23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 28 OCAK 2012 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Milli Eğitim Bakanlığı’nda Neler Oluyor? Karşıdevrim mi? YENİ anayasa girişiminin tavsadığı şu günlerde önceki telaşın hangi hevesten kaynaklandığını bir kez daha sorgulamakta yarar var. Sorgulamalı ki, nasıl büyük bir tehlikenin kıyısından dönüp dönmediğimiz iyice anlaşılsın ve hiç değilse bundan sonra saflık edilmesin. eves, cumhuriyeti başka türlü bir devlet düzenine dönüştürmek için zaten büyük ölçüde yaralanan hukuk zeminini kamufle edilmiş bir anayasayla karşıdevrime çevirme hevesi olabilir mi? Unutmayalım ki, son genel seçimde de beşte üç çoğunluğa erişmesine ramak kalmış bir iktidar öncülük etmekte bu yeni anayasa girişimine. Tek başına anayasa değiştirmek için kendi dışından sadece beşaltı oy bulması gereken bir çoğunluk söz konusudur. Ama, son yıllarda Cumhuriyet kurumlarının çeşitli köşelerine demokratik ve sosyal bir hukuk devleti niteliğine ters düşen değişiklikler getiren bir iktidar bu. Hem de hoşa gidecek kılıflara büründürülen tasarıları arasına sıkıştırılmış yasa hükümleriyle. Üstelik, bunlar da yetmemiş, özellikle 2004 ve 2007 anayasa değişiklikleriyle yargı organlarına üye atamada siyasal etkiye yol açıcı ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde başkanlık sistemine geçişi kolaylaştırıcı kurallar getirilmiştir. imdi, böyle bir iktidarın yeni anayasa girişimine öncülük etmesine kuşkuyla bakmaz mısınız? Hele aynı iktidar, bu anayasayla ve güçlü oy çoğunluğuyla, başka desteğe muhtaç olmadan, hatta gönüllü destek bile bulacağı halde, özgürlükçü hukuk reformlarını yapmıyorsa? Acaba başka bir niyeti var da onu sağlam hukuk temeline oturtmak için mi yeni anayasa peşinde? Örneğin, hiç Kemalist olmayan, daha ulusalcı, daha az cumhuriyetçi, daha az laik, biraz cemaatçi? Ya bir de anayasa değiştirecek çoğunluğu tamamlamak için BDP’nin uzatacağı eli tutarak etnik özerklik isteğine de “evet” derse? uşkular denizinde boğulmamak için, tam yargı bağımsızlığının sağlanması ve makul tutukluluk süresi reformuna başlanması türünden güven verici bazı iyi niyet sesleri duymak istemez misiniz bu güven vermeyen yeni anayasa çağrısına kulak kabartırken? Cumhuriyet okullarından yetişmiş üstün nitelikli insan gücüne sahip olduğumuz gerçeği her zaman övünç kaynağımız olmuştur. Bu gerçek Cumhuriyet projesinin eseridir. Amacımız bu çizgiyi güçlendirmek olmalıdır. Endişemizin kaynağı buradadır. illi Eğitim Bakanlığı, her siyasi iktidarın kendi siyasi ideolojisini eğitim yoluyla topluma aşılamak için kullandığı önemli bir çalışma alanıdır. Her iktidar hatta her bakan değişiminde bakanlığın teşkilat ve görevlerinin kendi ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenlendiğini, üst düzey yöneticilerin görevden alındıklarını görüyoruz. Bu açıdan bakıldığında çocuklarımızın eğitim ve öğretimi ile ülkemizin siyasalhukuksal rejimi arasında doğrudan bir bağlantı olduğu görülür. Okullarımızda özgür düşünceli, eleştiriye, tartışmaya açık, sorgulayan gençler yetiştirmek istiyorsak, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim programlarının bu amaca uygun olması gerekiyor. Demokrasiye, insan haklarına saygıyı, hukukun üstünlüğünü esas alan bir siyasal rejim, buna uygun eğitim metotları, programları, eğitim malzemesi ve öğretmen kalitesinin eseridir. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı ile çeşitli bakanlıklar arasında yapılan protokoller ile yaşadığımız önemli sorunların çözümünün imamlara havale edilmiş olduğunu görüyoruz. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı Arasında İşbirliği Protokolü’ne göre; camilerin içinde ve dışında Başkanlık tarafından tayin edilen Ş M Prof. Dr. Aysel ÇELİKEL Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı mekânlarda, Kuran kurslarında, ana çocuk sağlığı ve üreme sağlığı konusunda bilgilendirmek, Bakanlıkça hazırlanan eğitim materyalinin din görevlilerine ve halka ulaştırılmasını sağlamak için din adamları görevlendirilmiştir. İmamlar daha önce de tutuklu ve hükümlülerin dini ve ahlaki duygularını geliştirerek topluma kazandırılmaları için görevlendirilmişlerdi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızın imzaladığı protokol ile de aile bireylerinin bilinçlendirilmesi, aile değerlerinin korunması ve diğer sorunların çözümü için aile imamlarından yardım alınacaktır. Ailelere yönelik eğitim, danışmanlık, sosyal hizmet modelleri uygulamak, kadına karşı ayrımcılığın kaldırılması, çocuk hakları gibi konularda toplumu eğitmek aile imamlarının görevleri arasındadır. Demek ki pek çok sorunumuzun çözümünde Diyanet İşleri Başkanlığı ve ona bağlı din adamları yetkili olacaklardır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bağlı olduğu bakanlık, geçen ay, medreselerde yetişen, ‘mele’ olarak adlandırılan alaylı din adamlarına 1000 adet kadro açtığına göre, meleler de sorunlarımızın çözümü için görevlendirilebilecekler demektir. Oysa bizler Cumhuriyetle birlikte yasalar yoluyla medreselerin kapandığını, her türlü eğitimin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okul H K ? Arkası 8. Sayfada C MY B C MY B larda verildiğini öğrenmiştik. Meğer öyle değilmiş. Camilerin içinde ve dışında, Kuran kurslarında, ailevi sorunların çözümünde, özellikle kadına karşı şiddete karşı mücadelede imamlar görevlendirilirken, Milli Eğitim Bakanlığı’nda da laikliğe, kültüre alternatif olarak dini inancın güçlendirilmesi amacıyla arka arkaya kararların alındığını görüyoruz. 14 Eylül 2011 tarihli Kanun Hükmünde Kararname ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın teşkilat ve görevleri hakkındaki kanunda değişiklik yapılarak, bakanlığın görevleri arasında bulunan, eğitimin Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olması hükmü metinden çıkarılmıştır. Atatürk ilke ve inkılaplarını oluşturan yasa ve yönetmeliklerin özünün laiklik olması, bu değişikliğin nedenini açıklamaktadır. Diğer bir proje ile, zorunlu eğitim 1+4+4+4 sistemi ile 13 yıla çıkarılırken, öğrencilerin 4. sınıftan sonra mesleki eğitime hazırlık adı altında imam hatip liselerine gidebilmelerinin önü açılmaktadır. Mevcut düzende var olan, 14 15 yaşından sonra imam hatip liseleri dahil meslek liselerine kayıt yaptırabilme olanağı, bundan böyle 10 11 yaşına çekilecektir. Öğrencilerin çocuk yaşında, temel eğitimi almadan dini eğitim verecek imam hatip lisesine gönderilmesinin pedagojik ve bilimsel olarak sakıncalı olduğu, 10 yaşında meslek seçilemeyeceği uzmanlarca ifade edilmektedir. İlköğretim 4 yıla inince 5. sınıfta görev yapan binlerce öğretmene nasıl bir görev verileceği ayrı bir sorun olacaktır. Çocuklarımıza temelde iki farklı düşünceye dayalı olarak verilen eğitimin amacı ne olabilir? Karmaşık bir kültürel kimlik kazanmış olan bir gencin mesleğini hangi kimlikle icra edeceği arayışı içine gireceği toplumsal ve siyasal bir sorun olacaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde imam hatip liselerinin üniversiteye girişte klasik liselere alternatif liseler olarak yerini almış olduğunu da belirtelim. Artık daha çok sayıda imam hâkim, imam savcı, imam doktor, imam öğretmenimiz olacak. Milli Eğitim Bakanı’nın verdiği bilgiye göre performansı düşük olan 54 il milli eğitim müdürü görevden alınırken, yerlerine, stratejik hedefleri tutturacak yeni müdürler atanacak. Aynı sistem ilçe milli eğitim müdürlerine ve okul müdürlerine de uygulanacak. Sistemin altını üstüne getirecek, klasik eğitime zarar verecek bundan daha etkili uygulama olamazdı. Sayın Bakan kararını uygulamaya başladı bile. Okullarda dinin ağırlığını arttırmak için alınan diğer bir karar, ilköğretimde 4. sınıftan itibaren Arapça dersinin konulacağına ilişkindir. Şimdilik ihtiyari olarak konulan Arapça dersi, Arapça harfleriyle verilebileceğinden, amacın eskiye dönüşün başlangıcı olduğu izlenimini vermektedir. Bu kararın ilköğretimde hangi nedenle, hangi ihtiyacın karşılanmasına yönelik olduğu anlaşılamamıştır. Konuyla bağlantılı olarak Kuran kurslarına başlama konusunda daha önce öngörülmüş olan yaş sınırı kaldırılmış olduğundan, ilköğretim çağından önce dahi çocuklarımızın dini eğitime başladıklarını hatırlatalım. Yarıyıl tatilinde ilk ve ortaöğretim öğrencileri ve öğretmenleri için düzenlenen 10 günlük umre ziyareti için Milli Eğitim Bakanlığı’nca 81 ilin milli eğitim müdürlüklerine gönderilen resmi yazı gerçekten düşündürücü olmuştur. Bas Bas Basın... Basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye 10 basamak gerileyerek 148’inci oldu ya... Keşke “yalakalık” sıralaması yapsalardı... Birinci olacaktık ortak... ? Bizden beter; Belarus, Eritre, Afganistan, Somali falan... ? O Afrikalı diyelim; ilk haberleşmesini ağaç kütüğüne sopayla vurarak yaptı... “Bum bum bum”, yani çift sütuna: “Bufalo görüldü...” “Bumba bumba bum”, yani manşet: “Kaplan geliyor...” Cumhuriyet yönetiminin sana basın özgürlüğünü verdiği senelerdi... Şimdi o Afrikalı 32’nci (Uruguay), 33’üncü (Tanzanya), 84’üncü (Kenya), 90’ıncı (Kongo) sıralarda... Sen 148’inci... ? Özgürlükler verilmez, alınır... Sen götürüp basın özgürlüğünü badem bıyıklılara utanmadan teslim ettiysen... Yalakalık yaptıysan sıkılmadan... Kıçlarına yapıştıysan inek kenesi gibi... Teslim olduysan, ödün patladıysa bir azarlanmayla... Patronunun pis işleri için eğdiysen boynunu... Kimin suçudur bu dünya basın özgürlüğü sıralamasında 148’inci olmak?.. ? Misal; “Ak Parti” diye bir parti ismi var mı?.. Yok... “Bizim adımız Ak Parti’dir” dediği an alayınız “Ak Parti” demeye başladıysanız... Kimdir Türkiye’nin 148’inci olmasının sorumlusu?.. Yalaka... ? Hadi diyelim ki iktidar medyayı hedef seçti... Yazanı, çizeni, ağzını açanı, sesini çıkaranı toplayıp içeri kapattı... Tamam... Peki, iktidarın içeri atmadıklarını kim kovdu, sürdü, süründürdü, yasakladı, sansürledi?.. Kim emirle boşaltılan köşelere, cemaatten birer türbanlı ya da birer imam kırması yazar bulup oturttu? Niçin sitem bile etmediniz; yaşamlarında bir gün bile gazeteci olmamış patronlarınıza “Bu nasıl basın özgürlüğü” diye?.. ? Neyse... Şimdi dünyada basın özgürlüğünde 148’inci olarak, öyle ortalıkta çok da gözükmeyin... “Basın... Basın...” derken, TIR şoförleri görmesin sizi...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear