçin Tıp Fakültesi kadın doğum bölümünde profesör oldu. 1978 yılında George Papanicolaou, pap smear ile bu onura layık görüldü. 1981 yılında tanınmış zenci cerrah Charles R. Drew pullarda ortaya çıktı. Colombia Presbyterian Hastanesi’nde asistan ve fellow olarak özellikle sıvıelektrolit dengesi ve kolloid basıncı konusunda çalışmaları oldu. 1942 yılında Amerikan Cerrahi Birliği’nde yayımlanan ‘kanın korunması’ makalesi ortak yazarıydı. 1986 yılında kardiyolog Paul Dudley White onurlandırıldı. Cushing’den önce onurlandırılan son cerrah sıra dışı bir hikâyenin kahramanıydı. Dr. Mary Walker 1855 yılında Syracuse Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştu. 3 yıl sivil iç savaşta hemşire ve asistan cerrah olarak, belki de casus olarak çalıştı ve onur madalyasına hak kazandı. Savaş sonrası cerrahi alanında çok az çalıştı, hatta tababetle uğraştığı bile tartışılabilir. 1917 yılında onur madalyası listesinden çıkarıldı. 1980 yılında kadın hakları sa vunucularının baskısıyla tekrar onur madalyası listesine alındı ve 1982 yılında anısına pul bastırıldı. Hatıra pulları basılan kişilerin bunu hak ettiklerine dair çok az şüphe vardır. Kişilerinin seçimi konusunda gizlilik merak uyandırmaktadır.” Yine zannetmeyin ki bu yalnız bu döneme ve konuya ait bir hatadır. Yakın dönemimize ait tarihi konularla ilgili kitapları okuduğunuzda benzerleri ile karşılaşırsınız. Bu tür kitapların son sayfalarına geldiğimizde içimizi hep bir hüzün kaplamıştır. Göz göre göre yapılan hatalar sonucunda yitip giden hayatlar bizi bir öfke krizine sokmuştur. Çoğunlukla da bunu nasıl öngöremediniz veya bu tuzağa nasıl düştünüz diye de içinizden haykırmışsınızdır. Büyük bir geçmişimiz olmasına rağmen tarihimizi pek de kayıt altına aldığımız söylenemez. Bu yüzden de kendimize özgü hatalarımızı bir türlü yeni nesillere aktaramayız. Mehmet Arif Bey “Başımıza gelenler” adında, OsmanlıRus savaşının doğu cephesini anlatan bir kitap kaleme almıştır. Sivil bir şahıs olan bu zat, savaşın içinde gördüğü her bir detayı atlamadan anlatmıştır. Savaşın kaybedilmesine yol açan cephe gerisi bütün hataları olayları ile kaleme almıştır. Teğmenlik yıllarımda bu kitabı başucumdan hiç eksik etmemiştim. Okulda bana her şeyin olması gerekeni öğretilmişti. Fakat olmadığında neyle karşılaşacağım karanlık bir tüneldi. Bir subayda olmaması gereken her türlü özelliği hep bu kitaptan öğrendim. Ben bu kitabı okuduğumda yazıldığı tarihten yaklaşık yüz on yıl geçmişti. Ama kitapta anlatılan hatalar bugünkülerle neredeyse birebir aynıydı. Sebebi de çok netti. Hatalarımızı bir sonraki nesile aktaramadığımız için asla ders almıyorduk. Işık ve rehber olma görevimizi ihmal ediyorduk. Çok güzel bir deyim vardır. “Komutanlık makamı size kanunların verdiği bir unvandır. Liderlik sıfatı ise astlarınızın size bahşettiği bir payedir” diye. Bu unvanı kazanmak için ekiplerinizle sahada zaman geçirmeniz ve aynı lisanı konuşmanız şarttır. Başarıları astlarınızla paylaşmanız, başarısızlıkları da tek başınıza üstlenmeniz gerekmektedir. Bu anlattığım askerlik mesleği için olmazsa olmaz konulardır. Ölmeyi emrettiğinizde astlarınız bunun kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu ve başka bir yolun bulunmadığını düşünmek zorundadırlar; onlarla beraber bu yolda ilerleyeceğinizden emin olmalıdırlar. Bütün dönemler için geçerli Haliyle insanın aklına; “Türkiye’de aynı uygulama neden olmasın?” sorusu geliyor. Hekimlikle uğraşan dünya kamuoyununa mal olan birçok değerli bilim insanımız mevcut. Cerrahi branşlarda özellikle “Yüzyılın Cerrahı” onurunu alan sayın Prof. Dr. Gazi Yaşargil ilk akla gelenlerden. Almış olduğu ödül küçük plaket törenleri dışında çok yankı bulmadı ülkemizde. Gazi Yaşargil ile başlayacak hatıra pulları vesilesiyle unuttuğumuz değerleri tekrar hatırlayabiliriz diye düşünüyorum. Türkiye’de neden olmasın Bunları yaparsanız Şemdinli’ye karargâhınızı taşırsınız ve bu aslanların yaptıklarını tanıtmaktan çekinmezsiniz. Bu eleştiriyi yalnızca bu döneme mahsus yaptığım düşünülmesin. Bu birkaç istisna hariç bütün dönemler için geçerlidir. Halkımıza oğullarının, kardeşlerinin ve eşlerinin nerede, nasıl ve ne şekilde PKK ile mücadele ettiğini anlatmak bir halkla ilişkiler faaliyeti değildir. Bu geride kalanlara yapmanız gereken bir vazifedir. Yoksa bu faaliyeti yalnızca şehit olduğunda yerine getirmeye başlarsınız. Her yıl 600 bin askeri barındıran bir silahlı kuvvetlerde halkımızın rahat uyumasını sağlamak da sizlerin bir vazifesidir. Bedeli ne olursa olsun bu sürdürülmesi gereken bir faaliyettir. Basının girmediği yerde sorun da olmaz demek, orada görev yapan Mehmetçiğin emeğini çalmaktır. Asimetrik savaşı en iyi yapması gereken bir kurumun buna maruz kalması da ayrıca ibretlik bir durumdur. Savaş taktik değil, stratejik hatalardan dolayı kaybedilir. C MY B C MY B