14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 17 EYLÜL 2011 CUMARTES 4 HABERLER SORUŞTURMADAN ALINAN SAVCI TAMÖZ, D NLEME ŞLEMLER N YAPAN TEKN K BÜRO’DAN DA ALINDI Fener’e dokunan da yanıyor ‘Demokrasi’ Derken... PARİS Dün bu sütunda biri kız, biri erkek iki Şilili ve yine biri kız, biri erkek iki Türk öğrenciden söz ettim. Bunların ortak noktaları parasız eğitim istemeleriydi. Şilililerle Türkler arasındaki fark ise birincilerin isteklerinin dinlenmesi, ikincilerinse 18 aydır tutuklu olarak hapiste bulunmalarıydı. Camilla Vallejo Downing ile Giorgio Jackson’un bir gazete sayfası yer verilen öykülerini Le Monde gazetesinde okuyunca, düştü aklıma Berna Yılmaz ile Ferhat Tüzer’in öyküleri. Sonra da ağırlığı Camilla Vallejo’ya verilmiş yazıdan bir başka gazetede çalışan Fransız dostuma söz edip sordum: Bu iki Şililiyi gören Le Monde, Türkiye’de aynı istekle tam ters bir kaderi yaşayan öğrencileri nasıl görmezden gelir? Sizlerin demokrasiyi savunma göreviniz yok mu? Dostum konuyla ilgileneceğini söyledi, ama yine de yanıtı doyurucu bulmadım. 14.09.2011’de Le Monde’da, Türkiye ile ilgili geniş bir yazı çıktı, ama ne yargıya yapılan müdahaleler, ne hapisteki gazeteciler (Türkiye bu konuda dünya rekortmeni) ne de bedava eğitim istedikleri için 1.5 yıldır tutuklu olan öğrencilerden bahis vardı. Yalnızca “Arap baharı!”ndan sonra bölge ülkelerine örnek gösterildiği söylenen Erdoğan’ın koskoca bir fotoğrafı ve Akdeniz’de artan etkisinden söz ediliyordu. Buradan baktığınız zaman, Fransızların kesinlikle AB’de yer almasını istemedikleri Türkiye’de, demokrasi konusunda önemli herhangi bir aksaklık olmadığını sanırsınız. Oysa Batı basınını yakından tanımayanlar, onların demokrasi konusunda ödünsüz olduklarını sanırlar. İktidarlarla çıkar hesapları içinde olanlar hariç tutulursa, kendi ülkeleri söz konusu olduğunda, gerçekten de öyledirler. Ama kendi çıkarları yüzünden, yanlarında yörelerinde tuttukları, ama içlerine katiyen sokmadıkları ülkeler söz konusu olunca, birçok şeyi görmezden gelmeye hazırdırlar, yeter ki ilgili devletlerle çıkar ilişkileri tıkırında yürüsün. Bu yaklaşımlarının ideolojik kılıfını da hazırlamışlardır: “Onlar için bu kadarı yeter.” Fransızlar bunu bir zamanlar “Bon pour l’Orient” yani “Yalnızca Doğu’da geçerli” deyişiyle ifade ediyorlardı. Ilımlı İslam diye dile getirdikleri rejime yaklaşımları da budur. Aslında kibar deyişiyle “ılımlı İslam”ın asıl okunuşu “uyumlu İslam”dır. Burada önemli olan sözcük, onların çıkarlarıyla uyumlu olmaktır. Onun gerisi önemsizdir. Bu yutturmacanın kendine göre ideologları da vardır. Örneğin “Rifaa’nın Kızları”nın yazarı “sol kökenli!” Guy Sormann Fransa’nın bu işe soyunmuş olan “düşünürü(!)”dür. Sakın bunlardan birinin konuşurken “demokrasiden bana ne!” diyeceğini sanmayın! Yine demokrasi dillerinden düşmeyecektir. Yalnız bunları dinlerken de gözünüzü açık tutup kanmamaya bakın! Yine özgürlükten söz edeceklerdir. Ama içerideki gazeteciler hakkında ulusalcılık falan gibi (dikkat edin şovenizm demiyorum) en ufak bir kuşku bile varsa, onların özgürlükleri dikkate alınmaz. Ulusalcılık, Türkiye için de “Kemalizm” en büyük demokrasi suçudur. Dinsel bağnazlık gericilik değildir, ama ulusalcılık gericiliğin şahıdır. Eğer özelleştirme ve yabancılaştırma özgürlüğü varsa, bankalar, sigorta şirketleri, stratejik kurumlar hiçbir denetime tabi olmadan kolayca yabancıların eline geçiyorsa (kendi ülkelerinde, bu iş o kadar kolay değildir) demokrasi vardır. Siz özgürlük derken basın ve düşünce özgürlüğünü amaçlarsınız, o ise özgürlük derken özelleştirme ve yabancılaştırma özgürlüğünü kasteder. O kadarı Türklere yeter kardeşim, bizim gibi olacak değiller ya! Çıkarımız tıkırında mı sen ona bak, deyip geçiverirler. Sizin kendi aydın ve gazeteciniz de bu kadarına razıysa ve bunu savunuyorsa, bir de Batılı gazetecinin çifte standardını sineye çekiyor, onun her sözünde hikmet arıyorsa, buna müstahaksınız demektir. Hiçbir toplum, hiçbir topluma onun kendine verdiği değerden fazlasını vermez. AL CAN ULUDAĞ ANKARA Telefon dinleme ve teknik takip işlerinin yürütüldüğü Teknik Büro, Deniz Feneri e.V soruşturmasını yürütürken görevden el çektirilen Savcı Mehmet Tamöz’den alınarak başka bir savcıya verildi. Edinilen bilgeye göre, başsavcılığın yaptığı bu değişiklik Mehmet Tamöz’e bu hafta bildirildi. Aynı zamanda Kaçakçılık Suçları Soruşturma Bürosu’nda görevli olan Tamöz, uzun yıllar Teknik Büro’nun da başındaki isimdi. Teknik Büro’da, Ankara Adliyesi’nde görev yapan savcıların bir suç şüphesi üzerine talep ettiği telefon dinleme ile izleme işlemlerini yürütüyordu. Bir savcıdan gelen başvuruyu, büronun başındaki savcı değerlendiriyor ve mahkemeden gerekli izni çıkarıyor. Bu aşamadan itibaren tüm izleme ve dinleme faaliyetleri Teknik Büro’nun kont rolünde gerçekleşiyor. Dinleme bittiği andan itibaren toplanan deliller, dinleme ve izlemeyi talep eden savcıya iletiliyor. Bu anlamda Teknik Büro’nun başındaki savcı, dinlenecek ve izlenecek tüm kişilerden haberdar oluyordu. Geçen yıl Teknik Büro’nun yıllık olağan denetimini görevden alınan Deniz Feneri savcıları hakkında inceleme yapan HSYK Başmüfettişi Vedat Ali Tektaş yapmıştı. Mehmet Tamöz ve iki savcı hakkında, Deniz Feneri soruştur masını yürütürken, Zahid Akman’ın avukatının şikâyeti üzerine HSYK inceleme başlatmıştı. Evrakta sahtecilik suçlamasıyla ilgili bu inceleme sürerken, Ankara Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş üç savcıyı görevden almıştı. Savcı Tamöz, aynı gün HSYK’ye gönderdiği savunmada, “mesleğini kimseye yaranmak için yapmadığını, yaranmak yerine limon satmayı tercih edeceğini” belirtmişti. Ölüm haberini televizyondan öğrenen Doğan Yurdakul, cenaze için Ankara’ya getirildi Eşine veda için geldi LHAN TAŞCI ANKARA Ergenekon soruşturması kapsamında 6 aydır tutuklu olan gazeteci Doğan Yurdakul, eşinin cenazesine katılmak için dün yoğun güvenlik önlemleri alınarak Silivri’den Ankara’ya getirildi. Ayrancı’daki evine, önü ve arkasında eskortların bulunduğu büyük cezaevi ring aracıyla getirildi. Eşinin son günlerinde yanında olamamanın üzüntüsünü dile getiren Yurdakul, “son günlerinde” çekilen fotoğrafları gösterildiğinde gözyaşlarına hâkim olamazken “Keşke bu halini hiç görmeseydim” dedi. Yurdakul, önceki gün tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren eşi Güngör Yurdakul’un cenazesine katılmak üzere Silivri’den cezaevi aracıyla Atatürk Havalimanı’a getirildi. Yurdakul’u burada avukatı, Hüseyin Ersöz ile Fransa’da yaşayan kızı Reyhan Yurdakul ve yeğenleri karşıladı. Yurdakul 10.00 uçağıyla Ankara’ya getirildi. Yurdakul’a yolculuk boyunca iki sivil subay eşlik etti. Esenboğa Havalimanı’nda cezaevi ring aracına alınan Doğan Yurdakul, buradan Ayrancı’daki evine getirildi. Yurdakul’un evinin önünde sivil görevliler konuşlandırılırken evinde de üç rütbeli sivil jandarma kendisine eşlik etti. Yurdakul ailesinin evinin bulunduğu Kılıç apartmanına giriş çıkışlar da kontrole alındı. Yurdakul’a taziye için ise yalnızca akrabaları alındı. Yurdakul’un Sincan Cezaevi’ne konulması gündeme geldiğini anlatan avukatı Hüseyin Ersöz, yaptıkları girişimlerin ardından evde kalmasına karar verildiğini söyledi. ‘Ne kadar iyi olunursa...’ Eşinin ölüm haberini televizyondan öğrenen Doğan Yurdakul yazdığı mektupta duygularını şöyle anlattı: “... Dokuz gündür acı içinde bu haberi bekliyorum, kendimi oldukça hazırlamışım, ne kadar iyi olunursa o kadar iyiyim. Bunu söyleyebildim ilk taziyeyi aldığım sevgili koğuş arkadaşıma. O sırada televizyondan geçen altyazı eşimin gece yarısı 02.50’de hayatını kaybettiğini bildiriyordu. Ahmet’e (Şık) gece o saatte kalp ağrısıyla uyandığımı söyledim. Hapiste olan insan, eşinin ölüm haberini bile yarım gün sonra alabiliyor... Altı buçuk aydır tutuklu bulunduğum Silivri’de bir yandan yoğun bir sözlük çalışması içindeyken bir yandan da yavaş yavaş anılarımı yazmaya başlamıştım. Meğer o anıları yazmaya yaşantımın başından değil sonundan başlayacakmışım. Tutuklandıktan sonra onu ilk ve son kez nisan ayı başındaki açık görüşte gördüm. Görüşe gelirken (kemoterapi yüzünden saçları döküldüğünden kullandığı) peruğun firketeleri ve sutyenindeki metalin sinyal vermesi yüzünden çok eziyet görmüştü. Bu zulmü tekrar çekmemesi için bir daha gelmemesini rica ettim. Zaten o görüşten sonra yürüyemez oldu, kanser kemik metastazı yapmıştı, hastaneye yattı. Sonra da durumu hep kötüye gitti. Kaçınılmaz sona gidişimizi, cezaevinden adım adım izledim...” SON GÜNLER N FOTOĞRAFLARDAN GÖRDÜ Akrabalarının Güngör Yurdakul ile ilgili anlatımları sırasında sık sık duygulanan Doğan Yurdakul, eşinin “son günlerini” ise yakınları tarafından çekilen fotoğraflarda görebildi. Doğan Yurdakul, getirildiği evinde kendisini karşılayan yakınlarıyla duygulu anlar yaşadı. (Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ) evde kaldı Jandarmalar Doğan Yurdakul’a İstanbul’dan beri eşlik eden jandarma görevlileri de dün geceyi Yurdakul’un evinde geçirdiler. Güngör Yurdakul’un cenazesi bugün Kocatepe Cami’nde kılınacak öğle namazının ardından Cebeci Mezarlığı’na defnedilecek. Doğan Yurdakul yine cezaevinin ring aracıyla, güvenlik görevlilerinin eşliğinde camiye götürülerek, burada tazi yeleri kabul edecek. Mezarlıktaki defin töreninin ardından ise Doğan Yurdakul yeniden evine “nakledilecek. ” Pazartesi Silivri’de Doğan Yurdakul pazartesi günü de 19.00 uçağıyla yeniden İstanbul’a oradan da Silivri Cezaevi’ne götürülecek. CUMHURBAŞKANI GÜL, TÜ’NÜN AÇILIŞINA KATILDI POL S KURŞUNUYLA FELÇ OLDUĞU DD A ED L YOR Nitelikli üniversite vurgusu İstanbul Haber Servisi İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) 20112012 Akademik Yılı açılışı Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, ÖSYM Başkanı Ali Demir, akademisyenler ve öğrencilerin katılımıyla gerçekleştirildi. Törende konuşan Cumhurbaşkanı Gül, “Üniversiteleri nitelikli üniversite haline getirmek hepimizin en önemli misyonu olmalıdır” dedi. Türkiye’de mühendis, mimarlık, teknolojinin birçok ülkeye göre çok daha önemli olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı Gül, “Bu üniversiteler bir çok şehre yayılırken nitelikli üniversiteler olmasına dikkat edilmeli” diye konuştu. ‘Gerçek’ Adli Tıp’a takıldı H LAL KÖSE Öğrenciler görüşemedi Öğrenci Kolektifi üyesi bir grup öğrenci de Gül’e taleplerini iletmek için yürüyüşe geçti. Polis engelini aşamayan öğrenciler, “Biz Ankara’daki 10 arkadaşımızın serbest bırakılması konusunda konuşmak istiyoruz. Madem onlar demokrasi için o kadar yanıp tutuşuyor neden 23 öğrencinin söz almasından bu kadar korkuyorlar” dedi. Yenibosna’da 7 Ekim 2007’de Yürüyüş dergisi satarken polis kurşunuyla vurularak felç olan Ferhat Gerçek’in davası, Adli Tıp’tan rapor gelmediği için yerinde sayıyor. 4 yıldır süren davada mahkeme, hâlâ Gerçek’in vücuduna isabet eden mermiyle ilgili araştırma yapıyor. Gerçek’in 17 yaşında felç olmasına neden oldukları öne sürülen 7 polisin yargılanmasına Bakırköy 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Gerçek de bu davada 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanıyor. Dünkü duruşmada, mahkeme başkanı, Uluslararası Af Örgütü’nün Adalet Bakanlığı’na dilekçe yollayarak bilgi istediğini söyledi. Başkan, dava dosyasının aslının Adli Tıp Kurumu’nda olması nedeniyle Adalet Bakanlığı’na son duruşma tutanağının yollandığını belirtti. Mahkeme, Adli Tıp’tan belgelerin beklenmesi için davayı 3 Şubat 2012’ye erteledi. Gerçek’in avukatı Oya Aslan, “Dosya daha önce de Adli Tıp’a gitti ve uzun süre bekledik. 4 yıldır davaya başlayamıyoruz. Kasıt olduğuna dair şüphelerimiz var” dedi. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear