23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 30 AĞUSTOS 2012 PERŞEMBE 2 “Eskiye rağbet olsa!..” Bir atasözüdür bu... Siz yenilikten yana mısınız? Eskileri bir yana itmek, en iyisi çöp sepetine atmak!.. Varsa yoksa yeni olan, taptaze!.. Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı. Öyle derlermiş bir zamanlar... Bitpazarı ve nur? İki çelişkili benzetme!.. Oysa eskiyen gider, yenisi gelir diye alıştırmışlar bizi. Her bayram sabahı yepyeni giysiler giymek, bir önceki gün değil, bayram sabahı!.. Onun bunun elini öperken, yepyeni ceketin, pantolonun, gömleğin, ayakkabınla... Bayram geldi gitti... Şeker Bayramı deriz biz! Şimdilerde Ramazan Bayramı diyorlar. Ne zamandan beri? AKP’nin ılımlı ya da ılımsız İslamcı davranışlarından bu yana... Dinsel bayramlar çocukluğumuzun vazgeçilmez anılarıdır. Bir yaşam boyu sürer. Eskilerden kopmak günü OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yaşadığımız günlerin politika dünyasını beğensek de beğenmesek de çaresiz katlanacağız... Ah o eski politikacılar nerde, eski başbakanlar, bakanlar, diyenlerimiz öyle çok olur ki!.. Neyse, eskilerden kurtulduk, şimdi yeniler bizi daha güzel bir yaşama götürecek diye umut edenler... Ben yeniliği severim, ama her yeni olanı değil, eskimeyen yeniyi... Kullandığın, ama işe yaramaz olduğunu anladığında yenisini benimsemek kaçınılmazdır. “Eskiye rağbet olsa...” diye boşuna mı demişler? Ben eskimeyen yeniden yanayım. Daktilom eskidir, yazı masam, kalemlerim yılların izini taşır, ama benim gözümde hepsi yepyenidir... Eskiyi çöpe atmayın, varsın bir yanda dursun, hiç değilse bir anı olsun! Yine de yeniliktir, çağdaşlıktır yaşam boyu özlediğimiz. Yanılsak da aldansak da... Kocatepe’den Ergenekon’a: 30 Ağustos Dünya üzerinde hiçbir ülkenin tarihinde böylesine güç koşullarda kazanılmış büyük bir zafer yoktur. Bu nedenle 30 Ağustos, ordumuzun “Zafer Bayramı”dır. Bu yıl Zafer Bayramı’nın doksanıncı yıldönümüdür. Yakın tarihlere kadar bu bayramı ordumuzla birlikte el ele ve coşkuyla kutlardık. Prof. Dr. Vural F. SAVAŞ Mustafa Kemal Derneği Genel Başkanı Mustafa Kemal, ertesi gün TBMM’de söz almış ve kendisini eleştiren milletvekillerine tek tek cevap verdikten sonra sözlerini şöyle bitirmiştir: “Aldığınız karar nedeniyle ordu iki gündür komutansız kalmıştır. Savaşa hazırlanan bir ordu komutansız bırakılır mı? Bırakmadım, bırakmam ve bırakmayacağım!” TBMM’de çıt çıkmamış ve yetki süresi yenilenmiştir. Mustafa Kemal’in “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı kanla sulanmadıkça savaş bitmeyecektir” sözleriyle belirlenen strateji, yirmi iki gün ve yirmi iki gece durmaksızın süren Sakarya Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasına neden olmuş ve Akdeniz’e giden yol açılmıştı. Dünya üzerinde hiçbir ülkenin tarihinde böylesine güç koşullarda kazanılmış böyle büyük bir zafer yoktur. Bu nedenle 30 Ağustos, ordumuzun “Zafer Bayramı”dır. Bu yıl Zafer Bayramı’nın doksanıncı yıldönümüdür. Yakın tarihlere kadar bu bayramı ordumuzla birlikte el ele ve coşkuyla kutlardık. Ordumuzun geçit törenlerinde gözlerimizden sevinç yaşları dökerek bayrağımızı ve sancaklarımızı selamlar, askerimize minnetimizi gösterirdik. Ancak son birkaç yıldır 30 Ağustos’ta sevincimiz buruk, ulusal gururumuz kırıktır. Bu ülkeyi bağımsız kılan, Cumhuriyeti kuran ve çağdaş uygarlığa kavuşturan ordumuz, içten ve dıştan büyük bir tuzakla karşı karşıya kalmıştır. Bir emekli Genelkurmay Başkanı ve onlarca general, amiral ve çeşitli rütbelerde subay ve astsubay, “çete kurmak” suçuyla yıllardan beri tutukludur. “Atatürk devrimlerini yıllarca öfke ve kinle, dişlerini gıcırdatıp, yumruklarını sıkarak izleyenler” ordumuzu kendilerine hedef seçmiştir. Ancak Kurtuluş Savaşımızı, bugünkünden çok daha zor koşullarda kazanmayı bilen ordumuzun bu “Son Savaş”ı da kazanacağına, iç ve dış düşmanlarını etkisiz kılacağına inanıyoruz. Bayramın Kutlu Olsun Şanlı Ordu! Eskimeyen Yenilikten Yana... de sayılır o günler... Her şeyimiz yenileşir ama kafadakiler ne olur? Ya eskilere götürür bizi, geçmişlere ya da çağdaş uygarlığın aydınlığına! Bu, bir seçme olayıdır. Tek başına yapabileceğimiz bir şey değil! Ana baba, dede nine ister istemez bizi kendi dünyalarına çeker, el öpmeler, kucaklaşmalarla bizler de zaman zaman koparız içinde olduğumuz zamandan... Gelelim politikaya!.. Vazgeçilir mi ondan? Yaşantımız ona bağlı. İçinde M ustafa Kemal’in Kocatepe’den 26 Ağustos 1922’de “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” komutuyla Akdeniz’e sel gibi akan ordumuz, 9 Eylül’de İzmir’e ulaşmış ve ülkemiz düşman işgalinden tamamen kurtulmuştu. İki hafta süren “Büyük Taarruz”un en kritik günü, düşman cephesinin yarıldığı Başkomutanlık Meydan Savaşı’dır. 30 Ağustos 1922 günü kazanılan bu zafer, tarihimize “30 Ağustos Zaferi” olarak geçmiş ve TBMM bu zaferin anısına Mustafa Kemal’e “Mareşal” rütbesi ile “Gazi” unvanını vermiştir. Düşman, İnönü Savaşla rı’nda aldığı yenilgiden sonra, seferberlik ilan etmiş ve Anadolu’daki güçlerini, asker, silah ve uçak yönünden önemli ölçüde arttırdıktan sonra yeniden saldırıya geçmiş; Eskişehir, Kütahya ve Afyon’u işgal etmişti. Düşmanın bu başarısı bütün ülke ile birlikte TBMM’yi de korku ve endişeye sürüklemişti. Akla gelen ilk çare, her zaman olduğu gibi, yine Mustafa Kemal’e sığınmak olmuş ve ordunun başına geçmesi istenilmiştir. Mustafa Kemal, TBMM’nin tüm yetkilerinin “üç ay için ve sadece ordunun savaşa hazırlanması amacı ile sınırlı olarak” kendisine devredilmesi koşuluyla başkomutanlığı kabul etmiştir. TBMM üyeleri arasında, Mustafa Kemal’e her fırsatta karşı çıkan ve kendilerini “İkinci Grup” diye adlandıran hırçın ve kavgacı bir grup vardı. Başından beri Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başarısız olacağına inanmış olan bu kişiler de Mustafa Kemal’in başkomutan olmasını, kaybedilecek bir savaşta silinip gideceği düşüncesi ile desteklemişti. Ancak her karşı çıkışlarında uğradıkları hayal kırıklığı ile yine karşılaşacaklardı. Mustafa Kemal, ordularımızı Sakarya’nın doğusuna çekmiş, büyük bir gizlilikle Doğu ve Güneydoğu’daki birliklerimizi kış ayları içinde bu bölgeye taşımış, çıkardığı “Ulusal Görev” yasasıyla vatandaşları tüm olanaklarıyla orduya destek vermeye çağırmıştır. Mustafa Kemal ordunun hazırlığı ile uğraşırken TBMM, onun bulunmadığı bir gün, İkinci Grup’un teşvik ve tahriki ile kendisine devredilen yetkileri kaldırmıştır. Bu haberi duyan Paralimpik Oyunlar... Av. İsmail ALTAY 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nı hep birlikte izledik. Şimdi sıra, olimpiyat ruhunu tamamlayan engellilerin oyunu paralimpik oyunlarda. Bu toplumumuzu engellilerle barıştırmada, “öteki”leştirmeye son vermede çok önemli bir fırsat olabilir. Bu ülkede herkesin potansiyel engelli olduğunu unutmayın. Trafikte, terörde, magandaların namlularının ucunda her an engelli olabiliriz. Bundan kurtulabilirsek, yaşlandığımız için engelli olarak hayata devam edeceğimizi bilmemiz gerekir. Oysa bu ülkede engelli olarak ne yürümenin ne de hak aramanın imkânı var. 5378 sayılı Özürlüler Kanunu, engellilerin yaşamını kolaylaştırmak amacıyla ulaşım, eğitim, sağlık ve iş hayatı gibi alanlarda önemli haklar getiren düzenlemelerin yapılması için kamu kurumlarına ve belediyelere 7 yıl süre tanımıştı. İstanbul Barosu olarak, bu kurumların ne hazırlık yaptığını tespit ediyorduk. Öyle güçlü şirketlerle karşılaştık ki, “Cezayı öder engelli çalıştırmam” diyorlar. Üst ve alt geçitlerdeki çalışmayan/çalıştırılmayan asansörler, çıkılamayan kaldırımlar, binilemeyen ulaşım vasıtaları... Yükümlülüklerini yerine getirmeyenler aleyhinde davalar açılacaktı. Ancak hak arama zamanının dolmasına sayılı günler kala, bir grup kahraman (!) milletvekili, 7 yıl gibi anormal bir süreyi az görerek, bu süreyi 7 Temmuz 2015’e kadar uzattı. Böylece engellileri 3 yıl daha ayak altından çekti. Şimdi paralimpik oyunlar sayesinde, imkân tanınırsa engellilerin neler başarabileceğine şahit olma fırsatı ayağımıza geldi. “Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü” olabilmenin engeli olmayacağı kanıtlanacak. Başta TRT olmak üzere medya, dizilerle yarışmalarla vatandaşı uyutmak yerine, bilinçlendirme görevini hatırlayarak paralimpik oyunları yayımlarsa, gerçek kahramanları izleme fırsatı bulacağız. Sonra sıra engellilerin sokağa çıkmasına, haklarını ve hayatlarını kazanmasına gelecek. İşte birbirimize kavuştuğumuz o zaman, birlikte yaşayacak, “biz” olacağız. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear