25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
23 KASIM 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 13 Sadece hece ve ses benzerliği… Teşbihte hata olmaz. Yani benzetmede sorun, sıfır olmalı. Gazneli Mahmut, İslamiyeti ilk kabul eden Gazne Devleti’nin sultanı. 9671030 yıllarında yaşadı. Hindistan’ı fethetti. Ve bu ülkede İslamiyetin yayılmasını sağladı. Bugün, Hindistan dünyanın en büyük İslam nüfusuna sahip ülke ise, bu Gazneli Mahmut sayesinde gerçekleşti. “Gazze’ye sefer” fikrinin babası olduğu için, Mavi Marmara depreminden sonra, Sayın Bakan, Hariciye çevrelerinde “Gazzeli Davut” diye de anılıyor. Sayın Bakan iki gün önce Gazze’ye indi. “Kendimi evimde hissediyorum!” demesinin üzerinden dakikalar geçmedi ki... İsrail füzeleri patladı. Sonra da ölümler ve yaralanmalar. “Evindeki” hazin manzara karşısında haklı olarak ağlamaya başladı. Şer çevreler anında, sosyal medyada “Ülkesinin şehitlerine ağlamayan…” diye, Sayın Bakan’ı “tweetlemeye” yöneldiler. Büyük ayıp ettiler... Hem kötü niyetten, hem de cahillikten. Bir kere kendisi bir dışişleri bakanı... İçeride ölenlere ağlayacak... Ve İdris Naim Bey’in görev alanına tecavüz edecek hali yok. Kaldı ki, artık öyle her ölüme de ağlamak gerekmiyor. Ölümlerin bir anlamı, önemi ve stratejik derinliği var. Bunun ölçüsünü de Allah razı olsun, Sayın Başbakan önceki gün açık, seçik ve çok net ilan etti: bir gün bu iktidarın mutlaka Yüce Divan’da “sıfır sorun macerası”nın hesabını vereceğini hatırlatıp duruyor. Sayın Bakan’ın internet sitesine yazdığı “Sathı diplomasi vardır!” vecizesi açık bir ikrardır. Bu nedenle kendisi mutlaka “itirafçılık” hükümlerinden yararlanacaktır. Belki de ikinci bir özür vesilesi bekleniyor! GÖRÜŞ PROF. DR. CENGİZ KUDAY Benim Öğretmenlerim Öğrenim hayatıma 1949 yılında Kütahya’da, “Gazi İlkokulu”nda başladım. İlk öğretmenim, bugün de gözlerimin önünde!.. Beyaz saçlı, dudaklarının üstünde ince beyaz bir bıyığı olan, hep yelekli takım elbise giyen ve yeleğinde köstekli bir saat taşıyan, sevgi ve gülümseme dolu bakışlarını bizlerden hiç eksik etmeyen, hepimizin canımız kadar sevdiği bir insandı o!.. Bizler için her şeydi!.. (O zamanlar daha kalemtıraş olmadığından, kalemimiz kırıldığında ya da ucu kısaldığında önünde sıra olurduk. Hiçbir şikâyet belirtisi göstermeden, her birimizin kalemini sabırla açardı.) İlkokulun daha 1’inci sınıfında Türkçe öğrenirken; “fiil”, “zarf”, “zarf tamlaması” ile karşılaştık. Henüz 2’nci sınıfta iken tarihle tanıştık. Kütahya’nın tarihini gezilerle öğrendik!.. Öğretmenimiz, “Bu surlar Romalılardan, şu kale Selçuklulardan, şu cami Osmanlılardan” der, buraların Frigyalılardan kaldığını söylerdi. Bizi şehrin köklü ailelerinin evlerine götürür; örneğin, “Bu aile Germiyanoğullarından geliyor. Önceleri buraların sahipleri onlardı” diye açıklamalarda bulunurdu. Tüm sınıfla (25 öğrenci) çini atölyelerine giderdik. Çininin nasıl yapıldığını görürdük. O zamanlar her şehirde bulunan “Halk Evi”ne gittiğimizde, bir dinleti sonrasında klasik müzikle tanışmıştık. Daha sonra ailece İzmir’e taşındık. Buca’da, “Çakabey İlkokulu”na kaydoldum. Orada da öğretmenimi çok sevdim. Bize okulun müzik odasında mandolin çaldığını ve çocuklar için bestelenmiş klasik müzik eserleri dinlettiğini bugün de hatırlıyorum. İlkokuldan sonra “Buca Ortaokulu”na kaydoldum!.. Atatürk’ün İzmir’e gelişinde kaldığı söylenen, girişinde büyük bir havuz ve ortasında mermerden yapılmış bir Afrodit heykeli olan, arka bahçesinde mitolojik kahramanların bronz heykelleri bulunan, her ders için farklı dershanelere sahip bu okuldaki sedef kakmalı şöminelerle süslenmiş sınıflarımızı hatırlıyorum!.. Yaptığı deneylerle konuları bize öğreten öğretmenlerimizi hatırlıyorum. Her yıl bir mevsim boyunca sorumluluğumuza verilen çiçek ve sebze tarhlarımızı; buraları geliştirmek için, durmadan yorulmadan uğraşan öğretmenimizi; bir kurbağanın iç organlarını görmek için yaptığımız ve ilk cerrahi deneyimimi edindiğim “disseksiyon” dersini hatırlıyorum. Bize tahta oymayı, kâğıt hamurundan heykel yapmayı, ipliklerden hamak, kilim yapmayı öğretmek için uğraşan el işi öğretmenlerimizi hatırlıyorum. Her birimizin önünde duran, notalarımızı koyduğumuz açılıp kapanan ayaklı sehpaları hatırlıyorum. Özetle bir cennet olan okulumu ve öğretmenlerimi bugün de hatırlıyorum. Liseyi “İzmir Atatürk Lise”sinde okudum. Her sabah Alsancak istasyonu yolu ile gittiğim bu okul, saray yavrusu muhteşem bir binaydı. Çok güzel bir sanat eseriydi. Buradaki öğretmenlerim de hafızamda. Örneğin daha çocuk iken İzmir’in işgalini gören, o günleri bize hâlâ yaşıyormuş gibi anlatan, kendisini ilgiyle dinlediğimiz “Şeker” lakaplı tarih öğretmenimi hatırlıyorum!.. Beden eğitimi dersinin bir angarya değil, insanı terbiye eden, disiplin dersi olduğunu aşılayan öğretmenlerimi hatırlıyorum. Ben; bir zamanlar “hocam”, “muallim bey”, “muallime hanım”, denen, “Atatürk Cumhuriyeti”nin öğretmenlerini şükranla anıyorum. Kimi öğretmen “anlatır”!.. İyi öğretmen “açıklar”!.. Usta öğretmen “gösterir”!.. Büyük öğretmen “ilham verir”!.. Ben şanslı bir öğrenciydim. Öğretmenlerim bana hep ilham verdiler. Bugün onların şahsında tüm öğretmenleri selamlıyor ve saygılarımı sunuyorum. Adam Gibi Ölenler ve Gazzeli Davut “Öleceksek, adam gibi ölelim!” Gazze’de ölenler Başbakan’ın tarifine göre öldüler... Ki, Dışişleri Bakanımız o tarifin hakkını vermek üzere gözyaşı dökmek durumunda kaldı. Kalacak elbet! Ağlamak siyasette sünnet ise diplomaside farz! Sayın Bakan, belli ki Atatürk’ün resminde ve bu sözünde bir sıfır sorun gördü... Ya da hiçbir stratejik derinlik görmedi. Atatürk’ün resmi de, bayrak da, o söz de kalkmış... Yerine bakanlığın “rozeti” konulmuş. Bereket versin, rozetin ortasında ay yıldız var. Herhalde, “onunla idare edilsin” istenmiş. “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözü ise kalkmış. Onun yerine, Gazi M. Kemal’in Kurtuluş Savaşı’ndaki ünlü emrinin eğilip bükülmüş halini koymak uygun görülmüş! Ama Sayın Bakan, bu sözü, “failatün vezni” ile.. Ve “Köprü altı camcam... Öpsün seni amcam” kıvamına getirerek yazmış: Altına da kendi imzasını atmış. “Hattı diplomasi yoktur. Sathı diplomasi vardır. O satıh bütün dünyadır!” İmza da yetmemiş. Gazneli Mahmut ile karışmasın diye olacak yanına bir de kendi fotoğrafını koymuş. Hele de Sayın Bakan’ın “Sathı diplomasi var!” diye beyit yazması, kendisinin çok zeki, ziyadesiyle müdebbir bir siyasetçi olduğunun da kanıtı. Bu samimi ikrar ve itiraf ile geleceğini güvenceye almış oldu. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, her fırsatta TBMM kürsüsünden Coğrafya kader, bakan değil Napolyon, “Coğrafya ülkelerin kaderidir!” demiş... Coğrafya profesörü hemşerisi Yves Lacost da “Coğrafya savaşmak içindir!” diye bir kitap yazmıştı. Ama Napolyon çok şanslıydı. Mösyö Lacost’tan iki asır önce yaşadığı için, ne o kitabı okudu, ne kendisiyle tanıştı. Dolayısıyla onu ne başdanışman yaptı, ne de Dışişleri Bakanı! Her ülkenin Napolyon’u da, Lacost’u kendine. Ne yazık ki Erdoğan, Napolyon kadar şanslı değil. Onun başında, “diplomasi” ile “fizik – kimya”yı karıştıran, Atatürk’ten değil ama onun “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir!” sözünden çok etkilenen bir Davutoğlu var... Fenciliğe soyunması, Türkiye’yi yazdığı kitabın sıfır sorun laboratuvarına çevirmesi bundan. “Sıfır sorun”, halka olmuş hâlâ Bakanlık sitesinde öyle duruyor. ‘Stratejik derinlik’ de öyle. Ama bu derinlik nereye kadar? Tayyip Bey bir boy verse anlayacak! attı diplomasi değil sathı diplomasi “Bunların Atatürk ile dertleri var. Defterlerinden silmek istiyorlar!” Bu köşe o kadar kötümser değil. En azından Ahmet Davutoğlu konusunda değil. Sayın Bakan, Atatürk’ü sadece bakanlığının internet sitelerinden silmekle yetinmiş. Ama Mustafa Kemal’in sözlerinden ilham almayı sürdürüyor! Sadece bu sözleri biraz eğip bükmekle yetinmiş. Altına da kendi imzasını atmış. O kadar. Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinde, internetin icadından beri Türk Bayrağı ile Atatürk’ün bir fotoğrafı bulunur. Yanında veya altında da tüm insanlığın kulağına küpe sözü: “Yurtta sulh, cihanda sulh!” H ‘Odatv’nin ‘14.’ Duruşması MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Gerek “Silivri”de gerek “Çağlayan”da görülen davaların çoğunlukla cuma günkü duruşmalarını izliyoruz “Simgesel Eylem Grubu” olarak. Bugün Silivri’de “Ergenekon Davası”nın duruşmasında olacağız; geçen cuma günüyse Çağlayan’da “Odatv Davası”nın “14.” duruşmasındaydık. Çağlayan’daki Adalet Sarayı’nın ana kapısından içeri girildiğinde, insanı karşılayan sağlı sollu dev boyuttaki iki yontuda (heykel) daha önce pek dikkatimi çekmeyen bir görüntünün bu kez ayrımına vardım. “Antikçağ”dan bu yana elinde terazisi, kılıcı ile “adalet”i simgeleyen bu iki kadın yontusunun ayakları dibinde ezilen birer “yılan” vardı; bu yılanın toplumdaki kötülüklerin, adaletsizliklerin, haksızlıkların, kısacası “suç”un simgesi olduğu bilinir. Merdivenlerden üst katlara çıkarken “adalet”in “yılan”ın başını nasıl ezdiği daha iyi görülüyor. O cuma günü de duruşma salonunun önü yine doluydu; kapısının açılmasını beklerken davanın tutuksuz sanıklarından “Barış Terkoğlu”nu görür gibi oldum, “13” sanıktan biri; bir yıldır tutukluydu, iki aydır dışarıda; o da savunmasını bu salonda yapmıştı öteki sanık arkadaşları gibi. Bilmem ki anımsanır mı? Teğmen M. Ali Çelebi’nin “Adli Emniyet”te, “adalet”in güvencesindeki cep telefonuna, “HizbutTahrir” örgütünün “139” üyesinin telefonu yüklenmişti; bunlar “delil” sayılarak yargılanıyordu Çelebi; gazeteci “Barış” da bunu haberleştirmişti... Ne ki burada şöyle bir durum vardı; “suç”u yani “yılan”ı yaratan da, onu “ezecek” olan da “adalet”in ta “kendisi”ydi; bir bakıma “suç”un simgesiyle “adalet” simgesi sarmaş dolaştı ve bu durumun ortalara “dökülmesi” istenmezdi kuşkusuz... Çok bekletmediler; parmaklıklar yol verdi; salona alındık; duruşma başladı. Davanın tutuklu üç sanığı: Soner Yalçın, Hanefi Avcı, Yalçın Küçük savunma yapacaklardı; ilk konuşmayı Emniyet’in eski İstihbarat Müdürü H. Avcı yaptı. Bilgisayarlara, sahibinin ruhu bile duymadan yapılan “virüs saldırıları”nın ne denli kolay olduğunu “bir bir” değil bir bakıma“molekül molekül” anlattı; gerek “kürsü”dekilerin gerek salonda bulunanların tümünün anlayacağı bir “dil”le. Sonunda; bu “saldırıların”, “savcılık” tarafından sorgulanmasını, bu “tertib”i yapan “failler”in bulunması gerektiğini üstüne basa basa vurguladı. Dahası, açıkça: “Ben buradan suç duyurusunda bulunuyorum!” dedi. Bu konu gerek “Balyoz” gerekse “Ergenekon” adı altında toplanan davaların, “dört yıl”ı aşkın bir süredir ortaya konup konup ama hiç ele alınmayan “can” noktalarından biri. Diyorum ki, “bu durumu” yine “ilk” örneğe dönerek anımsayalım. Teğmen Çelebi’nin cep telefonuna “139” numara yüklendiğini sonunda “Emniyet” kabul etmek zorunda kaldı; “sehven” olmuş, dedi. Peki bu “sehven”i “yapan/yapanlar” ve bunların “amir/amirleri” kimlerdi? “Emniyet”in hangi bölümüydü? Nasıl bir tutum sergilenmişti? Kamuoyu bu konuda ilgili “makam”ca bilgilendirilmiş miydi? “Yanıtlar”ın “Hayır!” olduğunu biliyoruz. “Benzer” bir durum başka ülkelerde söz konusu olduğunda “nasıl bir yol izleniyor” diye sorulursa, en son örneklerden birini, “Mısır”dan bir örneği anımsayalım derim. Geçen hafta bir okul aracına hızla gelen tren çarpmış, “49 öğrenci” ölmüştü; yapılan “sorgulama” günü gününe basında yer aldı; sonunda ilgili Bakan”ın “istifa” ettiği, Mısır “halk”ına ve “dünya”ya duyuruldu. Bu “istifa”da, “görev sorumluluğu” dışında belki de onu aşan “vicdani sorumluluk”, kısaca “insan” oluşun da payı olduğuna Mısır basınında değinildiğinden uluslararası medyada da söz edildi... H. Avcı da böyle bir “sorgulama” yapılmasının gerektiğini söylüyor; ama görülüyor ki Türkiye’deki “adalet”, “yılan”ı yaratanların üzerine gidemiyor; böyle olunca da “yılan”, “adalet”i “zehir”liyor, onu adım adım yok ediyor, kuşkusuz “Hukuk Devlet”i oluşu da... Duruşmada ikinci konuşmacı değerli gazeteciyazar Soner Yalçın savunmasını yaparken, az önce sözü edilen “insansal boyut”un bu davada nasıl çiğnendiğine değindi. Çünkü “Mahkeme”; sanıklardan gazeteci “Müyesser Yıldız”ın bilgisayarında işlem yapan “İlim” adlı kullanıcıya ilişkin soru sormuş “TÜBİTAK”a; S. Yalçın, “O sorudaki İlim, M. Yıldız’ın oğlu ‘İlim Uğur’!” dedikten sonra haklı olarak üzgün bir sesle: “Çocuklarımızı karıştırmayın! Biz bittik de sıra çocuklarımıza mı geldi? Ne istiyorsunuz bizden? Neden herkes bize düşman? Hiç lehimize bir şey yok mu?” diye art arda sordu... Her iki kürsüdekiler de duydular mı acaba? Pek sanmam. Onlar, önlerindeki bilgisayarlarıyla “baş başa”ydılar... “Odatv Davası” da, hukuk öğrencileri için “ders”ten öte “ibretlik” bir “hukuksal olay”! Kesinlikle bu “olay”a “tanık” olunmalı... Faks: 0216 355 31 78 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir tür pa 1 muklu kadi 2 fe. 2/ Kadastro hari 3 talarında par 4 seller toplu 5 luğu... Sır 6 tında büyük diken 7 leri olan bir 8 balık. 3/ Çe 9 kişme, kavga... Kocaeli 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yarımadası’nın 1 S U N D U R M A en uzun akarsu 2 E K A R T E L A yu. 4/ Bir yerde 3 L E Ç E İ D İ L oturma... Utanma 4 S A N A S O N duygusu. 5/ HavaL A F alanlarında bulu 5 E M R A H 6 B E J A L U Z İ nan ve çevredeki R İ N İ T uçuşları denetle 7 İ M A meye yarayan sis 8 L E N A M A K İ tem. 6/ “Zülfünün 9 Ş A R B A Y L gibi kuvvetli çelik tellerine / Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek” (F. N. Çamlıbel)... Züppe. 7/ Eskiden hattatlar tarafından kullanılan yarı mat bir kâğıt türü... Dansta erkeğe eşlik eden kadın. 8/ Afrika’da bir ülke. 9/ İçe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu... Temel olarak alınan; asal. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Aynı adlı bitkiden elde edilerek tatlılara güzel koku vermek için kullanılan bir madde. 2/ Kısa çizme... Asık suratlı, somurtkan. 3/ İtalyan mutfağına özgü bir tür hamur yemeği. 4/ Gözleri görmeyen... Judo ve karatedeki en üst derecelere verilen ad. 5/ Konut... Avlanırken avcıların hayvanlardan gizlendiği yer. 6/ Atletizm pistlerinin kaplanmasında kullanılan döşeme gereci... Gürcistan’ın plaka imi. 7/ Hitit... Ege Denizi’nde Yunanistan’a ait bir ada. 8/ Parlaklığı geçici olarak artarak patlayan yıldız... Bez parçalarından dokunan basit kilim. 9/ Belirteç... Soğurma, emme.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear