25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14 ŞUBAT 2012 SALI 2 çağırdı mı, çaresiz gitmek zorundasınız. Neyse sorulacak konu görüşülür, sonuçlanır, çoğu kez tutuklanmayla biter, doğru tutuklularevine gönderilir o kişi ya da serbest bırakılır... Ama yasadan kaçmak olmaz! Genelkurmay Başkanlığı yapmış general bile çağrılınca gitti. Nice paşalar, Prof’lar, yazarlar ifade verdi, sonra tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yetkili, sorumlu savcı karşısında kimse direnemez!.. Ama günlerdir MİT Müsteşarı’nı savcılığa getirmek mümkün değil! Başbakan var ardında, Cumhurbaşkanı var. Böyle biri kalkıyor, yetkili savcının çağrısına aldırmıyor. Devlet yönetiminde bir garip davranış, bir karmaşık olay... Oslo’da ne oldu, MİT’çilerle Kürt temsilciler neler konuştu? Bir çözüme varıldı mı? Çeyrek yüzyıldır sürüp giden çarpışmalar, şehitler, gaziler, acılar artık sona erecek mi? MİT’in başarmak istediği barış artık gelecek mi? Niye devletin yetki verdiği savcıya karşı bu direnme, garip bir koruma görüntüsü?.. Kördüğüm olmaya doğru giden sorunu, kim çözümleyecek? Meclis mi, hükümet mi? En iyisi, şu görevli ya da yetkili savcılar, yargıçlar kurullarına son vermek!.. En iyi çözüm bu!.. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Toplumsal Muhalefetin Mütevazı Örgütü Halkevleri Halkevleri, 80 yıllık tarihi geçmişiyle 19 Şubat kuruluş yıldönümünde, emperyalizme karşı gılandılar. Yedi yılık bir yargılama sonrası aklanan Halkevleri, 1987’de yeniden bağımsızlığı, ırkçılığa karşı kardeşliği, gericiliğe karşı aydınlığı, faşizme karşı demokrasiyi savunan ve uğruna nice kayıplar veren Mustafa Kemal’in kurduğu dört temel örgütten biridir. açılarak, mücadelesine ve örgütlenmeye siHüseyin ÖZKAHRAMAN Eski Bakırköy Halkevi Baş. ve Marmara Böl. Tem. evlerinde işkencelerden geçirilip idamla yar En İyi Çözüme Doğru! Kim olursan ol, özel yetkili ya da özel görevli bir savcı seni çağırdı mı, gideceksin. Kaçmak, saklanmak, aldırış etmemek yok. Yasalar böyle diyor. Kim olursan ol!.. MİT’in müsteşarı ve dört yardımcısını ifade vermeye çağırdılar. Günler geçti gelen yok! Müsteşar savcı yerine, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a gitti. Onlarla neler konuştu, bilen yok! Ama günler geçiyor, yetkili ya da görevli savcılık, MİT’çileri bekliyor... Ne soracak, neyi anlamak isteyecek, bilmiyoruz. Ama gizlenen bir şeyler var! Devletin yetki ve görev verdiği bir savcı, devletin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın önde gelen sorumlularını ifade vermeye çağırdığına göre herhalde önemli bir sorun var. Hepimiz biliyoruz, Norveç’in Oslo kentinde MİT görevlileri PKK’nin temsilcileriyle buluşmuş, konuşmuş, tartışmış, önemli konuşmalar olmuş. Barış için, silahlı çarpışmaları önlemek için, bir iyilik havası yaratmak için... Hem de bu görevi ona Başbakan vermiş! Bir sorumlu varsa, o da hükümetin başındaki kişi... Yetkili ya da görevli ya da hem görevli hem yetkili savcılar sizi ifade vermeye Deve Güreşi... En kestirmeden özetlemeli: İmam ile Hoca arasında sorun çıktı... İmam, Hoca’nın iki polis müdürünü görevden aldı... Hoca, İmam’ın MİT’çilerini sorguya çağırdı... İmam, Hoca’nın savcısına el çektirdi... Hoca da İmam’ın MİT’çilerine yakalama çıkardı... ? Türkiye Cumhuriyeti İmam ile Hoca Efendi’ye kaldı çünkü... Demek ki MİT imama, polis ile yargı Hoca Efendi’ye düştü... Onun için zaten; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı’nı tutup hapse attılar, kimsenin kılı kıpırdamadı... Çünkü o kimsenin payına düşmemişti... Ama MİT Müsteşarı ifadeye çağrılınca kıyamet kopuverdi... ? Bu kavga kaçınılmazdı aslında... Çok bilinen bir siyaset yasasıdır; iktidarları ele geçiren ittifaklar, er geç birbirleri ile hesaplaşırlar... O günlere geldik demek ki... Başladı... ? Hoca Efendi, İmam ile neredeyse eşit güce sahip, birlikte yürüdüler bu yollarda, şimdi kaçınılmaz hesaplaşma zamanı... İşte izlediğiniz; İmam, MİT’çilerini Hoca Efendi’den korumak için kanun çıkarıyor... Siz bu satırları okurken İmam’ın MİT’çilerini Hoca Efendi’nin yargısından koruyacak kanun görüşülüyor olacak TBMM’de... İzleyin... Ama bitmeyecek... Hesaplaşma başladı bir kere... İmam ha bire kanun çıkarmak zorunda: “Müsteşarı koruma kanunu...” “Şefi koruma kanunu...” “Amiri koruma kanunu...” “Müdürü koruma kanunu...” Sonra da zaten “İmamı koruma kanunu” lazım... Ki Hoca götürmesin... ? Zavallı Türkiye... Ne haldesin?... ? Muhalefet ne yapıyor derseniz... Arada kaldı... İmamdan yana mı olmalı?.. Hocadan yana mı olmalı?.. Onun için zaten Kemal Kılıçdaroğlu deve güreşlerine gitti... Bakıyor... Hangi deve kazanacak?.. H alkevleri, 19 Şubat 1932 yılında, Türk Ocakları Derneği’ne tepki olarak kuruldu. Cumhuriyetin kuruluş felsefesini, eğitim ve kültürle yaymak ve geliştirmek görevleriydi. Dönemin kurucu iradesi, cumhuriyetin toplumsal bağları ve aydınlanma sürecini Halkevleri ve Köy Enstitüleriyle tamamlamak istiyordu. 1932 ve 1951 yılları arasında başarılı çalışmalar ortaya koyan, 63 ilde 478 şubesi ve 4322 halk odasıyla yaygın “halk okulu” olma görevini üstlenen Halkevleri binlerce insanı topluma kazandırırken, yüzlerce yayın ve edebi eser verdi, onlarca kültür ve sanat adamının da yetişmesine katkı sundu. (Sadri Alışık, Münir Özkul, Nejat Uygur, Ali Şen, Ruhi Su, Müjdat Gezen, Erkan Yücel, Prof. Dr. Anıl Çeçen, gazeteci yazar Hikmet Çetinkaya gibi niceleri.) Halkevleri, Anadolu topraklarında ortaçağı yaşayan dogmatik ve ümmetçi bir toplumu, aklın ve bilimin ışığında değiştiren ve dönüştüren yeni bir uygarlığı yaratma yolunda önemli işlevler yüklendi. Tek tip insan yerine sorgulayan, insanca ve hakça bir dünya yaratmayı kurgulayan, Anadolu insanının yaratıcı ve üretici yeteneklerini ortaya çıkaran bir işlevi vardı. 1950’lere ge lindiğinde gözle görülür bir toplumsal değişim, kültür ve sanatta ilerleme, dönemin DP iktidarını rahatsız etti. Bugünkü siyasal iktidarın temellerini o günlerde atan Adnan Menderes, 1951’de Halkevleri’ni kapattı. Anadolu aydınlanmasının adresi kapatılıyor, tüm mal varlığına el konuyordu. Halkevleri 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar, Türkiye’deki gelişmeleri ilgi ve bilgiyle izleyen UNESCO yeni toplumsal projede Halkevi eksikliğini, dönemin yetkililerine bildirmesiyle, uzunca bir aradan sonra yeniden açıldı. 1960’lı yıllar dünyada öğrenci ve gençliğin mücadele ivmesinin yükseldiği yıllardı. Bağımsızlık ve özgürlük, gençliğin şiarı, demokrasi, insan hakları ve sosyalizm idealiydi. Diyalektik bir değişim sürecinde olan Halkevleri bu fikirlere kucak açmak, ev sahipliği yapmak zorundaydı. 70’li ve 80’li yıllar Türkiye’de acıların yaşandığı yıllar olup, iç savaş boyutundaki çatışmalarda onlarca Halkevci öldürüldü. Halkevlerine en büyük darbe 1980’de yapıldı. Yüzlerce şehit vermiş olan örgütün merhum Genel Başkanı Ahmet Yıldız ve çalışma arkadaşları Ali Cihat Işık, İbrahim Yavuz gibi bölge temsilcileri şube başkanları ceza yasal iktidarların her türden engelleme ve baskılarına rağmen devam etti. Toplumsal muhalefetin mütevazı örgütü Halkevleri, halkın muhalefet evleridir. Çevreci ve insan hakları savunucusudur. AKP’ye kul, sermayeye köle olmayanların müttefikidir. Güvenli iş hakkını, barınma ve ulaşım hakkını savunan neoliberal politikalara karşı, enerji, tarım ve beslenmeden, sağlık ve eğitime kadar mağdur olanların hak arama mücadelesinin destanıdır. İnsanca yaşamanın umudu olmaya devam eden Halkevleri, 80 yıllık tarihi geçmişiyle 19 Şubat kuruluş yıldönümünde, emperyalizme karşı bağımsızlığı, ırkçılığa karşı kardeşliği, gericiliğe karşı aydınlığı, faşizme karşı demokrasiyi savunan ve uğruna nice kayıplar veren Mustafa Kemal’in kurduğu (Cumhuriyet Halk Partisi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Halkevleri) dört temel örgütten biridir. Ümmetten yurttaşlığa, cemaatten topluma, itaatten sorgulamaya, korkudan sevgiye halkın kavgasında hep var olan Halkevleri, kısıtlı olanaklara rağmen sivil direnişin en güzel örneklerini veriyor. Bugün 24 ilde 73 Halkeviyle sivil toplumun birikimli örgütü Halkevleri yaşamalı ve yaşatılmalıdır. Bağımsız, özgür ve eşitlikçi bir Türkiye kurulana dek!.. Gelişmeye Evet Ama Ne Pahasına Coşkun TECİMER nlü fizikçi Stephen Hawking, “İnsanlık 3000 yılına değin yeni bir gezegen bulamazsa bu, onun sonu Ü olacak” demiş. 3000 yılını nasıl hesaplamış bilemiyorum ama dünyanın insanlar tarafından adeta sömürülürcesine tüketildiği bir gerçek. Teknolojik gelişme öylesine gözü kara biçimde sürüyor ki bir yandan çevre ve doğanın hoyratça kullanılışı, diğer yandan silahlanmanın geldiği nokta insanlık için büyük tehdit oluşturuyor. Einstein ne demişti? “3. Dünya Savaşı olur mu olmaz mı bilemem, ama olursa eminim 4. dünya savaşı taş ve sopalarla olacak.” İnsanoğlu en akıllı canlı olmakla övünür. Evrenin merkezine koymuştur kendisini. Hayvanlar, bitkiler, her şey onun içindir. O da alabildiğine kullanır bunları. Doğayı kendi çıkarına dönüştürme düşünden bir an bile vazgeçmez. Akıllı olmakla övünen insan gerçekten her zaman böyle midir? Referansımız mutluluk ise insanoğlu o denli akıllı görünmüyor. Öyle olsaydı yeryüzü barış ve mutluluğun estiği bir cennet olurdu. Doğaya karşı acımasız olan insan kendi türüne karşı da aynı tutumu benimsemiştir. Akıl, teknolojik gelişmeyi sağlamış ama yeryüzü felaketlerden kurtulamamıştır. Şöyle bir çevrenize bakın, her taraf kan gölü. Savaşlar, şiddet ve sömürü hiç bitmiyor ancak insanlık bu dünyada ya da öte dünyada cennet düşünden de vazgeçmiyor. Teknolojik gelişmeye evet, ama ne pahasına? Tarihe baktığımızda endüstriyel ilerleme, insani duyarlılıkla ve doğayı koruyarak gerçekleşmemiş. Bilimsel gelişmeler her zaman rasyonel çizgisinde giden barış dönemlerinin ürünü olmamış. Ne ilginçtir ki bilim ve tıbbın en geliştiği dönemler arasında savaş zamanları azımsanamayacak bir yer tutuyor. Örneğin askeri malzemeleri kolay taşıma düşüncesi, ulaşım, yol ve köprü mühendisliğinde ilerlemelere yol açmış. Nükleer fiziğin gelişmesinde atom bombasının keşfi çalışmaları büyük rol oynamış. İlk kanser ilacı yine savaş sırasında insanları öldürmek için kullanılan mustard gazının yararlarının keşfiyle ortaya çıkmış.İnsanoğlu kadar yıkıcı başka bir canlı yok. Kendi türüne olduğu kadar diğer can lılar için de en büyük tehlike insan değil mi? Tüketilen kaynak, “dünya kadar” bile olsa yine de olanaklar sınırlı. Çocukluk düşlerimizin o ucu, sınırı belirsiz kocaman dünyası artık o denli büyük değil. Neredeyse her yerine girilmiş, keşfedilmeyen köşesi kalmamış, gizemi kaybolmuş bir dünya artık yaşadığımız yer. Kızılderilinin söylediği gibi, paranın ve binaların yenilemeyeceğini bir gün anlayacağız. Yaşamda çoğu zaman tek doğru yok, ama akıllı olmakla övünen insanoğlu kendi inanç ve kültürünün dışındaki toplumlara hep önyargıyla bakıyor. Oysa şöyle düşünmek istemiyor: Bu dünyada benden farklı biçimde yaşayan insanlar varsa benim yaşantım ve inancım tek doğru olmayabilir. Çevreye ve diğer canlılara bakışta da geçerli bu. Örneğin hayvan eti yemeyen kültürlere küçümseyerek bakabilmekteyiz. Vejetaryenleri anlamak gibi bir sorunumuz yok. Öldürücü hayvan deneyleri insani çelişkiyi anlamakta güzel bir örnek. Bu deneylerin tıbbın ilerlemesine katkıda bulunduğu bir gerçek. Bunun böyle olması deneyleri haklı kılar mı? İnsanların da denek hayvanı olarak kullanılmasının tıbba büyük katkılar sağladığı bir gerçek, ama insanları deneylerde hayvanlar gibi kullanmıyoruz. Oysa Nazi döneminde Yahudiler bilimsel deneylerde öldüresiye kullanılmış. Örneğin tek başına kapalı yerde tutulan bir insanın hangi şiddetteki sese dayanabileceğini saptamak için ortama şiddeti giderek artan sesler verilmiş. Kişi yoğun stres altında ölüme terk edilmiş. Şimdi bize ne denli garip ve hunharca geliyor değil mi? Ama hayvanların deneylerde öldüresiye kullanımı bilimin ilerlemesi için gerekli görülüyor. Oysa öldürücü hayvan deneylerini ortadan kaldırırsanız tıp belki daha yavaş gelişir, ama daha ahlaki bir zemine oturur. Batı uygarlığının hayvan deneyleri konusunda geldiği nokta, deneyleri yasaklamadan, yalnızca bazı iyileştirmeler yapmanın ötesine geçmemiştir. Yani demem o ki, insanlığın gelişimi için atılan her adım, doğru ve adaletli çizgide gitmiyor, çelişkisini de içinde taşıyor. Teknolojik gelişmeye evet ama daha etik olmak koşuluyla. O yüzden tutkuların, duyguların ve inançların tutsağı olmamış beyinlere ihtiyacımız var. Çelişkileri görmek ve bunlara rasyonel çözümler getirmektir asıl olan. Gerekirse daha yavaş ama insana, çevreye ve doğaya daha duyarlı bir gelişmedir istediğimiz. Sahici bir dünya için gerekli olan budur. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear