13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 AĞUSTOS 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA 13 Olan Oldu Epeydir ağızlarında dolandırıyorlardı: Devrim yapıyoruz. Müslüman Kardeşler mekli Büyükelçi Onur ÖyEmen, AKP iktidarının Amerika’nın peşinde Suriye’ye gözdağı vereceğine, Amerika’nın manda yönetimi kurduğu Irak’a yönelmesi gerektiğini savunuyor: “Irak’ın kuzeyinden gelenler Türkiye’deki insanlarımızı öldürüyorlar. Ülkemize yönelik saldırıların kaynağı olan ülkeye karşı bir politik baskı yapmıyorsunuz da, üç güne kadar ballı börek ilişkiler içinde olduğunuz Suriye’ye yapıyorsunuz.” Onur Öymen’e göre, sorulması gereken bir soru daha var: Namdar’dan: Dizeler, şair Osman “Bibi, dedim, bu na GÖRÜŞ narak kanıtlandı. Yeni sömürgeciliğin yükseldiği, somutun yerini soyuta bıraktığı, aklın inanca teslim olduğu bir dünyada, boynuna asılmış olan bağımlılık ilmiği doğal olarak Türkiye’yi de peşinden sürükleyecekti, sürükledi de zaten. Bu dönemi, yani “tam bağımlı piyasasever ılımlı İslam federasyonu” dönemini hep birlikte eda etmeye başladık. Hayırlara vesile olsun. Bu dönem de geçer. Gün gelir; 1789’un özgürlükçü, 1917’nin eşitlikçi, 1923’ün halkçıbağımsızlıkçı rüzgârını zaman içinde yine ensemizde duyarız. O güne varmak için yelkenleri şimdiden fora etmenin zamanıdır. Yatmak yok, uyumak yok, seyretmek yok... Özgüvenimizi yitirmeden kaplumbağa sabrıyla karınca gibi çalışacağız. Başka yolu yok. SEVGİ ÖZEL “Ortadoğu’da demokrasi ve insan hakları havariliği yapmanız için insanların sokaklara mı dökülmesi lazım? İnsanların sokağa dökülmediği, ama Suriye’den de daha baskıcı olan ülkelere, örneğin Suudi Arabistan’a, örneğin İran’a neden sesinizi çıkarmıyorsunuz? Oradaki insanlar insan değil mi, Müslüman değil mi, kardeş değil mi?” AKP’nin, “Made in USA” (ABD yapımı) dış politikası epeydir sırıtıyor: Mısır’dan Suriye’ye tüm Ortadoğu “Müslüman Kardeşler”ce kuşatılacak... bir at yılkıyı / o atın sabrıdır biraz, insan soyunun huyudur kulluk!” Huyumuz kurusun, he mi... Huy sıl iştir, bu nasıl yoksulluk! / çok çocuklu bir dullukla verdi yanıtı: / bilmezsin, nasıl geçirir kör Yaptıkları, ettikleri, yedikleri ile; değil yanından teğet geçmek, devrimin kenarı bile olamayacaklar, başımıza “devrimci” kesildiler, iyi mi... Doğrudur, bir şey yaptılar, ustaları sayılan Turgut Özal’ın deyimiyle “transformasyon”u hedefine vardırdılar. İmam okullarından, tarikat yurtlarından, Komünizmle Mücadele Derneklerinden, Milli Talebe Birliklerin’den çıkıp adım adım ilerlediler, ilmek ilmek dönüştürdüler. Kanlı Pazar öncesi Amerikan bayraklı 6. Filo’yu kıble bildikleri için hiç unutulmadılar. Sırtları hep sıvazlandı. O yüzden sivil “our boys”lar (bizim oğlanlar), asker “our boys”ları yenebildi. Geldik bugüne. Bizim dedelerimiz, anne ve babalarımız, Cumhuri Savrulmanın Kapkara Resmi Toplumun gözü önündeki kişilerin, gücü elinde tutan politikacıların gelişigüzel konuşması ve yaptıkları; aydınların çoğunun da adamsendeci duruşu ve suskunluğu; böylesi bir ortamda 90 yıllık kazanımların uçup gidiyor olmasına tepkisizlik, başlarla ayakların yerini değiştiren bir savrulma yaşandığının resmidir. Yönetenlerin, yasaları ve toplumsal kuralları göz ardı ederek yönetilenlere farklı davranması, birilerini açıkça suçlarken birilerini aklayıcı, arkalayıcı tavır sergilemesi aklın, yasaların nasıl savrukça kullanıldığını gösteriyor. Toplumun sevdiği, deneyim ve birikimlerine tanık olduğu profesörleri, gazetecileri, yazarları, askerleri kanlı katillermiş gibi telsizle silahla kuşatarak, başlarını eğerek paldır küldür götüren sistem, birilerini turistik geziye götürürcesine havaalanlarında havalandırıyorsa, bu nedir? Böylesi savrulmanın en çarpıcı örneği de genç yaşlı birilerinin, “suçlu olma” olasılığıyla havalandırılan “kuşkulu”ya sarılıp fotoğraf çektirmesi değil midir? Ne oldu bize, savrulmanın böylesine figüranı olmak, bize yakışır mı? Güzel yurdumuzun insanları resim çektirme, çekme meraklısı olup çıktı. Ya bir aydını öldüren katille resim çektiriyor ya tecavüzcünün resmini çekiyor. Kaza olmuş, yerde ölüler var; birkaç kişi kavgaya tutuşmuş, ağızlar burunlar kanıyor; bir kadın sokak ortasında bıçaklanıyor; insanların çoğu cep telefonuyla resim çekiyor; üstü kapatılan ölünün, kazanın, kan revan içindeki kişilerin resimlerini ne yapacak, kime gösterecek diye düşünmeden edemiyorsunuz; bu, bir anlık savrulma mı, derin mi derin ruhsal bozukluk mu? Karısını öldüresiye döven, hatta öldüren adamı haklı çıkarma çabasındakiler için ne düşünürsünüz? TV ve gazeteler bir yanda cinsel saldırı, kaçma, kaçırılma haber ve izlenceleriyle dolu; öte yanda şangıdı şakıdık evlenme, eğlence izlenceleri… İnsanların çoğu, bireylerin ve ailelerin yaşamını karartan haksızlıkları, çirkinlikleri, yanlışları da görüyor; ama ne cep telefonunu kullanıyor ne ağzını; susuyor; dahası suçluyor, yalanlıyor; bu nasıl bir savrulmadır? Ramazanı yaşıyoruz; laik bir ülkede ramazanı yaşamanın kazancı, inancın kimsenin tekelinde olmadığını bilmektir; özgürce inancını korumaktır. Kimse kimseye niçin oruç tutuyorsun diye soramaz; soran, haklı görülemez; niçin tutmuyorsun diye soran da sormayan gibi duyarlı olmak zorundadır. Ramazan yoksulluğun “teşhir” aracı değildir; topluma inancının anımsatıldığı bir zaman da değildir. Buna hiç kimsenin, hiçbir kurumun hakkı yoktur; ne ki son yıllarda yönetenlerin ve basın yayının kendinde böyle bir hak gördüğüne tanık oluyoruz. Ramazan çadırlarıyla yoksulluk sergileniyor; gösteriş yapılıyor. Çadırlar ünlülerle, politikacılarla şenleniyor; lüks otellerde iftar sofraları kuruluyor; kişi ve kurumların simgesi ya da resminin asılı olduğu, görgüsüzce reklamının yapıldığı alanlarda, kuş yemi kadar yiyecek için büyüklerin, çocukların birbirini ezdiği görüntüler, görgüsüzlüğün yanı sıra savrulmanın dikâlâsı değil midir? Bir süredir Atatürk devrimleriyle kazandığımız her şey tepeden tırnağa ve hızla tersyüz ediliyor; özgürlüğünden olma pahasına suskun kalmayanlar “laikçi, ulusalcı, Ergenekoncu” diye damgalanıyor. Üniversite, yargı, ordu; aklınıza gelebilecek bütün cumhuriyet kurumlarından sipsivri bir harman yapıldı; tepesine de dediğim dedikçi anlayış yerleşti; canının istediği gibi suçluyor, yargılıyor. Cumhuriyetin bütün kurumları, yağmur ve bolluk getirmeyeceği belli rüzgâra karşı savruluyor. Harman sonu elimizde ne kalır; yerinde kullanmayı beceremediğimiz cep telefonları mı, kilit vurduğumuz aklımız ve dilimiz mi; pişmanlık ve umarsızlık mı? Çoğumuz, akıl, hukuk ve bilim dışı bu savrulmanın cep telefonuyla ya da gözlerimizle resmini çekmekle yetiniyoruz. Söylenenler, yapılanların ve yapılacakların kapkara resmiyken, bu kara resmi doğru okuyamıyoruz; okumaktan kaçınıyoruz çok acı, çok! yetin birinci ve ikinci kuşağıydı. Birinci kuşak devrimci, ikinci kuşak devrimlerin izcisiydi. Bu inançlı iki kuşağın ardından gelen üçüncü kuşak, yani bizler, devrimin seyircisi olduk. Nasıl olsa devrime bir şey olmazdı, nasıl olsa Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet sonsuza kadar yaşardı, nasıl olsa birileri bizim adımıza rejimi korurdu! Hepsi sanrıydı. 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün yükselttiği işkence haykırışları arasında, bir kuşağın boğazlanması için işlenen cinayetlerin, sokaklarda kurulan pusuların ardından karşıdevrim gerçekleşti, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet çürütüldü, rejimin bekçisi olduğunu ileri sürenlerin kimin hizmetkârı olduğu bir kez daha yaşa Meslektaşımız, HaberSen yöneticisi Osman Köse’nin TRT’deki bir tartışma sonunda Sansasyon Yaratmışız Yardımcısı Ali Güney değil, TRT’de yapım elemanı olan Ali Güney’miş. Dolayısıyla, bizim amacımız haber yapmak değil, TRT’yi karalamakmış. Mersin’e sürülen sendikacı Osman Köse’nin ataması hukuka ve mevzuata uygunmuş... Basın meslek ilkelerine uymamışız. Kurum hakkında “yandaş, kadrolaşmak, usulsüzlük gibi kişilik haklarına ağır saldırıda bulunarak”, “okuyucunun ilgisini çekerek” kişisel menfaat sağlamışız, sansasyon yaratmışız. Oysa, TRT’de yandaşlık da kadrolaşma da, usulsüzlük de yokmuş... Üstelik TRT, TÜİK’e göre en güvenilir ikinci soruşturmaya uğratıldığını, ardından da Ankara’dan Mersin’e sürüldüğünü dile getirmiştik. Bu, büyük bir suçmuş meğer. TRT Hukuk Müşavirliği hakkımızda dava açmış. Dava dilekçesinde neler var, neler... Osman Köse’nin tartıştığı kişi, yazdığımız gibi TRT Genel Müdür kurummuş. “Vay canına sayın seyirciler” diyelim ve bir önceki yazımızın son tümcesini yineleyelim: Hey; Türkİş’in uyuyan güzelleri, yöneticilerini milletvekili yapma becerisini gösteren DİSK’in ve Hakİş’in yöneticileri ve de mangalda kül bırakmayan Avrupa sendika konfederasyonları... Duyuyor musunuz sendikacı Osman Köse’nin çığlığını? Mektup “Hu komşum, Beşşarcığım, biz insan İnsanlar öldürülürken reform yapılmaz. Reform yaparken bak öldürüyor muyuz hiç? Asla! Ya ne yapıyoruz? İnsanları sürüyor, süründürüyor, içeri atıp çürütüyoruz. Gör, dinle, uygula... Sam amcamın çok selamı var, gözlerinden öpüyor. Hep senin, Recep’in.” Londra’ya Kor Düştü SADIK ÇEL K K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK behicak@yahoo.com.tr Bu sefer Londra’ya düşen yağmur değil. “İngiltere yanıyor” manşetleri altında verildi ülkedeki isyanlar hafta boyunca. Londra’da 29 yaşındaki siyahi bir gencin polis tarafından öldürülmesiyle patlak veren isyan, kentin çok sayıda semt ve mahallesinin yanı sıra altı farklı şehre de yayıldı. Şu ana kadar dört kişi de çıkan olaylarda hayatını kaybetti, bunlardan üçü Müslüman. İsyancılar kim? Topluma uyum sağlamakta zorlanan göçmenler mi? Polisin açıklamasına göre tutuklananlar arasında her meslekten, ırktan ve etnik kökenden insan var… İsyanın öznesi kim olursa olsun, bu olaylar 2011’in “demokratik” Britanya’sına acı bir şekilde dersini veriyor. Toplumdaki adalet mekanizmasının işlerliği inandırıcılığını kaybetmiş olacak ki isyanlar sırasında kucağında televizyonla bir dükkândan çıkan kadın “ödediğim vergileri geri alıyorum” diyebiliyor… Ülkedeki alt sınıfın varlığı su götürmez; ancak bu, kayıtsızlık, umursamazlık, vurdumduymazlık, yok sayılma ve yokluk çekme mağduru bir “öteki” kitle olmaktan kurtulamadı senelerdir. İşte bu varlıkları görmezden gelinen insanların biriktirdiği öfke, bugün Britanya sokaklarını savaş alanına çevirmeye yetiyor. Savaş alanından kalan cam kırıklarını temizlemek ise sakin ve beyaz İngilizlere düşüyor. Zaten ellerinden de başka bir şey gelmiyor… Aynı olayı bir de küresel gözlüklerimizi takarak değerlendirdiğimizde bu durumu bir tür “tersine dönüş” olarak yorumlamak mümkün. Örneğin Britanya’nın insan hakları konusunda çok kereler itham ettiği ve uyardığı İran ve Libya gibi ülkeler, bugün mikrofonu ellerine almış olmanın haklı gururuyla bu ülkeyi, halkına karşı vahşice davranmakla suçlayarak uyarıda bulunuyorlar… Gün olur devran dönermiş, doğru; Britanya bugün bize bunu gösterdi. Ramazan klasikleri sadik.celik.gorus@gmail.com Düzeltme Yazarımız Meriç Velidedeoğlu’nun dünkü yazısında Mehmet Koral’ın adı yanlışlıkla Mehmet Coral olarak yayımlanmıştır. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz. C MY B C MY B Beyoğlu’ndaki masa polemiği sürüyor. Belediyeyle esnaf arasındaki sorun çözülmüyor, aksine büyüyerek devam ediyor. Asmalımescit’ten sonra Cihangir’deki masaların da, sokakları işgal ettikleri gerekçesiyle, uyarıda bulunmaya ya da ceza kesmeye bile gerek görülmeden aniden kaldırılması tepkileri tırmandırdı. Çeşitli gruplar civardaki esnaf ve vatandaşların da katılımıyla sloganlar eşliğinde protesto yürüyüşleri düzenliyorlar, “hayalet şehir istemiyoruz” diye pankart açıyorlar. Beyoğlu’yla ilgili el atılması gereken onca başka ciddi sorun varken, Asmalımescit’teki masaların, tam da ramazan ayında akıllara gelmesi işin altındaki bit yeniğini ve esas niyeti ister istemez sorgulatıyor insana. Buna karşılık Be lediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan operasyonun ramazanla ilgili olmadığını; masaların, Beyoğlu’na kazandırılan “yeni kimliğe” uygun düşmediği için kaldırıldığını söylemiş. Aslında operasyonun bu kadar ses getirmesi mekânın şöhretiyle de doğru orantılı. Hem Cihangir hem de Asmalımescit kentin en gözde, en kalabalık eğlence merkezleri arasında. Örneğin Anadolu’ya doğru uzandığımızda ramazan ayında bırakın içkili mekânların açık kalmasını, sigara içilmesine bile hoşgörü gösterilmediğini biliyoruz. Sadece ramazanda da değil, genel olarak yasaklanan içki satışlarının, içki satışı yapan yerlere ve kişilere yönelik gerçekleştirildiğini duymaya alıştığımız saldırı ve uygulamaların, ramazanda oruç tutmama ve yemek yeme hakkını kullanan insanların başına gelenlerin yansıttığı ve artık kanıksanmış bir anlayışın, yaşam biçiminin son örneğini henüz yaşadık. Erzurum’da sokakta sigara içtiği için o sırada oradan geçmekte olan birkaç adam tarafından tartaklanan ve yakındaki öğrenci yurduna sığınmak zorunda kalan kadından bahsediyorum. Demek ki o kadın da toplumun “ramazan kimliği”ne uymamıştı… Beyoğlu gibi her kesimden insanın kendine mekân ettiği, sahip olduğu kültür mozaiğinin, farklılıklara karşı hoşgörü yeteneğinin içine sığınan insanları evlat edinen merkezler dışında herhangi bir yerde gerekleştirilen ve gelecekte gerçekleştirilebilecek benzer uygulamaların ne yazık ki Beyoğlu’ndaki kadar ayyuka çıkmayacağını ve hak ettiği tepkiyi alamayacağını tahmin etmek zor değil… 19 yaşındaki voleybolcu Nurcan İbrahimoğlu da “belediye otobüsü kimliği”ne uymamış olsa gerek ki üzerinde şortuyla bindiği otobüste, toplumun ahlakını bozduğu gerekçesiyle namus bekçisi bir vatandaşın yumruklu saldırısına uğrayabiliyor… Arkasından polise şikâyette bulunmak istediğinde ise başta otobüs şoföründen ve otobüste bulunan diğer insanlardan gelen “uğraştırma şimdi bizi” gibi sözde bir gerekçe üzerinden suçlunun sırtını sıvazlayan, ona arka çıkan bir tavırla karşılaşıyor. Genç bir kıza el kaldırmaya cesaret eden adam mı daha suçludur, olaya müdahale etmek bir yana mağduru suçlu ilan eden ve suçluyu kollayan bir kitle ve iktidar psikolojisi midir asıl suçlu? (Nurcan’a sporculardan destek geldi. Bugün şortlarıyla Kadıköy’de buluşacak olan voleybolcular Nurcan’ın saldırıya uğradığı otobüse binecekler.) Belirtmekte fayda var; topluma giydirilmeye çalışılan yeni kimlikler, her geçen gün büyüyen ve zapt edilmesi zorlaşan bir öfke ve hoyratlığı da beraberinde getiriyor. Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com 1/ Çok ince 1 çekilmiş kahveden su bu 2 harı geçirile 3 rek yapılan 4 sert içimli İtal5 yan kahvesi. 2/ Teori... Türk 6 müziğinde 7 “usul” anla 8 mında kullanılan sözcük. 3/ 9 Horoz, hindi gibi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 hayvanların tepesin 1 GÖ Y N ÜME K de bulunan kırmızı 2 Ö R Ü R E F İ K deri uzantısı... Ya 3 Z E N N E E B E bancı. 4/ Hukuk... 4E N A T AMA N Sinagrite benzer bir İ R İ balık. 5/ Utanç duy 5 M O B İ 6E H R İ ME N Ş ma... Çocuğun eği7K Ü L T T E K timi ve öğretimiyle ilgili erkek bakıcı. 8 M O P O Ö R 6/ Alevilere özgü, 9 K A N D İ L İ S A dinsel tören niteliğindeki halk oyunu... “O yer” anlamında kullanılan sözcük. 7/ Köpek... Aruz ölçüsünde, kısa okunması gereken bir heceyi kalıba uydurmak için uzatma. 8/ Bir yere gönderilen eşyanın listesi. 9/ Üstü kapalı olarak anlatma... Kayseri ilindeki Kültepe höyüğüne verilen bir başka ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Keyif verici bir hap. 2/ Kenar süsü... İnsanın var olabilmesi için doğayı değiştirmesi süreci. 3/ Elektrik akımı almak için fişin sokulduğu yuva... Radyum elementinin simgesi. 4/ “Pantagruel” ve “Gargantua” adlı yergili yapıtlarıyla ünlü Fransız yazar. 5/ Bir tembih sözü... Aptal, budala. 6/ Maden külçelerinin eritilip arındırılması... Karışık renkli. 7/ Bir nota... Porselen yapımında kullanılan bir tür beyaz ve gevrek kil. 8/ 106 taşla oynanan bir oyun... Üzerinde çubuklu çizgiler bulunan kumaş. 9/ Çorum’un bir ilçesi... Hayat arkadaşı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear