22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29 AĞUSTOS 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Siyasal önderleri sıradan politikacılardan ayıran üstünlük, sıra dışı hayalleridir. Ne var ki hayal kurmak, çok ciddi bir iştir. Gerçekleşebilir bir umut kurgusudur, hayal. Kurgudaki bilinmeyenin bilineni çağrıştırması ya da bilinenin bilinmeyene gönderme yapması beklenir. Yetmez, olmayanı tahmin ve tarif gerektirir. Dolayısıyla hayalin eni, boyu, çapı ve içeriği, hayal kurucunun salt bilgi birikimiyle değil, yaratıcı zekâsıyla da doğrudan ilintilidir. 20. yüzyılın başında Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa ile 21. yüzyılın başında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, bir yüzyıl arayla aynı sıklet, yandaş kulvarda, benzer hayalleri kurmakta yarıştığını fark ettim. Raslantıya bakınız ki, ikisi de vatansever ve hizmet ettikleri devlet için sıra dışı hayaller kuran iki politikacı da Alman eğitimi almış, Almanca ve Arapça konuşuyorlar. Davutoğlu’nun fazladan İngilizcesi de var. Biri asker, öteki sivil, zaman ve koşul farkını bir yana bırakırsak, deparları aynı yüce emellere doğru oldu, umarım “finiş”leri benzemez. ??? Enver Paşa’nın yaşadığı ve yaşattığı tarih, tartışılmaz bilgi birikimine karşın hırsları ve tutkuları ölçüsünde abartılı, ama yaratıcı zekâyla buluşmayan hayallerin, nasıl yıkıcı olabildiklerinin kanıtıdır. Belki de bu yüzdendir ki Enver ve Cemal Paşa’ların yanı sıra Osmanlı’nın ipini çeken üç darbeciden biri olan Talat Paşa, 1918’de kaçtığı Almanya’da 1921’de öldürülmeden az önce Aubrey Herbert’e verdiği son röportajda, Enver Paşa için “Gözüpek ve vatansever bir İlahi adalet midir, yoksa raslantı mı, bilinmez: Ermeni tehcirinden sorumlu “Üç Paşa İktidarı”nın Ermeniler tarafından öldürülen Talat ve Cemal Paşa’ları gibi Enver Paşa’yı “vur” emrini de bir Ermeni verdi. Agop Melkumyan’ın komutasındaki Kızıl Ordu piyadelerinin açtığı ateşle öldürüldü! Enver Paşa’nın küçük bir zekâsı ve hırsı kadar büyük hayalleri vardı. Neyse ki tarih, onunla aynı yıl doğan, bambaşka yücelik hayalleri kuran, ama zekâsı deha düzeyinde bir başka paşaya da geçit vermişti: Mustafa Kemal. ??? Aralarındaki fark, salt zekâ değildi tabii. Enver Paşa, pek vatansever, pek cesur hayalleriyle önce vatanı parçalattı; ardından Almanlara mı, Bolşeviklere mi hizmet etti, belli olamadı. Ama Anadolu’dan Asya’ya Türkleri telef etti, bu kesin. Mustafa Kemal Paşa ise yaşıtı Enver Paşa ile yamaklarının devirdiği yerde ayağa kaldırdığı Anadolu halklarından bir millet yaratmayı, onların yitirdiği mülkten yeni bir devlet kurmayı başardı. Çünkü Mustafa Kemal Paşa’nın hırsı değil, zekâsı hayallerini yönlendiriyordu. Enver Paşa’nın ise hırsı hayallerini, hayalleri hırsını… 21. yüzyılın başında Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, pek vatansever, pek cesur hayalleriyle Enver Paşa’nın Pantürkist emellerini, Panislamist kulvarda besliyor. Arkasında Talat Paşa, Cemal Paşa ve Almanya yok ama, kapı gibi AKP hükümeti, dağ gibi ABD, Suudi, Katari ittifakı var. Allah’ın izniyle Suriye’den başladılar, Panislamizm için gereken savaşı Ortadoğu’da çıkaracaklar! “Budalaların anası hep gebedir.” ANONİM BİLGE İslami Türklerde ‘Pan’cılık kimsedir, ama zeki olduğu söylenemez” demiştir. Sanırım kendisi de çok zeki değildi. Çünkü gazeteci sandığı Aubrey Herbert, kendisini İsveç’ten beri izliyordu; Sovyet Rusya ve Britanya gizli servislerinin ortaklaşa verdikleri “death warrant” (ölüm emri) gereği, yerini celladı Ermeni komitacıya bildirecek olan bir İngiliz ajanıydı. Oysa Talat Paşa, röportaj boyunca birkaç kez, muhbir gazeteci Aubrey Herbert’ten İngilizlerin kendisini korumasına aracılık etmesini istemişti!.. ??? Kırım’dan İstanbul’a göçen ailesi, doğumundan (1881) sadece bir yüzyıl önce İslamiyeti kabul eden Gagavuz kökenli Enver Paşa, önce Alman özentisi bir Türk milliyetçiliği benimsedi. Jön Türklere katıldı. Sultan Abdülhamit’i tahttan indiren darbecilerin başını çekti. Derken Sultan 5. Mehmet’in “damadı ‘Müslüman Kanı’ B ugün Türkiye’ye Pantürkist değil de Panislamist gömlek biçen “Yeni Osmanlı” oldumcuklar, Bolşeviklerin hizmetinde Panislamist isyan bastıran Enver Paşa’yı “Türk İslam sentezi”nin kahramanı, onun darbeyle devirdiği çapsız, gaddar ve paranoyak Abdülhamit’i de hanlar hanı diye yerlere göklere koymuyorlar. Devlet kuranlar karalanıyor, devlet yıkanlar alkışlanıyor. Normal. Çünkü Osmanlı’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni de yıkmak için elbette yanılanları övmek, beceriksiz muhterislerin peşine düşmek gerek! Kan dediğimiz yaşamsal sıvının İslam dünyasında nasıl bir kutsallık içerdiği, Suriye’deki iç savaş nedeniyle bir kez daha anlaşıldı. Müslüman politikacılar gibi Müslüman gazeteciler de “dindaş kanının” kendileri için ne denli önemli olduğunu vurgulamak için hiçbir olanağı kaçırmıyorlar. Müslüman kanı söz konusu olduğunda Sünniler de Şiiler de ortak paydada buluşuyorlar. Örneğin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran’ı ziyareti sırasında ülkenin dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Suriye’deki gelişmelerden duyduğu endişeyi dile getirirken, “Müslüman kanının dökülmesinden rahatsız olduğunu” söylüyor. (Ntvmsnbc TV, 29.03.2012) Müslüman kanının Başbakanımız için ne ölçüde önemli olduğunu ise Davos’taki “one minute” çıkışından bu yana biliyoruz. Müslüman kanı dökmenin İslam dininde büyük bir suç, cezasının ise cehennem olduğu Kuran’da belirtiliyor. “Kim bir mümini kasdi olarak öldürürse, o kimsenin cezası Cehennem’de (ebedi) kalmaktır!” (Nisa Suresi 93) ??? Dünya Kudüs Günü ve İslam coğrafyasında dökülen kanlar nedeniyle kitlesel bir basın açıklaması yapan Batman Hak ve Özgürlükler Platformu, “akan Müslüman kanının durdurulması”, “özgür bir Kudüs” istemi ve “İsrail’siz bir dünya” özlemini dile getiriyor. (17.08.2012) Bu sözlerden Musevi kanının kutsallık içermediğini anlıyoruz. Aydınlık gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar, 9.08.2012 tarihli yazısında konuya bir başka açıdan yaklaşıyor: “Geçtiğimiz ramazanlarda Irak ve Libya’da olduğu gibi bu ramazan ayında da Suriye’de oluk oluk Müslüman kanı akıtılıyor. Akıtan malum: Karar verici konumda, ABD yani Avrupa Birliği ile Paxamericana! Uygulayıcı, yani figüranlar ise başta Türkiye, pardon ErdoğanGül devleti olmak üzere Suudi Kralı ile Katar Emiri!” MHP Adana Milletvekili Seyfettin Yılmaz ise iktidara, niçin “Müslüman ülkeleri paramparça eden kanlı savaşa yardımcı olduğumuzu” sorarken, “her tarafta Müslümanların kanı akıtılıyor” diyor. (Adana 5 Ocak Gazetesi, 17.08.2012) Başka konularda birbirlerine ters düşen çeşitli inanç ve görüşlerden insanlar “Müslüman kanı” konusunda aynı noktada buluşuyorlar. Fakat Müslümanlar yine de bir gerekçe bulup birbirlerinin kanını akıtıyorlar. İran ve Irak arasında 8 yıl süren (19801988), İranlıların “Jangetahmilî”, Iraklıların “Qâdissiyat Saddâm” adını verdikleri savaş, Sünni ve Şii bir milyondan fazla Müslümanın ölümüne, 150 milyar dolarlık parasal yıkıma neden olmuş, galibi olmadan sonuçlanmıştı. Her iki ülke de Müslüman kanı akıtmakta kendince haklıydı! Aynen Yavuz Sultan Selim’in Sünni Memluk devletine karşı başlatıp Kutsal Topraklar’ı kan gölüne çevirdiği Memluk Seferi’nde dayandığı gerekçelerdeki haklılık gibi… Yavuz’un gerekçesi, Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki güçlerine komuta eden Albuquergue’nin Müslümanları kutsal topraklardan atmak için hazırlıklar yaptığına ilişkin aldığı duyumdu. Portekizli komutan 1.04.1512’de kralına yazdığı bir mektupta amaçlarını sıralamıştı: “Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ndeki giriş çıkışları denetim altına almak, Yemen’de Aden’i ele geçirmek, Nil Nehri’nin yanında bir kanal açarak Mısır’ın kuraklıktan kırılmasını sağlamak ve en önemlisi Kâbe’yi yerle bir etmek, dahası, Medine’deki Hz. Muhammed’in mezarını Hıristiyan topraklarına kaçırmak.” (Mustafa Armağan, Zaman Pazar, 14.08.2012) İşte Yavuz, Memluklerin bölgeyi koruyamayacakları belli olunca İslamın kalbini korumak için sefere çıkmış, önüne kim çıktıysa kılıçtan geçirmişti. ??? Kuramsal olana daha fazla ağırlık verdiğimden midir nedir, bilemiyorum, işlek bir anlak’a (zekâ) sahip olduğumu söyleyemem. Fakat yukarıda yazdıklarımın nedenlerini zorla da olsa anlayabiliyorum. Ama yine de bu “Müslüman kanı” konusunda anlayamadığım gölgeli yerler var; sözgelimi, saygı duyduğum, çalışmalarını ilgiyle izlediğim Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, CHP’li milletvekillerinin Hatay’da Suriyeli sığınmacıların kaldığı bir kampa alınmamaları üzerine yaptığı, “O kampta Müslüman kanı dökülsün diye adam mı eğitiyorsunuz?” çıkışını. Doğrusu yadırgadım. Kanın dini, milliyeti, inancı, mezhebi olur mu, diye düşündüm. Belki de kendi eksikliğimdendir; ırk, din, mezhep, milliyet, soysop bir yana, “insan” bir yana anlayışıyla yetiştirildiğimden olacak! Bilmem, sevgili okurlar, benim anlayamadığımı sizler anlıyor musunuz? Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN şehriyari”si ve sarayın gerçek hâkimi olarak Osmanlı’yı Almanya’nın yanı sıra savaşa soktu. Savaş yitirilip imparatorluktan geri kalan da elden gidince, böylesi hırslı ve memleketin 2 milyon evladının telefinden sorumlu bir önderin, onurluysa intihar etmesi gerekir değil mi? Ne gezer… Kaçtığı Almanya’da Pantürkist oldu, Osmanlı’yı batırdıktan sonra Orta Asya’da bağımsız bir Türkistan kurmak hayalinin peşine düştü. Asya’da önce Almanların hesabına İngilizlerle savaştırdı oradaki Türkleri, sonra Bolşeviklerin hesabına Tacikistan’da patlayan “Panislamist” isyanı bastırmak için… KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr ‘Ayhavar’ Can Baba’ya Hörmetli ohurlar, bu ayın “ana dilim”deki yazısını böyük şair ve yürekli aydınımız Can Yücel için galeme aldım… çünkü o hamımızın “Can Baba”sıydı.. Bilirsiz, Kars’ta 50’li yıllarda “Ekinci Pedalhanesi” nde (matbaasında) basılan, hagigatleri gülmeli bir dille anladan “mizah” ruznamesi (gazetesi) “Ayhavar”, bu yazılarıma da ilham verir. Emektarlarının toprağı bol olsun… Keçenlerde Cumhuriyet’te ohudum ki Can Yücel’in arvadı ve hayat yoldaşı Güler Yücel, Datça’daki evlerinin heyatında (bahçesinde) tikilen “Can Yücel Kültür Evi”ni ziyaretçilere gapatıp; 1999’daki ölüm günü olan 12 Ağustos’da gebri başındaki anma töreni de iptal edip… Güler Hanım deyip ki: “Geçen yıl mezarına saldıranların cezaları verilmeden burayı açmayacağım. ‘Mekânım Datça olsun’ demişti; mekânını cehenneme çevirdiler…” (8 Ağustos) N e yapsın yazıh; bahtı ki gebri balyozlarla parçalayan o gara beyinliler hele cezalarını çehmirler; bu pervasızlığı tezeden ahla getirmeh için demeh istiyir ki; “Bu kültür evini görmeh isteyenler de gebre saldıranların tapılması için çağrıda bulunsunlar, Can Yücel’in ölüsüne bile tüşmançalık besleyenlerin cezasız galmamasını istesinler..” Yaz aylarında günde 200 kişinin ziyaret elediği Can Evi’nin mimarı Ersen Gürsel’di. Bulunduğu gedim (eski) mahalleye saygıyla tasarlanan tek gatlı taşdan ve ağaçdan binanın, şairin öz evinin heyatına tikilebilmesi için “Koruma Kurulu’”nun müsaadesi lazımdı… Ancah, imar şartlarına göre bir “parsel”e ikinci bina yapmah mümkün değildi. Menim de “mimar aza”sı olduğum kurul, hem projenin gedim gomşulara saygısına, hem Can Yücel özünün (kendisinin) bir kültür mirası olmasına hem de bu evin kültüre yapacağı gatgılara ehemniyet vererek, feget (sadece) bu binada imar şartlarını bir kenara goydu. Kurulun müsaade gerarında denirdi ki: “Cumhuriyetin yurtsever şairini yeni nesillerle buluşturacak özenli ve alçakgönüllü bir kültür mekânının tarihi dokuya uyumlu katılımı, kamu yararınadır.” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com Datça’nın Hemşehrisi Can Baba Datça’yla elesine pütünleşmişti ki, birkaç yıl evvel de bir yazımda ahtardığım BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY ‘Hususi Müsaade’liydi “vasiyet” şiirinde bahın ne deyirdi: “Beni kuzum Datça’ya gömün / Geçin Ankara’yı İstanbul’u! / Oralar ağzına kadar dolu / Alabildiğine de pahalı, / Örneğin Zincirlikuyu’da / Bir mezar 750 milyona / Burası nispeten ucuzluk / Ortada kalma tehlikesi de yok / Hayır dua da istemez, / Dediğim gibi beni Datça’ya gömün / Şu deniz gören mezarlığın orda, / Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!” Güler Hanım’a yerden göğe gadar hak verirem. Heç Müsülmanlıhta gebre saldırmah olar? Datça’nın müftüsü bile neden sesini çıhartmır? Men de Can Evi’ne müsaade eden olarah deyirem ki; beynavalar (beyinsizler) cezalarını alana geder ne o eve girilebiler, ne de gebri başında tören yapılabiler.. HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Müzikte tempo 1 nun orta ağırlıkta olması gerektiğini 2 belirten terim. 2/ 3 Büyük balta... Yap 4 macıklı davranış. 3/ Osmanlı Devle 5 ti’nin Kuzey Afri 6 ka’daki son toprak7 larını da yitirdiği antlaşmanın adı... 8 Bir şeyin fiyatını 9 artırma. 4/ Yargı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 belirtmekten kaçınmayı temel alan felsefi sistem. 5/ 1 M A D İ S O N K “Çilbalığı” da denilen bir 2 İ L E T İ E K E balık. 6/ Kemiklerin için 3 L A V T AM İ M deki yağlı madde... İtal 4 O D K İ B E L E ya’nın en uzun akarsuyu. 5 NO K U L S E R 7/ “Saraylar saltanatlar 6G R İ L S İ E çöker / susar bir gün / 7 A L K A R A S I Zulüm biter” (Nâzım HikA L K O V S E met)... Diş köklerini kap 8 T A K I R layan sert madde. 8/ Eski 9 İ K A moların buzdan kulübelerine verilen ad... İskambilde koz. 9/ Yayla fırlatılan sivri uçlu çubuk... Yozgat ilinde ünlü bir höyük. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kapalı bir yerde seslerin dağılım biçimi. 2/ Dışavuran sevinç... Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan. 3/ “Topla birlikte koşma” anlamında spor terimi. 4/ Bir renk... Şenliklerde caddelere kurulan süslü kemer... Bir nota. 5/ Gaziantep’in bir ilçesi... Peru’nun para birimi. 6/ Un, et ve bamya ile yapılan bir yemek. 7/ Kakım, gelincik gibi hayvanların beyaz postu... Bir tür börülce. 8/ Meksika’da büyük bir köylü ayaklanmasına öncülük eden ünlü devrimci. 9/ Bir tür iskambil oyunu... İnsanın kendine karşı duyduğu saygı. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear