17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
20 ŞUBAT 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Ana akım medya Çağın ‘ana akım’ı kendi kelimelerine, kendi ‘söz’üne sahip çıkmak, yozlaştırılmasına, kirletilmesine, içinin boşaltılmasına direnmek, zihinsel istilaya izin vermemek yönünde evrilmelidir nsan “söz”le düşünen bir canlıdır. Bu nedenle düşünce üretim sürecinde kavramsallaştırma ve isimlendirme çok önemli bir yer tutar. “Önce söz vardı” veya “Ol dedi oldu” ifadelerinin insanlığın derin psikolojisinde silinmez izler bırakmış olması boşuna değildir. Ama madalyonun bir de diğer yüzü var: İçi boşaltılan kavramlar, sorgulanmadan veri kabul edilen isimlendirmeler, “söz”ün kökünden kopup sıradanlaşması, yıpranması düşünme sürecini zedeleyici bir etki de yaratabilir. İ Mana köprüsü Bu köşede daha önce de yazmıştım: Alman romantik akımının en önemli isimlerinden biri olan Hölderlin, Sofokles’in “Antigone”sini çevirirken çok ilginç bir saptamadan yola çıkar: Ona göre, Sofokles’in üslubu metnin arka planını oluşturan mitolojiye göre çok inceltilmiş, yumuşatılmış bir havadadır. Yazınsal ölçülere uydurulmuş o rafine kelimelerin gerisinde çok daha şiddet yüklü, ilkel, arkaik bir insan manzarası gizlenmektedir. Çevirmen olarak, metnin dış kabuğunu kırıp alttaki mağmayı, lavları ortaya çıkarmayı amaçladığını belirtir ve Sofokles dilinin etimolojik köklerine inerek metni yeniden yazmaya girişir. Burada söz konusu olan, kelimeler ile manalar arasında yeni bir köprü kurma çabasıdır. İletişim devrimi denilen olgu, bilginin ve her türlü verinin daha önceki dönemlerle kıyaslandığında sonsuz denilebilecek bir hızla dolaşımına olanak verirken, içi boşaltılmış kavramların veya kıymeti kendinden menkul formülasyonların zihinlere nüfuz etme gücünü de çok artırdı. Hobsbawm’ın 20. yüzyıl sonunun en karakteristik ve ürkütücü fenomenlerinden biri olarak tanımladığı, yeni kuşakların “bir tür sürekli şimdiki zaman” içinde yetişmelerinde önem li etkenlerden birinin “söz”ün bu şekilde sıradanlaştırılması olduğunu düşünüyorum. Günümüzde bir kavram, daha doğrusu bir formülasyon atılıyor ortaya, “ol” deniyor ve o söylenen, özellikle günümüzün en önemli kozlarından biri olan “görünürlük avantajı”nı kullananlar tarafından tekrarlana tekrarlana varlığı sorgulanamaz bir gerçek statüsüne yükseltiliyor. Artık bir veri, bir hareket noktası haline geliyor. İstilayı kabullenmek Türkiye’de herhalde sadece bir veya iki yıl dır çok sık kullanılan “ana akım medya” terimi de bu tür üretilmiş formüllerden, “neologos”lardan biri (neo: yeni, logos: söz). Benim en çok ilgimi çeken, terimin sadece kendilerini bu “ana akım” içinde görenler değil, onu eleştirenler arasında da kolayca kabul görmesi. Onlar da medyanın belirli bir kesimiyle ilgili görüş belirtirken “ana akım medya” şöyle, “ana akım medya” böyle diyerek sıralıyorlar eleştirilerini. Yani eleştirdiklerinin “merkez”, kendilerinin “çevre” olduğunu baştan kabul ederek çıkıyorlar yola. Biraz abartarak ifade edecek olursam, diğer tarafta yer alanların “normal”, kendilerinin “marjinal” olduğunu söylemiş oluyorlar bir anlamda. İyi de “norm” ne? “Norm” için tanım yapmayı deneyebilirim, mantıklı şeyler de söyleyebilirim, ama bunların bir anlamı yok. Çünkü herkes gibi ben de biliyorum ki “norm” erk ile iç içe geçmiş durumda. Öyle olmasa bu kadar sık değişir miydi zaten? Mehmet Ali Birand’ın “28 Şubat Belgeseli”ni izlerken aklıma üşüşüyor bu sorular. On beş yıl gibi kısacık bir sürede ne kadar çok “norm” değişmiş, ama “ana akım” her nasılsa yerinde kalmış. İlginç değil mi bu? Günümüzün dünyasında tek bir ölçüt var denebilir: Daha görünür olmak, daha çok satmak, daha çok izlenmek. Siz bunun erk ile kurulan ilişki olmasa geçerlilik kazanabileceğine inanıyor musunuz? Gerçekten “liberal” kuralların işleyip serbest piyasanın belirleyici olduğunu mu düşünüyorsunuz? Öyle olsa, bir gün ak dediğine ertesi gün kara diyenlerin silinip gitmesi gerekmez mi? ??? Ben “söz”ün önemine inanmaya devam etmekten yanayım. Her türlü erkten, her türlü dayatılmış “norm”dan, her türlü “ana akım”dan bağımsız; kendine güvenen, mana ile kurduğu ilişkinin sağlamlığına inanan “söz”ün bellek sigortamız olduğuna inanıyorum. Üstelik bunun medya ile sınırlanamayacak kadar önemli bir konu olduğunu da düşünüyorum. Seçilen kelimelerin, terimlerin üzerinde düşünülerek kullanılması, manadan kaçışın mutlaka durdurulması gerekiyor. Her alanda. Özellikle de sanat ve düşün alanında. Çağın “ana akım”ı kendi kelimelerine, kendi “söz”üne sahip çıkmak, yozlaştırılmasına, kirletilmesine, içinin boşaltılmasına direnmek, zihinsel istilaya izin vermemek yönünde evrilmelidir. Geleceği belirleyebilecek önemde bir konudur bu. ‘Meyhane Arkadaşım’a Mektup Geçenlerde seni düşünürken “Gitmeden önce homurdanmaya başlamıştı” dedim ve güldüm. Hayli homurdanmış, bunları da “Kitaplık”ta “Homurdanmalar” üstbaşlığıyla yayımlamaya başlamıştın. Ama sonra “Homurdanmaya bile değmez işler bunlar!” deyip vazgeçmiştin. “Şimdi olsaydın da homurdansaydın!” diyeceğim ama, homurdanmakla da rahatlayacak gibi değiliz! Her sabah kalktığımızda bir “homurdanmalar listesi” yapmamız gerekiyor ama, daha öğleye kalmadan yepyeni homurdanma konuları geliyor. Yani diyeceğim o ki sen burada olsaydın da homurdansaydın kimse yadırgamazdı, çünkü artık homurdanmak bir iletişim biçimi haline geldi. Yeni geleneklerimiz arasına katıldı. Bu kadar homurdanma yeter... Diyemeyeceğim. Yani, “Homurdanacağına bir şeyler yap!” diyenler olabilir ama, o bir şeyleri yapmak için de insanda biraz güç, heves filan olması gerekiyor. Hiçbir zaman “memleket saat ayarı” dediğimiz günler olmadı ama şimdi saat da kalmadı ayar da. Ya da şöyle diyelim: “Saat bulsam, ayarı yok/ayar olsa saatı yok!” Sen şimdi Behçet Necatigil Şiir Ödülü Seçici Kurul üyesi olsaydın, o zaman ben de ayrılmazdım seçici kuruldan tabii, Karaköy’de denize karşı birer bira içerdik, ertesi gün de Asmalımescit’e, Refik ya da Yakup’a rakılamaya... Giderdik gitmesine, bahardır diye gözümüz, gönlümüz de dışarda olurdu, ama vuslat bir başka bahara kalırdı. Hevesimiz kursağımızda kalırdı, ancak içerde içebilirdik rakımızı. Devletlüler öyle ferman etmişlerdir zira! Sokakta zinhar rakı, şarap içilmeye demişlerdir! Diyeceğim iyi ki ayrılmışsın Necatigil jürisinden, eh sen olmayınca ben durur muyum oralarda, ben de ayrıldım tabii, yoksa Beyoğlu’nda dışarda rakı makı içemezdik, bir de buna homurdanırdın: “Birader...” diye başlardın... Tüm seçici kurullardan ayrıldım, rahatladım. Evde bir şiir var büyüyor, ben gözümü kâğıtlara dikmişim, burada şiir var mı diye? Nar daha fazla büyümeden dedim ki ona: Şiir de sensin ödül de! İzmir’e gidiyorum yılda birkaç kez ama “Sensiz sazın zevki mi var?” dediği gibi şarkının pek tadına varamadan dönüyorum. Issızlık duygusu demek ki böyle böyle sarıyormuş insanı, yakınları, arkadaşları bir bir gittikçe, sıranın kendisine geleceğinden çok, ıssızlığın ortasında kaldığına yanıyormuş insan. Sen de o insanlardandın işte, babam da senin gibiydi. Sen gelince buluşurduk İstanbul’da yakın çevremizdeki şair arkadaşlarla. Gelişin kabilenin ruhunu güçlendirirdi, ateşlerdi sanki yeniden. Sen İzmir’e döndükten sonra da bir süre idare ederdik bu enerjinin ateşiyle. Babam da koca bir sülaleyi, akrabalar birliğini, gencini yaşlısını bir araya toplardı; şenliğe, bayram yerine çevirirdi ortalığı. Gülerdi, konuşurdu, anlatırdı, anlardı, dinlerdi, çözerdi. Babamı yitirince yalnızca onu yitirmedim, o şenlik duygusunu, bayram duygusunu, sevinci, ortak ruhu da yitirdim, yitirdik. Siz o adamlardınız işte. Babam da “meyhane arkadaşım” olmasa bile, rakı arkadaşımdı. Sen son yıllarında “homurdanan” adam, bense “mırıldanma”yı bile becerememeyen biri. Yine de diyorum sevgili Mehmet Abi, “meyhane arkadaşlığı”mız iyiydi. Arkadaş da var, Seyhan’ı, Didem’i, Füsun’u, Süha’yı, Hulki’yi de uğurladık gerçi, meyhane de var hâlâ, ama sensiz tadı yok. Bu tabii bir kısım “parti komiseri” kılıklı şairle, şair sınıflaması yapan ruhsuz şairlerin anlayacağı bir şey değildir, vaktiyle sana saldırıp senin arkadaşlarını da “Mehmet H. Doğan’ın meyhane arkadaşları” diye niteleyen, kıskançlık ve haset duygularıyla yazdıkları şiirler de kendilerine benzeyen bu bahtsızların anlayabileceği bir şey değildir. “Hak’katen” diyorum “şiir miir şurda dursun, nasılsa yazan bulunur, hem yazılıyor da, biz onlara baka baka İstanbul’da, İzmir’de biraz daha rakılar içseydik canım abim”. Gül gibi, süt gibi, aşk gibi, şefkat, iyilik, hasret, yokluk, kavuşma, yakınlık rakıları olsaydı, eh o kadar şairliğimiz de olsaydı, rakı içerken adını koymak gibi. Görenler de “Bak meyhane arkadaşları oturmuş karanfilli rakı içiyor” deselerdi... Yokluğunun beşinci yılında seni özlemle anıyorum sevgili Mehmet Abi. Whitney Houston’a veda Kültür Servisi Geçen cumartesi gecesi kaldığı otel odasında ölü bulunan ABD’li sanatçı Whitney Houston için önceki gün cenaze töreni düzenlendi. Houston’ın tabutu, küçük bir çocukken korosunda yer aldığı kilisede düzenlenen törenin ardından, unutulmaz yorumuyla hafızalara kazıdığı “I will always love you” şarkısı eşliğinde dışarı çıkarıldı. Stevie Wonder ve Alicia Keys’in de şarkı söylediği tören sırasında, Kevin Costner, Clive Davis’in aralarında bulunduğu sanatçının yakınları birer BU YIL İLKİ DÜZENLENEN ANTALYA KİTAP FUARI DÜN SONA ERDİ İlgi beklenenin üzerindeydi konuşma yaptı. Houston’ın cenaze töreninde annesi ve kızı hıçkırıklara boğulurken törene sanatçının eski eşi Bobby Brown da katıldı. Brown’un, tören başladıktan sonra kiliseye geldiği, sanatçının tabutuna yaklaşıp dokunduğu ve kiliseden ayrıldığı belirtildi. Güvenlik görevlileri, üzgün görünen Brown’un kilisede oturmayarak kısa sürede ayrıldığını aktardı. Billboard dergisinin haberinde ise arkadaşlarıyla birlikte gelen Bobby Brown’un, tören başlamadan hemen önce Houston’ın yakınları tarafından dışarı çıkarıldığı iddia edildi. zar buluşmaları ise bir hayli ilgi gördü. Zeynep Oral, “Kadın yaşam sürüvenine çok geç başladı ve herANTALYA TÜYAP Tüm Fuarcılık AŞ tarafınkesten hızlı koşmak zorunda. Dünyada okuma dan Türkiye Yayıncılar Birliği’nin işbirliğiyle bu yıl yazma bilmeyen 1 milyar insandan üçte ikisi kailki düzenlenen Antalya Kitap Fuarı, dün sona erdi. dın. Kadınlar, dünyadaki toplam iş yükünün üçte Yaklaşık 100 bin ziyaretçinin katıldığı fuar kapsaikisini yapmasına rağmen, işgücünün üçte birini mında imza günleri en çok ilgi gören yazarlar Muoluşturuyor. Türkiye’de de bundan çok farklı rathan Mungan, Ayşe Kulin, Hakan Günday, bir durum yok. Kadına yönelik şiddet son 7 yılda Gülten Dayıoğlu, yüzde 1400 arttı, Muzaffer İzgü, Cakadın istihdamı ise nan Tan ile yazar çiyüzde 30’un altına zer Umut Sarıkaya düştü” diye konuştu. olurken, fuara ilgi bekKırıkkanat ise “Kalenenin üzerindeydi. dının ezilmesi tek Fuarda “Okuryatanrılı dinler ile başzar buluşmaları” lıyor. Türkiye’de ise kapsamında çok sayıtüm yasalar yamada yazar okurlarıyla ma olduğu için bu bir araya geldi. İlber konuda hiçbir adım Ortaylı, Türkiye’nin atılamıyor” dedi. tarihinde etnik farklıBu arada Zeynep lıkları olmasına karşın Oral’ın “O Güzel İnetnik çatışmalar olma Gazetemiz yazarları Zeynep Oral, Deniz Kavukçusanlar” ile “O Büyüdığına dikkat çekerek, oğlu ve Mine Kırıkkanat “Yurttaşlık Kültüründe Ka lü İnsanlar” kitapla“Ancak Türkiye’nin dının Yeri” etkinliğinde okurlarıyla bir araya geldi. rı, Mine Kırıkkanat’ın yakın tarihi çok ilgi çekmeyen bir alandır, tarih “Örtülü Özgürlük”ü ile Ataol Behramoğlu’nun olmaktan çok aktüalite tartışmasıdır. Türkiye’de “50 Yıldan 100 Şiir”i, Cumhuriyet Kitapları stanarşivler açılmadığı için birçok yanlış bilgi üzerindında en çok ilgi gören kitaplar oldu. den tartışmalar yapılıyor” dedi. Bir başka okuryaFuarın en ilginç çıkışı ise Nazlı Ilıcak’tan geldi. zar buluşmasında ise Murathan Mungan, mart ayın“Her Taşın Altında ‘The Cemaat’ mi Var?” kitada “Aşkın Cep Defteri”, mayısta “Tuğla”, sonbabına ilişkin söyleşiye katılan Ilıcak, bir okurun “Erharda ise “Hatıra Metod Defteri” kitaplarının çıkagenekon’un 1 numarası kimdir?” şeklindeki sorucağı haberini ilk kez burada verdi. su üzerine, “Değişen Genelkurmay başkanları gibi Gazetemiz yazarları Zeynep Oral, Mine Kırıkgeliyor bana” dedi; işin ucunun Yaşar kanat ile Deniz Kavukçuoğlu’nun katıldığı “YurtBüyükanıt’a da ulaşacağını iddia ederek, “O zaten taşlık Kültüründe Kadının Yeri” başlıklı okuryaoradan kurtulamayacak” ifadelerini kullandı. MELTEM YILMAZ 62. BERLİN FİLM FESTİVALİ’NDE ALTIN AYI ‘SEZAR ÖLMELİ’ FİLMİNİN İtalyan sineması kazandı başkanlığındaki jüri, “En Kültür Servisi 62. İyi Kadın Oyuncu” ödüBerlin Film Festivali, bülünü Kim Nguyen’in “Reyük ödüllerin sahiplerini belle” (Militan) adlı filbulmasıyla önceki gün mindeki rolüyle Kongolu sona erdi. Festivalin büoyuncu Rachel Mwanyük ödülü olan “Altın za’ya verirken, “En İyi Ayı”ya, Vittorio ve PaoErkek Oyuncu” ödülü, lo Taviani kardeşlerin Nikolaj Arcel’in “Kraliçe yeni filmi “Sezar Ölmeve Doktoru” adlı filminli” adlı eser değer görüldeki rolüyle Danimarkalı dü. Özgün adı “Cesare Deve Morire” olan bel Vittorio ve Paolo Taviani oyuncu Boe Folsgaard’ın oldu. gesel drama niteliğindeki “Jüri Büyük Ödülü”ne, Macar yöfilmde, William Shakespeare’in “Julius Caesar” adlı oyunu, Roma Re netmen Bence Fliegauf’un imzasını tabibbia Cezaevi’ndeki mahkumlar ta şıyan “Sadece Rüzgâr” (Csak a Szel) değer görülürken, “En İyi Yönetrafından canlandırılıyor. Festivalin ilgi odağı olan Taviani men” ödülü ise “Barbara” filmiyle Kardeşler ödüllerini alırken, “Bu ödü Christian Petzold’un oldu. Alman kameraman Lutz Reitemelü, Shakespeare’in basit ama görkemli kelimeleriyle birkaç günlüğü ier de “Beyaz Geyiğin Ülkesi” (Bai Lu ne de olsa yeniden yaşama dönen Yuan) adlı Çin filmindeki sanatsal çalışmasından dolayı “Olağanüstü Samahkumlara adıyoruz” dediler. Ünlü İngiliz yönetmen Mike Leigh natsal Katkı” ödülüne değer görüldü. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear