14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2012 PAZAR 6 DİZİ SANIK KOLTUĞUNDAKİ 12 EYLÜL’Ü VE İDDİANAMEYİ TANIKLARI DEĞERLENDİRİYOR... Bir tarihten ötesi Soruşturma No: 2011/646 Esas No: 2012/2 İddianame No: 2012/2 ‘İşimiz Bitti, Artık Bu Adam Senin!’ Cehennem alevlerinin giderek arşı âlâya yükselmeye başladığı bir Türkiye’deyiz. Kılıçdaroğlu’nu Balbay’ın yanına göndermek için, Silivri’den bir ateş daha yakıldı! İktidarın Yeni Şafak’ı geçen yıl 4 Ekim’de “Çember daraldı, Kemal Bey içeride” manşetini atmıştı. O zaman Erdoğan, Alman vakıflarından para aldıkları uydurmasıyla CHP’ye yüklenmiş ve yargıyı CHP ve liderinin üzerine salmak istemişti. Fos çıktı! O sırada atılan “çember daraldı” manşeti, aslında bugün içindi! Türkiye’de çemberi daraltıyorlar her gün! Bakın Başbuğ içeride! Arkasından, cemaatçi tetikçiler haberi verdi: Arkası gelecek! Büyükanıt hakkında soruşturma açılmış. O da “bireysel kurtuluş hava cıvadır”ı göreceğe benzer! Sırada başka generaller var. Görevde veya emekli! Genelkurmay başkanlarını ve komutanları makamlarına atıyorlar, tepe tepe kullanıyorlar. Emekli olunca onları ne yapıyorlar dersiniz?? “Bizim işimiz bitti, artık bu adam senin” diyerek yargılarına teslim ediyorlar! ??? Kılıçdaroğlu’na bakıyorum, iktidar askere vurdukça “yetmez, ona da vur” havasına girdi! CHP lideri, “Askerler tutuklandıkça bu ülkeye demokrasi geliyor” soytarılığını ülkeye yutturmaya çalışan iktidarla örtüşmemeli! Bugün hukuksuzluğun bataklığında olan, yüzlerce subay ve aileleri var! Ülkenin vicdanı kanıyor! CHP liderliği, davalardaki hukuksuzlukları, saçmalıkları, çoktan çürütülmüş iddiaları görmezse, insan haklarını ve gerçek hukuku savunmazsa, ülkenin dayanılacak demokrasi gücü ve kalesi olamaz ve oy da alamaz! AKP ve yandaşlarının “değerlerini” paylaşarak iktidar olunmaz. Silivri çadır tiyatrosunda sadece Balbay ve Haberal yok! Uydurulmuş belgelerle Balyoz adıyla derdest edilen koca bir Deniz Kuvvetleri ve bağlantıları var! Türkiye’nin karanlık geleceği, oradaki tezgâhlarda dokunuyor! Kılıçdaroğlu bugün orduya vurarak daha çok demokratik lider ve demokratik parti olamaz! Kendini demokrasi ayar merkezi sanan, iktidarın TV’lerinden yemlenen, sözde denge gözeten veya tamamen iktidarın kümesinden öten birkaç gazeteciye şirin görünmek için bunu yapıyorsa, yanlış! Bugün artık şu veya bu nedenle içeri tıkılan askerler, içeri tıkılacak yenilerine, Kılıçdaroğlu’larına, gazetecilere, diğer sivillere kapıları açıyor demektir! Kılıçdaroğlu’nun çevresinde bu gelişmeyi görecek ve söyleyecek insanlar var mı, yok mu!.. ??? Türkiye’yi bir siyasi yargılama ülkesine dönüştüren Erdoğan’ın rotası belli. Koyulaşan bir otoriter siyasi rejimin bütün altyapısı her yönüyle tamam gibi. Yandaş hukuk ve yargı yapılandırılmasıyla, çadırın çimentosu döküldü. Şimdi üzerinde dans ediyorlar! Bu şüphesiz uzun soluklu, İslami bir toplum ve yönetim tasarımıdır. İşte, 19 Mayıs gösterilerini(*) “İslami toplum kurmanın koşulları var Türkiye’de” diyen ve Başbakan’ın yanından asla eksik etmediği Milli Eğitim Bakanı yasaklıyor. Lafı ağzında eveleyip geveliyor; havalar soğuk da, çocuklar üşütmesin de, derslerinden geri kalıyorlar da... Ben olsam bunları söylemeye utanırım! Bir iktidar milletvekilinin, Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılarla savaş olmadı demesinden sonra, bu karar geldi.. daha önce de bir tarihçi soytarı, bize milli kurtuluş savaşı diye yutturdular demişti! ??? Adım adım söküyorlar geçmişi ve kendi geleceklerini inşa ediyorlar! Silivri, Balyoz, Ergenekon, Odatv ve daha niceleri, hepsi, bu “geleceklerinin inşası”nın temel taşlarına dönüştü; bu taşlar başlangıçta da öyle konmuştu zaten, ama bazı aymazlar sandı ki, demokrasinin taşları döşeniyor! Daha önce yazdım: Erdoğan ve ortaklarının bu dört nala gidişleri için, en büyük güvenceleri, ABD ve AB... Daha doğrusu, öyle hesap ediyorlar. İçeride kuracakları diktatörlüklerine karşı, Batılılara sundukları, Ortadoğu planlarına yardımcılık... Suriye’yi yıkma girişimlerinin Türkiye’den planlanması, operasyonların başlaması, bu politikanın sonucu. Batı için Türkiye’den daha iyi bir sopa bulunamaz Suriye ve İran’a karşı! Böylece, despotluklar, hukuk tanımazlıklar karşısında, Batı’dan birkaç cılız ses dışında büyük bir ses yükselmeyecek... Hesap bu, ama tutar mı? (Yarın; Erdoğan İktidarını Ne Yıkar?) A nkara Cumhuriyet Başsavcılığı böyle geçirdi 12 Eylül davasını kayıtlarına. Bu rakamların altında yüz binlerce insanın hayatı yatıyor. Bir o kadarının da cansız bedeni. Hatta cansız bedensizliği, çünkü Türkiye tarihindeki sistemli failimeçhul devrini başlatan bir dönüm noktası 12 Eylül 1980; sistemli işkenceyi de. “650.000 kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50’si asıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.” Sayılar, kan sıcağında bir insan resmi düşürmez gözlere. Oysa onların hepsi bir oğul, ana, hepsi ben, siz, biz... Hepsi burada okuyacağınız insanlar... 12 Eylül yargılanmalı, evet, sadece bu değil bütün “12 Eylül”ler. Sahi AKP hükümeti döneminde 1980 darbesi yargılanıyor diye, kendi yarattığı 12 Eylül unutulur mu sanıyor? Öyleyse, bilmeli ki yanılıyor... Çünkü insanlar unutmadı, unutmayacak... İşte 12 Eylül’ü, iddianameyi bu unutmayan insanlar anlatıyor... MARAŞ’IN TANIĞI YURTSEVER: Ölülerimizi anamıyoruz ne adaleti? “Kalabalıktılar. Çok kalabalıktılar. Binlerce vardılar. Sokağın taa ucunda, bahçenin ötesinde, bahçede, evin çatısında, kapıdaydılar. Duvarları delmeye, camları kırmaya, kapıya baltayla vurmaya başladılar. Biz altı kardeş, annebabam, kiracımız Hacı Bektaş öğretmen, bir de abimin devrimci arkadaşı, toplam on kişiydik. Ah keşke biz de kalabalık olsaydık. Şu koca mahalledeki tek Alevi ev biz olmasaydık. Annemi anlatamam sana… Önce onu yakaladı biri. Yüzü tanıdıktı... Tekmelediler, yumrukladılar, baltaladılar. Baltaladılar! Annemi baltaladılar! Dili düştü annemin. Annemi anlatamam sana… Her yanı kandı. Gözleri bizdeydi. Bizim gözlerimiz bir onda, bir dilinde. Annemin dili önünde… Buldum! Karşı komşumuz Cemal abi bu... Cemal abi, senin çocuklar evde mi, yanlarına gidip oynayabilir miyiz? ...Biz altı kardeş birbirimize yapışmış, bir anneme, bir diline, bir bize “Gidin” diyen eline bakıyorduk. Annemi baltayla vura vura, parçalaya parçalaya öldürdüler... Babam durdurmaya çalıştı, ama nafile… “Allah’tan korkun” dedi... “Allah’tan korkun. Avradı öldürdünüz. Bari çocuklarımı bırakın.” Muhammet amca yaklaştı yanına. ...Elinde soğuk bir metal, babamın başına koydu. Çok gürültü çıktı. Babam hemen oraya yığıldı, başından akan kan da onun çevresine. Artık konuşmadı, hareket etmedi… Ama kanı hiç durmadı… Biz altı kardeş birbirimize sokuldukça sokulup, tek bir vücut gibi olduk”... Bunları yaşadığında daha 11’inde Yurdagül Yurtsever. Tarih, 23 Aralık 1978. Tam 34 yılı yaralarını sarmaya çalışarak geçirdi, annebabasız ve hep 18’inde kalacak bir abinin acısıyla. Bugün bile hâlâ, “amca”, “dayı” dediği insanların nasıl katile dönüştüğünü anlamıyor. Yemek tarifi almaya gelen kadınların nasıl olup da birer nefret makinesine dönüştüğünü de. Hatırladığı tek şey, her şeyin 19 Aralık’ta faşistlerin propaganda aracı haline gelen “Güneş Ne Zaman Doğacak” filminin gösterildiği Çiçek Sineması’nda patlayan bombayla başladığı. Öldürülen iki öğretmenin cenazelerinde belediye hoparlöründen yapılan “Aleviler din kardeşlerimizi katlettiler, öçlerini alacağız” anonslarını da hatırlıyor. İmamların “Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır” vaazlarını... “Allahüekber”, “Başbuğ” sloganlarını... Bir komşuları onu ve kardeşini kaçırmasa, bu 34 yılı da yaşayamayacaktı. Beş kardeş yeniden buluşuyor amca evinde, o ana kadar birbirlerini öldü sanarak. Polise annebabasını öldürenlerin bir bir adını veriyor. Sonra mı? Bir kısmını tutuklayıp bırakıyorlar, bir kısmını hiç tutuklamadan. Annebabasının mezarının yerini bile bilmiyor, çünkü askerler cenazeyi vermiyor, zamanla mezar numarası da unutulunca… Bazen bugün bile kâbuslarla uyanıyor, soluk soluğa... Şimdi dört kardeşi yurtdışında. Biri psikolojik destek alıyor. Her yaz Maraş’ta baba ocağında buluşuyorlar. Hâlâ korkuyor Yurtsever. En çok içini ne acıtıyor biliyor musunuz? Ailesine işkence yapılırken üzerlerinde dolaşan helipkoterin sesi... Her duyduğunda kurtarılacağına inanıyor... 12 Eylül’ün yargılanması mı? “Adalet yerini bulsa çok güzel olacak” diyor “Ama nerede? Devlet olacakları biliyordu, müdahale etmedi.” Ona göre, çok geç kalmış bir dava bu! Yine de “Keşke adalet yerini bulsa” demekten kendini alamıyor sık sık. Birden umutlanmaktan korkar gibi, “Ama” diyor, “geçen sene Maraş’ta bir anma oldu. Bu sene izin vermediler. 34 yıl sonra anmasını bile yapamıyoruz, adaletine mi ulaşacağız?” Terzi Fikri’nin oğlu Naci Sönmez o günleri anlatıyor Y Gerçek adalet bizim omuzlarımızda re sevk etmek… Örgüt üyeliğinden 515 yıl arası hapis cezasıyla yargılanıyor. Amasya Askeri Cezaevi’nde demir coplarla karşılanıyor. Gardiyanların arasından kafasına, karnına, yüzüne cop yiyerek babasına kavuşuyor... Tutuksuz yargılanmak için tahliye edilince cezaevindeki 33 ayın parça parça olsa da 13’ünü babasıyla geçirmesini sevinçle belleğine kaydediyor. İşkenceler öyle yoğun ki sağlığını bozuyor Terzi Fikri’nin. 4 Mayıs 1985’te ölüyor. Baskılar cenazede de sürüyor. Selası verilirken hoparlörler kapatılıyor. Müftülük, kaymakam ve garnizon komutanı ortak karar veriyor: “Terzi Fikri Müslüman değildir, cenazesi yıkanmaz.” Müftülükte staj yapan bir imam talip oluyor, neyse. Sebepli sebepsiz gözaltına alınıp bırakılıyor Naci. İşyeri basılıyor. Müşterilerinin isimleri alınıyor. Babasının anmasını bile üçdört sene öncesine kadar yapamıyor. Mezarına giderken kimlik kontrollerinden geçiriliyor ve: Peki şimdi Evren’in ve Şahinkaya’nın yargılanması size ne ifade ediyor? İddianame 12 Eylül’ün tüm acı, işkence ve ölümlerini yaşayanlar için, istediğimiz içerikte hazırlanmamış. Aslında, iddianamenin zayıflığı, bizlerin bu konudaki tavırsızlığı, müdahil olmaktaki tereddütlerimiFikri Sönmez Bu yazılar için Agora Kitaplığı’ndan çıkan “Tank, Tüfek ve Cezaevi: 12 Eylül ve Çocukluğum” kitabından yararlanılmıştır. YARIN: ÖDP GENEL BAŞKANI ALPER TAŞ VE 78’LİLER VAKFI SÖZCÜSÜ CELALETTİN CAN C MY B C MY B ıl, 14 Ekim 1979. Fatsa’da Terzi Fikri’nin belediye başkanı olduktan sonra oluşturduğu 11 halk komitesinin yaydığı heyecan dolanıyor sokaklarda. Çamurlu yollar, kumar, ev içi şiddet, her şey tartışılıyor. Dokuz ay “başka bir dünyanın mümkün” olduğunu görüyor Fatsa. İşte iddianamede “Fatsa Operasyonu” başlığıyla anlatılanların nedeni de bu “dünya”. Terzi Fikri’nin oğlu Naci Sönmez ne o günleri unutuyor ne de sonrasındakileri; babasına yapılan iki suikast girişimini, 1977’de Halkevi Başkanı Kemal Kara’nın öldürülerek AleviSünni çatışmasının körüklenmeye çalışıldığını, Süleyman Demirel’in “Çorum’u bırak Fatsa’ya bak” diyerek hedef gösterişini, “Küçük Moskova” yazılarını... O zamanlar AP’lilerin, CHP’lilerin, devrimcilerin birlikte çalıştığı ilçeye karşı süren nefretin nerelere varabileceğini bilmiyor. Öğrenecek. Çünkü Fatsa’ya 12 Eylül erken geliyor. 11 Temmuz 1980’de sokakları polis ve askerler tutuyor: “Nokta Operasyonu”. Terzi Fikri ve diğerleri dövülerek gözaltına alınıyor. Sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor... Sekiz ay boyunca her hafta Efilli Cezaevi’nin yolunu tutuyor Naci. 3 Haziran 1981’de o da gözaltına alınıyor, dayak, işkence, hakaret... Kendinden çok, 14 yaşındaki kardeşi tutuklandığı için endişeli. Neyse ki Yusuf bırakılıyor… Naci’nin suçu; okulda boykot örgütlemek, seminer vermek, öğrencileri eylemle zin sonucu... AKP inisiyatifine ve savcıların keyfine bırakılmış bir 12 Eylül yargılamasından istenen sonucu beklemek mümkün değil... Türkiye’nin demokrasi güçleri ciddi bir akıl tutulması, tuhaf bir suskunluk yaşıyor. İddianamedeki boşlukları doldurmak, basınç yapmak, solun, demokrasi güçlerinin elindeyken, ne yazık ki sol bu konuda AKP’nin iktidar döneminde adeta bu sorunun çözülmesine engel teşkil eden bir noktada. AKP’ye muhalefet edilecek çok konu var, ancak 12 Eylül’ün yargılanmasını, toplumda psikolojik koşullar oluşmuş, hukuksal sınırlamalar kalkmışken, görmezden gelmek bizleri tarihe karşı sorumluluğunu göstermeyen bir noktaya sürükler. İddianamede “Fatsa Operasyonu” diye bir bölüm var. Bu bölümle ilgili ne düşünüyorsunuz? 14 Ekim 2010’da aile olarak darbeyi gerçekleştirenler hakkında dava dilekçemizi savcılığa verdik. Dilekçeden hareketle iddianamede Fatsa’nın konu edilmesi beni sevindirdi. Darbenin koşullarının olgunlaştırılma sürecindeki kimi olaylar yazılmış. Fatsa da bu sürecin bir operasyonu olarak anılıyor. O yüzden dava günü orada olmayı, davaya müdahil olmayı düşünüyorum. Adalet yerini bulacak mı sizce? 12 Eylül’ün birçok uygulaması hâlâ yürürlükte, ancak parça parça da olsa, adım adım bazı iyileşmeler oldu, kimi umutlu adımların atılma olanakları ortaya çıktı... Gerçek adalet çıkması biraz da bizim elimizde. Önemli olan toplumsal hafızayı canlandırmak ve halkın vicdanında o dönemin mahkum edilmesini sağlamak. Fikri Sönmez mahkemede “hakkında gerçek kararı Fatsa halkının vereceğini” söylemişti. Biz şimdi çubuğu onun işaret ettiği yere bükmeliyiz. (*) Bloğuma (günce’me) dün bu konuda bir yazı koydum. 12 Eylül için site kurdular ? İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) 12 Eylül askeri darbesi ve Kenan Evren’in yargılanması istemiyle yurttaşlar, kurulan “www.hepimizdavaciyiz.net” internet adresinde buluşuyor. Anonim bir girişim olduğu vurgulanan web adresinde, yurttaşlar “Ben de 12 Eylül ve Evren’den davacıyım” cümlesinin ardından kendi gerekçesini sıralıyor. Sitede, “eylemlerden eylem beğen” bölümüne katılan yurttaşlar, “kamuoyu çalışma grubu”, “araştırma grubu”, “hukuk çalışma grubu”, “eylem önerim var”dan oluşan alanlara kayıt olabilecek, böylece etkili bir çalışmanın içinde yer alacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear