14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
‘ Bize, Uğur Mumcu cinayetinin ardında “uluslararası istihbarat örgütleri, biraz mafya ve karanlık güçler” olduğunu söyleyen savcı bir süre sonra evinde ölü bulundu 18 KASIM 2012 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 DENİZ FENER’İ SAVCISINDAN ERGİN’E: O savcıya otopsi bile yapılmadı ? 18 Şubat, Perşembe Bizi neden mahkum ettiniz? ALİCAN ULUDAĞ Ecevit: Duvara çarptım ? 18 Eylül 1997 Ecevit’e randevu talebimi birkaç kere yinelemiştim. Nihayet 18 Eylül öğleden sonrası için randevu verdi. O sırada Başbakan Yardımcısı idi. Onunla da makamında görüştük. “Sayın Ecevit” dedim, “Bu ülkede kontrgerillayı telaffuz eden ilk siyasetçi sizsiniz. Şimdi de başbakan yardımcısısınız. Bizim size neyin ne olduğunu ne olmadığını söylememiz gereksiz. Eşimin öldürülmesinin soruşturulabilmesi için sizden de yeniden destek ve gerekli girişimlerde bulunmanızı rica ediyorum.” “Ben Uğur Beyi severdim” dedi, “Bana yapılan suikastı, ardındakileri araştırırken hep duvarlara çarptım. Eşiniz arı kovanına çomak sokmuştu.” Doğrusu ne diyeceğimi şaşırmıştım. Beklemediğimiz birinden hiç düşünmediğiniz bir sözle karşılaşınca bazen kalakalırsınız ya, sözün bittiği noktalardan biriydi bu da!!.. Bir öğleden sonra, Uğur’un gömüldüğü yeri görmek istedim. Bir arkadaşımdan rica ettim. Çiçekçiden çiçekler alıp birlikte mezarlığa gittik. Mezarlığa girdiğim zaman önce algılayamadım. Cenaze günü geldiğimiz yer burası mıydı?! Etrafa baktım. O kadar insan buraya nasıl sığmıştı? Başım döndü. Elimdeki çiçekleri taze toprağın üzerine koydum. Kendimi bir boşluğun içinde buldum. Boşluk duygusu etrafımı sardı. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, yerçekiminin ayaklarımdaki ağırlığını hissettiğimde, hâlâ mezarın önündeydim. Tekrar etrafa baktım. Onun en çok sevdiği mazı türü çam, mezarının başucunda öylece duruyordu. Yer seçimi gerçekten çok isabetli yapılmıştı. Birkaç adım attım. Bir bayram gününü Vurulduk ey halkım... anımsadım. Eğer Ankara’da isek, hep gerçekleştirdiğimiz mezar ziyaretlerinden sonuncusunda; annesinin, babasının ve Muammer Aksoy’un mezarını ziyaret ettikten sonra, ağır ağır yürüyorduk. Birden durdu; “Ben öldükten sonra mezar taşıma ‘Vurulduk ey halkım unutma bizi’ diye yazılmasını istiyorum” dedi. İçim ezilmişti. “O nasıl istek! İnsan ancak öldürülürse öyle yazılır” dedim. “Nasıl bir son olur ki?!..” “Böyle konuşma!..” Geçmişten gelen görüntülerimiz ve seslerimiz beynimde canlandı. Daha fazla dayanamadım. “Gidelim” dedim. Eve döndük. İçimden geçen zaman ANKARA Yargıtay’da “evrakta sahtecilik ve görevi kötüye kullanma” suçlarından beraat eden eski Deniz Feneri savcılarından Nadi Türkaslan, kendileri hakkında dava bile açılmadan 5 Eylül 2011’de “Savcılar yasayı ve mahkeme kararını ihlal etti” diyen Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e “Bırakın HSYK’nin karar vermesini, henüz müfettiş raporu dahi yazılmadan ‘savcılar tahrifat suçunu işlediler’ hükmünü neden verdiniz? Sizden savcılar hakkında dava açılmasını isteyen mi oldu?” diye sordu. Türkaslan, 17 kişinin tanık olarak dinlenmesini istemişti. Cuma günkü duruşmada da bunun gerekçelerini anlatan bir dilekçe veren Türkaslan’ın talebi Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından reddedildi. Türkaslan, reddedilen dilekçede şu soruları yöneltti: Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e: Bir dönem savcılara (Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcılara); gözaltı, tutuklamaya sevk dahil soruşturmada hukuken yapılması gereken her türlü işlemin yapılmasına engel olunmayacağı teminatı verdiniz mi, bu teminat neden verildi? HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur’a: Savcılar hakkındaki hiçbir işlem dairenizden geçmediği, dolayısıyla hukuken dosya içeriğine vakıf olmadığınız halde; MEDEL’e (Avrupa Yargıçlar ve Savcılar Birliği) gönderdiğiniz yazıda, MEDEL’in raporundaki tespitin doğru olmadığını, işin doğrusunu anlattığınızı söylemekle işin doğrusunu nereden biliyorsunuz? Sizi özel bilgilendiren mi oldu? HSYK Müfettişleri Vedat Ali Tektaş ve Arif Kavasoğlu’na: Savcılar hakkındaki soruşturma ile ilgisi olmadığı halde mahkeme kararıyla gizli olan soruşturmanın esasıyla ilgili neden soru sordunuz? Bu soruyu merakınızdan mı yoksa birinin isteği üzerine mi sordunuz? ÖZGÜVEN’E VERİLEN CEZA Yayına hazırlayan: Adalet duygusu tamamen sarsıldı EMRE DÖKER IŞIK KANSU ? 4 Nisan 1995 ? NisanMayıs 1993 MİT Müsteşarı Sönmez Köksal ile görüşmek istedim. O sırada Ankara Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri olan Timur Erkman’ın Mülkiye’den arkadaşı olduğunu da öğrenince Erkman’dan görüşme isteğimi müsteşara iletip iletemeyeceğini sordum. Bir süre sonra Timur Erkman aradı, görüşmeyi kabul ettiğini söyledi. 1993’ün son aylarının birinde, bir akşam Erkmanların evine gittim. Nezaket cümlelerinden sonra, Köksal yanıma gelerek, yavaş bir sesle “Sizi temin ederim ki hanımefendi, benim başında bulunduğum teşkilatın, eşinizin öldürülmesi olayıyla bir ilgisi yoktur” dedi. “Teşkilatınıza hâkim misiniz beyefendi?” diye sordum. Sorumun ardından alnında beliren iri ter damlalarına gözüm takıldı. Boncuk boncuk terlemenin ne demek olduğunu böylece görmüş oldum. “Bu nasıl bir soru böyle!..” deyince, “Uğur öldürüldüğünde teşkilatın başına geçeli daha 3 ay olduğu için böyle sordum” dedim. “Tabii ki hâkimim, öyle diyorsam öyledir” dedi. “Bu suikastı siz nereye bağladınız? Bir araştırma yapmışsınızdır, nasıl bir sonuca ulaştınız? Ne var bu olayın arkasında, onu öğrenmek istiyorum” dedim. “Bir dış ülke diyebiliriz.” “Sönmez Bey, bu işi açıkça konuşalım. Bu ülke hangi ülke ve nasıl bir bağlantı olduğunu söyler misiniz” dedim. “İran, diyebilirim.” “Peki, o zaman Sönmez Bey, sizi hangi veriler ve hangi bulgular İran’a götürdü? Ne sizi İran’a götürdü bu olayda?” “Sezgilerimizle ulaştık.” “İran’ın arkasında kim var?” “Bilmiyorum. Hem ayrıca, bir tek faili meçhul cinayet eşinizinki değil ki Güldal Hanım. Bir sürü faili meçhul cinayet oluyor.” Basında, Batman’daki cinayetleri Hizbullah adlı bir örgütün işlediği gündeme getiriliyordu. Sordum: “Basın da bu yönde haberler çıkıyor. Batman’daki cinayetlerin arkasında Hizbullah örgütü mü var?” “Hizbullah adında bir örgüt yoktur.” denmiyor ? 13 Nisan 2000 Olay yeri inceleme ekibinden Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Uğur Badem telefon edip ziyaret etmek istediğini söyledi. Vakfa davet ettim, geldi. Çalışmalarına devam ettiklerini, araştırmalarını sürdürdüklerini söyledi. Ama biraz sıkıntılı bir hali vardı. “Güldal Hanım, bize bulun diyorlar” dedi. “E başka ne söyleyeceklerdi ki” diye sorunca, “Bulun ulan! denmiyor. MİT, Emniyet, siyaset arkamızda tam durmuyor” diye cevap verdi. Gene aynı yere gelmiştik. Huzursuz adamın yüzüne baktım ve “Çözseniz de çözmeseniz de benim için bu olay bitmiştir” dedim. “Nasıl yani?!” diyerek hayretle yüzüme baktı. “Devletin içinde bir kırılma var. Dramatik bir kırılma… Yok mu?” “Var.” “İşte bu olayı gerçekten tüm bağlantıları ve ayrıntılarıyla çözerseniz bu kırılmanın biraz düzelip, olayların bu ülkenin yararına gelişeceğini; tüm bağlantıları ile ortaya çıkarıp çözmezseniz her zaman olduğu gibi bu ülkenin çıkarlarını pek dikkate almayanların kazanacağını ve kırılmanın daha da derinleşeceğini düşünüyorum” dedim. “Biz elimizden geleni yapacağız” diyen mutsuz ve huzursuz adamı yolcu ettim. ulan Bulun Uğur’un ablası Beyhan Gürson ile davaya yeni savcı olarak atanan Kemal Ayhan’la görüşmeye gittik. “Olayın failleri konusunda bir kanaat elde ettiniz mi?” dedim. Biraz tereddüt geçirdi. “Uluslararası istihbarat örgütleri, biraz mafya ve karanlık güçler … diyeyim” dedi. “Bunlar bu cinayeti aydaki adamlarla işlemediler ki… Muhakkak buradaki adamlarıyla işlediler. Kim bunlar?!..” “Büyük ölçüde ulaşmaya çalışıyoruz.” Cinayetin uluslararası bir boyutunun olduğu, böylece bizzat bir savcı tarafından da doğrulanmış oluyordu. ? 26 Haziran 1995 Savcı Kemal Ayhan eşi ve çocuklarının tatilde olduğu bir sırada evinde ölü bulundu ve cenazesi aynı gün, otopsi dahi yapılmadan Başsavcı Nusret Demiral’ın talimatıyla defnedildi. ? 9 Mayıs 2000 Avukat Turgut Kazan’la İçişleri Bakanlığı’na gittik. İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ile İstihbarat Daire Başkanı Kazım Abanoz da vardı. Ocak ayında Beykoz’da giriştiği çatışmada öldürülen Hizbullah örgütü elebaşı Hüseyin Velioğlu’nun evindeki bilgisayarların disketlerinde yapılan incelemede Yusuf Karakuş adlı şahsın Mumcu cinayetini üstlendiği anlaşılmıştı. Yusuf Karakuş, Velioğlu’na gönderdiği bir mektupta TevhitSelam Grubu’nda iken ayrıldığını, artık Hizbullah’la çalışmak istediğini söylüyor ve referans olarak da daha önce gerçekleştirdiği eylemleri anlatıp “Uğur Mumcu suikastında da görev aldığını” belirtiyormuş. Bunun üzerine operasyon genişletilmiş ve bu noktaya gelinmiş. Turgut Kazan, Yusuf Karakuş’un itiraflarının yer aldığı, öldürülen Hüseyin Velioğlu’na ait disketteki kayıtların çarpıtma amacıyla kullanılmış olabileceği ihtimaline dikkat çekti. İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ise, “Öyle ise onların ellerini öpmek gerekir. Banka hesap hareketleri ve diğer bulgular araştırılıyor. Bunların hepsi birbiriyle örtüşebilir.” Hizbullah, PKK ve Asala’nın birlikte eylem yapma kararı aldıklarını, Uğur’un bunu yazılarında anlattığını söyledim. Bu kilidi açıp açamayacaklarını sordum. Bunun üzerine Hizbullah ile PKK’nin bir araya gelmesinde İran’ın önemli bir rol oynadığını anlattılar. Ben, Sönmez Köksal’ın “Hizbullah diye bir örgüt olmadığını” söylediğini belirtince İstihbarat Daire Başkanı “Ne demek yok!” diye itiraz etti. “Belki onlarda bu adla değil de farklı bir adla kayıtlıdır. Ama adı her ne ise, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, bana ‘Kurulurken, istihbarat örgütleri de bu oluşumda yer almış, ama sonra kontrolden kaçırmış olabilirler’ demişti” dediğimde “MİT hiç yardım etmiyor” diye yakındılar. “Hizbullah’ın çözülmesinde gösterilen azim ve gayret, cinayetlerin tüm bağlantıları bulunmaz, arka planı aydınlatılmazsa başarısızlığa dönüşebilir” dedim. Bakan, “Bir savaş başladı. Olayın arkasında kim var; İran’ı kim destekliyor, onlara da bakıyoruz” dedi. ? Ocak 2002 Ağustos 2000’de başlayan Umut davası, 2002 Ocak ayında sona erdi. Uğur Mumcu suikastı ile doğrudan ilişkili oldukları söylenen üç kişiden ikisi yakalanmış, biri ise hiç bulunamamıştı. Yakalanan, Ferhan Özmen ve Necdet Yüksel ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldular. Bombayı yaptığı söylenen kimya mühendisi, Cihan kod adlı Oğuz Demir ise hiç yakalanamadı. Müdahillik dilekçemi okuduğum duruşmada “Yataklık ettimse, polisime jandarmama ettim” diyerek tahliyesini talep eden, Sapanca’da çiftlik sahibi olan yetmiş beş yaşındaki Arif Tarı hemen tahliye olmuştu ve beraat etti. Savcının, Karakuş’a baskı yaparak Uğur Mumcu cinayetini üstlenmesini sağlamaya çalışmaları nedeniyle dava açtığı polisler, yargılandıkları davada beraat ettiler. Polisler beraat ettiklerine göre, bizim olayımızdaki gerçekler neredeydi? DİKİLİ İki ayrı davada aldığı 8 yıl 4 ay hapis cezası Yargıtay tarafından onanan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in avukatı Muhittin Üstündağ, ihaleler sonucu müvekkilinin tek kuruş zenginleşmediğini, kamu zararı oluşmadığını söyledi. Onama kararını “nokta atışı” olarak değerlendiren Üstündağ, “Sosyal belediyecilik alanında sembol olmuş Özgüven’e verilen ceza, toplumda adalet duygusunu sarsmıştır” dedi. Bergama Ağır Ceza Mahkemesi, eski garaj alanı satışı ve Jeotermal AŞ şirketinden belediyeye alınan araçlarla iki ayrı ihaleye fesat karıştırdığı savıyla Özgüven’i toplam 8.4 yıl hapis cezasına çarp tırmıştı. Temyiz üzerine Yargıtay 5. Dairesi yerel mahkemenin kararını onarken gelişmeler önceki gün Dikili’de geniş katılımlı mitingle protesto edilmişti. Eksik evrak Cezanın, Özgüven’e değil Özgüven gibi düşünenlere verildiğini belirten avukatı Üstündağ, iki davada da herhangi bir zenginleşme, birilerini zengin etme durumu oluşmadığını, sadece kamu hizmeti için yapılan çalışmalarda eksik evraklar nedeniyle suçlu ilan edildiklerini söyledi. Özgüven’in eşi Ayşe Özgüven, “Eşimin arkasındayım. Çocuklarımla dimdik ayaktayız” dedi. 3 oğlundan Evren Özgüven de “Bu bir yargı faciasıdır. Adalet bitti” diye konuştu. Fotoğraf: EMRE DÖKER MUHALİF BELEDİYELERE BASKI ‘İtibarsızlaştırmaya izin vermeyeceğiz’ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, AKP hükümetine yüklenerek “İktidar, belediyeler üzerinde baskı uyguluyor. İzmir, Ayvalık, Bodrum, Edremit ve son olarak Dikili örnekleri ortada. İtibarsızlaştırmaya izin vermeyeceğiz” dedi. Kültürpark’ta önceki akşam gerçekleştirilen CHP il örgütünün yemeğinde konuşan Kocaoğlu, iktidarın muhalif belediyeler üzerindeki baskısının dayanılmaz boyutlara ulaştığını vurguladı. Denetlenmekten, araştırılmaktan korkmadıklarına dikkat çeken Kocaoğlu, “Sadece sindirmek ve çalışamaz duruma getirmek için yapılan ayrımcılığa karşıyız” dedi. YARIN: Güldal Mumcu kitabı neden yazdığını Cumhuriyet’e anlattı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear