29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 EYLÜL 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 13 BAŞLARKEN ’nin 12 Eylül 2010 tarihinde referanduma götürdüğü 26 maddelik anayasa değişikliği, iktidarının var olmakla yok olmak arasındaki seçiminin en keskin virajıydı. Tüm muhalif kesimler değişiklik paketinin 24 maddesine “evet” diyordu. Önce iki maddenin paketten çıkarılması önerisi dillendirildi, bu kabul görmeyince de gelişmiş demokrasilerde olması gerektiği biçimiyle her maddenin ayrı ayrı oylanması gerektiği vurgulandı. Ancak “ileri demokraside” her şeyde olduğu gibi referandumda da ya hep ya hiç mantığıyla iktidar tüm önerilere kulak tıkadı. Aslında referandum 26 maddelik düzenleme için yapılıyormuş gibi görünse de iktidarın iki hedefi vardı; Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu. Bu referandum ölüm kalım savaşına dönüştürülmüş olmasaydı, 1999 yılından beri ABD’de yaşayan emekli vaiz Fethullah Gülen “İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak ‘evet’ oyu kullandırmak lazım” der miydi? ??? 12 Eylül 2010 günü yapılan referandumda, sandıktan yüzde 58 evet, yüzde 42 ise hayır oyu çıkmış, Türkiye de aksını değiştirmişti. İki yıldır bu yeni aks üzerinde ilerleyen sistemin en belirleyici, en tartışmalı yapısı hiç kuşkusuz yargı oldu. Referandumdaki “evet”in ardından vesayetten kurtarılarak, bağımsızlaştırılacağı savlanan yeni yargının şekillenmesinin ve hemen ardından da ilk icraatı yeni bir vesayet döneminin daha çetin uygulanacağının habercisiydi. Eski “vesayet” döneminde Adalet Bakanı’nın HSYK’de bulunması en çok eleştirilen konuyken, yeni dönemde Adalet Bakanı’yla birlikte müsteşar yardımcısından personel genel müdürüne kadar pek çok bakanlık bürokrasisi kurula taşındı. İktidar sözcülerinin deyimiyle “Kurban olduğum Allah verdikçe verdi”. Yeni HSYK, iş yükü gerekçesiyle Yargıtay’a 160, Danıştay’a ise 51 üye birden atayıverdi. Artık hükümetle hâkim ve savcı kararnamlerinde karşı karşıya gelmeyen bir HSYK ve iki yıl içinde 11 bin civarındaki yargıcın 7 bininin yerini değiştiren bir kurul vardı. ??? Başbakan’ın referandumun ardından yaptığı “balkon konuşmasında” demokrasinin kazandığını duyurması sonrasına denk düşmüştü 800’e yakın öğrencinin cezaevlerine konulması, onlarca gazetecinin tutuklanması, iktidarın Kürt politikasına ters düşenlerin bir bir soruşturulması, yüzlerce siyasetçi, akademisyen ve askerin tutuklanması. Muhalif düşüncenin tutsak edildiği, milletin oylarıyla seçilmiş vekillerin cezaevlerinde esir edildiği günlerde, tek cümlelik kişilere özel afla bir dönemin ülkücü katilleri art arda salıverildi. ??? Hükümetin hoşuna gitmeyen kararlara imza atan savcı ve yargıçlar yerlerinden edildi. Bu döneme ilişkin yanıtı aranan soru, yargı hükümetin koçbaşı mıydı? Yargı kimin yargısıydı? Bu dizi için sorulara kimi hukukçu, akademisyenlerin “iş yoğunluğu gibi mazeretlerle” yanıt ver(e)memesi bile aslında ülkenin geldiği noktanın yanıtı gibiydi. “Gereğini yargıya söyleyen” Başbakan’ın “paketlenen yargısını” farklı pencerelerden okuyacaksınız. Prof. Dr. Sami Selçuk yargının yürütmenin buyruğu altında olmasından endişeli AKP ‘Utanç verici’ E ski Yargıtay Başkanı, Bilkent Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk, AKP iktidarının yargı sorununa yöntem açısından doğru yaklaşıp, bilim insanlarına sorduğunu belirtirken, bu aşamadan sonra yaşananları ise şöyle değerlendirdi: “Ancak bilim insanları, Anglosakson dizgesinin ışığında konuya yaklaştıkları, Kara Avrupa’sı hukukunu ikinci plana ittikleri ve de Türk insanının yetişme biçimini göz ardı ettikleri için iktidarı yanılttılar. 1971’e dek on yıl boyunca denenen ve sakatlıkları ortaya çıkan, ama ilk bakışta kuramsal açıdan haklı görünen aldatıcı bir yapı oluşturdular. Eskiden yaşanan aynı sakıncalar yaşanmaya başladı. Henüz yurttaş olma bilincinin yerleşmediği, geçmişinde kul ve tebaa anlayışı bulunan bir topluma, birey anlayışına yaslanan Batı düzenini getirirseniz yargıyı yürütmenin buyruğuna vermiş olursunuz. İktidarın işine gelen bu yapıya bir de onca yıldan bu yana eleştirildiği halde Adalet Bakanı’nı ve onun buyruğundaki müsteşarı da katarsanız yargıyı yürütmenin buyruğuna verirsiniz. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Bugün yaşanan budur ve kaygı vericidir.” “Kamuoyu demokrasisini” henüz yerleştirilemediği için yargı ba SAMİ SELÇUK dir, takdire bağlıdır. Yargının önünden kaçabilecek bir Genelkurmay Başkanı ancak düşlerde ya da Hitler, Stalin, Mussolini rejimlerinde söz konusu olabilir. MİT Müsteşarı’nın soruşturulması üzerine, geçen yüzyılda Batı’da hukuk tarihine gömülmüş olan 4483 sayılı Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Yasa gibi özel düzenleme getiren bir dizgenin daha da güçlendirilmesi tam bir hukuksal gericilik, çağdışıcılıktır, anakronizmdir. Gülünçtür, hukuk adına utanç vericidir. 1996’da bu konuyu incelemek üzere gittiğim Almanya’da, Japonya’dan Şili’ye dek yabancı meslektaşlarımla konuştuğum zaman, bizde bu konuda özel yasalar bulunduğunu söylediğim zaman hepsi şaşırmıştı. Ben ise utanmıştım. Bu utanç son düzenlemeyle daha da pekiştirilmiştir. ‘Başbakanın sözleri üzücü’ ğımsızlığının çiğnenmesinin toplumda hiçbir tepki doğurmadığını vurgulayan Prof. Dr. Selçuk, Türkiye’de yaşananları ve kendi deneyimlerini şöyle aktardı: Deniz Feneri davasının kuşkulu biçimde sürdürülmesi, yargının işine karışılmış havası verilmesi kaygı vericidir. Ergenekon davaları, adıyla birlikte siyasallaşmanın kıskacına girmiştir. Bundan arındırılması ve yargıçların rahat bırakılması gerekir. Özellikle yargının önüne gelen davalarda eylem kanıtlandı/kanıtlanmadı gibilerden kınanası değerlendirmeler yapılması tehlikelidir. Sayın Başbakan’ın yargıya gereğini yapmaları yolunda sözler söylendiğini söylemesi üzücüdür, yaralayıcıdır. Bir an önce bunun aydınlığa kavuşturulması, esasen yara bere içindeki yargının töhmetten kurtarılması gerekir. ” gericiliktir, gülünçtür’ “Böyle bir ülkede yürütme, yargıyla her zaman kolaylıkla oynayabilir. Bu nedenle de siyasallaşma tehlikesi her zaman olanaklı ve olası. Genelkurmay Başkanlığı yapmış birinin terörle savaşta görevini savsaklama suçunu işlemesi söz konusu olabilir, ama terör suçunu işlemesi bir düştür. Tutuklanması ise bir skandaldır. Çünkü tutuklanma önlem ‘MİT düzenlemesi hukuksal Eski HSYK Başkanı, referandum öncesi yüksek yargının hedef alındığını ve itibarının düşürülmek istendiğini belirtiyor Özbek: Hükümet eferandum öncesindeki HSYK’nin başında Kadir Özbek bulunuyordu. Hükümet ile HSYK o dönemde karşı karşıya gelmiş, yargıç ve savcı kararnameleri anlaşmazlık nedeniyle “kilitlenme” noktasına gelmişti. Yeni HSYK’nin seçimleri öncesinde Özbek ile birlikte üyeler Suna Türkoğlu, Musa Tekin, Orhan Cem Erbük, Fatma Anıl Genç, Hatice Ceyda Keyman ve Ayşe Albayrak Doğan topluca istifa etmişlerdi. projesinin kılıcı soruşturma ve başka yere atanma korkusu düşürülerek, kuvvetler ayrılığı ilkesi işlemez hale getirildi. Bunlar yargı bağımsız değil de hükümetin yargısı gibi algılanmasının ilk belirtisi oldu.” “Yargıya neden dokonulmak istendi? Yargı sorunun çözümü için mi? İnsanların yargıdan beklentilerinin karşılanması için mi? Yoksa yargıyı bir operasyon aleti, bir maşa gibi kullanabilme olanağına sahip olmak için mi?” sorularını art arda sıralayan Özbek’in yanıtı da şöyle oldu: “Maalesef referandumdan sonra toplumda, yargının adeta Cumhuriyete ve temel ilkelerine karşı araç olarak kullanıldığı yakınmaları yoğun şekilde dile getirildi. Hukuk devletinin çimentosu olan laikliğin korunması mekanizmalarının, basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması, ilköğretimden üniversitelere kadar eğitim sisteminin değiştirilmesi, TSK’nin güç ve itibarının olabildiğince zedelenmesi referandum sonrasının olumsuz sonuçları olarak gösterilebilir.” R ‘Hâkim ve savcılar dik dursun’ Eski HSYK Başkanvekili Özbek, yargı ve yargılamanın temelinin hak ve modern hukuk kuralları olduğunun bilincinde olan, Atatürk’ün çağdaşlık yolunda gösterdiği hedeflerin öncelikle insanlara, vatanın bütünlüğünün, bağımsızlığının korunmasına, sömürü düzeniyle mücadele eden hâkim ve savcıların çoğunlukta olduğunu belirtirken, “Onların bu yoldaki inanç, gayret ve beklentilerini kaybetmemeleri, umutsuzluğa ve maalesef üzülerek söylüyorum korkuya kapılmamalarını sağlamak gerekir. Her şeye rağmen bu noktada asıl sorumluluğun kendilerinde olduğunu bilmeleri de gerekir. Hukuk adına dik durmaları gerektiği düşüncesindeyim” dedi. ‘Hükümetin yargısı’ Emekliye ayrılan Özbek, o günlerde öncelikli olarak yüksek yargının hedef alındığını ve itibarının düşürülmek istendiğini söylerken, o günkü girişimleri “Anahtar durumdaki HSYK’ye hâkim olabilmek için yoğun çaba gösterildi” sözleriyle özetledi. Üniversite ve bir kısım basının yoğun propaganda ve kötüleme kampanyalarını arkasına alan bakanlık bürokratlarının yeni HSYK’yi oluşturduğunu kaydeden Özbek, şu değerlendirmeyi yaptı: “Adalet Bakanlığı personeli HSYK’nin iskeletini oluşturdu. Bakanlık yapısındaki keskin hiyerarşik yapı HSYK’nin içine taşındı. Bundan sonra yapılan atamalar hâkim ve savcıların bir bölümünde büyük yakınma, tedirginlik ve endişe yarattı. HSYK, sanki yürütmenin içinde yer alan bakanlığın bir bölümü gibi işlev görmeye başladı. Zaman zaman hâkim ve savcıların yüreklerine Kadir Özbek YARIN: B U İŞE CEMAAT SEVİNİYOR C MY B C MY B argı kılıç gibi kullanılıyor’ Adalet Bakanlığı’nın eldiven gibi HSYK’yi giymiş olmasının, olması gereken bağımsızlığı ortadan kaldırdığına işaret eden Özbek, “Türk yargısının, Türkiye üzerinde varlığı artık iyice belirginleşen büyük bir projenin anahtarı ve kılıcı olarak kullanıldığı ve bu sebeple, ilk önce değiştirilmek istendiği toplumun büyük kesimlerinde kabul görür hale gelmiştir. Bu durum hukuk devletinin, bağımsızlığın ve vatanın bütünlüğünün, orta direğinin sallanmasına neden olmuştur” değerlendirmesini yaptı. ‘Y
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear