26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
8 AĞUSTOS 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 slam literatüründe silahlı İ mücadele anlamı “gayrimüslimlerle savaş” demek olan “cihad”, ne gariptir ki bir halife tarafından son kez, gayrimüslimlerle kurulan bir ittifakı savunmak için açıldı! Başka bir deyişle, Halife Sultan Reşat’ın 14 Kasım 1914’te ilan ettiği “cihad”la tüm İslam âlemine yaptığı “küffarla mücadele” çağrısı, Osmanlı devletini “kâfir” Almanlarla el ele, omuz omuza savaşacağı Birinci Dünya Savaşı’na sokmak içindi... 1970’lerden bu yana kendinden menkul İslam otoriteleri, kendi çaplarında pek çok “cihad” açtılar “kâfirlere” karşı. Ama hilafetin meşru bayraktarı Sultan Reşat’ın açtığı sonuncu “cihad” Almanlarla ortak bir savaş uğruna yapılmakla kalmadı, sonraki halifeleri de “kâfir” Almanlarla işbirliği sonucunda kutsal topraklardan çekilmek, hatta hilafet başkenti İstanbul ve hemen tüm Anadolu’yu elden çıkaran anlaşmalar yapmak, zorunda bıraktı. Dost “küffar”la ittifak için açılıp, hilafet makamının düşman “küffar” emrine girmesiyle biten son meşru “cihad”a ilişkin bu çıplak gerçek, epeyce utanç verici olmalı ki, hemen hiç dillendirilmez! halifeliğin kaldırılmasına pek hayıflanan ve Osmanlı’nın hilafet bayrağını yeniden dalgalandırmak için yanıp tutuşanlar görmezden gelir, bilenler de bildirmemeye tutulmuştur... Salt Birinci Dünya Savaşı öncesi, sırası ve sonrası değil; Cumhuriyet döneminde de 1930’lardan 1970’lere, 1980’lerden 2012’ye kadar önce mürteci ve Kürt isyanları, ardından iki askeri darbe öncesi terör eylemlerine, sonra darbecilerin işkence ve şiddetine, sözde sivil hükümet dönemlerinde de kim vurduya ya da “faili meçhul” cinayetlere kurban gidenlerin tam sayısının bilinmemesinde, soruşturulmamasında ve insanların PKK teröründen, koca şiddetine sinekler gibi öldürülmesine karşı geliştirilen ilgisizliğin bir başı vardır: Osmanlı Devleti’nin davar kellesi alır verir gibi kul canı alıp verdiği katle dayalı otorite geleneği. Osmanlı sultanlarının, öz kardeş ve çocuklarını “katli vaciptir” fermanıyla boğdurmasıyla mühürlü, vahşet hukukuyla taçlandırdığı bir şiddettir, bu! ??? Tarihin diyalektik devinimi, Osmanlı’yı bitiren Birinci Dünya Savaşı’nın biçimlediği Ortadoğu sınırlarının yeniden çizileceği çağ kavşağında, bu kez Türkiye Cumhuriyeti’ni hemen aynı parametrelerin açmazına soktu. İkinci kez düşülen aynı tuzak, bu kez Türkiye’nin bölünmesiyle mi sonuçlanacak? Olası yanıtlar, pazar günkü yazımda... *Kaynakça: Cemalettin Taşkıran/Ana Ben Ölmedim, Türkiye İş Bankası Yayınları, 4. Baskı 2011. “Savaş başkalarının ölü mü Başkaları savaştıkça sü dür. rer başkaları öldükçe bitme , z.” JEAN GUEHENNO İkinci Sonda Birinci Perde özen gösterir. ??? Oysa o cihad, salt halife Sultanlara diz çöktürüp mülkü parçalamakla kalmamış, Mondros Mütarekesi’ne kadar 400 bin askerin yaralanmasına, 35 bin askerin aldığı yaralar, 240 bin askerin hastalıktan ölmesine, 50 bin askerin savaş alanlarında şehit verilmesine yol açmıştır. 1 milyon 560 bin askerin de hasta, firar, esir ve kayıp olarak, toplam 2 milyon 285 bin kişinin hayatını çalmıştır! Hasta, firar, esir ve kayıp sayısına dikkatinizi çekerim. Her iki dünya savaşında tüm taraflar çok ağır kayıplar vermesine karşın, bir savaşta muharebe dışı kalan böylesine yüksek bir “yitik askeri güç” oranı, ancak bizim ülkemizin tarihinde vardır. Son demlerinde öylesine derbederdir ki Osmanlı Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN 880’lerde Doğu Anadolu’da 1 Rusya’nın besleyip Batılıların desteklediği Ermeni çeteleri Türkiye Kanıyor Güneydoğu’da on beş gündür bir savaş sürüyor; Gotan Dağı’na mevzilenmiş PKK güçlerine TSK uçakları her gün tonlarca bomba yağdırıyor. Bu sürede kaç can yitirdik, bilmiyoruz. Kamuoyu önceleri “düşük yoğunluklu” diye nitelenen, giderek şiddetli bir savaşa dönüşen bu çatışmaları, sanki başka, uzak bir ülkedeymişçesine artık merak etmekten de, izlemekten de vazgeçmiş. Endişe verici bir kanıksama da olsa haklı bir yanı var. 15 Ağustos 1984 akşamı PKK’nin Eruh ve Şemdinli’ye yaptığı baskından bu yana 28 yıl geçti, fakat “terörün önü alınamadı”; alınamama nedeni ise bu üç sözcüklü tümce içinde saklıdır. ??? Türkiye İşçi Partisi, 16 Eylül 1967’de Diyarbakır, 24 Eylül’de Silvan, 1 Ekim’de Siverek, 8 Ekim’de Batman, 15 Ekim’de de Tunceli’de düzenlediği mitinglerle ülkemizde “Kürt Sorunu” diye bir sorunun varlığını tüm boyutlarıyla ortaya koymuştu. 23 Mayıs 1971’de kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocakları da (DDKO) bu doğrultuda yararlı çalışmalar yaptı. Ne var ki o tarihlerden bu yana hiçbir iktidar, dolayısıyla devlet bu soruna gerçekçi bir bakışla yaklaşmadı, çözüm üretmedi. “Karşılıklı kız alıp verdik”, “yüzyıllardır kardeşlik” gibi feodal dönemden kalma, çağdışı safsatalarla yetinildi. Oysa feodal ilişkiler çözüldükçe, geçmişte pek bir anlam içermeyen “dil sorunu”, “kimlik sorunu” gibi farklı bir etnisiteye ait olmaktan doğan yeni sorunlar ortaya çıkıyordu. Devletin bu sorunları anlamazdan gelmesi, bu sorunların çözümü doğrultusunda istekler ileri sürenlerin üzerine baskı ve şiddetle gitmesi terör olgusunun birincil nedeniydi. Şiddet, şiddeti doğurdu. 12 Eylül 1980 darbesi sonrası binlerce Kürt genci Diyarbakır Cezaevi’nde en ağır işkencelerden geçirildi. Çok sayıda Kürt aydını öldürüldü; bölgedeki “faili meçhul” cinayetlerin sayısı 17 bine dayandı. Devlet sorunun temeline inmiyor/inmek istemiyor, sorunu hâlâ salt “bir terör sorunu” olarak görüyordu. Böyle değerlendirilen sorunun çözüm yöntemi de doğal olarak şiddete dayalı “güvenlik” siyasetiydi. Bu siyaset, sonunun çıkmaz olduğu biline biline tüm iktidarlar tarafından uygulandı. Bu siyaseti “tek yöntem” bağnazlığıyla uygulayan iktidarlar son 28 yılda yitirilen yaklaşık 45 bin candan sorumludurlar. ??? AKP ise Kürt dili üzerindeki yasakların kalkması, TRT’de Kürtçe yayınların başlaması gibi adımların atıldığı “demokratikleşme sürecinde” bir kilometre taşı olduğu söylenen “Kürt Açılımı” adını verdiği proje çerçevesinde 2009 yılının ekim ayında Kandil Dağı’ndan 8, Mahmur Kampı’ndan ise 26 PKK’li ya da PKK yandaşının Türkiye’ye girişine izin verdi. Ne var ki bir yandan BDP’nin basiretsizliği, bir yandan TSK’nin tepkisi, öbür yandan da bir bölüm medyanın olumsuz yayınları nedeniyle bu proje daha başında açmaza girdi. PKK’nin de istediği buydu; hükümet demokratikleşmede geri adım atarak yeniden güvenlik siyasetine döndü. Ölüm sayısı hızla yükselmeye başladı. Güvenlik siyasetini çözüm olarak gören anlayış AKP içinde baskın güç olan siyasal İslam’ın yanı sıra milliyetçiliğin de gelişmesine yol açtı; AKP, özellikle Kürt sorununa ilişkin olarak MHP ile yarışmaya başladı. Milliyetçimuhafazakâr nitelikteki bir AKP’nin bugün geldiği noktada Kürt sorununa ilişkin kalıcı çözümler üretmesi oldukça zor, hatta olanaksız görünüyor. Böyle önemli, can alıcı bir sorun iç politika malzemesi olarak kullanılmamalıdır. AKP ise bunu yapıyor; Güneydoğu siyasetini İslami değerleri öne çıkararak o bölgelerde BDP’den seçmen çalmak, Türkiye genelinde ise MHP ile milliyetçilik kulvarında yarışmak temeline oturtuyor. BDP’yi de, kendisine el uzatan CHP’yi de dışlamak için elinden geleni yapıyor. Türkiye ise kanıyor, sürekli kan yitiriyor. Oysa Kürt sorunu çözülemez bir sorun değildir. Benzer sorunlar İspanya’da da (Basklar), İngiltere’de de (Kuzey İrlanda), İtalya’da da (Güney Tiroller) çözülmüştür. Eğer Kürt sorunu gerçekten çözülmek, özlenen barışa bir an önce kavuşmak isteniyorsa Türkiye’de de soruna o ülkelerde olduğu gibi “demokratik”, “adil”, “eşitlikçi” bir anlayışla yaklaşmak gerekiyor. Çözüm geciktikçe bundan kazançlı çıkan PKK oluyor. Yoksa örgütün bugüne kadar izlediği “vur kaç” stratejisinden “vur kal” stratejisine geçecek gücü nereden bulduğunu nasıl anlayabiliriz? Devleti, savaşmadan yitirilen bu 1 milyon 560 bin kişiden kaçının firar ettiği, kaçının tedavi edildikten sonra birliklerine gönderildiği ve hatta esir düşenlerin sayısı arşiv kayıtlarından çıkarılamamakta, ama içlerinden en az 200 bin askerimizin, düşmana esir düştüğü tahmin edilmektedir.* ??? Bu coğrafyanın gelmişinden midir, geçmişinden midir bilinmez, ama yaşadığımız topraklarda insan canının asla değeri olmamış, ecelsiz ölüm olağanlaşmış, ne kan dökene hesap sorulmuş ne de dökülen kanın çetelesi oluşmuştu. Osmanlı mülkünü parçalayıp, bağımsız Ermenistan kurulması amaçlanıyordu. 1980’lerde Amerikan güdümlü darbecilerin işkence, baskı ve şiddeti, Güney Doğu’da PKK’yi doğurdu. Suriye, Irak’ta beslenip ABD ve Batılıların desteğiyle büyüyüp serpildi. Bağımsız Kürdistan kurulması amaçlanıyordu. Osmanlı, 1915’te Ermeni tehciri kararını verdi. TC 1990’dan itibaren Kürt köylerini boşaltmaya ve zorunlu göç başlattı. 1880’lerde sömürgelerini yitirmeye başlayan Osmanlı devleti, “Panislamizm” hayalleriyle avunuyordu, 1890’larda Almanların kucağına oturdu. 1990’larda zaten ABD’nin kucağına oturan Türkiye, Pennsilvanya çıkışlı “Panislamizm” hayalleri kurmaya başladı. Osmanlı, öz mülkü ve Panislamist hayalleriyle 1918’de Almanya’nın kucağından düşüp parçalandı. Yıl 2012. Amerikan kucağındaki Türkiye sahnesinde Panislamisti, Yeni Osmanlı’sı, iç ve dış düşmanlar yerini aldı. Oyun kaldığı yerden başladı. Bakalım nasıl bitecek bu kez... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Yalova’da Depremle İnatlaşma Samsun’da dere yatağındaki konutları yüzünden “selin felakete dönüşmesi”ne neden olan TOKİ, Yalova’da da 99 depreminde adı “Ölüm Ovası”a çıkan Hacı Mehmet Ovası’na yüzlerce konut sıralıyor! Bu bir “cahil cesareti” olamayacağına göre, acaba hangi anlayıştan kaynaklanıyor? Son yasalarla, her türlü “yapı denetiminden muaf” tutularak, yine her türlü “imar yetkisi”yle donatılan TOKİ, ülkenin tüm yörelerinde olduğu gibi Yalova’da da “kendi başına buyruk” inşaatlar yapıyor. İmar planlarını ve projelerini kendisi yapıp onaylayan; bu yetkisini kullanırken de o kentin genel imar ilkelerini ve nâzım plan kararlarını “umursamayan” TOKİ’ye sağlanmış bu ayrıcalık şöyle yorumlanıyor: “Başbakanlık’a bağlı ve teknik donanımı güçlü olduğu için yanlış yapmayacağı kabul ediliyor.” Oysa sadece Samsun’daki sel baskınında kanıtlanan “yanlış yer seçimleri”yle değil, Bursa örneğindeki gibi tarihi peyzajı tahrip eden, “kente saygısız” rant amaçlı yapılaşmalarıyla da bu kabulün doğru olmadığı her gün yeni örneklerle ortaya çıkıyor. Nitekim Yalova’da, Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nce “Önlem Şartlı Alan” ilan edilerek “2 kat sınırlaması” getirilen Hacı Mehmet Ovası’nın yüzlerce blokluk TOKİ projesiyle yeniden betonlaştırılması, bu kuruluşa tanınan denetimsiz yetkilerin gözden geçirilmesini artık zorunlu kılıyor. konutlar inşa etmeye başladı! Yapı.com.tr’nin haberine göre 2008 yılında 1152 konutun tamamlandığı bölge, bu nedenle diğer inşaat firmalarının da göz koyduğu yeni bir yapılaşma alanına dönüştü. (20 Temmuz) Belediye ise bu “sakıncalı gelişme”ye engel olmak yerine, plan değişiklikleriyle kat yükselterek ölüm ovasının yeniden “rant ovası” haline gelmesine destek ve önder oluyor. İlk aşamada 2 kattan 3 kata; ardından 4 kata olanak sağlayan bu plan değişiklikleri yüzünden Hacı Mehmet Ovası giderek bir “şantiyeler bölgesi” görünümünü alırken Yalova Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Özsümer, gelişmeyi bakın nasıl “övünerek” savunuyor: “Burası depremden beri kullanılmıyordu, insanların yürümeye bile çekindiği bir alandı. Şu an Yalova’nın en hızlı gelişen mahallesi.” İşte böylesi bir “umarsız”lık karşısında, meslek odalarının tepkilerini ise ne bakanlık dikkate alıyor, ne de TOKİ... Örneğin TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yalova Temsilcisi Özgür Bayraktar diyor ki: “Burada zemin diye bir şey yok. Depremde ovanın yüzde 90’ı yıkılmıştı.. yeniden imara açılması çok büyük hata.” TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Yalova Temsilcisi Mahmut Renkler de şunları ekliyor: “Ova, eski Safran Deresi’nin çevresi, alüvyonlarla oluşmuş bir zemin.. burada inşaat maliyeti, sağlam zemindekinin dört beş katı. Değer mi?” Nitekim yine İMO yetkilileri, 2006’da başlanan TOKİ’lerin temellerinde eksik demir kullanıldığını ilgililere bildirmişler, ama oralı olan yok! Bütün bu eleştirilere TOKİ’nin savunması ise “fore kazıklı derin temeller” yapmaları... Mühendislik açısından belki kabul edilebilir, ama “ölüm ovası”nda yeniden yapılaşmaya önderlik etmek, Başbakanlığa bağlı bir kamu kuruluşuna yakışır mı? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA HARBİ SEMİH POROY SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] ataklık’ta şantiyeler Deprem açısından “en sakıncalı zemin” yapısının bulunduğu ovadaki apartmanların 99 depreminde çökmesiyle 2 bine yakın insanımız ağır beton tabliyelerin altında kalarak yaşamını yitirmişti. Aslında “bataklık” olan bölgede TOKİ “kendi yetkisi”yle yaptığı imar planına göre “4 katlı” ‘B 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Mardin’in Mid 1 yat ilçesinde, Süryani mimarisi açı 2 sından zengin bir 3 bölge. 2/ Bayındır 4 lık... Mihrak. 3/ Radyo dalgalarının 5 yankısını alarak ci 6 simlerin yerini ve 7 uzaklığını saptayan aygıt... Üye. 4/ Yu 8 murtadan yeni çık 9 mış ve henüz ayak1 2 3 4 5 6 7 8 9 ları oluşmamış yavru kurbağa... İsrail’in plaka imi. 1 K E B İ K E Ç K 5/ Kaşgar kentinde doku 2 E K O S E E F E nan bir tür nakışlı keçe. 6/ 3 P Ü R L İ T A S Gözü kapalı inanılan dü 4 E R K İ L İ Ç E şünce; dogma... Eski ve bi 5 K İ R İ K B E linmeyen bir tarihi anlat6 L E L K E T E makta kullanılan deyim 7 E T A Ç A L A P sözü. 7/ Japon lirik dramı... 8 R E Y H A N İ İ Satrançta bir taş... İstatisF A U N A O K tikte, bir grup veri içinde 9 en sık görülen değere verilen ad. 8/ Bir cetvel türü... Bir işi yapmaya hazır. 9/ Etiyopya kökenli siyah derili Yahudilere verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ HakkâriVan sınırında, kaya resimleriyle tanınmış bir yayla. 2/ Çıkar yol, çare... Bir müzik sesini belirtmeye yarayan işaret. 3/ Karahindibanın sebze olarak yenen yaprakları... Yabancı. 4/ Kaliteli bir kahve cinsi. 5/ Boyun eğen, kendisini başkasının buyruğuna bırakan... Birine dokunsun diye söylenen söz. 6/ Bir nota... Pamuk kozası... Fas’ın plaka imi. 7/ Kaz Dağı’nın antik çağlardaki adı.... Kuzey. 8/ Doğu Anadolu’da bir göl... Evin bölümü. 9/ Gösterişsiz yaşamaktan yana olan alçakgönüllü kimse. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear