29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 30 MAYIS 2011 PAZARTES 2 çarpıtıcı müdahalelere ilişkin bir iddiaydı bu: Sayıların sandıklardan ve illerden merkeze iletilmesine sokuşturulan birtakım elektronik hileler iktidar lehine neredeyse yüzde 20’yi aşkın prim sağlamıştı.. Ama bu iddiayı destekleyen sağlam teknolojik kanıtlar ortaya konamadı ve kuşku olduğu gibi kaldı. O kuşkuyu besleyen durumlar yine ortalıkta: İktidarın Okyanus ötesinden yirmi “elektronik iletişim uzmanı” getirttiği haberi; Almanya’da bizim Yüksek Seçim Kurulu’na benzer resmi kuruluşun oy hesaplarında ve iletişiminde bilgisayar teknolojisi kullanmayı yasaklayışı; bizdeki Kurul’un SECSİS denen seçim iletişim sistemini güvenilir bulmayışı. eni anayasa coşkusunun dindirilmesinden sonra ortaya çıkan metnin yaratabileceği hayal kırıklığı ve moral çökertme tehlikesi daha da ciddi. Çünkü, bütün kesimleri tatmin ederek toplum sözleşmesi yaratma gösterişi, sonradan başa dert iş açacak sinsi önerilerin benimsenmesine kadar gidebilir. Örneğin, BDP’nin ve ona yakın içli dışlı çevrelerin istediği “demokratik özerklik” ilkesi, açıkça etnik temelli bir ayrılıkçılığın bayrağı olduğu halde, onu da içeren bir anayasa metni çıkar ortaya. Bunun yaratacağı keşmekeşi düşünebiliyor musunuz? “Kendi anayasamı yapıyorum” diyerek aslında ciddi hukukçuluk isteyen anayasa yapma işine soyunanların pişireceği çorbaya atılacak pahaca tuzlu dileklerin haddi hesabı olmayacaktır. Öyle olacağı içindir ki, yeni anayasa yapma coşkusuyla yola çıkıp bütün toplumca şapa oturma endişesi, ciddiye alınması gereken bir endişedir. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kanlı Değil Zanlı da Değil, Ama Ne? Saygın bir yurttaş bir yazı yazmış, Taraf gazetesi de bunu yayımlamış. Bunun neresini telin ediyorsunuz Allah aşkına? Daha da vahimi Başbakan da tıpkı 6 yıl önce hançerleme edebiyatı yapan bakanı gibi konuyu “milli hassasiyetimiz”e bağlamadan duramıyor. Tora PEK N rant Dink, hâlâ katledildiği yerde uzanmış yatıyor. Yattığı yerden kalkması için onun ve hepimizin huzur bulması lazım. Ama huzur bize çok uzak. 19 Ocak 2007’den beri adalet yerini bulmadı çünkü. Bırakalım bir mahkumiyet kararını, canileri yönlendirenlerin isimleri, cisimleri bile yok ortada. İhmalkârların ve sorumsuzların isimleri var, ama onların da yargılanacağı yok anlaşılan. Aksine iktidarın şemsiyesine sığınmışlar, Türkiye’yi ya yönetiyor ya da yönetmeye hazırlanıyorlar. Hrant Dink’in oğlu Arat Dink bunu dert edindiği bir yazı yazdı geçen hafta (Taraf, 20 Mayıs). Babasının katline giden süreçte ihmal ve sorumlulukları bulunan birtakım isimleri, somut gerekçeleriyle teşhir etti. Kim olduklarını hatırlayalım: Hrant Dink’le “sıra dışı” bir görüşme gerçekleştiren bir vali yardımcısı ve iki istihbaratçı; bu sıra dışı görüşmeyi sahiplenen bir vali (Muammer Güler); kamuoyunda “Ermeni Konferansı” olarak bilinen “İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlıklı Endişeler GEREKSİZ yere büyük umutlar yaratmak, sonuçta büyük hayal kırıklıklarına da yol açabilir. Oysa, şu sıra herhangi bir hayal kırıklığının yaratacağı moral çöküntüsüne uğratılmaması gereken bir toplumda yaşamaktayız. Karşı karşıya kalacağımız iki ciddi durum var ki, onlar dolayısıyla gereken uğraşları göze alabilmek için moraller sağlam olmalıdır. Durumlardan biri, önümüzdeki genel seçimin, yaratılmış büyük beklentiler yerine, sonrası için umut kırıcı bir moral çöküntüsü getirme tehlikesidir; öbürü de, çeşitli nedenlerle pompalanan “yeni anayasa” coşkusunun, en azından Cumhuriyetçi kesimdeki beklentilerin tersine, müthiş bir hayal kırıklığına yol açması. enel seçim konusundaki endişe, yalnız muhalefet partilerinin çabalarıyla, liderlerinin becerileri ve kazanabilecekleri oy oranlarıyla ilgili değil. O konularda da Cumhuriyetçi kesimden gelen birtakım eleştiriler, keşke yapılmasaydı denen hatalar ve beceri eksiklikleri varsa da, asıl endişe kaynağı sayılmaz onlar. Şimdi, geçen genel seçim sonuçları dolayısıyla duyulan kuşkudan pek farklı olmayan önemli bir endişe var yine. O sonuçlar, öylesine hızla açıklanmış ve beklenenden öyle farklı çıkmıştı ki, kolay çürütülemez bir iddia hemen inandırıcı olabilmişti: Özellikle iletişim teknolojisine ve o sayede oynanan oyunlara, rakam H Y konferansı düzenleyenleri TBMM çatısı altında ihanetle ve milleti arkadan hançerlemekle suçlayan bir Adalet Bakanı (Cemil Çiçek). Arat Dink yazısında, o bakan ve valinin, Başbakan’ın terazisindeki kıymetine de değindi: Biri zaten sağ kolu, öbürü yaklaşan genel seçimlerde güzide bir AKP adayı... iting meydanından cevap Arat Dink de konuştuğu ya da yazdığı zaman tıpkı merhum babası gibi yürekten sesleniyor, söyledikleri önce yüreklere ulaşıyor. Öyle olunca iktidarın tepesi bile cevap verme zorunluluğu duyuyor. Başbakan Erdoğan, Arat Dink’in yazısına aynı gün miting meydanından cevap verdi hemen. Bu, görmezden, bilmezden gelmekten daha iyi elbette. Ama keşke iktidarın tepesinin söylediklerini hayra yorabilsek: “Bir gazete başlık atmış, o da güya Başbakan Yardımcım Cemil Bey’in, Dink’in oğlu tarafından söylenen bir şey, ki ben böyle bir ifadeyi asla Başbakan Yardımcım için kullanmam. Onun ölümüyle ilgili zanlı olarak ifade etmişim, o kanlı demiş, ben hayır kanlı değil, zanlı M G demişim. Bu çocuk bunu söylemişse kendisine teessüf ederim, ama bunu malzeme haline getiren o gazeteyi de huzurlarınızda kınıyorum. Diyasporanın etkisinden kurtulup Ermenistan’ın da bizim gibi adım atmasını beklerken, Ermeni yanlısı ne yazık ki bazı zihniyetler hâlâ bu ülkede onların avukatlığını üstlenmişler, bunu sürdürüyorlar.” (Kars mitingi, 20 Mayıs) Başbakan, Arat Dink’in yazısında bir cümleye takılmış, bakanı için “zanlı” demediğini söylüyor. Halbuki Arat Dink yazısında, bu tabirin Başbakan tarafından zaten bakanını korumak için “kanlımız” sözcüğü yerine önerildiğini, kendilerinin de bu isteğe uyduklarını söylüyordu. Ama olabilir, düzeltme düzeltmedir. Nitekim bunun üzerine Arat Dink bir açıklama yaparak Başbakan’ın sözünde bir “bari” vurgusu olduğunu, kastının Çiçek için “zanlı” demek olmadığını belirtti (Taraf, 21 Mayıs). Lakin Başbakan’ın cevabının devamı ve asıl eksik bıraktıkları, bu meseleden çok daha önemli. Zira önce insan Başbakan’ın şu basın nefretinin ne zaman biteceğini düşünmeden edemiyor. Saygın bir yurttaş bir yazı yazmış, Taraf gazetesi de bunu yayımlamış. Bunun neresini telin ediyorsunuz Allah aşkına? Daha da vahimi Başbakan da tıpkı 6 yıl önce hançerleme edebiyatı yapan bakanı gibi konuyu “milli hassasiyetimiz”e bağlamadan duramıyor. Ayrı ayrı tırnak içine alalım da iyice tırmalasın kulaklarımızı: “Ermeni yanlısı”, “bazı zihniyetler”, “bu ülkede”, “onların”, “avukatlığını üstlenmişler”. ki somut bilgi Bir de Dink’in yazısına dair söylemedikleri var Başbakan’ın. Arat Dink yazısında, Hrant Dink öldürüldüğü sırada İstanbul Valiliği görevini yürüten Muammer Güler ile ilgili iki somut bilgi sunuyordu. Birincisi Güler’in vali yardımcısının odasındaki görüşmeye dair İçişleri Bakanlığı’na farklı, Dink cinayetinin sanıklarının yargılandığı mahkemeye adeta alay ederek “farklı cevaplar” verdiği bilgisi. İkincisi ise Güler’in Meclis İnsan Hakları Komisyonu’yla yaptığı görüşmeden aktardığı akıl ve vicdan almaz sözleri. İşte Arat Dink bunlara işaret ederek ve haklı olarak aslen Güler’in AKP adaylığını sorguluyordu yazısında. Başbakan’dan da öncelikle beklenir ki babasının canilerinin peşinde bir oğlun haklı sorularına yanıt versin. Bunu yaparken de bir halkın acısının yarattığı siyasal meseleleri istismar etmesin. Bir söz de “en çok ben üzüldüm Hrant Dink’in öldürülmesine” diyen Cemil Çiçek’e (Milliyet, 25 Mayıs). “Milleti arkadan hançerliyorlar” lafınızla 19 Ocak 2007 arasında zannettiğiniz kadar uzak bir mesafe yok. Bizi sizin duygu dünyanız değil, bir siyasetçi olarak sorumluluklarınız ilgilendiriyor. Ya da sorumsuzluklarınız diyelim… Size “kanlımız” değil “zanlımız” deme yüce gönüllülüğü gösteriliyorsa yetinin bununla. Üniversitemizin de Bir Onur’u Var! Hakan MIHCI Hacettepe Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü Öğretim Üyesi S ermaye sınıfı ve onun mevcut iktidarı açısından, birkaç ayrıksı sesi saymazsak, neredeye güle oynaya gidilen bir seçim süreci yaşıyoruz. Bu ayrıksı seslerden bazılarını da son zamanlarda üniversitelerden duyuyoruz. Öğrenciler AKP iktidarından ve onun üniversite sisteminde köklü değişimler getirmeye yönelen arayışlarından duydukları memnuniyetsizliklerini her fırsatta dile getiriyorlar. Hem de akıl almaz bir fiziki şiddete, akla ziyan üniversite soruşturmalarına ve adli davalara konu olma bahasına. Kimileri karnındaki bebeğini kaybediyor; kimileri aylardır hapiste yatıyor, kimileri de yüzlerce yıllık hapis cezası istemleriyle yargılanıyorlar. En temel demokratik haklar ve protesto gösterileri askeri darbe günlerini aratmayan bir zorbalıkla engellenmeye çalışılıyor. Öğrencileri “sakinleştirmek” amacıyla üzerlerine tazyikli su sıkılıyor, gaz bombaları atılıyor. Ölçü o kadar kaçmış durumda ki, daha yılın ortasına bile gelinmeden emniyet teşkilatının gaz bombası stokları tükeniyor. Neyse ki, başbakanlığın örtülü ödeneği imdada yetişiyor. 2.3 milyon lira karşılığında 170 bin yeni biber gazı bombası temin ediliyor ve “başkaldıranları sakinleştirme” operasyonları aralıksız olarak sürdürülebiliyor. Demokrasinin bu çeşidine olsa olsa “ileri gaz demokrasisi” deniliyordur herhalde. İleri gaz demokrasisinden liseli öğrenciler de nasiplerine düşeni fazlasıyla alıyorlar. Tarihin en büyük sınav skandalına tepki gösteren öğrenciler suyla ve gazla “sakinleştiriliyor”. Sakinleşmemekte ısrar edenlerin gerekirse sivil milis kuvvetleriyle sakinleştirilebileceği ancak böylesi bir yöntemin “istenmeyen sonuçlarının” da olabileceği açıkça dile getirilebiliyor. Bu tutumdan güç alan ÖSYM Başkanı, yüz binlerce öğrenci ve onların aileleriyle dalga geçer gibi, “LYS’nin de tıpkı YGS gibi düzgün bir sınav olacağını” söyleyebiliyor. Önceki demeçler gibi, bu demeci de “tatminkâr” bulacak yetkili mercilerin çıkacağından şüphe duymamalıyız. Ancak bütün öğretim üyeleri ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir gibi “koruma kalkanı” altında çalışmalarını yürütme ve elde ettiği bulguları kamuoyuyla özgürce paylaşma şansına sahip olamayabiliyor. Sözü Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na getirmek istiyorum. Onur Hoca yıllardır Kocaeli bölgesinde yaşanan sağlık ve çevre sorunlarına dikkat çeken araştırmalar yapıyor. Elde ettiği bulguları da kamuoyu ile paylaşıyor. Bu doğrultudaki ilk çalışma 2005 yılında “Endüstri Yoğun Bölgelerde Yaşayanlarda Ölüm Nedenleri: Dilovası Örneği” başlığıyla yayımlandı. Kansere bağlı ölümlerdeki aşırılığa vurgu yapan bu çalışma geniş ilgi gördü. Sorunun çözümüne yönelik önerileri ise beklenebileceği gibi uygulamaya konulmadı. Geçen günlerde Onur Hoca, yürütücülüğünü yaptığı başka bir çalışmanın (“Kocaeli’nin Dilovası ve Kandıra İlçelerinde Yaşayan Gebelerden Doğan Bebeklerde Ağır Metal Maruziyeti İle Büyüme ve Gelişme Durumu”) ilk sonuçlarını da kamuoyuyla paylaştı. Buna göre, annelerin ilk sütü ve bebeklerin ilk kakalarında bazı ağır metaller ve eser elementlerin bulunduğu saptanmıştı. Tüm duyarlı bilim insanlarının yapması gerektiği gibi, bu sıra dışı ve ürkütücü bulguları kamuoyuyla paylaştığı için, Prof. Hamzaoğlu 24 yıl arasında hapis istemiyle yargılanmak isteniyor. Aynı zamanda hakkında Kocaeli Üniversitesi tarafından açılan ceza ve disiplin soruşturmaları yürütülüyor. Öyle anlaşılıyor ki, halk sağlığı ve toplumsal çıkarlar, siyasi ve iktisadi çıkarların üzerinde tutulmak isteniyor. Bu amaçla yıllardan beri bulunduğu bölgenin insanlarının daha sağıklı yaşaması için mücadele veren bilim insanları baskı altına alınıyor. Sermaye sınıfının yerleşik çıkarlarını sarsanlar susturulmaya ve cezalandırılmaya çalışılıyor. İleri gaz demokrasisinin kurucuları üniversitelerden yükselen bu tür sesleri kısmak için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Bütün bu yıldırma politikalarına rağmen, ne mutlu bize ki, sayıları az da olsa, bu ülkenin başkaldırmayı şiar edinmiş güzel yüzlü öğrencileri ve öğretim üyeleri var. Üniversitemizin onuru oluyorlar. Bu nedenle, kıllarına bile zarar gelmesine izin veremeyiz. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear